Arap-Türk ilişkileri

Türk kavimleri ile Araplar arasındaki ilişkiler Arapların İslam öncesi döneminde İpek Yolu vasıtasıyla ticaret ile sınırlıydı.

Arapların İslam Öncesi Dönemi

değiştir

İslam öncesi Arap şairleri Nâbiga ez-Zübyânî, Hasan b. Hanzale ve Şemmâh b. Dırâr’ın şiirlerinde ve darbımesellerde Türkler’den bahsedilmesi, Türkler’le Araplar arasındaki ilişkilerin İslam öncesi döneme kadar uzandığını göstermektedir. Eski Arap şiirinden, halkı korkutmak ve Türkler’den uzaklaştırmak amacıyla çıkarılan şâyialardan Araplar’ın Türkler’i cesur, acımasız ve İslâm dininin geleceği açısından tehlikeli gördükleri anlaşılmaktadır. IX. yüzyılda Cahiz, Türklerin Faziletleri adlı kitabında, Türkler’in İslâm’ın yardımcısı ve halifelerin en yakın adamları olduklarını söyleyerek Türkler’e haksızlık edildiğini ileri sürmüştür.[1]

Türkler Hakkında Arap Atasözleri

değiştir
  • Araplar mühim bir iş başardığını göstermek isteyen kimseyi kınamak için "Hakan'ın başını mı ele geçirdin? ya da Sanki Hakan'ın başını getirdi" derdi.
  • Araplar'ın Türkler hakkında "Türkleri bırak. Onlar, seni severlerse yerler, kızarlarsa öldürürler." derdi.
  • Arablar şiddetli düşmanlık hususunda atasözü söylemek isterlerse şöyle derler: "Onlar ancak Türkler ve Deylemlilerdir."[2]

Türkler Hakkında Araplar Tarafından Yazılan Eserler

değiştir

10. yüzyılda Arap coğrafyacıları ve seyyahları tarafından Türkler hakkında özel eserler yazılmış veya coğrafyaya dâir eserlerde onlar hakkında bilgiler verilmiştir. Bunlardan bazıları Mesûdî, İbn Fadlan, İbnü'l-Fakîh ve Cahiz'dir. Zamanla Arablar arasında Türkler hakkındaki kanâatler biraz değişmiş, 9. ve 10. yüzyıl sonlarından itibâren Arab şâirleri Türkler'in lehinde şiirler yazılmıştır.

  • Arap şairleri arasında Türkler'i ilk öven Ibn al-Rumi'dir. O Türkler hakkında şöyle der: "Sebat gösterirlerse, demirden bir settirler. Gözlerimize sedde âdetâ kamaşır. Düşmana karşı çıkarlarsa , onlar üzerine yalın saçan ve alevi düşmanları geri çeviren ateştirler. Düşman karşısına çıktılar mı, gözleri küçük , şahsiyetleri büyük olan yeryüzü hükümdarlarıdırlar."
  • Yâkût el-Hamevî Türkler hakkında şöyle der: "Hişâm bin Abdilmalik Islâma davet etmek maksadı ile Türk hükümdarına elçi gönderdi. Elçi şöyle der :Hükümdarın yanına girdiğimde hayvanının eğeri ile meşgul olurken gördüm. Tercümanına benim için «Bu kim ? » diye sordu. Tercüman «Arab hükümdarının elçisi» dedi. Hükümdar: «Benim uşağım olan hükümdar mı?». Tercüman: «Evet - dedi."[2]

Muhammed Dönemi

değiştir

Türkler’in savaşçı niteliklerine dikkat çekerek Türkler’le mücadele ve savaş konusunda sahâbeyi ve sonraki nesilleri uyaran, onlarla iyi geçinmeyi tavsiye eden hadisler vardır: “Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayınız”.

