Portekiz-Safevî Savaşı


Portekiz-Safevî Savaşı, Portekiz İmparatorluğu ile onun tebaası Hürmüz, Safevi İmparatorluğu ve onları destekleyen İngilizler arasında 1507 ile 1622 yılları arasında yaşanan bir dizi askeri çatışma. Savaş, Portekiz İmparatorluğu'nun Hürmüz ve Bahreyn adalarının yanı sıra Kaşm ve Bandar-Abbas kalelerinin ele geçirilmesiyle başladı.

Portekiz-Safevi Savaşı (1621-1622)
Tarih1622
Bölge
Sebep Safevilerin limanı olan Hürmüz Portekizliler tarafından koloni haline getirildi
Sonuç Safevi zaferi. Portekizlilerin Basra Körfezi'nden sürülmesi
Coğrafi
Değişiklikler
Hürmüz yeniden Safevilerin eline geçti
Taraflar
Safevîler
East India Company
Portekiz Krallığı
Hürmüz Emirliği

Şah Abbas'ın Portekiz'le mücadelesi değiştir

 
17. yüzyılda Hürmüz şehri ve kalesi.

16. yüzyılda Portekizliler Basra Körfezi'nde üsler kurdular.[1] 1602'de Kızılbaş ordusu onları Bahreyn'den sürmeyi başardı.[2] 1622'de İngiliz gemilerinin yardımıyla Abbas Hürmüz'ü ele geçirdi.[3] Burayı bir ticaret merkezi olarak Bandar-Abbas'la değiştirdi. Bandar-Abbas imparatorluğun ana topraklarına daha yakın bir konumdaydı.[4]

Bahreyn'in Fethi değiştir

Bahreyn Basra Körfezi'nin batı sahillerinde bulunan bir adalar grubudur.[5] Bu adalar grubunun en büyüğüne Bahreyn adı verilir. Özbeklerle yapılan savaşın arka planında Şah Abbas'ın ana hedeflerinden biri, Safevi İmparatorluğu'nun bugüne kadar çok az faaliyet gösterdiği Basra Körfezi bölgesiydi. Bunu düzeltmeye kararlı olan Şah I. Abbas, 1601'de bölgedeki vassal hakimlik olan Lar'ı ilhak etti ve Lar'ın son hakimi İbrahim Han, Fars hakimi Allahverdi Han'ın ordusunda Özbeklere karşı yapılan Belh seferine katıldı ve sefer sırasında hayatını kaybetti. Lar'ın fethi, Sefevi hükûmetinin, Hürmüz Boğazı'ndan imparatorluğun iç bölgelerine kadar olan ana kara ticaret yolunu kontrol etmesini sağladı.[6]

1602 yılında Bahreyn hükümdarı Rükneddin Mesud, Portekizlilerin koruması altındaki Hürmüz hükümdarı Firuz Şah'ın hâkimiyetinden korkarak Safevi İmparatorluğu'nun Fars eyaleti valisi Allahverdi Han'dan yardım istedi. Bahreyn, Hürmüz Krallığı'nın bir parçası olmasına rağmen, hükümdarı bir kukla olarak Portekiz Kralı'nın egemenliği altındaydı. Teklifi aldıktan sonra Allahverdi Han, Abbas'a haber vermeden Bahreyn'i ele geçirmek için girişimde bulundu, ancak Abbas'ın bunu onaylayacağını doğru bir şekilde tahmin etmişti. Ancak bu işgalin Şah I. Abbas'ın Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Portekiz ve İspanya ile ittifak kurma çabalarıyla aynı döneme denk gelmesi şaşkınlık yarattı. Şah Abbas bu bölgeyi kendi yasal toprağı olarak görüyor ve bu bölgeden elde edilen önemli ticaret gelirlerinin Portekizlilere gitmesine kızıyordu. Portekizlilerin Safevi tüccarlara kötü davrandığına dair haberler duyduktan sonra öfkesi daha da arttı. Şah Abbas, Hürmüz'den ve komşu iç bölgelerden geçen ticaret yolundan önemli kazançlar elde etmeye başlayan Portekizliler üzerindeki baskısını yoğunlaştırdı.[6]

Bunun üzerine Portekizliler ve Hürmüz valisinin güçleri Bahreyn'e deniz saldırısı başlattı.[7] Safevi İmparatorluğu Gembru'yu kuşatarak ve kervan yollarını kapatarak karşılık verdi.

Portekiz elçileri değiştir

Bu süre zarfında Portekiz'in Hindistan'daki kolonisi Goa'dan Hürmüz'e gelen üç Portekizli Augustinus rahibi, Şah Abbas'a İspanya Kralı III. Philip'tan bir mektup iletti. Bu, Şah Abbas'ın 1599'da Avrupa'ya gönderdiği elçiliğe verilen ilk resmi yanıttı. Şah Abbas o sırada Belh'e doğru ilerlerken, rahiplerin lideri De Gouvea, ilk olarak Bahreyn'de daha önce ortaya çıkan huzursuzluğu çözmeye çalıştı. Portekiz'in askeri hazırlıklarını durdurması karşılığında Safevi ordusunu Gambrun kuşatmasını kaldırmaya ikna etti. Ancak ticaret kervanlarının yolları kapalı kalmaya devam etti.

