II. Abdülhamid döneminde toprak kayıpları
Bu maddedeki bilgilerin doğrulanabilmesi için ek kaynaklar gerekli. (Şubat 2024) (Bu şablonun nasıl ve ne zaman kaldırılması gerektiğini öğrenin) |
Bu madde 2.Abdülhamid dönemi Osmanlı toprak kayıplarını ele almaktadır. II. Abdülhamid, Osmanlı İmparatorluğu'nun 1.592.806 km² toprak ile en çok toprak kaybeden padişahlarından biri oldu.[1][2][3][4][5][6] 1878'den 1908'e kadar Mısır, Sudan, Habeş vilayetleri (Eritre, Cibuti, Kuzey Somali toprakları), Tunus, Sırbistan, Karadağ, Dobruca ile birlikte Romanya, Bulgaristan, Girit, Kars, Batum, Ardahan,Artvin, Bosna-Hersek ve Kotur şehri, onun döneminde kaybedildi. Yemen'de 1904 sonrasında İmam Yahya ve Şeyh İdrisi isyanları, Lübnan'da Ammiya Ayaklanması baş gösterdi, Kuveyt özerk hale gelip İngiliz kontrolüne girdi, Arabistan'da döneminin başında sağlanan kontrol 1902 ve sonrasında İbn Suud isyanı ile kaybedildi.
Romanya, Sırbistan ve Karadağ'ın bağımsızlığı
değiştirSırbistan, 1815 yılında özerklik kazandı. Bu özerklik, Ruslarla imzalanan Akkerman Antlaşması (1826) ve Edirne Antlaşması ile teyit edildi. 1835 yılında Sırbistan'ın ilk anayasası kabul edildi. 1867 yılında ise Batılı ülkelerin baskısıyla Türk birliklerinin Sırbistan'daki bütün kalelerden çekilmesi üzerine Sırbistan, görünüşte özerk, ancak fiilen bağımsız bir yapıya kavuştu. Karadağ ise İşkodra'ya bağlı bir sancak olmakla birlikte Osmanlı hâkimiyeti için askerî harekât yapılmasına lüzum görülmeyen çorak bölgede vladika adlı yöneticiler kısmî bir özerklik yaşamaktaydı. 1852 yılında Rusların da desteğiyle Karadağ Prensliği adıyla bu özerklik resmiyete kavuşturmayı başladı.
1858 ve 1862 yıllarındaki Osmanlı-Karadağ savaşlarının sonucunda imzalanan belgelerde Karadağ'ın sınırları belirlenmişti. Sırbistan ile savaş, başlangıçta Osmanlı ordularının başarısıyla sonuçlandı. Sırpların Niş, Pirot ve Sofya hedeflerine yönelik başlattıkları taarruzları durduran Türk birlikleri karşı taarruza geçti ve 1 Eylül 1876 tarihinde Aleksinaç Muharebesi'nde Sırpları kesin bir yenilgiye uğrattı. Ekim ayında Sırpların savunmasının tamamen çökmesi ve Osmanlı ordusuna Belgrad yolunun açılması üzerine Rusya, 48 saat içinde silahlı çatışmaların durdurulması konusunda Osmanlı Devleti'ne ültimatom verdi. Rus baskısına boyun eğmek zorunda kalan Osmanlı Devleti ateşkes yaptı. 15 Ocak 1877 tarihi itibarıyla Sırbistan ile savaşın ilk merhalesi kesin olarak sona erdi. Karadağ ile 18 Haziran 1876 tarihinde başlamış olan savaşta ise Osmanlı ordusu başarısız oldu. 18 Temmuz'da Niksiç Muharebesi'nde yenilgiye uğrayan Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.
Balkanlarda ortaya çıkan buhranı çözüme kavuşturmak gayesiyle ve Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki eyaletlerinin idari şartlarını düzenlemek üzere Avrupa ülkelerinin baskısı ile İstanbul'daki Haliç tersanelerinde toplanan Tersane Konferansı'ndaki başarısızlık, sonrasında Ruslarla harbin çıkması üzerine hem Sırbistan, hem de Karadağ ile muharebeler de yeniden başladı. Osmanlıların neredeyse bütün birliklerini Ruslarla savaşa teksif ettikleri bir dönemde Sırbistan ve Karadağ'daki az sayıdaki birlikle savunmada kaldılar ve mağlup oldular. Sırplar 1878 yılında Niş, Pirot ve Vranje'yi ele geçirirken Karadağlılar da Nikşiç, Podgorica, Bar ve Ülgün'ü işgal ederek Adriyatik Denizi'ne çıktılar.[7]
Savaş sonucunda imzalanan Berlin Antlaşması'na göre Karadağ bağımsız oldu. 1879'dan itibaren Karadağ ile diplomatik ilişkilerin de başladığı bu dönemde ilişkilerde mühim bir mesafe kat edilmiştir. Balkan Savaşları'na kadar küçük sınır çatışmaları haricinde Osmanlı-Karadağ ilişkilerinde savaşsız bir dönem geçirilmiştir.[8]
93 Harbi öncesi ve başında Osmanlı himayesindeki Romanya Prensliği, Osmanlının, Rumen Kralı I. Carol'un baştaki Osmanlı yanlısı tutumunu değerlendirememesi ve Kırım Harbi'nin aksine Romanya'da savunma yapmak yerine Tuna boyunda savunma yapma stratejisi ardı ardına stratejik hataları karşısında[9] Rus işgaline uğramamak ve bağımsız olmak için Osmanlı aleyhine dönmüştü. Ruslarla 1877'de Bükreş'te anlaşıp ülke bütünlüklerine saygı gösterme, işgale uğramama şartlı olarak Rus kuvvetlerinin geçmesine izin verdi, fiilen Osmanlı'ya karşı bağımsızlığını ilan etti ve sonrasında Ruslar yanında savaşa girip Rusların ilerlemesine kendi askerleri ile katıldı. Plevne muharebelerine Rumen Kralı da Rus İmparatoru ile birlikte ordusuyla iştirak etti. Sonuç olarak Romanya, savaş sonrası Ayastefanos ve Berlin Antlaşması ile hukuken de bağımsızlığı tanınarak Osmanlı'dan ayrılıp Kuzey Dobruca'yı da topraklarına katıp Romanya Krallığı olarak bağımsız bir devlet haline geldi.
Teselya'nın Yunanistan tarafından işgali
değiştir93 Harbi sürerken Yunan ordusu, beklenmedik şekilde savaş ilan etmeden Osmanlı'nın elindeki Teselya'yı işgal etti. Bölgedeki Osmanlı birlikleri Rus-Sırp-Romanya-Karadağ kuvvetleri ile savaşta olduğundan sayıca yetersizlikten bu işgale karşı koyamadı. Osmanlı Devleti 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması ile Karadağ ve Sırbistan'ın bağımsızlıklarını tanıdığı gibi kaybettiği toprakların bu iki ülkeye ait olduğunu da kabul etti. Teselya da Yunanistan'a verilmek zorunda kalındı.
Arnavut Milliyetçi Hareketi ve Prizren İttifakı
değiştir93 Harbi sonrasında yenik düşen Osmanlı İmparatorluğu Sırbistan'a ve Karadağ'a toprak bırakmak zorunda kalmıştı. Ayastefanos Antlaşması ile Makedonya'yı da içine alan bir Bulgaristan Krallığı kurulması kararlaştırılmıştı. Diğer taraftan Sırbistan ele geçirdiği bölgelerdeki Arnavutları sürmeye başladı. Özellikle %70'i Müslüman ve Osmanlı'nın pek çok savaşında yer almış son derece sadık vatandaşlarının haklarını koruyamaması, daha başka çeşitli bölgelerinde Sırbistan, Karadağ'a terk edileceği söylentileri Arnavut ve Müslüman ahalide büyük bir hoşnutsuzluk yarattı. Bölgedeki halkın çeşitli kesiminden kişiler Osmanlı'ya hizmet vermiş veya Müslüman halkça saygı gören 47 Arnavut beyinin başkanlığında Berlin Antlaşması'nın hemen öncesinde 10 Haziran 1878'de toplandı. Prizren İttifakı adı verilen bir örgüt kurulması kararı aldılar. Örgüt, 18 Haziran 1878'de bölgenin Osmanlı İmparatorluğu'ndan koparılmaması, Osmanlı'nın toprak bütünlüğünün korunması bu amaçla Osmanlı'ya destek verilmesi yolunda Prizren Ulusal Savunma Komitesi Kararnamesi'ni yayınladı.[10][11] İlaveten Arnavutların yaşadığı vilayetlerin birleştirilmesinin istenmesi de kararlaştırıldı. Bunun ardından bölgedeki Arnavutlar silahlanmaya ve milis güç örgütlenmesine başladılar. Her ne kadar ilgili örgüt bağımsız bir Arnavutluk kurulması amacıyla kurulmamışsa da ve çıkarılan metinde bu yönde Osmanlı'dan bölgenin alınması durumunda bir talep olacağı ima edilse de bu hareketi destekleyen ve katılanlar arasında Fraşirili Abdül Bey gibi bağımsızlık düşüncesinde olanlarda vardı. Temmuz'da Berlin Kongresi'nde kendi ve 60 kadar kişi birlik adına bir mektup yolladılar ve Arnavut olarak kendilerinin tanınmasını istediler.
1878 Berlin Kongresi'nde İngiliz delegasyonuna Prizren Birliği'nce gönderilen muhtıradan bir alıntı[10]
Talepleri özellikle Bismark'ın "Arnavut diye bir ulus yoktur, burada olsa olsa coğrafi bir birlik olur" sözleri ile dikkate dahi alınmadı. Bunun yanında Berlin Antlaşması ile Arnavut ve Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu Bar, Podgorica ama en önemlisi Gusinye ve Plav çevresinin Karadağ'a bırakılmasına karar verildi. Bunun üzerine birlik bu anlaşma şartlarını kabul etmeyip silahlı mücadeleye girişmeye karar verdi. Öte yandan bu bölgenin devri Osmanlı'nın da istediği bir durum değildi. Fakat Rus birliklerinin, bu bölgelerin Karadağ'a katılması kesinleşmedikçe Doğu Rumeli'yi tahliye etmeyeceklerini öngören Rus ültimatomu karşısında Osmanlı'nın da başkaca bir çaresi kalmamıştı.[12] Osmanlı İmparatorluğu Berlin Antlaşması şartlarını kabul ettirmek için Müşir Mehmet Ali Paşa ve birliğin bildirisine imza atan ancak sonrasında birlikten ayrılan Abdullah Paşa Dreni'yi ikna için bölgeye gönderdi.