VII. yüzyılda İran ve Arabistan’da Türk çadırı kullanıldığı, Muhammed’in Hendek Savaşı sırasında bir Türk çadırında oturarak hendek kazma işlerine nezaret ettiği ve Medine’de bir Türk çadırında itikâfa çekildiği rivayet edilmektedir.[1]

Halife Ömer Dönemi

değiştir

Ömer zamanında Orta Asya Türk-Arap münasebetleri başlamıştır. Nihavend Savaşı'nı 642 yılında kazanarak İran'daki Sasani hakimiyetine son veren Müslüman Araplar, doğuya doğru ilerlediler ve Ceyhun nehrinin ötesinde Türkler ile karşılaştılar.

Halife Osman Dönemi

değiştir

Batı Türkistan'ın bir kısmı ve Karadeniz'i egemenliği altında bulunduran Hazar Kağanlığı ile Araplar arasında yoğun mücadeleler yaşandı. İlk temaslar Ömer döneminde sağlandı ise de bu temaslar kendini küçük sınır çatışmaları olarak gösterdi. Osman döneminde ise bu sınır çatışmaları kademeli olarak şiddetli savaşlara döndü.[3] 645 yılında Habib b. Mesleme komutasındaki Arap kuvvetleri Gürcistan'ı ele geçirdi. Bizler bundan sonra Hazarların sistemli ve kapsamlı bir saldırıya geçtiklerini görüyoruz. İlk Hazar saldırısında Arap orduları pusuya düşürüldü ve Araplar büyük zayiatlar verdi. 653 yılında Abdurrahman b. Rabia, Osman izin vermediği halde Hazarlar üzerine bir intikam seferine çıktı ise de Hazarlar bu orduyu yenerek, Abdurrahman b. Rabia'yı öldürdü.[4] Bu tarihten Osman'ın ölümüne kadar geçen süre içerisinde olan çarpışmalarda ise iki tarafta birbirine üstünlük sağlayamadı.

Türk kökenli köle asıllı müzisyen, Ebû Yahyâ Ubeydullāh b. Süreyc, Hüseyin'in küçük kızının himayesinde bulunmuştur. Udu Mekke’de ilk defa Ubeydullah b. Süreyc’in kullanmıştır.[5]

Arap-Hazar Savaşları

değiştir

Arap-Hazar savaşları, Hazar Kağanlığı ile Kafkasya bölgesindeki ardışık Arap halifelikleri arasında yaklaşık MS 642'den 799'a kadar gerçekleşen bir dizi çatışmaydı. Daha küçük yerel beylikler de iki imparatorluğun vasalları olarak çatışmaya dahil oldular. Tarihçiler genellikle iki büyük çatışma dönemini birbirinden ayırırlar, Birinci Arap-Hazar Savaşı (yaklaşık 642 - yaklaşık 652) ve İkinci Arap-Hazar Savaşı (yaklaşık 722 - yaklaşık 737);[6][7] savaşlar ayrıca yedinci yüzyılın ortasından sekizinci yüzyılın sonuna kadar aralıklı baskınlar ve izole çatışmalar içeriyordu.

Savaşlar, yeni doğan Raşidun Halifeliği'nin, Hazarların 6. yüzyılın sonlarından beri yerleşmiş olduğu Güney Kafkasya (Transkafkasya) ve Kuzey Kafkasya'nın kontrolünü ele geçirme girişimlerinin bir sonucuydu. İlk Arap istilası, 642'de Hazar Denizi boyunca Kafkasya'nın doğu geçidini koruyan stratejik açıdan önemli Derbent şehrinin ele geçirilmesiyle başladı ve bir dizi küçük baskınla devam etti ve 652'de Abdurrahman ibn Rebia liderliğindeki büyük bir Arap gücünün Hazar kasabası Belencer dışında yenilgisiyle sona erdi. Daha sonra büyük çaplı düşmanlıklar, 660'lar ve 680'lerde Hazarlar ve Kuzey Kafkasya Hunları tarafından Güney Kafkasya'nın özerk prensliklerine yapılan baskınlar dışında birkaç on yıl boyunca durdu.