Bunun ardından De Gouvea Horasan'daki Şah'a bir mektup göndererek elçiliğin gelişi hakkında bilgi verdi. Abbas başlangıçta rahipleri kabul etmekte tereddüt etti çünkü Bahreyn'in iadesini talep etmek için geldiklerini düşünüyordu. Ancak, Kral III. Philip'ten bir mektup getirdiklerini öğrenince fikrini değiştirdi. Belh'ten çekilmek zorunda kalan Abbas, karargâhını Meşhed'de kurmuş ve keşişleri orada kabul etmeyi planlamıştı. Horasan'a giden rahipleri karşılamak üzere aralarında kardeşinden haber almayı ümit eden Robert Shirley'in de bulunduğu temsilciler gönderilmişti, ancak kardeşinden hiçbir haber alınamadı.[6]

De Gouvea Şah'a takdim edildiğinde, Şah büyük bir sarayda soylularla birlikte oturuyordu. Genellikle mütevazı giyinen Şah Abbas'ı diğerlerinden ayırt etmek zordu ama De Gouvea, Şah'ın kim olduğunu tahmin ederek Safevi geleneğine göre ona yaklaştı. Secde etmek ve ayaklarını öpmek yerine, kendi geleneklerinde olduğu gibi yaklaştı ve başını eğdi. Bazı soylular bunu onaylamadı ama Şah Abbas onları kabul etti ve elini uzattı. Daha sonra Kral III. Philip ve Portekiz'in Kum elçisi tarafından gönderilen hediyeler Şah'a sunuldu. Hediyeler arasında Şah, Augustinianlar tarafından hazırlanan ve İsa'nın hayatını anlatan bir kitapla özellikle ilgilendi. Daha sonra Şah, keşişlerle Hristiyan teolojisi ve yaşamları hakkında uzun bir sohbet yaptı ve ardından büyük oğlu Safi ile yemek yemek için ayrı bir çadıra çekildi. Sabah erkenden başkent İsfahan'a doğru yola çıkmalarına karar verildi. Şah Abbas sabahleyin 5-6 bin kişilik bir kuvveti geride bırakarak kalan orduyu dağıttı ve İsfahan'a doğru yola çıktı. Yol boyunca De Gouvea ile Şah arasında Abbas'ın çadırında bir görüşme daha oldu ve De Gouvea Şah'ı Osmanlılara karşı bir savaş başlatmaya teşvik etti ve Osmanlıların Safevi İmparatorluğu'ndan ne kadar toprak ele geçirdiğini, Osmanlıların iç isyanlar nedeniyle nasıl zayıfladığını ve Osmanlılara karşı bir savaş başlatması halinde Hristiyan hükümdarların yardım etmeye hazır olduklarını ve beklediklerini anlattı.[8]

Keşişlerden biri belki de bu konuyu açıkça tartışmanın güvenli olmayabileceğini söylediğinde, Şah bunun önemli olmadığını, çünkü Osmanlı İmparatorluğu'na olan nefretinin herkes tarafından bilindiğini ve Osmanlı İmparatorluğu'nun yok edilmesinden daha tutkulu bir şey istemediğini söyledi. Bunun üzerine De Guevea, düşmana karşı neden operasyon başlatmadığını sorduğunda Şah Abbas, operasyon sezonunun çoktan bittiğini, elçisinin Avrupa'dan yakında dönmesini beklediğini ancak imparatorluktan ayrılmadan önce operasyonlara başlayacağını söyledi. Görüşmenin geri kalan kısmında Şah Abbas keşişlerle tekrar Hristiyan inancı hakkında konuşmuş, İsa'nın ölümü ve dirilişi hakkındaki görüşlerini dile getirmiş ve onları sarayındaki Hristiyanlarla tanıştırmıştır. De Gouvea anılarında Şah'ın bilgisi ve kıvrak zekâsı karşısında ne kadar şaşırdığını belirtmiştir.[9]

Bu arada Papa tarafından Safevi İmparatorluğu'na gönderilen iki elçilik heyeti vardı. Birinin başında Diego de Miranda, diğerinin başında ise Francisco da Costa bulunuyordu. Şah de Miranda yürüyüşünün arifesinde İsfahan'da Şah'la buluşurken, da Costa ile buluşma Kaşan'da planlanmıştı. Her iki elçilik de başından itibaren kötü davrandı ve sadece birbirleriyle olan anlaşmazlıklarıyla gündeme geldi. Papa'nın davranışları hakkında raporlar aldıktan sonra onları geri çağırma emri vermesine rağmen, bu herhangi bir fayda getirmedi. De Miranda, Papa adına Venedikli bir tüccarın mallarına el koyarak ve Papa'nın mektubunu cebinden çıkarıp Şah'a vererek büyük bir kargaşayla Şah'ın huzuruna çıktı ve bu yüzden Şah tarafından aşağılandı. Bundan sonra Şah ondan sadece "aptal" olarak bahsetti. da Costa başlangıçta kendini iyi göstermeyi başarsa da, kısa süre sonra dürüst olmayan ve şiddet içeren davranışlarıyla Şah Abbas'ı şok etmeyi başardı. Her iki elçi de bir Safevi elçisiyle birlikte Avrupa'ya dönene kadar Şah'ın sarayında kaldılar.[10]

Abbas 10 Kasım'da İsfahan'a ulaştı. İsfahan'a giren De Gouvea, şehrin yeni bir başkent olmasına rağmen Şah Abbas'ın şehri güzelleştirmek için yaptığı çalışmalardan etkilendi. Cahar Bag'ı "şaşırtıcı yapaylığa ve güzelliğe sahip bir cadde" olarak nitelendiren De Gouvea, çok kemerli Allahverdi Han Köprüsü ve geniş Şah Meydanı'nı ağız dolusu yazdı. Portekizlilerin Bahreyn'i geri almak için bölgedeki kuvvetlerine takviye göndermesi ve Şiilerin Augustinusçulara karşı düşmanlığı nedeniyle Şah daha sonra keşişlere karşı soğudu. İsfahan'da daimi bir temsilcilik açmak için Şah'tan izin istediler ve bu izin verildi, ancak küçük bir kilise açma talepleri, Şah'a şikayette bulunan Şii ulemanın itirazlarıyla karşılaştı.[10]