93 harbindeki başarısızlıkları ve 1871'de bir Arnavut isyanını gidermedeki sert tutum ve davranışlarıyla zaten bölgede sevilmeyen Mehmet Ali Paşa tepki ile karşılandı. Yakova saldırısı diye bilinen olayda Abdullah Paşa Dreni ile birlikte bölge halkının Arnavut milislerin askerlere saldırısı ve çıkan çatışma sonucu öldürüldü.[11] Bu birliğin ilk saldırısı oldu. Osmanlı'nın Karadağ'a olan feragatini tamamlayamaması, 1878 kongresinden sonra bile ülkenin yüksek istikrarsızlığını uluslararası düzeyde vurgulamıştır. Selanik'ten Üsküp ve Ferizovik'e büyük askerî birlikler, birliğin üzerine gönderilse de Osmanlılar Prizren Birliği'nin üzerine genel isyan riski ve bölgedeki hoşnutsuzluğu arttıracağını düşünerek yürümedi, bu saldırıyı mantıksız başkaca işlere bağlayıp gizlemeyi tercih ettiler.[12] Ancak bu saldırı ve başarısı Fraşirili Abdül Bey gibi bağımsızlık yanlılarında istemlerinin güçlenmesine neden oldu. 27 Eylül'de, Arnavutların yaşadığı tüm bölgelerin azami özerkliğe sahip tek bir vilayette birleştirilmesini, Arnavutçanın bölgede resmi dil olarak kullanımı da içeren meclis kararları, talepleri İstanbul'da kardeşi Şemseddin Sâmi'nin sahibi olduğu Tercüman-ı Şark gazetesinde yayınlandı.[12][13] Birlik sonrasında Gusinye ve Plav üzerine yönelen Karadağ birliklerine saldırdı. 9 Ekim - 22 Kasım 1879 arasında birliğin yaptığı Velika Saldırıları başarısız oldu. Bununla birlikte bölgedeki Osmanlı yöneticilerinden gizli yardım alan birliğe üye ama bağımsızlık yanlısı olmaktan çok Osmanlı taraftarı muhafazakar kanattan olan Gusinyeli Ali Paşa komutasındaki Arnavut ve Osmanlı Milisleri 4 Aralık 1879'da Novšiće Muharebesi'nde Karadağ ordusunu yenilgiye uğrattı. II. Abdülhamid ve Osmanlı kurmayları Ahmet Muhtar Paşa'yı Manastır üstü birliğin üzerine gönderse de Ahmet Muhtar Paşa barışçıl yollarla bu yerlerin devredilmesi gerektiğini belirten bir beyanname yayınlamakla yetindi.[14] Bu arada birlik Karadağ birlikleri ile 8 Ocak 1880'de Murino Muharebesi'ne girişti. Her iki tarafta zafer ilan etse de muharebe sonuçsuz kaldı.
Bu kanlı mücadeleler ve direniş karşısında 1880'de Osmanlı İmparatorluğu ve büyük güçler Berlin Antlaşması'nda revizyon için pazarlığa oturdu. İtalyan temsicilsi Plav ve Gusinye'nin Osmanlı'da kalması karşılığında sahildeki Katolik Arnavut kabilelerine ait Hot ile Kelmendi'nin bir kısmının Karadağ'a verilmesini talep etti. Ancak bunun haberini alan bölgedeki Katolik Arnavutlar, İşkodra'daki Fransız konsolosluğuna Osmanlı Sultanı'na bağlı olup asla bu durumu kabul etmeyecekleri ve silahlı direnişle karşı koyacaklarını belirtir bir mektup yazdılar.[15] Bunun üzerine Haziran 1880'de Berlin'de tekrar toplanan büyükelçiler, bu defa Ertem'e göre Osmanlıların teklifi ile[16] Müslüman Arnavutların yaşadığı Ülgün kasabasının Karadağ'a verilmesini kararlaştırdılar ki bu sırada İngiltere'deki seçimleri Gladstone kazanmıştı. Birlik bunu da kabul etmedi, Ülgün'de direniş örgütledi. Osmanlılar da, Ülgün'ü Arnavutlardan teslim almayıp işi geciktirme sakınma peşindeydi.[17] Ancak Gladstone, Osmanlı Devleti'ne derhal Ülgün'ü Karadağ'a teslim etmesi aksi takdirde İngiltere önderliğindeki uluslararası donanmanın İzmir'i işgal edeceğini bildirdi ve gemilerini Ülgün ve Osmanlı İmparatorluğu üzerine gönderdi.[16][18] Osmanlı İmparatorluğu bunun üzerine Ülgün ve birliğin üzerine asker göndermek mecburiyetinde kaldı.
Müşir Derviş İbrahim Paşa komutasında Osmanlı birliklerince girişilen 1881'e kadar devam eden çatışmalar ve 22 Kasım 1880 Ülgün Muharebesi, 16-20 Nisan 1881'deki Slivova Muharebesi neticesinde birlik dağıtıltı liderleri tutuklandı. Neticede Ülgün Karadağ'a verildi, Plav ve Gusinye ise Osmanlı'da kaldı. 1913 yılında I. Balkan Savaşı'nda Karadağ tarafından işgal edilip elden çıkana kadar da kalmaya devam etti. Öte yandan Karadağ'daki gazeteler ittifakın hızla Osmanlıca Gladstone'un tehdit baskısı ile girişilen operasyonlar neticesi dağıtılması ve bu olaylar akabinde Osmanlıları ve Arnavutları (Prizren İttifakı'nı) Berlin Antlaşması ile kendilerine verilen toprakları vermemek ve büyük güçleri kandırmak için danışıklı oyun tertip etmekle itham etti.[19] Bununla birlikte İttifak'ın muhafazakar kanadını temsil eden Arnavut Gusinyeli Ali Paşa sonrasında II. Abdülhamid tarafından affedilip serbest bırakılıp bulunduğu yerde Gusinye muhafızı, İpek mutasarrıfı yapılmıştır. İttifak'ın bağımsızlık yanlısı kanadını temsil eden Arnavut bağımsızlığını savunan Fraşirili Abdül Bey ise mahkemede yargılanıp ölüm cezası alsa da II. Abdülhamid cezayı hapse çevirdi, 1886'da sağlık nedenleri ile de affetti. Sonrasında kendi İstanbul şehremaneti üyeliğine getirilmiştir.[20] II. Abdülhamid pek çok Arnavut'u üst düzey görevlere getirmiş ve askeriyeye almıştır. İlk Arnavut ulusal hareketi bu şekilde sona erdirildi ancak bu olaylar bir kısım Arnavutların zaman içinde zayıflayan Osmanlı'ya karşı cephe almasına ve bağımsızlık taleplerinin de önünü açmasına sebep oldu. II. Abdülhamid'in tahttan ayrılması ardından 1909'da bölgede tekrar Arnavut isyanları patlak verecekti.
Kıbrıs'ın Birleşik Krallık'a kiralanması
değiştirMayıs 1878'de Osmanlı Devleti'ne resmen başvurmuş olan Birleşik Krallık, Kıbrıs'ın kendilerine verilmesi için bir anlaşma yapılmasını istedi.[21] Ayastefanos Antlaşması yerine Rusya'yı daha Osmanlı lehine bir antlaşmaya ikna edebileceklerini de belirttiler. Osmanlı Dışişleri Bakanı Safvet Paşa, Birleşik Krallık'ın isteklerini yumuşatmak istediyse de İngiliz elçi gerekirse Kıbrıs'ı zorla işgâl edebileceklerini söyleyerek Osmanlı'yı tehdit etti.[21] Bu tehdidin ardından anlaşmanın en geç 3 Haziran 1878 akşamına kadar yapılması için Osmanlı'ya yönelik baskı arttırıldı. Baskılar neticesinde Osmanlı, anlaşmayı kabul etti.[21] Osmanlı Devleti ile Birleşik Krallık arasında Kıbrıs'ın yönetiminde değişiklik yapılmasını öngören anlaşma 4 Haziran 1878'de imzalandı.[21] 7 Temmuz 1878'de de İngilizlerin Kıbrıs'a asker çıkarmalarına izin veren emir çıkarıldı.[21] Böylece 12 Temmuz 1878'de Kıbrıs'a asker çıkaran İngilizler, Kıbrıs'taki Osmanlı bayrağını indirip yerine kendi bayraklarını çektiler.[22] Böylelikle her ne kadar "geçici" olacağı söylense de Kıbrıs tamamen İngilizlere bırakılmış oldu.[23]
Anlaşmanın karşılığı olarak Birleşik Krallık, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı sözünü tutarak, daha Osmanlı lehine olan ve Balkanlarda Makedonya'yı büyük ölçüde Osmanlı'ya bırakan bağımsız ve büyük bir Bulgaristan Krallıği yerine şeklen Osmanlıya bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurduran, Erzurum, Doğubayazıt'ın Osmanlıya geri iadesini sağlayan Berlin Antlaşması'nı Ruslara kabul ettirmiştir. Kıbrıs'ın İngilizlere teslim edilişinden iki yıl sonra, 1880 tarihinde, Altın Post Şövalyeleri Tarikatı tarafından, II. Abdülhamid'e şövalyelik nişanı verildi.[24]
II. Abdülhamid'in iktidarının ardından Birinci Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin İngilizlere karşı savaşa girmesi neticesi 1914'te Kıbrıs, Birleşik Krallık tarafından ilhak edilecekti.
Avusturya-Macaristan'ın Bosna-Hersek'i işgali
değiştirBosna-Hersek 18. yüzyıldan başlayarak uzun bir zaman boyunca Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya Arşidüklüğü arasında çatışmalara konu olmuş bir yerdi. Ancak Avusturya İmparatorluğu 18. yüzyılda burayı alma yönündeki tüm girişimlerinde başarısız olmuştu. Sonrasında halefi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kurulduğunda Osmanlı ile ılımlı ilişkiler kurmayı tercih ettiğinden Bosna sorunu uzun bir süre iki devlet arasında gündeme gelmedi.