Hazarlar ve Araplar Emevi Halifeliği arasındaki çatışma, 707'den sonra Kafkas Dağları boyunca gidip gelen ara sıra akınlarla yeniden başladı ve 721'den sonra tam ölçekli bir savaşa dönüştü. Önde gelen askerler Cerrah bin Abdullah ve Mesleme bin Abdülmelik önderliğinde Araplar, Derbent'i ve güney Hazar başkenti Belencer'i geri aldılar; ancak bu başarıların göçebe Hazarlar üzerinde pek bir etkisi olmadı; onlar Güney Kafkasya'nın derinliklerine yıkıcı akınlar düzenlemeye devam ettiler. 730'daki büyük bir istilada Hazarlar, Erdebil Muharebesi'nde Emevi güçlerini kesin bir şekilde yenerek el-Cerrah'ı öldürdüler; karşılığında ertesi yıl yenilip kuzeye doğru geri püskürtüldüler. Mesleme daha sonra Derbent'i geri aldı ve 732'de yerine II. Mervân (geleceğin Emevi halifesi) geçmeden önce önemli bir Arap askeri karakolu ve kolonisi haline geldi. Mervan'ın kuzeye Volga'daki Hazar başkenti Atil'e büyük bir sefer düzenlediği 737'ye kadar nispeten yerel bir savaş dönemi yaşandı. Hazar hükümdarı kağanın teslimiyetini sağladıktan sonra Araplar geri çekildi.

737 seferi, iki güç arasındaki büyük ölçekli savaşın sonunu işaret etti, Derbent'i Müslüman dünyasının en kuzeydeki karakolu haline getirdi ve Güney Kafkasya'da Müslüman hakimiyetini güvence altına aldı, ancak Kuzey Kafkasya'yı Hazarların elinde bıraktı. Aynı zamanda, devam eden savaş Emevi ordusunu zayıflattı ve Abbasi Halifeliğini kuran Abbâsî İhtilâli'nin bir sonucu olarak 750'de Emevi hanedanının çöküşüne katkıda bulundu. Kafkasya Müslümanları ile Hazarlar arasındaki ilişkiler bundan sonra büyük ölçüde barışçıl kaldı ve Kafkasya, Orta Doğu'yu Doğu Avrupa'ya bağlayan bir ticaret yolu haline geldi; barış, 760'larda ve 799'da Kafkasya'nın Arap valileri (veya yerel prensleri) ile Hazar kağanı arasında evlilik yoluyla bir ittifak sağlama çabalarının başarısız olması sonucu iki Hazar akınıyla kesintiye uğradı. Hazarlar ile Kafkasya'daki Müslüman beylikler arasında zaman zaman çıkan savaşlar, Hazar Devleti'nin 10. yüzyılın sonlarında çöküşüne kadar devam etti; ancak hiçbir zaman 8. yüzyıldaki savaşın yoğunluğuna ve ölçeğine erişemedi.

Emeviler Dönemi

değiştir

Emevilerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti. Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emeviler döneminde yaşandı. Bu dönemde Orta Asya'da Göktürk egemenliği hüküm sürmekteydi.

Emevilerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad, 674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Maveraünnehir'in önemli Türk şehirlerinden Buhara'yı kuşattı. Buhara'da birçok Türk kılıçtan geçirildi. Buhara'nın Türk melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı. Bu anlaşma sonucu olarak Ubeydullah Bin Ziyad, 80 Türk soylusunu esir olarak aldı. Daha sonra onları geri gönderme sözü tutulmadı ve bunun yerine Arabistan'daki tarım arazilerinde köle olarak çalıştırıldılar. Daha sonra Türk esirler isyan çıkarıp onları esir tutan kişiyi öldürdüler ve sonra toplu olarak intihar ettiler.[8] [9] Başka kaynaklar aynı savaştan 2000 okçudan oluşan bir Türk birliğinin savaş esiri olarak getirildiğini belirtir.[10]

Müslüman Araplar, Horasan valisi Kuteybe bin Müslim zamanında bütün Maveraünnehir'i ve Batı Türkistan'ı ele geçirdiler. Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı . Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar Orta Asya'da tutunamadılar. Göktürklerin yeniden güçlendikleri dönemde Göktürk Hakanı Kültigin bu toprakları daha sonra geri aldı.