Küçük Portekiz kuvveti Hürmüz'den Goa'ya ulaştı ve buna karşılık olarak Fars eyaletinin hükümdarı Allahverdi Han, Hürmüz çevresindeki bölgelere saldırdı ve dağıttı. Şah'ın keşişlerinin başvurusu üzerine Şah, Allahverdi Han'a saldırıyı durdurmasını emretti. Safevi elçisi De Goevue'nin Allahverdi Bey'le birlikte Goa'ya gitmesine ve yolda De Goevue'nin Hürmüz'e giderek Portekizlilerin oraya ek kuvvet getirmesini engellemesine karar verildi. Eğer başarılı olursa, Allahverdi Han ele geçirilen toprakları Hürmüz kralına iade edecekti. Yaşanan olaylar neticesinde bu plan hayata geçirildi. De Gouve'un iki keşiş arkadaşı İsfahan'da kalmaya devam etti ve Şah, adamlarının itirazlarına rağmen şehirde kilise inşa etmelerine izin verdi.[11]

Saraydan ayrılmadan önceki gece Şah Abbas, Portekiz elçileri onuruna bir ziyafet verdi. Ziyafet sırasında onlardan kendi kültürlerinden şarkılar söylemelerini istedi ve keşişlerden biri "Laudate Pueri Dominum" şarkısını söyledi, Şah Abbas bu şarkıyı çok beğendi ve hayatında duyduğu en güzel müzik olduğunu ilan etti. Buna karşılık olarak kendi şiirlerinden birini okudu ve bunu daha önce hiç yapmadığını söyledi. Doğrulamak için 12 yıldır sarayda yaşayan Venedikli bir diplomata sordu ve Venedikli diplomat da doğruladı. De Gouvea gece boyunca Şah Abbas'a Osmanlı İmparatorluğu'na karşı derhal bir savaş başlatması için ısrar etti. Ancak Şah Abbas, imparatorluk topraklarını terk etmeden Osmanlılara karşı savaş açacağını yineledi. Nahavand'dan haber bekleyen De Gouvea o sırada İsfahan'dan ayrılmadı. Safevilerin kaybettiği bölgelerden biri olan Nahavand'da, yerel Kürt aşiretleri arasında, Safeviler tarafından atanan Hamedan valisinin yerel Kürt yöneticiyle birlikte Nahavand'ı kuşatmasıyla ilgili bir anlaşmazlık vardı. Şah Abbas ona Osmanlılarla barış şartlarını öne sürecek eylemlerden kaçınmaması talimatını vermişti. Nihayet, Osmanlılarla savaş başlamadan önce Portekiz elçisi İsfahan'dan ayrıldı ve Abbas Hürmüz'e uygulanan ticari ablukayı kaldırdı. Bir yılı aşkın süredir ticari abluka altında olan ve ticaret gelirleri dışında hiçbir geliri olmayan Hürmüz, bu dönemde önemli kayıplar yaşadı ve De Gouvea büyük kervanlarla buraya doğru yola çıktı.[12]

De Gouvea anılarında Safevi İmparatorluğu'ndaki ticaret yollarının güvenliğinden de bahsetmiştir. Safevi İmparatorluğu'nun muhtemelen yol güvenliği açısından dünyadaki ilk ülke olduğunu yazıyor ve bunu şah Abbas'ın acımasızlığına ve hırsızlara ve soygunculara karşı aktif mücadelesine bağlıyor.[12]

De Gouvea'nın karşı karşıya olduğu görevlerden biri, Safevi hükümdarı Allahverdi Han ile Körfez'deki Portekizliler arasındaki ilişkileri normalleştirmekti. Gelişinden kısa bir süre sonra, yeni alınan bir bölge olan Larak'ta bir isyan patlak verdi ve Allahverdi Han isyanın Portekizliler tarafından kışkırtıldığından şüphelenmeye başladı. İsyan onun tarafından bastırıldı ve isyan ile Portekizliler arasında bir bağlantı olmadığı anlaşıldı. Daha sonra oğlu İmamverdi Han'a De Gouvea'yı sıcak bir şekilde karşılaması ve bir ziyafet vermesi talimatını verdi. Hem baba hem de oğul Safevi sarayında savurganlıklarıyla tanınırlardı ve ziyafette hem elçinin gelişini hem de zaferi kutladılar. Allahverdi ayrıca oğlu İmamverdi'nin Şah Abbas'ın gözünde yükselmesini istiyordu çünkü niyeti onu ileride kendi makamına atamaktı. De Gouvea Şiraz'dayken Abbas, Allahverdi'ye bir kurye göndererek Nahavand'ın ele geçirildiğini bildirdi ve De Gouvea'ya kendisinden sözünü tutmasını beklediğini ve Avrupalılardan da kendi sözlerini tutmalarını beklediğini bildirmesini emretti. Bu dönemde Şah Abbas, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı geniş çaplı bir savaş başlattı.[13]

Portekizlilerin Basra Körfezi'nden sürülmesi değiştir

De Gouvea'nın Abbas'ı ziyareti değiştir

1612'de Osmanlı İmparatorluğu ile barış anlaşmasının imzalanmasından sonra Şah Abbas, Avrupa ile ittifak kurma konusundaki ilgisini kaybetti. Savaş sırasında Avrupa'ya gönderdiği diplomatik heyetlerin üyeleri geri dönmeye başladı. 1613 yazında elçisi Dengiz Bey Rumi saraya geldi. Secdeye varıp Şah Abbas'ın ayaklarını öpmeye çalıştı, ancak Şah Abbas onu ayağıyla itti. Bu hareket bir cezalandırma emriydi. Suçlamalara karşı kendisini savunma fırsatı verilmedi. Dengiz Bey'e yöneltilen suçlamalar Avrupa'dan gelen raporlara dayanıyordu ve kuşkusuz bu raporları takip etmesi ve Şah'a rapor göndermesi için heyetin gönderdiği bir kişi tarafından gönderilmişti. Diğer şeylerin yanı sıra, İspanya Kraliçesi'nin ölümü için yas kıyafetleri giymekle, elçilik üyelerine kötü davranmakla ve nihayetinde hükümdarının sağlığına rağmen Hristiyanlığı seçerek birkaçının Avrupa'da kalmayı seçmesine neden olmakla suçlanıyordu. İkinci eylemin cezası idamdı, ancak Sir Robert Shirley'in de aralarında bulunduğu gönderilen başka bir elçiliğin lideri Hüseyin Ali Bey'in önderliğindeki elçiliğin birkaç üyesinin Hristiyanlığa geçmesine rağmen idam edilmediler. Şah'ın Dengiz Bey'e karşı öfkesi muhtemelen Kral III. Felipe'in tekliflerine olumlu yanıt vermemesi ve Portekizlilerin Hürmüz'ü kontrol etmesine karşı yeniden alevlenen öfke nedeniyle daha da artmıştı. Atların satılmak yerine İspanyol kralına hediye edilmesi ve Dengiz Bey'in karşılığında değerli bir şey alamaması da onu kızdırmıştı. Dengiz Bey'in atların yarısını satıp gelirini cebe indirdiğine dair söylentiler de vardı. Bunu kesin olarak iddia etmek zordur, çünkü böyle yapmış olsaydı, Safevi İmparatorluğu'na dönmeye kesinlikle cesaret edemezdi.[14]