Bosna'da Müslüman beyler, Hristiyan köylülerin sorumlu olduğu çiftlik ürünleri ve hayvanlar üzerindeki çeşitli vergilerin yanı sıra, her bir köylünün mahsulünün bazen yarısı kadarını almaktaydı. Ayrıca, mütesellimler, kalan verim üzerinden ek vergiler alırlardı. 1874 mahsulünün başarısızlığı ve köylülerin kötü durumu ve Panslavizm ve Pansırbizm'deki dış etki ve ayrıca Avusturya'nın daha fazla Güney Slav topraklarındaki özlemleri, bölgedeki Sırpların isyanı ile 1875'te Hersek İsyanı denen isyanın patlamasına neden oldu.[25] Bu isyan sürerken Osmanlı Balkanlarda Rusların desteklediği Bulgar İsyanı ve kendi özerk Sırbistan ile Karadağ prensliklerinin ayaklanmaları ile uğraşmaktaydı. Osmanlı devleti Rusya ile savaşa doğru yürürken, Kırım Savaşı'ndaki durumun aksine Rusya, diplomatik alanda Osmanlı'nın bu defa elini kolunu bağlayacak önemli hamlelerde bulundu. En başta 1815 Viyana Konferansı sonrası Osmanlı Devleti'nin Slavlara karşı toprak bütünlüğünü korumaya yönelik politikasını ne olursa olsun Balkanlarda Slav birliğini engelleme şeklinde değiştiren Avusturya-Macaristan Dışişleri Bakanı Kont Andrassy'e ulaştılar.[26]
Osmanlı Devleti ile büyük güçler arasında Tersane Konferansı sürerken 15 Ocak 1877'de Avusturya Macaristan ile Rusya olası bir Osmanlı-Rus savaşında, Rus galibiyeti halinde Bosna-Hersek'in Avusturya-Macaristan'a verilmesi ve karşılığında Avusturya-Macaristan'ın tarafsız konumda kalması; Balkanlarda tek ve büyük bir Sırp veya Slav devleti kurulmayacağı konusunda Budapeşte'de Peşte Antlaşması diye bilinen gizli bir antlaşma imzaladılar.[27][28] Rusya, Almanya ve diğer ülkelerle de tarafsızlık yolunda sözlü anlaşmalar yapıp savaşa girişinde başarısını diplomatik alanda garantilemek istemiş ve bunda da büyük ölçüde başarılı olmuştur.[26] Sonuç olarak Rusya, Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. 93 Harbi sürerken Hersek İsyanı bastırıldı ancak 93 Harbi ağır bir Osmanlı yenilgisi ile sonuçlandı.
Ayastefanos Antlaşması Rusya ile Osmanlı Devleti arasında imzalandı. Ancak bu antlaşmaya İngiltere kadar Avusturya-Macaristan da tepki gösterdi. Çünkü Rusya, aralarında imzaladıkları Peşte Antlaşması'na aykırı olarak Büyük Bulgaristan'ı kurdu, Avusturya'nın Selanik yolunu kesmeye çalıştı ve Karadağ'ın sınırlarını Avusturya-Macaristan aleyhine olacak şekilde genişleterek Avusturya'nın Adriyatik'e çıkışını iyice engelledi. Ayrıca savaş öncesinde aralarında yaptıkları Peşte Antlaşması'na göre Bosna-Hersek'i kendisi alacakken, Ayastefanos Antlaşması ile burası Rusya ve Avusturya'nın gözetiminde özerklik kazanmıştı. Bütün bu nedenlerden ötürü Avusturya-Macaristan, Rusya'ya tepkiliydi. Bundan dolayı İngiltere ile birlikte bu antlaşmanın iptalini istiyordu.[26]
Sonuç olarak Avusturya-Macaristan, zaman kaybetmeden İstanbul'a bir diplomatını gönderdi. İngiltere'nin Kıbrıs'ı istediği gibi kendisi de İstanbul Hükûmetinden Bosna-Hersek'i direkt olarak talep etti. Bunun aksi olursa da Balkanlar'daki Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ'ın sınırlarının daraltılmasında Osmanlı Devleti'ne destek sağlamayacağını bildirdi. Ancak Babıali ve II. Abdülhamid bu teklifi reddetti.[26] Bununla birlikte İngiltere, Osmanlı'dan Kıbrıs'ı alma karşılığı Berlin Kongresi planını çoktan hazırlamıştı. Rusya ve Avusturya Macaristan ile İngiliz dışişleri bakanları bir araya gelip kongrede neler yapılacağının planını kurdular. Buna göre İngiltere Osmanlı'ya yardım ederken 4 Haziran 1878 tarihli İngiltere, Avusturya-Macaristan ile yapılan gizli antlaşmada ise Bosna-Hersek'in Avusturya tarafından işgal edilmesi durumunda İngiltere karşı gelmeme garantisi verdi.[26]
Kongreye katılan devletler Berlin Kongresi'ne normal şekilde başbakan ve dışişleri bakanlarını temsilci olarak gönderdiler. Ancak Osmanlı Devleti'nde ise durum hiç böyle olmadı. Abdülhamid sadece bir diplomat ve o dönemin sadrazamı Safvet Paşa gibi tecrübeli bir diplomat paşa dururken tecrübesiz bir paşayı, Osmanlı'yı temsil için gönderdi. Tarihçi yazarlardan Yılmaz Öztuna ve Necmettin Alkan bunun II. Abdülhamid'in hatalarından biri olduğunu iddia etmektedir.[29][30] Sonuç olarak İngiltere, Avusturya-Macaristan ve Rusya arasındaki anlaşmalar gereği planlanan senaryo Temmuz ve Haziran 1878'de Büyük Güçler tarafından düzenlenen Berlin Kongresi'nde sahneye kondu. Daha kongre başında Bismark, Osmanlı delegesine gerçekleri belirtecek şekilde şunu söyledi. "Kongrenin Osmanlı Devleti için toplandığını zannederek kendinizi aldatmayınız. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan Ayastefanos Antlaşması Avrupa devletlerinin menfaatlerine dokunan bazı maddeleri ihtiva etmeseydi, olduğu gibi bırakılırdı."[26]
Avusturya, Bosna-Hersek konusunda güvenlik çekincelerinin olduğunu belirtti. Sırbistan ve Karadağ'ın bölgede genişlemesinin Bosna-Hersek'i kendi bölgesindeki Slavları kışkırtacağını düşündüğünü, Hersek İsyanı gibi çıkacak benzer bir isyanın sorun olacağını belirtti.[26] Avusturya Bosna-Hersek'te kendi askerlerinin olması için Osmanlı'ya ve İngiltere'ye talepte bulundu. Rus temsilcilerinin de Bosna-Hersek ve Yeni Pazar sancaklarına Avusturya'nın asker göndermesine itiraz etmeyeceğini belirtmesi üzerine kongreden Bosna-Hersek'e Avusturya-Macaristan'ın asker göndermesi hususunda karar çıktı.[31] Osmanlı delegelerinin ısrarı üzerine, Avusturya-Macaristan ile Osmanlı bir protokol imzaladılar. Osmanlı sultanının hükümranlığının - semboliken de olsa - bölgede devam edeceği şartını Avusturya kabul etti. Bosna-Hersek için en acı gerçek yönetimin değişmesi; tüm idari kurumların farklı bir sistem ile yönetilecek olmasıdır.[26]
Sonuç olarak Bosna-Hersek hukuki olarak Osmanlı'nın bir parçası olarak kalmaya devam etti, ancak fiilen elden çıktı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'na devredilmiş oldu. Ayrıca Avusturya-Macaristan Yeni Pazar Sancağı'nda garnizon tutma hakkını da elde etti. Müslüman Boşnak ve Arnavutlar, Babıali'den desteksiz Bosna-Hersek'te bu işgale karşı direnmeye çalıştılar. İşgal 28 Temmuz 1878'de, Avusturya-Macaristan Hükûmeti Bosna-Hersek hakkında bir beyanname yayınlayarak başladı. Beyanameye göre askerlerinin sınırı geçmek üzere oldukları ve bunu düşman sıfatıyla değil, Bosna-Hersek'i ve sınırdaki Avusturya-Macaristan arazisini uzun yıllar boyunca huzursuzluk içinde bulundurmuş olan kötülükleri ortadan kaldırmak üzere yapacaklarını belirttiler. Avusturya-Macaristan işgal kuvvetleri komutanı General Filipoviç, Hersek'in merkezi olan Mostar kasabasını şiddetli çatışmalardan sonra ele geçirdi.
Halkın Avusturya yanlısı olmaması sonucu birçok Bosnalı, İmparator'un askerine karşı gelmeye devam etti. General Filipoviç'in ordusu, Müslümanların ciddi direnişiyle karşılaştı ve Doboj, Žepče (Sebze), Maglaj şehirlerine girebilmek için kuzeyde çatışmalara girip önemli kayıplar verdi. Maglaj şehrinde Avusturya ordusu ile Boşnaklar arasında ciddi çarpışmalar olmasına rağmen, Avusturya ordusu, 5 Ağustos'ta bu şehri, 8 Ağustos'ta da Zepçe'yi işgal etti. Bu sırada Babıali, Bosna'daki askeri temsilcilerine Avusturya-Macaristan askerlerini dostça karşılamaları talimatını göndermişti, fakat birçok Türk komutanı, bu talimatın aksine hareket etti. Bu suretle, direnişçilerin sayısı gittikçe çoğaldı. Hristiyanlardan birçok kişi ve Müslüman Arnavutlar direnişçilerin saflarına katıldılar. Böylece Avusturyalılara karşı mücadele edenlerin sayısı yüz bine yaklaştı.[31] Graçanik, Biskova Hanı'nda ve Tuzla'da önemli çarpışmalar oldu. Wurtemberg Dukası'nın emrindeki tümen üç günlük şiddetli bir çarpışmadan sonra, Travnik ile Saraybosna arasındaki direnen mevzileri ancak zorlayabildi. Duka daha sonra bu şehirlerden Travnik'i mukavemetsiz işgal etti. Avusturya işgal ordusunun büyük kısmı 18 Ağustos'ta Saraybosna'nın önüne geldi. Ordu, sokak sokak süren şiddetli bir çatışmadan sonra 19 Ağustos'ta Saraybosna şehrine büyük kayıplar vererek girdi. General Zach komutasındaki Avusturyalılar 19 Eylül'de Bihaç'ı hücumla ele geçirdiler. Başka bir yönde General Szapary, Ağustos ayı sonunda Doboj şehrine girdi. Eylül sonlarına doğru Biyelina müstahkem şehri ile Tuzla kasabası Avusturya askerlerinin eline geçti. Sonbaharın ilk günlerinde mukavemetin şiddeti, yavaş yavaş durmaya başlamıştı. Ancak kırsalda süren direnişle de bütün Bosna-Hersek'in Avusturya-Macaristan tarafından ele geçirilmesi 28 Ekim 1878'te ancak tamamlanabildi.[31]
1908'de Bosna Krizi sonrasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu zaten askerini bulundurduğu Bosna-Hersek'i rakibi gördüğü Sırbistan'ın işgal etme tehlikesinin ortada olduğundan artık fiilen değil, resmi olarak da topraklarına katıp ilhak etmiştir. Böylece Osmanlı İmparatorluğu Bosna-Hersek'i tümden kaybetmiştir.