Orta Asya'da Göktürk hakanlığının sona ermesinden sonra, Batı Türkistan'da Türgiş hakimiyeti, Doğu Türkistan ve Baykal Gölü civarında Uygur hakimiyeti yaşanmaya başladı. Bu devirde Batı Türkistan'da hüküm süren Türgiş hakanlığı ile Arap İslam devleti arasında büyük mücadeleler yaşandı.

Türgiş Kağanı Suluk Kağan, Arapların elindeki bazı Türk şehirlerini geri aldı. Çok sayıda çarpışma olduysa da bunların Emevilere en ağır kayıp verdirenleri 724 teki Susuzluk Günü (veya Vakası) ve 731 deki Dar Geçit Muharebesi'dir. 6 Emevi valisinin başarısızlığa uğrayıp değişmesine neden olduğu için Emeviler tarafından Ebu Muzahim (zahmet ve sıkıntı veren) adıyla anılmıştır.[11] Ancak Su-lu Kağan'ın ölümünden sonra ortaya çıkan otorite boşluğu, Batı Türkistan'ın Araplar tarafından ele geçirilmesini kolaylaştırdı. Bu dönemde Batı Türkistan'daki şehirlerde oturan birçok Türk kitlesi ve göçebeliğe devam eden Türk boyları İslam'a girmeleri için zorlandı. Büyük çoğunluğunun İslamiyete geçmemesi sebebiyle kılıçtan geçirildi.[12]

Türklerin İslamiyet'e topluca geçmelerinde ise bu savaşların etkisi olmamıştır. Türkler İslam'ı dönem savaşlarından yaklaşık 100 yıl sonra, komşu Fars milletinden öğrenmiştir. Fars etkileşimli bu olayın en büyük etkileri bugün Türkçede dini kelimelerin Fars kökenli olması ve İslam'a geçildiği dönem kullanılan Arap alfabesinin Farsî olmasıdır.[13] Başka bir kaynağa göre Türklerin İslamiyetle tanışmaları ve İslamiyete geçmeleri zorla ve kanla olmuştur. Emeviler döneminde birçok Türk boyu İslamiyete geçmedikleri için Müslüman Emevi orduları tarafından kılıçtan geçirilmiştir. Birçok Türk, İslam ordularına zorla alınmıştır.[14]

Abbasiler Dönemi ve Talas Muharebesi

değiştir

Abbasiler döneminde, Emeviler döneminde zorla esir alınmış birçok Türk askerlikteki yetenekleri sonucunda Abbasi yönetiminde söz sahibi olmaya başladılar. Harun Reşit döneminde, saray muhafızları ve saray yönetiminin küçük bir kısmı Türklerden oluşuyordu. Halife Mutasım döneminde Türkistandan toplanan Türklerle Bağdat, Suriye ve Anadolu'da "Samerra" adı verilen ordugahlar kuruldu ve hassa ordusu teşkil edildi. Abbâsîler devrinde Türkler ya da Türk köle kökenli askerler Abbasilerde önemli bir güç haline geldi. Birçok halifeyi tahtan indirdiler ve birkaçını öldürdüler. İmparatorlukta İranlılara karşı denge unsuru olarak yükseltildiler ama daha sonra halifeleri kukla hükümdar yapmaları üzerine isyanlarla karşılaştılar.

Orta Asya'da Talas'ta karşı karşıya gelen Çin ve bir kısmı Türk kökenli askerler ve yöneticilerden oluşan Arap orduları karşısında bölgede bulunan Türk boyları, Arap ordusunun yanında yer alarak Arap ordusunun kazanmasına yol açtı.