Haziran 1613'te De Gouvea ilaçlar, değerli taşlar ve ilginç hediyelerle Safevi sarayına geldi. Abbas derhal kendisinden bunların hangilerinin satılık, hangilerinin ipek karşılığında kraldan gelen hediyeler olduğunu belirtmesini istedi. De Gouvea'nın eşyaların ipek karşılığında gönderildiğini söylemesi üzerine Abbas bunların değerini hesaplattı ve bu miktarın ipeğin değerinden daha az olduğunu beyan etti. De Gouvea'dan aradaki farkı ödemesini talep etti. Ayrıca De Gouvea'ya Kral Philip III'e bir mektup yazarak ipeğin bir hediye olmadığını, ticari amaçlarla gönderildiğini belirtmesi talimatını verdi. İspanya kralının Osmanlılara karşı savaş sırasında söz verdiği desteği sağlamaması Şah'ı kızdırmıştı. Bu nedenle Şah Abbas, Belchior dos Anjos adında başka bir Augustinus rahibini İspanya'ya bir mektupla gönderdi. Mektupta şöyle yazıyordu: "Hükümdarların dost olmasının iki nedeni vardır: ya aynı inancı paylaştıkları için ya da devlet işleri nedeniyle. İlk durum bizim için geçerli değil, çünkü aramızda çok büyük bir inanç farkı var ve başka bir neden olmadığında dostluk için bir temel yok." Bu durum Basra Körfezi'ndeki İspanyol-Portekiz varlığı için iyiye işaret değildi.[15]

Böyle bir siyasi atmosferde Ermeniler kendilerini neyin beklediğini hemen anladılar. Avrupalı güçlerin sözlerinde durmadıklarını gören ve Osmanlı ile barış şartlarının kendilerini zor durumda bıraktığını düşünen Ermeniler, De Gouvea'nın başlarına elçi olarak gelmesiyle durumlarının daha da kötüleştiğini anlamışlar ve Şah Abbas'ı suçsuz olduklarına ikna etmeye çalışmışlardır. De Gouvea'nın Şah'ın huzurunda Ermenilerden "tebaam" diye bahsetmesi durumu daha da zorlaştırdı. Şah derhal Ermenilere Müslüman olmalarını ve iskân sırasında kendilerine verilen yardım paralarını iade etmelerini, aksi takdirde kızlarının ya da oğullarının köleleştirileceğini emretti. Karmelitler ve Augustinyanlar bir miktar para yardımında bulunmuşlardı, ancak Abbas parayı iade etti ve De Gouvea'nın hükümdar ile tebaası arasındaki ilişkiye müdahalesine şaşırdığını ifade etti. De Gouvea aceleyle Hürmüz'e doğru yola çıktı, Augustiniyenlerin geri kalan kısmı geçici olarak Bağdat'a çekildi ve Karmelitler arasında bir istisna dışında hepsi İsfahan'ı terk etmeyi düşünüyordu.[16]

Gembru'nun (Bandar-Abbas) ele geçirilmesi değiştir

Şah Abbas, 1614 yılından itibaren tüm öfkesini Basra Körfezi'ndeki Portekiz ve İspanyollara yöneltti. Hürmüz'den geçen tüm malların yönlendirildiği Gambrun'a yeni bir saldırı başlattı. Saldırıdan önce Kızılbaş ordusu kervan yollarının kapatıldığını duyurdu. Ardından Eylül ayında Gambrun kuşatıldı. Gambrun 80 kişilik bir Portekizli savaşçı grubu ve birkaç yerel sakin tarafından savunuldu. Hristiyan takvimine göre yeni yıldan birkaç gün önce kale İmam Kulu Han tarafından ele geçirildi. Ancak Hürmüz adasına saldırmak için Safevi ordusunun sahip olmadığı gemilere ihtiyaç vardı. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu ile yeni bir savaşın başladığını gösteren işaretler Hürmüz'e saldırılmasını engelledi. Şah Abbas, Osmanlılarla yeni savaşı püskürtebilmek için diğer sorunları geçici olarak dondurmak zorunda kaldı. Karmelitlerin aracılığı ile ele geçirdiği hiçbir bölgeyi bırakmamak şartıyla Portekizlilerle Hürmüz adası üzerinde müzakerelere başladı.[16]