İran'a Kotur ve çevresinin terki
değiştirİran'da Nasıreddin Şah'ın kardeşi olan Mülk-i Ara Abbas Mirza, kardeşi tarafından sevilmezdi, özellikle babalarının ölümü üzerine Nasireddin Şah ona karşı düşmanlığını daha fazla belli etmeye başlamıştı. Tahtını sağlama almak isteyen abisinin kendisini öldürme riski altında İngiltere ve Rusya'nın desteklediği Abbas Mirza ülkeden kaçmak zorunda kaldı ve önce Osmanlı İmparatorluğu'nda Bağdat'a sonra 1852'de İstanbul'a geldi. Nasireddin Şah kardeşi için Sultan Abdülaziz'le konuşmuş ve Sultan'dan Şehzade'nin sınırdan uzak tutulmasını, Halep veya Diyarbakır'a gönderilmesini istemiş ve iki taraf bu şekilde anlaşmıştı. Ancak sonrasında Nasireddin Şah, Bağdat'a gitmişti. 93 Harbi'nde Osmanlı'nın endişesi, savaş sürerken İran'ın Rus tarafını tutması ve tarafsız kalmayacağı korkusu oldu. İran, Abbas Mirza'nın Bağdat'tan çıkarılması şartını ileri sürdü. İngiltere de İran'dan Rusya yanında Osmanlı İmparatorluğu'na karşı cephe almamasını 1878'de talep etmiş, Nasireddin Şah "Osmanlı Devleti, Abbas Mirza'yı Bağdat'tan sürdüğü takdirde Rusya ile bir anlaşma yapılmayacaktır" cevabını vermişti. Bunun üzerine Abbas Mirza Tahran'a can güvenliği garanti şartı ile II. Abdülhamid tarafından geri gönderildi. Bir müddet sonra abisince Zencan Valiliğine tayin edildi.[32]
Osmanlı 93 Harbi'nde yenilince Berlin Antlaşması'nda İngilizlerin araya girmesi ile Eleşkirt Ovası ve Doğubayazıt'ı geri vermeyi Ruslar kabul etmişti. Ancak Berlin Antlaşması'na İran'dan da bir temsilci katıldı. Ruslar, stratejik öneme sahip Kotur şehrinde Osmanlı varlığını kabul etmek istemiyordu. Burası İran ile Osmanlı arasında da sınır anlaşmazlığı sorunlardan biriydi. Ruslar, Berlin Antlaşması'na gözlemci gönderen İran'dan yana tavır alarak ellerindeki Doğubayazıt'ı ancak İran'a Kotur ve çevresindeki köylerin Osmanlı tarafından verilmesi karşılığında teslim edeceğini bildirdiler. Osmanlı, Rus şartının gereği olarak Kotur ve 18 köyü İran'a bırakmayı kabul edip, 1879'da burayı boşalttı. İran, Kotur ve çevresindeki 18 köyü böylece almış oldu. Ruslar da işgal ettikleri Doğubayazıt'ı Berlin Antlaşması gereği Osmanlı'ya geri verdiler.[33]
Fransa'nın Tunus'u işgali
değiştirTarihçi Sina Akşin'e göre Osmanlı Devleti'nin Berlin Antlaşması'nı imzalarken habersiz olduğu gizli anlaşmalardan biri de Fransa ile İngiltere ve Almanya arasında yapılmıştı. Bu gizli pazarlıkta İngiltere aldığı Kıbrıs'a karşılık Tunus'un Fransa tarafından işgaline ses çıkarmayacaktı. Fransa, bunun için fırsat kollarken İtalya'nın Tunus ile ilgilendiğini öğrenince derhal harekete geçmeye karar verdi.[34]
Fransa, Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu buhrandan faydalanıp Cezayir ile bazı sözde sınır olaylarını, iki kabilenin birbiri ile çatışmasını gerekçe göstererek[35][36] 1881 yılının başlarında Tunus'a girme hazırlıklarına başladı. Tarihçi Mehmet Özdemir'in yer verdiği Osmanlı arşiv ve belgelerine göre[36] durumu fark eden Tunus beyi önce 19 Nisan'da Fransa'ya karşı Osmanlı Devleti'nden yardım istedi ama II. Abdülhamid ve Babıali donanmadan savaş gemilerini gönderip Fransa'yı karşısına almak yerine, çeşitli çekincelerle bu yola başvurmadılar. Tunus Beyi Muhammed Sadık Paşa'ya diplomatik çözüm ve Fransa ile iyi ilişkilerin korunması tavsiyesi verildi.[36]
5 Mayıs 1881'de durumun daha da gerginleşmesi ve Fransa'nın tümden saldırmak üzere olduğunu anlayan Tunus Beyi çaresizce Osmanlı Devleti'ne durumun vahametini bildirip, savaş gemisi göndererek Fransa'ya karşı güç gösterisi yapmasını ve asker göndermesini talep etti. Bunun, halkın Osmanlı tarafından sahiplendiğinin delili olacağını kendinin ve Müslüman halkın yalnız bırakılmaması ve yardımın geciktirilmemesi gerektiğini de alenen ve açıkça belirtti. Nihayet II. Abdülhamid ve Babıali gemi gönderme kararı aldı durum Tunus Beyi'ne bildirdi ama gemilerin yola çıkması gecikmişti.[36] 8 Mayıs'ta Tunus Beyi tekrar telgraf çekip yardım gönderileceği belirtilen telgrafın kendisini rahatlattığını ancak gemilerin geciktiğini ve Fransız birliklerinin denizden Tunus'a çıkarma yapmak üzere olduğunu bildirdi.[36] Osmanlı gemileri gidemeden 11 Mayıs 1881'de Fransız birlikleri Tunus'a denizden çıkarma yapmaya başladılar. Tunus Beyi Muhammed Sadık Paşa, şehrin diğer ileri gelenleri ile direniş örgütleme görüşmesi yaptı.[36] Öte yandan Osmanlı yardımının zamanında yetişemeyeceğini anlayan Bey, çıkarmanın hemen öncesinde İngilizlerden de yardım istedi.[36] İngilizler yardım edeceklerini bildirse de esasında Fransa ile önceden anlaşarak Bey'i oyalama ve Fransa'nın ilk günden bir direnişle karşılamasını engelleme peşindeydiler.