Bu savaş ve sonrasında gelen zafer ile Araplar Türklerin ilk müttefikleri oldular. Kazanılan zafer sonrasında Türkler Müslümanlığı kabul etmiş ve İslam Orta Asya'ya varmıştır.

Orta Asya bozkırlarındaki Türk halkları, tüm Orta Çağ boyunca Abbasi Halifeliği'nin kölelerinin önemli bir tedarik kaynağıydı. Onlar Tengriciliğin taraftarı olan Paganlardı ve bu nedenle köleliğin meşru hedefleri olarak görülüyorlardı. Ortadoğu'da "beyaz" olarak anılmışlar ve Orta Çağ'da yüzyıllar boyunca askeri kölelik için kullanılmışlardır. Türk köleler Buhara köle ticareti yoluyla Abbasi Halifeliğine kaçırıldılar.

Türk köleler, Samanid köle ticaretinin ana köle arzını oluşturuyordu ve düzenli olarak Abbasi başkenti Bağdat'a gönderilen arazi vergisinin bir kısmını oluşturuyordu; Coğrafyacı Al-Makdisi (yaklaşık 375/985), kendi zamanında yıllık verginin (ḵarāj) 1.020 köleyi kapsadığını belirtmiştir.[9]

Türk erkekleri yaygın olarak cesur ve askeri köleliğe uygun görülüyordu. Halife Mutasım'ın 70.000 Türk köle askeri vardı ve valilerinden biri "hizmette Türk gibisi olmadığını" belirtmiştir. Türk erkekleri cesur askerler olarak görülürken, Türk kadınları cesur oğullar doğurmak için ideal görülüyordu.[15]

İslamlaşma

değiştir

Emevîlerin 8.yy’ın başlarında İran bölgesini fethederek Maveraünnehir’e ulaşmasıyla Türkler ile Araplar arasındaki çatışmalar sertleşir. Bahsi geçen bölgede, İran halkların yaşadığı, Türklerin kontrolündeki şehir devletleri de bulunur. Türkler, birçok boydan ve devletten oluşur. Arapların ilk teması bölgedeki Türgiş ve Hazar Türkleri’yle gerçekleşir. Türk-Arap savaşları bu şehirlerin kontrollerini sağlamak adına özellikle Türgişlerle Emevîler arasında yaşanır. Şehirler birçok kez el değiştirir. Türgiş Kağanı Suluk Çor, Araplar tarafından Ebu Müzâhim (sıkıntı verenlerin babası) olarak adlandırılır. Türk-Emevî savaşları, Emevîler 750 yılında yıkılıncaya kadar devam eder. İslam devletinin yönetimini Abbasi Hanedanlığı ele geçirince, Türk-Arap ilişkilerinde yeni bir sayfa açılır. 751 yılında Araplar ile Çinliler arasında yaşanan Talas Muharebesi’nde Karluk Türkleri Abbasilerin yanında yer alarak Abbasilerin zaferini sağlamışlardır. Bu savaşla, Karluk Türkleri İslamiyet’i daha yakından tanıma fırsatı bulmuş, az da olsa bir kısmı İslamiyet’i kabul etmiştir. Arapların ilk temasları tüm Türklerle değil Türklerin çok küçük bir kısmıylaydı. İç Asya’daki Gök Türkler gibi güçlü Türk devletleriyle etkileşimleri sınırlıydı. Türklerin ilk kez topluluklar halinde İslam’a geçişleri Araplarla karşılaştıktan yaklaşık 300 yıl sonrasına denk gelmektedir. Burada da tüm Türklerin değil farklı boyların çok farklı zamanlarda yüzyıllara yayılmış bir süreçte İslam’ı kabul ettiği görülür.[16]