Diplomatik çabalar ve İngiltere ile yakınlaşma değiştir

1616 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile savaşın yeniden başlaması ve 1618 yılında kırılgan bir barış anlaşmasının imzalanması Şah Abbas'ı Avrupa ile diplomatik ilişkileri sürdürmeye zorladı. İspanyol ve Portekizlilerin çabalarına rağmen Şah Abbas'ın danışmanı ve diplomatı Sir Robert Shirley Mart 1615'te İsfahan'a döndü. İngilizlerin Hürmüz'e saldırabileceğinden endişe eden İspanyol ve Portekizliler ona gemi sağlamaktan korkuyorlardı. İngilizler, Hint Okyanusu ve Basra Körfezi'ndeki hegemonyaları için birincil tehdit olarak görülüyordu. 1612 yılında Doğu Hindistan Şirketi'nin iki gemisi İndus Nehri'nin ağzında Portekiz filosunu yenilgiye uğrattı ve ertesi yıl şirket Babür İmparatoru Cihangir'den yakındaki Surat limanı yakınlarında bir fabrika veya ticaret merkezi kurma izni aldı. Burası Goa'daki Portekiz merkezinden birkaç yüz mil uzakta bulunuyordu. Hindistan'a vardığında Portekizliler Shirley'in evini havaya uçurarak ona suikast girişiminde bulundular, ancak kendisi ve karısı yara almadan kurtuldu. Şah Cihangir tarafından sıcak bir şekilde karşılandı ve İsfahan'a ulaşmayı başardı. Bu sırada Şah Abbas, Avrupa'ya yeni bir elçilik göndermeyi planlıyordu ve bu elçiliğe yerel bir ismin liderlik etmesi bekleniyordu. Shirley'nin gelişini öğrenen Abbas bu elçiliği derhal askıya aldı ve Shirley'den elçiliğe liderlik etmesini istedi. Şah Abbas, Avrupa'da yerel halk tarafından yönetilen diplomatik misyonların uygunsuz olduğuna ve Avrupalı hükümdarların gözünde hem kendilerini hem de hükümdarlarını küçük düşürdüğüne inanıyordu. Shirley son deneyimlerinden sonra kabul etmekte tereddüt etti ama sonunda kabul etti ve Karmelit rahiplerinden biri olan Redemptin'in de kendisine eşlik etmesini istedi.[17]

Önceki başarısızlıklara rağmen Şah Abbas, İspanya ve Portekiz arasındaki ittifakı Osmanlılara karşı en gerçekçi askeri ittifak olarak görüyordu. Ayrıca bu iki devlet, askeri deniz filolarıyla Akdeniz'de manevra yapabilir ve ticaret filoları tarafından Osmanlılara ödenen Safevi gümrük vergilerine son verebilirdi. Görünüşe göre Charles, Madrid ile bir ittifak kurmak için son bir girişimde bulunmakla görevlendirilmişti. Ancak müzakereler başarısız olursa, Charles sadece ipekle ilgili teklifleri yenilemekle kalmamalı, aynı zamanda askeri gemiler elde etmek için bu kez İngiltere'ye başvurmalıydı. Amaç sadece Hürmüz'ü Portekizlilerden almak olabilirdi. İsfahan'dan ayrılmamış olan Safevi İmparatorluğu ile ticaret yapmak isteyen iki İngiliz İsfahan'a geldi. Doğu Hindistan Şirketi temsilcileri Safevi pazarını kendi sanayi malları için bir satış pazarı olarak değerlendirmeyi ve Hürmüz'ün 90 mil doğusunda bulunan Cask adası limanını kullanmayı amaçlıyordu. Asıl satış talepleri yünlü mallara yönelikti ve Surat'tan gelen iki İngiliz şirketinin satamadıkları malları için yeni bir pazar arıyorlardı. Hindistan sıcak bir iklime sahip olduğu için büyük miktarda yünlü mal depoda kalmıştı ve İngilizler İran platosunun daha serin iklimi nedeniyle bu malları burada satabileceklerini düşünüyorlardı. İngiliz temsilciler Richard Steele ve John Crowther, Surat'tan Charles'a hitaben yazılmış bir mektup da getirmişlerdi. Mektupta Charles'tan Safevi sarayındaki nüfuzunu kullanarak İngilizlere yardım etmesini istiyorlardı. Charles başlangıçta İspanyolların ve Portekizlilerin duymasından korktuğu için bu teklifi kabul etmekte tereddüt etti ama sonra "bir İngiliz olarak onlara borçlu olduğuna" karar verdi. İngilizleri Karmelit rahiplerin yanında sakladı, iki İngiliz'i gizlice Safevi başbakanıyla tanıştırdı ve Safevi Şahı'na onların lehine bir ferman imzalatmayı başardı. Abbas, İngilizlerin ticaret yapmalarına, imparatorluk içinde hareket etmelerine ve Cask adasına gelmelerine izin verdi. Kararnamede ayrıca İngilizlerin Safevi kıyılarını yabancı güçlerden korumaları için bir hüküm yer alıyor ve Portekizliler açıkça düşman olarak hedef gösteriliyordu.[18]

Nihayet Shirley Ekim 1615'te İsfahan'dan ayrıldı. İspanyol-Portekiz kuvvetlerine yaklaşmak için Gambra'da tutulan 70 Portekizli esiri yanına aldı. Bu, Hürmüz'deki Portekizli yetkilileri kendisine karşı önceki düşmanlıklarını bir kenara bırakmaya ikna etti. Shirley oradan Goa üzerinden Lizbon'a gidebilmek için yaklaşık bir yıl beklemek zorunda kaldı. Oradayken yaşlı İspanyol elçi Don Garcia de Silva y Figueroa ile tanıştı. Safevi İmparatorluğu'nu da ziyaret etmiş olan Figueroa, dönüş yolculuğunda De Gouvea ve Dengiz Bey Rumlu'ya Madrid'e kadar eşlik etti. Sohbetleri sırasında Figueroa, Shirley'nin İngilizlerle gizli işbirliği yaptığına dair şüphelerini açıkça dile getirdi. Bu durum Shirley'in Goa'dan ayrılana kadar ev hapsinde tutulmasına yol açtı. Portekizliler onun Goa'nın savunma sistemi hakkında bilgi toplayacağından korkuyorlardı. Hindistan'daki Babür sarayına yeni atanan İngiliz büyükelçisi Sir Thomas Roe'nun da Shirley'nin Doğu Hindistan Şirketi ile yaptığı anlaşmaya karşı uyarıda bulunması ilginçtir. Shirley'nin İspanyol çıkarlarına hizmet ettiğine inanıyordu.[19]