Tunus Belediye Başkanı Zerruk Paşa, şehrin ileri gelenleri ile Manuba Valilik Sarayı'nda toplanarak direniş kararı aldı. Bey onayıyla Zerruk Paşa direnişi örgütlemek için Tunus şehrine gitti.[37] Ancak bunun akabinde Bey'e - kuvvetle muhtemel Fransız tertibi olan - bir telgraf geldi. Telgrafta Padişah'ın "Tunus valisi Muhammed Sadık Paşa'yı azledip yerine Tunuslu Hayreddin Paşa'yı (Zerruk Paşa'nın akrabası) bey olarak görevlendirmeye karar verdiği" belirtilmekteydi.[37] Bey telgrafı gerçek sanıp uğradığı derin kuşku ve hayal kırıklığı ile sarayından direnişi örgütlemeye o gün hareket etmedi.[36]
Ertesi gün 12 Mayıs 1881 tarihinde Manuba'da sarayında Bey Fransızlarca kuşatıldı ve bir anlaşma sunuldu. Direniş yanlısı Zerruk Paşa ve ileri gelenler saraya gelip Bey ile konuşmaya çalışsa da gelen telgraf ve Hayreddin Paşa ile akrabalığından Tunus Bey'i onu dinlememekle kalmadı, belediye başkanlığı görevinden alıp, toplantıyı dağıttı. Fransız tehdidine boyun eğip Bardo'da, Bardo Antlaşması'nı imzaladı.[36] Fransa, Tunus'u kendi himayesine aldığını duyurdu.[38]
Osmanlı bu durumu kabul etmedi. Ancak II. Abdülhamid'in tutuklatmak istediği Midhat Paşa ise Bardo Antlaşması'nın imzalanmasından beş gün sonra - Akşin'in iddiasına göre 16 Mayıs'ı 17 Mayıs 1881'e bağlayan akşamda İzmir'deki konağının kimliği belirsiz kişilerce basılması akabinde[39] - İzmir Fransız Konsolosluğuna sığındı. II. Abdülhamid de Midhat Paşa'nın teslim edilmesini istedi. II. Abdülhamid'in bu isteğine karşı gelmek Fransa'nın Tunus'a el koyma politikasını sekteye uğratabileceği ve geciktirebileceği için Fransa, Midhat Paşa'yı teslim etmeye karar verdi.[35] Böylece Midhat Paşa Osmanlı Hükûmetine teslim oldu. Fransa'nın Midhat Paşa'yı çabuk teslim etmesi, Tunus sorununda II. Abdülhamid'in yumuşamasını sağladı.[35] II. Abdülhamid'in politikasındaki bu değişiklik, Tunus sorununun Fransa'nın çıkarına göre gelişmesini hızlandırdı ve Tunus'un Osmanlı'nın elinden çıkmasını kolaylaştırdı.[35] 8 Haziran 1883'te Tunus beyince Bardo Antlaşması'na ek Mersâ Antlaşması imzalanınca Tunus, Fransa'nın resmen tam idaresine girdi, sömürge halini aldı.[38] Böylelikle Osmanlı Devleti de Tunus gibi çoğunlukla Müslümanların yaşadığı bir toprak parçasını kaybetmiş oldu.[35] Halk bunlara tepki gösterse de direnişçiler arasında artık bir koordinasyon olmadığından Fransızlar isyanları bastırdı.[36]
İngiltere'nin Mısır'ı işgali ve Akabe Krizi
değiştirMısır'da bazı çevreler, yabancı müdahalesine karşı oldukça tepkiliydi.[40] Özellikle Sultan Abdülaziz döneminde verilen kararla Mısır Hidivliği'ne dış borç alma yetkisinin tanınması ile Süveyş Kanalı'nın vs. projelerin yapımında alınan yüksek miktarda ödenmez hale gelen Hidivlik borçları bahanesi ile yabancılar iyice Hidivlik'in iç işlerine müdahil haldeydi.[41] Gelişen bazı olaylar üzerine İsmail Paşa Mısırlılardan oluşan bir hükûmet kurdu, ancak İngiltere ve Fransa'nın baskısı üzerine II. Abdülhamid tarafından görevden alındı.[40] Bu arada Mısır Hidivliği'ne karşı egemen olduğu Sudan'da Mehdi Savaşı denen bir isyan patlak vermiş ve Hidivlik, Sudan'da kontrolü kaybetmişti. Mısırlılar, Arabi Paşa etrafında toplanarak Osmanlı ve İsmail Paşa yanlısı yabancı müdahaleye isyan edince İngiltere de İskenderiye'yi topa tuttu. 13 Eylül 1882'de Arabi Paşa yandaşları ile İngiliz ordusu Tellülkebîr'de karşı karşıya geldi.[40] Çarpışma neticesinde İngiltere Mısır'ı ve ardından Sudan'ı fiilen işgal etmiş oldu. Osmanlı Devleti böylece önemli bir toprak parçasını daha kaybetti.[42] 1885'te İngilizlerin Mısır'ı boşaltma karşılığı anlaşma yapılmaya çalışılsa da bu sonuçsuz kaldı. Süveyş Kanalı'nın durumu için 1888 İstanbul Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile kanalın her devlete açık olacağı belirtilse de İngiltere kanal üzerinde de fiili hakim durumunu sürdürdü.
İngiliz işgali altındaki Mısır ile Osmanlı Devleti'nin Sina Yarımadası'ndaki sınırları üzerindeki ihtilaf uzunca bir süre konuşulmadı, Osmanlı'nın inşa ettirmeye uğraştığı Hicaz Demiryolu'nun Akabe Körfezi'ne doğru ilerlemesi bu ihtilafı tekrar gündeme getirdi. 1906'da Akabe Krizi denilen kriz patlak verdi. İngilizlerin Orta Doğu'da hakimiyeti genişletme niyetleri karşısında Osmanlı, Taba kasabasını işgal edip bir karakol kurdu. İngilizler, Akabe ve Taba'yı yeniden işgal etmek için Mısır'daki askerlerini toplayıp bir askeri gemi ile bölgeye gönderdi. Ancak Ahmed Muhtar Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri İngilizler tarafından gönderilen Mısır kuvvetlerini bölgeye indirttirmedi, bunun üzerine Mısır kuvvetleri yakındaki Firavun Adası'na indiler. İngiliz Donanması bunun üzerine Doğu Akdeniz'e savaş gemileri gönderdi ve Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı bazı adaları ele geçirmekle tehdit etti. II. Abdülhamid, 13 Mayıs 1906'da Taba'yı boşaltmayı kabul etti. Uzun müzakerelerden sonra, 1 Ekim 1906'da anlaşmaya varıldı. 8 maddelik anlaşma ile Akabe, Osmanlı İmparatorluğu Filistin eyaletine bağlı, Taba kasabası ise Britanya Mısırı'na bağlı kaldı. Hem İngiltere hem de Osmanlı İmparatorluğu, Refah'tan güneydoğu yönünde yaklaşık olarak doğrudan Akabe Körfezi'ndeki bir noktaya 5 kilometreden az olmayacak şekilde uzanan resmi bir sınır çizmeyi kabul etti.[43][44] Sınır başlangıçta telgraf direkleri ile işaretlenmişti daha sonra bunlar sınır direkleri ile değiştirildi.[43][45][46] I. Dünya Savaşı ile birlikte bölge tekrar hareketlenecek ancak Osmanlı'nın savaşı kaybetmesi ile birlikte Filistin ile birlikte Akabe de İngilizlerin eline geçecektir.[a]
Sudan ve Habeş vilayetlerinin kaybı
değiştirOsmanlı Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devrinde Habeş vilayetlerine kadar nüfusu genişletmişti. Sudan bir ara elden çıksa da Kavalalı Mehmed Ali Paşa ve sonrasındaki yarı bağımsız Mısır Hidivleri Sudan'da otorite kurmayı başarmışlar ve Doğu Afrika topraklarını genişletmişlerdi. Buna karşın 1870'lerde Assab Koyu ve çevresindeki arazilerdeki beyler Osmanlı'dan İngiliz ve yabancılara kaymaya başlamıştı. Bu arada Fransızlar, İtalyanlar ve diğer yabancılar da para ile toprak ve imtiyaz alarak bölgeye yerleşmeye başlamıştılar. Fransızlar para ile satın aldıkları topraklarda Cibuti şehrini kurdular.[53]
Osmanlı Sultanı Abdülaziz Han Afrika'da Osmanlı otoritesini güçlendirmek için 1870'lerde Mısır'ın Doğu Afrika'daki ilerlemesini destekler şekilde davrandı ve Osmanlı'nın elinde olan Musavva ve Sevakin limanlarının korumasını Mısır Hidivi'ne bıraktı. Bunun yanında fermanla Osmanlı yönetimi altındaki Zeyla da bırakıldı. Mısır ordusu Osmanlı'nın da desteğiyle Somali'ye Zanzibar Sultanlığı'na kadar ilerledi.[53] Zanzibar Kralı'nın İngiltere'de yardım istemesi üzerine Mısır ile İngiltere arasında gerginlikler yaşandı. Mısır Hidivi geçici olarak aldığı bazı yerlerden çekilse de o sırada Fransa ile rekabet içindeki İngiltere, Hindistan yolunun güvencesi için zayıf durumdaki Osmanlı Devleti ve Mısır Hidivi'nin orada durmasının daha karlı olacağını düşündü. 1875'te İngiltere Osmanlı'nın ve ona bağlı Mısır Hidivi'nin Cape Guardafui'ye kadar olan Afrika'nın doğu sahillerine Mısır'ın yerleşmesine itiraz edilmeyeceğini bildirdi. Mısır Hidivi de buraya yerleşti. Osmanlı Devleti, Galla taraflarından Zeyla ve Berbera'ya saldırılar olmaya başlayınca Mısır Hidivi İsmail Paşa'dan yardım istedi. Komutan Mehmed Rauf Paşa komutasındaki Mısır ordusu önce Zeyla ve Berbera'yı ele geçirdi. Ardından Somali kıyılarını takip ederek Ras Hafun'a kadar geldi ve buraya Osmanlı bayrağını dikti.
Kısacası II. Abdülhamid'in saltanatına kadar bölgede Fransızlara karşı Hindistan yolunun güvence altına alınması hedefli İngilizlerin kendi kontrolünde bir Mısır-Osmanlı yayılmasının Fransızlara karşı tampon olarak kullanılması söz konusuydu. Bununla birlikte İngiliz Başbakan William Ewart Gladstone, iktidara gelince bu politikadan vazgeçip İngiltere'nin Osmanlı ve Mısır aleyhine politika izlemesine sebep oldu. İngiltere kendisi yayılarak Osmanlı ve ona bağlı Mısır Hidivliği topraklarının ilhakı ve Fransa ile arasında ise İtalyan bölgesinin olacağı bir politika peşine düştü. Yine Sudan ve Kuzey Somali'de Mısır-Osmanlı ordusunun yüksek vergi alması ve keyfi tutumları yerel halkta huzursuzluklara neden olmuştu. Gerilla savaşı tarzı baskın ve çarpışmalar baş gösterdi. İtalyanlar da İngilizlerin desteği ile 7 Temmuz 1880'de Zeyla'nın kuzeyindeki Assab'ı Osmanlı'dan ele geçirdiler. 1881'de kendisini Mehdi ilan eden Muhammed Ahmed'in, Mısır ve Osmanlı'ya karşı isyan etmesiyle, Sudan'da Mehdi Savaşı denen olay patlak verdi. İsyancılar Mısır kuvvetlerini birbiri ardına mağlup etti ve 1881-1882 arasında Mısır, Sudan üzerindeki kontrolünü kaybetti. Neticede karadan ikmalin zayıfladığı Eritre ve Somali kıyı bölgesinde zaten 18. yüzyıl sonundan itibaren zayıflayan Osmanlı varlığı iyice tehlikeye düştü. 1882'de Mısır, İngilizler tarafından işgal edilip Hidivlik'in himayesi İngilizlerin eline geçince bölgedeki Mısır birlikleri de tümden çekildi. 24 Eylül 1884'te Mısır birliklerini Berbera'dan çekmeye başladı ve çekilen Mısır birliklerinin yerini de İngiliz birlikleri almaya başladı.