Karluklar tarafından kurulmuş (çoğunlukla 9. yüzyıl), Karahanlılar Orta Asya'da kurulmuş ilk İslam Hanedanıdır.[17] Uygurlar, Kırgızlar, Türkmenler ve Kıpçaklar gibi Türk halkları daha sonra Müslümanlarla temas kurdu ve çoğu yavaş yavaş İslam'ı benimsedi. Bazı Türk halk grupları, orijinal animistik-şamanistik dinleri, Hristiyanlık, Burhancılık, Yahudilik (Hazarlar, Kırımçaklar, Karaylar), Budizm ve az sayıda Zerdüştlük dahil olmak üzere diğer dinlere inandılar. Oğuz Türkleri 10. yüzyılın ilk çeyreğinde kitlesel olarak İslamiyeti kabul etmeye başladılar.[18] Oğuz Türkleri İslam'ı Sünni İranlılar aracılığıyla öğrendi.[19] Türkçe'deki temel İslami terminolojinin çoğunlukla, Arapça değil, Farsça olması buna bir örnektir; ilgili sözcüklerden bazıları namaz, abdest, günah, oruç, peygamber, yarı farsça Müslüman, hoca, pir, dergah, hüda.[20]

Abbasilerin Selçuklu Devletinin Koruması Altına Girmesi

değiştir

Abbasi halifesi Kaim Biemrillah, Büveyhîlerin elinde bir kukla haline gelmişti. Hiçbir yetkisi yoktu. Doğuda güçlenerek egemen bir güç haline gelen Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’i Bağdat’a davet etti. Bu davet üzerine 1055 yılında Bağdat’a giren Sultan Tuğrul, halife tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Halife ona “Doğunun ve batının hükümdarı” ünvanını verdi. Tuğrul Bey halifenin siyasî yetkilerini ele geçirdi. Halife sadece dinî bir lider olarak kaldı. Bu durum sonraki Selçuklu sultanları döneminde de devam etti. Sultan Melikşah’ın ölümünden sonra kardeşler arasındaki taht mücadelesinden dolayı Abbasi halifeleri Selçuklulara karşı bağımsızlık mücadelesine giriştiler. Büyük Selçuklu Devleti Sultan Sencer döneminde toparlanmaya çalıştıysa da onun ölümünden sonra devlet parçalandı. Selçuklular Bağdat’ta Nizamiye medreseleri adı altında eğitim kurumları açarak bölgenin kültürel hayatına da katkıda bulundular. Ayrıca bu kurumlarda Sünnî ideolojiyi yayarak o dönemde bir tehlike olarak gördükleri Şiîliği, ilmî yoldan bertaraf etmeye çalıştılar. Selçuklu sultanları halifelerin kızlarıyla evlenerek veya onlara kızlarını vererek akrabalık kurmaya da önem verdiler. Selçukluların Bağdat’a egemen olmalarından sonra Bağdat’ta ticarî ve ekonomik hayat canlanmıştır.[21]

Abbasilerin Memlüklerin Koruması Altına Girmesi

değiştir

Abbasiler Moğollar 1258'de Abbasi başkenti Bağdat'ı yağmalayıp Halife el-Musta'sim'i öldürdüğünde yıkıldı. Üç yıl sonra Memlük Sultanı Türk asıllı I. Baybars, Abbasi hanedanının bir üyesi olan el-Mustansır'ı halife yaparak halifelik kurumunu yeniden kurdu ve el-Mustansır da Baybars'ı sultan olarak onayladı. [22] Halife, sultanın Mısır, Suriye, Cezire, Diyarbekir, Hicaz ve Yemen ve Haçlılar veya Moğollardan fethedilen herhangi bir bölge üzerindeki yetkisini tanıdı.[23] El-Mustansır'ın Abbasi halefleri halife olarak resmi kapasitelerini sürdürdüler, ancak gerçek bir güce sahip değillerdi.[22] Halife el-Musta'in'in 1412'de bir yıldan az süren saltanatı bir anormallikti.[24] Halifenin gerçek otorite eksikliğine dair anekdot niteliğinde bir tanıklıkta, isyankar memlüklerden oluşan bir grup, Hüsâmeddin Lâçin'in Halife I. Hâkim'in Lajin'in otoritesini sorgulayan fermanını sunmasına, İbn Tağrıberdî tarafından tanık olunan şu yorumla karşılık verdi: "Aptal herif. Tanrı aşkına - şimdi halifeye kim kulak veriyor?"[24]