1617 yazında Sir Robert Sherley Lizbon'a geldi ve 1622'ye kadar orada kalarak İspanya ve Portekiz'in Safevilerden ipek ihracatını kabul edeceği ve Osmanlı hükûmetine ek ekonomik baskı uygulamak için Kızıldeniz'i abluka altına alacağı bir anlaşmayı müzakere etmeye çalıştı. İspanyol hükûmeti ona inanmadı ve Robert'in kardeşi Anthony Sherley'in yeniden ortaya çıkması güvenilirliğini daha da zayıflattı. Resmi Medrese yeni bir anlaşmayla resmen ilgileniyordu çünkü Doğu Hindistan Şirketi'nin Safevi İmparatorluğu ile ticari ilişkilerine dair haberler onlara ulaşmıştı. Ancak Abbas'ın Gamrun, Kişm ve Bahreyn'in iadesine ilişkin şartları kabul edilemezdi. Yine de bir anlaşma taslağı hazırlandı ve iki nüshası Şah Abbas'a gönderildi. Bir nüsha karadan, diğeri ise Sir Robert ile birlikte seyahat eden Karmelit keşiş Redempt ile deniz yoluyla gönderildi. Nisan 1619'da Redempt, Portekizli Amiral Ruy Freire de Andrade komutasındaki beş gemiyle Lizbon'dan Hürmüz'e yelken açtı. Ruy Freire'ye başka hiçbir Avrupa devletinin Safevi İmparatorluğu ile ticaret yapmasına izin vermemesi ve Keşm adasında bir yerleşim yeri kurması emredildi. Bu son emir yerine getirilseydi, adanın beş yıl önce Safeviler tarafından ele geçirilmesi bir savaş eylemi olarak kabul edilecekti. Bu dönemde İspanyol hükûmeti de büyükelçisi Don Figeroa aracılığıyla Şah ile müzakere etmeye çalıştı. De Gouvea ve Dengiz Bey'in 1612'de İspanya'ya elçi olarak gelmesinin hemen ardından elçi olarak atanmış, ancak gecikmeler nedeniyle Ekim 1617'ye kadar görevine başlayamamıştı. Çalışmalarına Abbas'ı Osmanlılarla savaşı sürdürmeye teşvik ederek başladı ve Portekiz ve İspanya'nın (o zamanlar tek bir monarşi altında olan) Akdeniz'de Osmanlılar üzerindeki baskıyı artıracağına söz verdi. Ayrıca ipek ticaretinin Hürmüz'den geçişi konusunda müzakereler yürütmek zorundaydı. Ancak o geldiğinde Gamrun Kızılbaşların eline geçmiş ve İngiliz Doğu Hindistan Şirketi, Portekiz'in Hindistan'la ticaretini sona erdirmekle tehdit edebilecek bir düzeye ulaşmıştı.[20]

Steel ve Crowther'ın gelişinden sonra, Doğu Hindistan Şirketi, Portekizlilerin onları ele geçirmesinden korkarak, ilk mallarını Safevi İmparatorluğu'na satmak üzere James gemisini gönderdi. Bu gemi 2 Aralık 1616'da geldi. Bu misyonun lideri Edward Connock, Osmanlı cephesinde savaşırken Şah Abbas ile görüşmeyi başardı. Şah Abbas onu içtenlikle karşıladı ve İngilizlere yeni ayrıcalıklar tanıyan bir kararname imzaladı. Connock ayrıca Şah'ın kendilerine uygun bir fiyata ve veresiye olarak 3.000 top satmaya istekli olduğunu da bildirdi. Bundan heyecanlanan Connock, imparatorluğun tüm ipek ticaretini kontrol edebileceklerine inanmaya başladı. Bu rakam yıllık bir milyon sterlinden fazla ipek cirosu anlamına geliyordu. Son değişikliklerden sonra Figueiroa, Şah'tan aldığı Hürmüz çevresindeki tüm toprakları geri vermeyi ve Körfez'de ticaret yapmaya başlayan İngilizlerin faaliyet göstermesine izin vermeyi kabul etmek zorunda kaldı. Başından beri bunun çok zor olacağını biliyordu. Gambron'un ele geçirilmesinden sonra Kızılbaşların İspanyolların gücünden korkmadıklarını ve Şah'ın onlara karşı düşmanlığını kendi gizli iradesi altında gizlediğini düşünüyordu. Figueiroa asıl amacının Hürmüz'ün kaybını önlemek ya da geciktirmek olduğunu çoktan anlamıştı çünkü Portekizlilerin geri kalanı savunabileceğine inanmıyordu. Hürmüz'e geldiğinde Portekizlilerin elinde kötü bir durum kalacağına ve Müslümanlarla ilişkilerinin gergin olacağına karar verdi. O sırada Portekizliler camileri çoktan yıkmıştı. De Gouvea ile yaşadığı deneyimden sonra Abbas, bir daha hiçbir Augustinus rahibini Avrupa'ya diplomat olarak göndermek istemedi ve buna gerekçe olarak da onların ruhban sınıfının hücreleri dışında "sudan çıkmış balık" gibi olmalarını gösterdi. Ayrıca Şah ile sıcak ilişkiler kurabilecek bir kişi de yoktu; 67 yaşında, dişsiz, alkollü içki içmeyen yaşlı bir rahipti ve resepsiyonlarda alkol alarak Şah ile yakınlık kuramazdı. Hükûmet temsilcileri Şah'la görüşmek için imparatorluktan geçerken kendisine kadın teklif etse de, yaşlılığından dolayı kadınların kendisine hitap etmediğini belirterek teklifleri reddetmiştir. Figueroa, bu kişilerin Şah'ın ağarmış saçlarını ve bembeyaz sakalını görmelerine rağmen buna inanmakta güçlük çektiklerini söylüyor.[21]