Osmanlı Devleti İngilizlerin yerleşmesini engellemek için bir süre çabaladı. Babıâli, Lord Granville'in 3 Ekim 1884 tarihli takriri üzerine Berbera Limanı'nın Osmanlı Devleti'ne ait olduğunu bildiren bir yazıyı Hariciye Nezareti aracılığı ile İngiltere'ye bildirmek durumunda kaldı. Ancak yaşanan zorluklardan ve kendi üzerindeki Osmanlı hakimiyetine son veren İngilizlerin baskısı ile Mısır; Harar, Berbera ve Zeyla'yı 13 Mayıs 1885 tarihinde tamamen boşalttı.[53] Bu arada Fransızlarda Cibuti'ye asker sokup Cibuti'nin yanında Obuk İskelesini de ele geçirdi. Diğer Osmanlı bölgeleri Fransızlar ile aralarında tampon bölge kurmak isteyen İngilizler tarafından İtalyanlara verildi. Yine 25 Aralık 1884 tarihinde İtalyanlar İngiltere'ye bölgede başka yerler ele geçirmek konusunda görüşlerini ilettiler. Osmanlı burada İtalyanların adım adım ilerlemesine sessiz kaldı. 1885'te Massava elden çıktı. İtalyan ilerlemesi bölgedeki bağımsız Ortodoks Hristiyan Etiyopya Krallığı'nın direnişi ve zaferleri ile ancak durdurulabildi. Ancak Eritre üzerindeki Osmanlı Mısır ortak hakimiyeti de sona erdi, burası İtalyanların eline geçti ve Doğu Afrika'da Kızıldeniz'e komşu tüm Osmanlı toprakları elden çıkmış oldu.[53] Kaybedilen bu yerlerin bir kısmının Süveyş Kanalı'nın açılması sonrası önem kazanan gemilerin uğrak yeri, İngiltere'nin dünyanın Hindistan ve ticaret yolu üzerindeki limanlar olduğu düşünülürse Osmanlı maliyesinin imparatorlukta yaşanan mali krizi iyice derinleştirecek şekilde en önemli gelir kaynaklarından birinden mahrum kaldığı açıktır.[kaynak belirtilmeli]
Doğu Rumeli'nin Bulgaristan Prensliği ile birleşmesi
değiştirBu arada 93 Harbi sonrası Bulgaristan, Berlin Antlaşması ile özerk Bulgaristan Prensliği ve Osmanlı'ya bağlı, başkenti Filibe olan Doğu Rumeli vilayeti olarak ikiye bölünmüştü. Doğu Rumeli, otonom olması kaydıyla Berlin Antlaşması ile doğrudan Osmanlı'ya geri verilmişti.
Bulgaristan'da 93 Harbi sırasında Rus ordusu ve Bulgar çeteleri Müslüman ahaliye büyük yağma ve katliamlar yapmış, pek çok Müslüman bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Bunlar içinde Plevne Müdafaası'nda Lofça'nın düşmesi yapılan katliamlar akabinde kaçan Pomaklar da vardır. Kaçan Pomakların bir kısmı Trakya'ya diğer bir kısmı ise Düney Bulgaristan'daki Rodop Dağları'nda yine çoğunlukta oldukları Ropçoz (Dövlen) çevresindeki dağlık Pomak köylerine ve şehre sığınmışlardı. Bu bölgelerin de Ayastefanos Antlaşması'nın ardından Bulgar ve Rus egemenliğine girme tehlikesinden ötürü buradaki Pomak halkı silahlanıp Pomak Timraş Hükûmeti'ni kurdu. Rodoplu 30 Pomak milletvekilinin ve yaklaşık 100 nahiye müdürünün de onayını alan Ahmed Ağa Timirski, Abdullah Efendi ve Kara Yusuf Çavuş önderliğinde kurulmuştur. Berlin Antlaşması imzalandıktan sonra da bulundukları yer Osmanlı'ya bırakılsa da otonom bir Bulgar eyaleti görünümündeki Doğu Rumeli'deki Bulgar etkisinden dolayı bölgenin aidiyetini bu Pomak geçici hükûmeti ve halkı kabul etmemiştir. 16 Mayıs 1879 tarihinde, İstanbul'da bulunan elçiliklere gönderdikleri mektupla bağımsızlıklarını ve nedenlerini tüm devletlere açıkça beyan ettiler.[54] 1882'de Doğu Rumeli'deki eyalet birlikleri ve Bulgar güçleri bölgeye girmeye çalışsa da başarısız oldular.[54]
Doğu Rumeli'de Osmanlı kendine bağlı ama Bulgar kökenli kişileri buraya vali olarak atamaktaydı. Fakat Doğu Rumeli bölgesindeki Bulgar halk 18 Eylül 1885 tarihinde özerk Bulgaristan Prensliği ile birleşmek için bir isyan başlattı. Osmanlı'nın isyanı bastırmadaki müdahalesi yetersiz kaldı. Bu konuda büyük devletlerin baskısı ile Almanya'dan Radowitz, Avusturya'dan Calice, Fransa'dan Noailles, İngiltere'den White, İtalya'dan Corti, Rusya'den Nelidof, Osmanlı Devleti de Hariciye Nazırı Said ve Adliye Nazırı Server paşalar ile 8 Kasım 1885'te Tophane Elçiler Konferansı denen konferans toplandı.[55] İngilizler ve ilgili devletler II. Abdülhamid ve Babıali'ye Doğu Rumeli'nin özerk Bulgaristan Prensliği'ne bağlanması yönünde baskı yaptı. Rusların ve İngilizlerin müdahale edeceği korkusuyla Padişah, Doğu Rumeli Vilayetine 5 Nisan 1886'da Tophane Konferansı ile özerk Bulgaristan Prensini Osmanlı valisi olarak atadı. Sadece Kırcaali Doğu Rumeli Vilayetinden çıkarılıp Osmanlı İmparatorluğu'nun Gümülcine Sancağına bağlandı; bunun yanında Pomak Timraş Cumhuriyeti'nin hak iddia ettiği alan olan Ropçoz ve çevre köyleri de bu vilayetten çıkarılıp Osmanlı İmparatorluğu'nun Drama Sancağı'na bağlı olması da kabul edildi. Güneyde stratejik Balkan dağ geçitleri de Osmanlı elinde kalmıştır. Bu bölgelerin doğrudan Osmanlı'ya devri sonrasında Pomak Timraş Cumhuriyeti sevkedilen Osmanlı birliklerince 1886'da sona erdirildi.[54]
Doğu Rumeli Vilayeti ile ilgili durumu kabul edemeyen buranın kendilerine ait olduğunu iddia eden Sırplar ise Bulgarlara savaş açtı. Osmanlı, kendine bağlı gözükse de özerk Bulgaristan Prensliği yanında savaşa dahil olmadı. Doğu Rumeli'yi geri almak için bir hareket de yapmadı. Ancak buna rağmen özerk Bulgaristan Prensliği, Sırbistan Krallığı ile olan savaşı kazandı. Doğu Rumeli böylece tümden özerk Bulgaristan Prensliği elinde kaldı ve 1908'de Bulgaristan Prensliği'nin bağımsızlık ilanı ve Bulgaristan Krallığı haline gelmesi ile burası da elden çıktı. Kırcaali ve Ropçoz (Dövlen) çevresi ise II. Abdülhamid sonrası Sultan Reşad döneminde I. Balkan Savaşı sırasında elden çıktı.[55] Binlerce Pomak Balkan Şavaşı sonrası Bulgar çeteleri ve ordusunun baskısı, katliam ve yağmaları sebebiyle Dövlen ve çevresini terk edip Trakya'ya ve Anadolu'ya kaçtı.[54]
Ayrıca Bakınız
değiştir- Fiilen elden çıkan Girit ve özerk hale gelen Kuveyt ile döneminin başında ele geçirilip sonrasında elden çıkan Suudi Arabistan toprakları için bkz. II. Abdülhamid dönemi Osmanlı tarihi (1897-1903)
- Osmanlı İmparatorluğu'nun İran Topraklarında geçici kısmi işgali için bkz. II. Abdülhamid dönemi Osmanlı tarihi (1903-1909)
Notlar
değiştir- ^ Burada Mısır üzerine de tarihçiler arasında tartışmalar yaşanmaktadır. Bazı İnternet sitelerinde Mısır'ın, 1882'de değil, 1914'te Osmanlı elinden çıktığı iddia edilmektedir. Mustafa Armağan gibi bazı İslamcı tarihsel revizyonistler bunu daha da ileriye taşıyıp Mısır ve Sudan'ın Lozan Antlaşması'nın 17. maddesi ile İsmet İnönü tarafından İngiltere'ye verildiği iddiasındadır.[47][48] Türk Dışişleri Bakanlığı'nın kendi web sitesinde ise aynen şu ibare yer almaktadır: "1517 yılında Osmanlı İmparatorluğu idaresine geçen Mısır, 1914 yılına kadar resmen İmparatorluğun parçası olarak kalmıştır. Ancak, 1798-1801 yıllarında Fransızların işgal ettiği Mısır, 1882'de de İngiltere tarafından işgal edilerek, bu ülkenin fili himayesine girmiştir. I. Dünya Savaşının başlamasıyla, fiili himaye, resmi statü kazanmıştır. 1922 yılında iktidara gelen Kral Fuad Mısır'ın bağımsızlığını ilân etmiştir. Ancak, Mısır'daki İngiliz askerleri 1946 yılına kadar ülkeden çekilmemiş, bu tarihte ise Süveyş Kanalı bölgesini ellerinde bulundurmak koşuluyla, ülkenin diğer kesimlerini terk etmiştir.