Osmanlıların Halifeliği Memlük Koruması Altındaki Abbasilerden Devralmaları

değiştir

Memluk Sultanı'nın Safevilerle ortak hareket ettiğini öğrenerek Yavuz Sultan Selim, Halep'e doğru ilerledi. 24 Ağustos'ta Mercidâbık Muharebesinde Kansu Gavri idaresindeki Memluk ordusunu bozguna uğrattı. Daha sonra Mısır seferine karar veren Yavuz Sultan Selim, önce Şam'ı, ardından Kudüs'ü ele geçirdi. 9 Ocak'ta Gazze'den Mısır'a doğru yola çıkan Yavuz Sultan Selim, zorlu çöl yolculuğunun ardından 22 Ocak'ta Ridâniye Muharebesinde yeniden toparlanan Memluk ordusunu bir kez daha bozguna uğrattı. 15 Şubat'ta görkemli bir törenle Kahire'ye girerek Mısır tahtına oturdu. Zafer sonrası Yavuz Sultan Selim, içlerinde Abbasi Halifesi Mütevekkil-Alellah ve bazı önde gelen kimseleri, ulemayı, sanatkarları, bir kısım tüccarları, mukaddes emanetleri ve ele geçirilen malzemeleri donanmayla İstanbul'a sevk etti.[25]

Mısır Seferi sonucunda kutsal topraklar Osmanlı hakimiyetine girmişti. 6 Temmuz 1517'de Kutsal Emanetler (Emanet-i Mukaddese) denilen ve aralarında Muhammed'in hırkası, dişi, sancağı ve kılıcı da bulunan eşyaları, Hicaz'dan Yavuz Sultan Selim'e gönderilmiştir. O dönemde halife olan III. Mütevekkil İstanbul'a taşınmış ve ömrünün sonuna kadar orada Osmanlı koruyuculuğunda, siyasi yetkiye sahip olmadan yaşamıştır. Böylece Yavuz Sultan Selim ilk Osmanlı Halifesi olmuştur.

Abbasi sonrası

değiştir

Talas Muharebesi'nden sonra, Karadeniz'in kuzeyinde bulunan İtil Bulgarları (Tatarlar), daha sonra da Karahanlı Devletini teşkil eden Karluk, Yağma, Çiğil boyları Müslümanlığı kabul etmiştir. Daha sonra İslamiyete giriş yoğunlaştı.

Abbasiden Osmanlı dönemine kadar

değiştir

Abbasi Halifeliğinin ortadan kalkmasından Osmanlı Devleti'nin sonuna kadar karşılıklı ilişkide Araplar yönetilen, Müslüman Türkler yöneten olmuştur.

Osmanlı-Suudi Savaşları

değiştir

Vehhabi savaşı ya da Osmanlı-Suudi Savaşları; 1811'in başından 1818'e kadar, Osmanlı İmparatorluğu ve onların vasalı ve müttefiki Mısır Eyaleti ile Birinci Suudi Devleti olan Diriye Emirliği arasında gerçekleşmiş ve Diriye Emirliğinin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır.

1900 sonrası dönem

değiştir

1900'lü yıllarda Osmanlı Devleti zayıflamaya ve dağılmaya başlamıştı. 1914 yılında patlak veren I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti İttifak Devletleri ile müttefik olmuştu. Ve savaş yıllarında Osmanlının Mekke Emiri Şerif Hüseyin liderliğindeki Hicaz Arapları, birçok farklı bölgeden desteklerle, Osmanlı'ya karşı savaştılar ve bir bağımsızlık arayışı içine girip Arap İsyanını başlattılar. Tabii bu arayışın gerçekleşmesi için Osmanlının düşmanı İtilaf Devletleri olan Britanya ve Fransa ile müttefik oldular. Savaş sonunda Orta Doğu İngiliz ve Fransız mandası altına girdi. Daha sonra ayrı Arap devletleri kuruldu.