Şah Abbas Figueroa İsfahan'a vardığında Eşref'deki sarayında bulunuyordu. Gelişini duyunca, yanında İtalyan gezgin olan Pietro Della Valli'ye kim olduğunu sordu. Şah, "Büyük bir insan mı?" ve "Doğruluk ve dürüstlüğün temsilcisi mi?" gibi sorular sordu. İtalyan da Figueroa ile şahsen hiç tanışmadığını ancak ülkesinin en önde gelen ailelerinden birinden geldiğini bildiğini söyledi. Daha sonra Şah Abbas, Pietro'ya İspanya Kralı'nın neden Osmanlılarla savaş başlatmadığını sordu. Pietro'dan İspanyolların denizde Osmanlılardan rahatsız oldukları cevabını alan Şah, "Bunun pek bir önemi yok" dedi. Sözlerine devam eden Şah Abbas, İspanya Kralı olsaydı önce Kıbrıs'ı fethedeceğini, ardından da Kutsal Toprakları ele geçireceğini belirtti. Daha sonra şunu ekledi:[22]

Figueroa Şah'la ilk kez 17 Haziran 1618'de Kazvin'de görüştü. O sırada Şah Abbas seferberlik kararı aldıktan sonra şehir meydanında Osmanlı elçisiyle bir propaganda toplantısı yapmış ve kazandıklarını teslim etmeleri için yapılan barış teklifini reddetmişti. Figueroa, Kazvin valisi, subaylar ve çok sayıda savaşçının tavsiyesiyle saraya gitti. Figueroa'nın Abbas için getirdiği çok sayıda ve değerli hediyeleri 600'den fazla kişi taşıyordu. Figueroa'nın getirdiği birçok değerli hediye saraya götürüldü. Bu süre zarfında Figueroa, Osmanlı elçisiyle aynı anda saraya varabilmek için yaklaşık yarım saat boyunca sarayın dışında beklemek zorunda kaldı. Daha sonra selvi ve çınar ağaçlarıyla kaplı saray arazisine götürüldü ve etrafı sularla çevrili sarayın önünde beklemesi ve küçük bir köprüden geçmesi söylendi. Şah'ın huzuruna çıktığında İspanyol tarzında saygı gösterdi, şapkasını çıkardı, diz çöktü, Şah'ın elini öptü, Şah'ın cübbesinin eteğine dokundu ve Şah'ın elini ve kendi kral mektubunu öptü. Şah Abbas onu sıcak bir şekilde karşıladı ve saraya davet etti. Açık avluda, iki tarafı genç soylularla çevrili bir kilimin üzerine oturdu. Osmanlı elçisi çok pejmürde görünüyordu. Şah Figueroa'nın ona verdiği arguebuslardan [a] birini taşıyordu ve mükemmel boyutta olduğu için memnundu.[24]

Ziyafet sırasında Figueroa, Şah Abbas'ın Osmanlı elçisiyle konuşurken sinirlenmiş ve elçinin kendisini, birçok toprağı kendilerine bırakan babasıyla karıştırmaması gerektiğini, oysa bu toprakları geri aldığını ve asla geri vermeyeceğini söylemiştir. Akşam yemeği bittiğinde saat gece yarısını çoktan geçmişti ve Figueroa kendini oldukça yorgun hissederek Şah'ın izniyle geri çekildi ve kendi evine döndü. Ardından Şah, Osmanlı ordusuna karşı sefere çıktı ve o yılın Eylül ayında zafere ulaştı. Figueroa kışı Fereydun'daki sarayında geçirirken İsfahan'a gitti ve kralından yeni mektuplar aldı. Mektupta kral ipek ticaretinden bahsediyor ve Osmanlılara karşı Kızıldeniz'i abluka altına alabileceğini ekliyor ve karşılığında Hürmüz bölgesinden alınan tüm toprakların geri verilmesini talep ediyordu. Figueroa bunun bir zaman kaybı olduğunu bilmesine rağmen mektubu Şah'a iletmesi için Karmelit rahip Belchior dos Anjos'a verdi. Şah Abbas, Karmelit rahibi kabul etmeyi reddetti ve Osmanlıları yenmeye ve bir barış anlaşması imzalamaya hazırlandığı için herhangi bir ticaret anlaşmasına, denizde ablukaya ihtiyacı olmadığını ve Portekizlilerden ele geçirdiği toprakların tek bir santimini bile vermeyeceğini ilan etti. Bu yanıtın ardından İspanyol-Portekiz elçisi ülkesine dönme konusunda endişelenmeye başladı, ancak Şah'ın henüz verilmemiş olan izni olmadan geri dönemezdi. Görünüşe göre Abbas'ın izin vermeyi reddetmesinde Şirli'nin Avrupa'dan gönderdiği mektup etkili olmuştur. Mektupta Şirli, Lizbon'da kabul edildiğinde kendisine yapılan saygısızlıktan yakınıyor ve Figueroa'nın İspanya sarayındaki kabulünün sonucu belli olana kadar Safevi İmparatorluğu'nda kalmasını istiyordu. Figueroa'nın durumu bölgedeki Portekizlilerin düşmanlığı nedeniyle daha da kötüleşti. Madrid'e haber gönderemiyordu çünkü Hürmüz'deki Portekizli komutan hiçbir kuryenin geçişine izin vermiyordu. Portekizli Augustinus rahipleri Bağdat ve Halep'teki kişilere para vererek metropole haber gönderebiliyorlardı. Hürmüz'deki Portekizli yetkililerin onun eleştirel görüşlerinin Madrid'e ulaşmasını istemedikleri açıktır.[25]

1619 yazında Abbas İsfahan'a geldi. Gelişinden birkaç gün sonra, hiçbir uyarı yapılmadan, sadece baş muhafızı Yusuf Ağa, yoldaşı İskender Bey ve ok ve yayını taşıyan hizmetkârıyla birlikte Figueroa'nı evine gönderildi. Figueroa onu bahçesinde gördü ve şaşkınlıkla diz çöktü. Bahçede oturan Abbas ona Kazvin'den ayrıldığından beri neler yaptığını, kralının sağlığını ve hangi emirleri gönderdiğini sordu. Yaklaşık bir saat süren sohbetten sonra Şah, yakında tekrar görüşeceklerine söz vererek oradan ayrıldı.[26]