[49] Bu durumda bağımsızlığını 1922'de ilan eden ülkenin haklarının, 1924'te Türkiye Cumhuriyeti tarafından terk edilmesinin olanaksızlığı da bazı tarihçilerde ifade edilmektedir. Olayın aslı olarak esasen Mısır 1882 yılında -aynen Bosna Hersek'in Avusturya Macaristan'ca işgali durumunda olduğu gibi- fiilen işgal edilmiştir. Aynen Avusturya Macaristan'ın Bosna-Hersek'i işgali, İngiltere'ye Kıbrıs'ın kiralanması olayında olduğu gibi, sonrasında Girit'in fiilen elden çıkmasında olduğu gibi, Tarihçi Oded Peri'ye göre [50] II. Abdülhamid buraları fiilen elden çıkmasına karşın, fiilen elden çıkmamış gibi buraların işgaline göz yumarken bir kısım Osmanlı hakimiyetini temsil eden sembol öğelerin kamuoyundan tepki almamak için kalmasına İngiltere ve Avusturya-Macaristan'ı razı etmiştir. Gidip yapması gereken açık tepki gösterme yolu yerine soyut yarı diplomatik örtülü cılız tepkiler gösterebilmiştir. Mısır'da 1841 yılındaki Ferman ve imzalanan Londra antlaşmasına bu işgal aykırılık oluşturduğundan bu işgali legalize edebilmek için başlangıçta İngiltere başta Fransa olmak üzere çeşitli devletlerinde Süveyş Kanalı nedeniyle tepkisinden çekinerek bu işgali, geçici bir işgalmiş gibi göstermiştir ve Osmanlı'nın hakimiyet sembollerinin bir süre kullanılmasına ses çıkarmamıştır. II. Abdülhamid'in kamuoyuna karşı öngördüğü Osmanlı'nın Mısır'daki hakimiyetini sembolize eden sembolde İsmailiye Sarayı'nda bulunan komiserliğidir. Oded Peri'ye göre 1841 tarihli sözde 'Miras Fermanı', Mısır'ın özerk statüsünü Osmanlı İmparatorluğu içinde ayrıcalıklı bir vilayet olarak resmileştirdi ve Mehmed Ali'nin ailesi için hükümetin kalıtsal halefiyetini güvence altına aldı. Osmanlı egemenliğinin nasıl sembolize edilmesi gerektiğini de belirlemiştir. Özerkliklerine ve askeri güçlerinin büyüklüğüne getirilen sınırlamaların yanı sıra, Mısır'ın hanedan valileri, orduları ve donanmaları Osmanlı üniformaları giyerek ve Osmanlı bayraklarını teşhir ederek İstanbul'a yıllık haraç ödeyeceklerdi. Ayrıca Mısır'da basılan paralar, padişahın adını taşıyacak ve Osmanlı devleti tarafından basılan paralara tamamen benzeyecekti.' Paradoksal olarak, Osmanlı egemenliğinin bu mütevazı sembolleri dizisi, İngilizlerin Mısır'ı işgalinin ardından önemli ölçüde eklendi. 1885'te, İngilizlerin tahliye şartları üzerinde anlaşmaya varmak için bir İngiliz-Osmanlı çabasının bir parçası olarak, Mısır'a Olağanüstü Komiser (Mısır Fevkalade Komiseri) unvanına sahip bir Osmanlı yetkilisi Ahmet Muhtar Paşa, İngiliz bir meslektaşı ile birlikte Kahire'ye gönderildi. İki yıl sonra tüm bu çaba başarısız oldu, ancak Babıali, Sultan'ın İngiliz işgali altındaki Mısır üzerindeki egemenliğini temsil etmesi için Osmanlı Komiserini sanki Mısır hala kendininmiş gibi Kahire'de tuttu. Burada girişilen anlaşmanın başarısızlıkla sonuçlanmasıyla birlikte, Gazi Ahmed Muhtar Paşa adlı seçkin bir Osmanlı generali olan Komiser, görevinin yasal-diplomatik zeminini kaybetti ve Mısır'da ne resmi bir ehliyetten ne de fiili bir yetkiden yoksun kaldı. Yine de, Mısır'daki varlığının devam etmesi önemli sonuçlar doğurdu. 80 yıl aradan sonra ilk kez İstanbul'dan gönderilen bir Osmanlı yetkilisi, Mısır'daki Osmanlı egemenliğinin temsilcisi olarak hareket ederken, 1841 Fermanı Mehmed Ali ve hanedan varislerinin bu ayrıcalıklı eyalette Sultan'ı temsil etmelerini şart koşuyordu. Bu, başlı başına hem ayrılıkçı Mısır hükümeti hem de İngiliz işgal gücü için meseleleri karmaşıklaştırmaya yetiyordu. Dahası, yeterli yetki belgesi olmasa bile ve belki de tam da bu nedenle Muhtar, Babıali'nin Mısır'ın iç işlerine 1841 Fermanı tarafından garanti edilenden çok daha fazla katılımına gayri resmi konumunda Osmanlı'ya imkan sağlayabilirdi. Ancak Osmanlı açısından en iyi avantaj Mısır'da Osmanlıcılığı teşvik etmek olacaktır. İngilizlerin Mısır'ı işgali, halk ve entelektüel çevrelerde her halükarda Osmanlı yanlısı duyguların yükselmesine yol açtı. Önde gelen bir Osmanlı savaş kahramanının Kahire'de sürekli mevcudiyeti, kesinlikle ters yönde hareket bu tür duyguları besleyecek ve uzun yıllar sonra Mısır'ın Osmanlı İmparatorluğu ile olan bağlarını güçlendirecektir...[50] Makalenin devamında ise Peri özetle şunlardan bahsetmektedir:... Ancak Akabe sorunu ve bu sorunda Ahmet Muhtar Paşa'nın üstlendiği rol akabinde Ahmet Muhtar Paşa'nın ayrılması sonrası Mustafa Nuri Paşa bu sembolik göreve devam etse de 1909'da İsmailiye Sarayı Osmanlı komiserliğinin elinden alınmış ve ilgili komiser ülkeden ayrılmaya zorlanmış ve Mısır'daki bu sembolik durum sona ermiştir..." [50] Yine Peri ve çeşitli tarihçilere göre Mısır'da sembolik ve işlevsiz bir Osmanlı Komiserliği'nin İngilizlerle anlaşma vs. ümitle Osmanlı ve Müslüman kamuoyunu görünüşte etkileme maksatlı bulundurulmasının orayı fiilen Osmanlı toprağı yapmayacağı ve Mısır'ın 1882'de II. Abdülhamid'ce fiilen kaybedildiği gerçeğini ortadan kaldırmayacağı açıktır. Mısır kaybedilmemiş olsa Süveyş kanalı ve 1906 Akabe meselesi zaten olmaz İngiltere-Mısır ve Osmanlı karşı karşıya Taba ve Akabe'de gelmezdi. Mısır, herhalde Osmanlı toprağı olmaktan fiilen çıkmıştır ki bu sorun oluşmuştur. İngiltere'de 1882'den 1914'de kadar çekilmek şöyle dursun hakimiyetini daha da arttırmıştır. Osmanlı'da II. Abdülhamid de, Sultan Reşad da hiçbir şey yapamamıştır. İlaveten I. Dünya Savaşı başlangıcında Mısır hukuken de olsa Osmanlı toprağı gözükmekteydi. Ancak İngilizlerin baskısı ile artık yetkileri iyice sembolik hale gelmiş Mısır Hidivi II. Abbas 18 Aralık 1914'te tahttan çekilmiş, yerine geçen Hüseyin Kamil Paşa, Mısır Sultanlığı'nın kurulduğunu 19 Aralık 1914'te belirtmiş ve Mısır'ın hukuken de ayrılığını ilan etmiş, Mısır'da sembolik Osmanlı toprağı görüntüsü de böylece sona ermiştir.[51][52]Birinci ve İkinci Kanal harekâtlarının başarısızlıkla sonuçlanması ve I. Dünya Savaşı'nın kaybedilmesi, Mısır'ın 1922'de bağımsızlığını ilan etmesi akabinde de Mısır'ın askerî güçle geri alınamayacağı açık olmakla, Lozan'da usulen bu hükümlerin olması bir anlam ifade etmemekle bu araştırmacıların açıklamaları, tarihi gerçekleri saptırmaktan öteye maalesef gitmemektedir. 1882'de II. Abdülhamid Süveyş Kanalı açısından İngiltere ile karşı karşıya gelebilecek kadar menfaati çatışan Fransa'nın desteğini alarak/almayı akıl ederek, İngilizler harekete geçtiği an harekete geçseydi işte o zaman tarihin akışı tarihçi Murat Turgay vs. iddialarına göre belki değişirdi.
Kaynakça
değiştir- ^ Eğilmez, Mahfi. "II. Abdülhamid ve Osmanlı Maliyesinin İflası". 24 Mayıs 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ekim 2022.
- ^ "Erdoğan, Abdülhamit bir gram toprak kaybetmedi dedi: AKP'li Hüseyin Çelik Abdülhamit'in nereleri kaybettiğini anlatmıştı". Yeni Çağ Gazetesi. 27 Eylül 2022. 27 Eylül 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ekim 2022.
- ^ "Murat Bardakçı, 2. Abdülhamid döneminde kaybedilen toprakların, bugünkü Türkiye'nin iki katı olduğunu ifade etti". Oda Tv -Habertürk Tarihin Arka Odası 25.03.2017 Tarihli Program. 25 Mart 2017. 29 Ekim 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 21 Ekim 2022.
- ^ II. Abdülhamit zamanında toprak kaybedildi mi?, Doğruluyoruz.com internet sitesi, 30 Mayıs 2022, 28 Temmuz 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 5 Ocak 2023
- ^ II. Abdülhamit saltanatında Osmanlı’nın hiç toprak kaybetmediği iddiası, Teyit.org internet sitesi, 26 Mayıs 2022, 14 Aralık 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 5 Ocak 2023
- ^ Bayraktar, Çağdaş (28 Eylül 2022), Söylenenlerin aksine, 2. Abdülhamit, Türkiye’nin iki katı kadar toprak kaybetti: 'AKP, tarihi çarpıtıyor' (Gazeteci Çağdaş Bayraktar tarafından tarihçiler Prof. Dr. Mithat Baydur ve Ümit Doğan ile yapılan röportaj), Cumhuriyet Gazetesi internet sitesi, 14 Aralık 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 5 Ocak 2023
- ^ Çakır, İbrahim (2022), MİLLİYETÇİLİK AKIMININ OSMANLI DEVLETİ’NE ETKİLERİ: KARADAĞ’IN BAĞIMSIZLIĞI (s.1-18), Lefke Avrupa Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:13 Sayı:1, ss. 11-13, 24 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 24 Kasım 2022
- ^ Özcan, Uğur (2012). II. Abdülhamid dönemi Osmanlı-Karadağ siyasi ilişkileri. Türk Tarih Kurumu. ISBN 978-975-16-2527-4.
- ^ "Plevne'de 145 gün belgeseli TRT yayınları". 23 Mayıs 2014 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 6 Kasım 2012.