İsyanı desteklemeyen Cebel Şammar Emirliği gibi birçok Arap Osmanlı ordusu tarafında yer alsa da modern Arap ülkelerinin tarihini şekillendiren en önemli gelişme Arap Ayaklanması idi. Arap İsyanı'nın Osmanlı İmparatorluğuna karşı bayrağı, Arap milliyetçiliğinin belirgin bir simgesidir. Tasarımı ve renkleri, Arap devletlerinin bayraklarının çoğunun temelini oluşturuyor.[26][27]

Ayrıca bakınız

değiştir

Kaynakça

değiştir
  1. ^ a b "Arşivlenmiş kopya". 14 Mart 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Temmuz 2024. 
  2. ^ a b Ramazan Şeşer. "ESKİ ARABLAR'A GÖRE TÜRKLER". 25 Mart 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Temmuz 2024. 
  3. ^ Michael Kmosko, “Araplar ve Hazarlar”, Türkiyat Mecmuası, 1935, C. III, s. 133
  4. ^ Mehmet Çog, EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİ HAZAR-ARAP İLİŞKİLERİ, Türkoloji Araştırmaları, Bölüm 2/2, 2007, ss.151-152.
  5. ^ "Arşivlenmiş kopya". 26 Temmuz 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Temmuz 2024. 
  6. ^ Dunlop 1954, ss. 41, 58.
  7. ^ Brook 2006, ss. 126–127.
  8. ^ Naršaḵī, pp. 54, 56-57, tr. pp. 40-41; cf. H. A. R. Gibb, The Arab Conquests in Central Asia, London, 1923, pp. 19-20
  9. ^ a b BARDA and BARDA-DĀRI iii. In the Islamic period up to the Mongol invasion 29 Mayıs 2023 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. in Encyclopedia Iranica
  10. ^ "Arşivlenmiş kopya". 28 Haziran 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Temmuz 2024. 
  11. ^ "Arşivlenmiş kopya". 20 Temmuz 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 19 Temmuz 2024. 
  12. ^ Tarihimizle Yüzleşmek, Emre Kongar, Remzi Kitabevi, s.18
  13. ^ Türklerin Tarihi I, İlber Ortaylı, Timaş Yayınevi
  14. ^ Tarihimizle Yüzleşmek, Emre Kongar, Remzi Kitabevi, s.19
  15. ^ Pipes, D. (1981). Slave Soldiers and Islam: The Genesis of a Military System. Storbritannien: Yale University Press. p. 208
  16. ^ "Türkler kılıçla mı Müslüman oldu?". 1 Ağustos 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Ağustos 2024. 
  17. ^ Biran, Micheal. 2015. “Qarakhanid Eastern Trade: Preliminary Notes on the Silk Roads in the 11th–12th centuries.” I
  18. ^ https://islamansiklopedisi.org.tr/oguzlar
  19. ^ https://t24.com.tr/haber/ilber-ortayli-turkler-oyle-bayilarak-din-kabul-etmez-son-derece-cakal-bir-millettir,336782
  20. ^ "Arşivlenmiş kopya" (PDF). 10 Mayıs 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 1 Ağustos 2024. 
  21. ^ "Abbasi Halifeleri ile Büyük Selçuklu Sultanları Arasındaki Münasebetler". 25 Temmuz 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Temmuz 2024. 
  22. ^ a b Stilt 2011, ss. 30–31.
  23. ^ Holt 2005, s. 243.
  24. ^ a b Holt 2005, s. 248.
  25. ^ "Arşivlenmiş kopya". 1 Ağustos 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 1 Ağustos 2024. 
  26. ^ Pan-Arab Colours 5 Kasım 2016 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., crwflags.com
  27. ^ Mahdi Abdul-Hadi, The Great Arab Revolt 5 Mayıs 2014 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., passia.org