- ^ a b Merrill, Christopher (2001). Only the nails remain: Scenes from the Balkan Wars. Rowman & Littlefield: Lanham. s. 229. ISBN 9781461640417.
- ^ a b Gawrych, George (2006). The Crescent and the Eagle: Ottoman Rule, Islam and the Albanians, 1874–1913 (İngilizce). I.B.Tauris. ISBN 9781845112875. 20 Kasım 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Aralık 2021.
- ^ a b c Frashëri, Kristo (2002). Prifti, Kristaq (Ed.). Historia e Popullit Shqiptar s.169 (Arnavutça). 2. Toena. ISBN 9992716231.
- ^ Frashëri,Kristo Lidhja Shqiptare e Prizrenit 1878-1881 Akademia e Shkencave e Shqipërisë. Tiranë, 2012.(Çeviren Ali BERKTAY) Baskı İstanbul, Hazıran 2013
- ^ Savez društava istoričara Jugoslavije (1983). Nastava povijesti. Savez društava istoričara Jugoslavije. s. 187.
- ^ BARTL, Peter; Milli Bağımsızlık Hareketleri Esnasında Arnavutluk Müslümanları (1878-1912); (Çeviren Ali TANER) Bedir 1998, s.204-205
- ^ a b Ertem, Ramiz, TSK Tarihi Balkan Harbi Garp Ordusu Karadağ Cephesi, Cilt III, Ankara, 1984,s.5-6
- ^ Istorijski glasnik: organ Društva istoričara SR Srbije. Društvo. 1989. s. 12. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Şubat 2024.
- ^ Vickers, Miranda (28 Ocak 2011). The Albanians: A Modern History. I.B.Tauris. ISBN 9780857710253.
- ^ Hadri, Ali (1976). Kosova. Enti i Historisë së Kosovës. s. 141.
Uvodnicar zakljucuje da je ovo, u stvari, Portina igra u ime Arbanaske lige. „Danasnja predaja Ulcinja dokazuje da sav tzv. otpor arbanaski i ta strasna Arbanaska liga sa kojom je Turska operisala i oio svijet zavaravala — nije upravo nista ....„kao tragičan pad arbanaških lavova mada je ustanak i predaja samo jedna smiješna komedija.
- ^ Gawrych, George (2006). The Crescent and the Eagle: Ottoman rule, Islam and the Albanians, 1874–1913. Londra: IB Tauris. ss. 80-81. ISBN 9781845112875. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Şubat 2024.
- ^ a b c d e Uçarol, Rifat, Siyasi Tarih, Der Yayınları, 3. Basım, s. 347-351
- ^ Yüksel, Dilek Yiğit (1 Haziran 2009). "Kıbrıs Türk Milli Mücadelesi (1914-1958)". Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi. 8 (18): 162. ISSN 1300-0756. 12 Temmuz 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ Bardakçı, Murat (2015). Enver. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. s. 63. ISBN 978-605-332-603-8. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ Perthes, J. (1909) ”Almanach de Gotha 1909” s.99-100
- ^ Reid, James J. (2000), Crisis of the Ottoman Empire: Prelude to Collapse 1839-1878, Franz Steiner Verlag, ss. 309,310, ISBN 978-3-515-07687-6, 24 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 17 Kasım 2022
- ^ a b c d e f g h Yoğurtçu, Esra (2021), Bosna-Hersek’in Avusturya-Macaristan tarafından İşgalinin Osmanlı Basınına Yansıması (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi) (PDF), Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, ss. 25,32,33-37, 17 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 17 Kasım 2022
- ^ Beydilli, Kemal (1991), “Avusturya”, 4, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları Diyanet İslam Ansiklopedisi, s. 175, 17 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 17 Kasım 2022
- ^ Kocabaş, Süleyman (1986). Avrupa Türkiyesi'nin Kaybı ve Balkanlarda Panslavizm. Vatan yayınları. s. 74. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ ALKAN, Necmettin, “Osmanlı Diplomasisinde Restorasyon ve Sonrası (1878-1918)”, Ed. Mehmet Alaattin Yalçınkaya, Osmanlı Diplomasisi, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi Basımevi, 2016, s. 186
- ^ Öztuna, Yılmaz, Avrupa Türkiye’sini Kaybımız, Ankara, Ötüken Neşriyat, 2013,s.66
- ^ a b c Çakmak, Zafer (2003), Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i İşgali ve Sonrasında Osmanlı Devleti İle Yaptığı Antlaşma (s.16-20), Doğu Bölgesi Araştırmaları Cilt:1 Sayı:4, ss. 17,18, 17 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 17 Kasım 2022
- ^ Çabuk, Fehminaz (2019), II. Abdülhamit Döneminde Osmanlı-İran İlişkilerinde Kürt Aşiretleri Meselesi (PDF), İksad Yayınevi, s. 59, 4 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF), erişim tarihi: 15 Kasım 2022
- ^ Yiğit,Duygu,93 Harbi Osmanlı-İran İlişkileri ve Kotur Meselesi (Yüksek Lisans Tezi),Erzincan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, ,2019,s.105
- ^ Türkiye tarihi: Osmanlı Devleti 1600-1908. Cem Yayınevi. 1989. s. 169. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ a b c d e Uçarol, Rifat (2008). Siyasi tarih: 1789-2001. Der. ss. 379-381. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ a b c d e f g h i j Özdemir, Mehmet (2003), Bir Zırvata Olayı Tunus'un İşgali (s.119-138), Türk Tarih Kurumu Belleten Dergisi Cilt:67 Sayı:248, ss. 123,127,128,130,131,135,136, 1 Aralık 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 1 Aralık 2022
- ^ a b Kartaç, Kemal (1954), Tunus Faciası Nasıl Başladı, Nasıl Devam Ediyor?, İstanbul, ss. 16,19
- ^ a b Türkiye Diyanet Vakfı İslâm ansiklopedisi. 41. Türkiye Diyanet Vakfı. 1988. s. 391. ISBN 978-975-389-878-2. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ Türkiye tarihi: Osmanlı Devleti 1600-1908. 3. Cem Yayınevi. 1989. s. 166. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ a b c Türkiye Diyanet Vakfı İslâm ansiklopedisi. 29. Türkiye Diyanet Vakfı. 1988. s. 570. ISBN 978-975-389-878-2. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ Devrim, Melis (23 Ağustos 2018), Mısır'ın Gerçek Hakimi Kimdi?, Gazete Duvar, 24 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 24 Kasım 2022
- ^ Mansfield, Peter, Ortadoğu Tarihi, Say Yayınları, s. 152
- ^ a b "Reports of International Arbitral Awards — Codification Division Publications". legal.un.org (İngilizce). 14 Ağustos 2016 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Ekim 2017.
- ^ Friedman, Thomas L.; Times, Special to the New York (23 Eylül 1986). "THE TALK OF TABA; A DISPUTED SLICE OF SINAI IS TAKING IT ALL IN STRIDE". The New York Times (İngilizce). ISSN 0362-4331. 15 Ekim 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 14 Ekim 2017.
- ^ Akabe Meselesi, 2, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 1989, ss. 211,212, 3 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 2 Kasım 2022
- ^ Çetinsaya, Gökhan (1 Nisan 2016). "II. Abdülhamid'in İç Politikası: Bir Dönemlendirme Denemesi". Osmanlı Araştırmaları. 47 (47): 393-395. doi:10.18589/oa.583218. ISSN 0255-0636. 2 Aralık 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ Armağan, Mustafa (29 Mayıs 2022), İftiraların odağındaki Sultan, yalnız değilsin, Yeni Akit Gazetesi İnternet Sitesi, 29 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 29 Kasım 2022 Armağan: (93 harbinde Osmanlı delegelerinin imzaladığı Ayastefanos ve Berlin Antlaşması ile elden çıkan 25 Nisan 1918'e kadar hem hukuken hem fiilen Rus işgalinde kaldığı, o tarihe kadar Rus toprağı görüldüğü sabit)"Ardahan, Kars ve Batum'un tapularının?! verilmediği ve Mısır'ın Sudan'ın tapusunun verilmediği, Mısır Sudan'ın Lozan'da verildiği ve İngilizlerin ilhakından beri 9 yıldır ödenmeyen vergi alacaklarından vazgeçildiği" gibi ilginç garip, pek de kaynaksal temeli olmayan iddialarda da bulunmaktadır.
- ^ Armağan, Mustafa (10 Temmuz 2013), Mısırı Lozan'da verdiğimizi biliyor musunuz?, Mustafa Armağan Kişisel Web Sitesi, 24 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 24 Kasım 2022
- ^ Mısır'ın Siyasi Görünümü, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi, 24 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 23 Kasım 2022
- ^ a b c Peri, Oded (Ocak 2005), Ottoman Symbolism in British-Occupied Egypt, 1882-1909 (pp. 103-120), Middle Eastern Studies , Jan., 2005, Vol. 41, No. 1, ss. 103,104,116, 24 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 24 Kasım 2022
- ^ Naguib Mahfouz, Palace Walk (Anchor Books, 1991), s. 12
- ^ Turgay, Murat (2013), İngilizlerin Mısır'da Uyguladığı Ekonomik ve İdari Politika (1882-1936) (s.133-150), Elazığ: Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Dergisi Cilt:8 Sayı:2, ss. 137-143, 24 Kasım 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 24 Kasım 2022
- ^ a b c d Akalin, Durmuş (1 Haziran 2014). "Somali'de Berbera Limanı ve Osmanlı Devleti'nin Bölge Üzerindeki İddiaları(1839- 1894)". Tarih İncelemeleri Dergisi. 29 (1): 1-35. doi:10.18513/egetid.69159. ISSN 0257-4152. 16 Kasım 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.
- ^ a b c d S.Korkmaz (15 Mayıs 2022), "Pomak Timraş Cumhuriyetini kuranlara selam olsun.", POMAKNEWS AGENCY, 13 Ekim 2022 tarihinde kaynağından arşivlendi, erişim tarihi: 13 Ekim 2022
- ^ a b Aydin, Mahir (5 Mart 2013). "TOPHANE KONFERANSI "DOĞU RUMELİ'YE VEDA"". Tarih Dergisi (53): 115-174. ISSN 1015-1818. 12 Şubat 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 11 Şubat 2024.