Figueroa da Babür elçisi Han Alem'in onuruna verilen resepsiyonun konukları arasındaydı. Bu sırada Abbas'a İspanya kralından yeni bir mektup sunuldu. Bundan memnun olan Şah Abbas, toplantıya katılanlara İspanya kralının "kardeşinin" kendisine bir mektup gönderdiğini bildirdi. Şah, mektubun ana noktalarının Karmelit rahip tarafından yüksek sesle okunmasını emretti. O sırada Fiqueroa yorgunluk nedeniyle toplantıdan ayrılmış ve evine gönderilmişti. Ancak yattıktan kısa bir süre sonra Şah, Babür elçisinin onuruna düzenlenen ışıklı çarşıya kadar kendisine eşlik etmesi için onu yanına çağırdı.[26]

Daha sonraki dönemlerde Figueroa sık sık saraydaki ziyafetlere davet edilir. Ziyafetlerden birinde, Şah Abbas'ın Figueroa'nın kadınlara ilgi duymamasının nedeni olarak iktidarsızlığını itiraf etmesini beklemesi nedeniyle mecliste gerginlik yaşandı. Bunun üzerine Abbas, Babür elçisi Han Alemi'yi işaret ederek Babür imparatorunun Kandehar'ı geri vermemesi halinde zorla geri alacağını söyledi. Buna karşılık Figueroa, "İran tacından bir karış toprağın çalınmasına izin verdiğim için çocuklarımın beni suçlamasını istemiyorum" diyerek diyerek cevap verdi. 2 Ağustos 1619'da Şah Abbas ve Figueroa bir kez daha bir araya geldi. İnsanların arasında Abbas ona doğru atını sürdü ve "İspanya! İspanya! İspanya! Senin için ne yapabileceğimi görmeye geldim" diye bağırdı ve konuşma yakın arkadaşlarının da hazır bulunduğu bir ortamda devam etti. Abbas, elçiyi kendi babası gibi sevdiğini ifade ettikten sonra, Figueroa bu sıcak ortamdan faydalanmak için geri dönme izni, Karmelitler ve Augustinyanlar için kilise inşa etme izni, Osmanlı sarayındaki karışıklıklarla ilgili haberlerin akışı, Avrupalı güçlerin Osmanlılara karşı yeni bir savaş başlattığı söylentileri ve Bağdat'a saldırmak için şu anın uygun zaman olduğu gibi taleplerde bulundu. Şah Abbas sakin bir şekilde dinledi ve son savaşta İspanya kralının sözünü tutmadığını ve Osmanlılar için büyük bir sorun yaratmadığını, hatta Sultan ile barış yaptığını söyledi. Aksi bir durumda kendisinin Kudüs'e kadar gidebileceğini de sözlerine ekleyerek, tüm başarılarından sonra kılıcını Tanrı'ya borçlu olduğunu belirtti. İspanyol elçi, İspanyol taleplerine geri dönerek Safevi İmparatorluğu'nun İngilizleri ticaret yollarından uzak tutması gerektiğini, müttefikleri Hürmüz Kralı'ndan alınan toprakların geri verilmesinin önemini yineledi. Abbas, bu adaların Hürmüz Kralı'na mı yoksa kendisine mi ait olduğunun İspanya Kralı için neden önemli olduğunu anlayamıyordu. Hürmüz Kralı'nın Sünni olduğu için Avrupa'ya kıyasla Şiilere daha düşman olduğunu açıkladı. Abbas'ın tutumunu anlayan İngiliz elçisi, onun ele geçirdiği toprakları teslim etmeyeceğini, hatta gerekirse istediğini zorla alacağını anlamıştı. İngiliz elçisinin İngiliz ticareti için müzakereleri sonuçlandırmaya yönelik birkaç girişimine rağmen, hepsi başarısız oldu.[27]

Askeri operasyonların başlaması değiştir

Keşm'in ele geçirilmesi değiştir

 
Keşm Adası'ndaki Portekiz kalesi

Ağustos sonunda Figueroa İsfahan'dan Hürmüz'e doğru yola çıktı. Yolda, İspanya kralından bir mektup taşıyan bir kuryeyle karşılaştı ve onu kabul etti. Mektupta iki imparatorluk arasında bir anlaşma taslağı vardı. Figueroa mektubu okuduktan sonra bunun saçma olduğunu anladı çünkü Şah Abbas'ın İngilizlerle bağlarını koparmayı ya da topraklarını geri vermeyi asla kabul etmeyeceğini biliyordu. Kuryede ayrıca Robert Shirley ve İspanya kralından Şah için yazılmış başka bir mektup daha vardı. Bu şartlar altında İsfahan'a dönmenin bir anlamı olmadığını anlayan Figueroa, Şah'ın kendisine bir mektup yazarak mektuplarla birlikte gönderdi ve başkentteki Hristiyan rahiplere müzakerelere devam etmeleri talimatını verdi. Abbas mektupları ve önerilen anlaşmayı okuduktan sonra öfkelendi, kılıcını çekti ve Portekizlileri (ve aynı zamanda İspanyolları) Körfez'den çıkarmaya yemin etti. Daha önce Hürmüz'ü sadece İspanyol-Portekiz hükümdarıyla bir ittifak olasılığı olarak görmüş ve operasyonlar için askeri gemi eksikliği nedeniyle ele geçirmeye çalışmamıştı. Artık onlarla işbirliği yapma ihtimalinin olmadığı anlaşılmış ve İngilizler daha cazip ortaklar haline gelmişti. Onlar olmadan, Surat'ta bu iki imparatorluk arasında bir çatışma vardı ve Abbas bu çatışmayı Basra Körfezi'ne kadar genişletmek istiyordu.[28]

Portekizli amiral Rui Freire kuvvetleriyle birlikte Haziran 1620'de geldi. İngilizleri Körfez'den çıkarmaya kararlı olan Freire, Aralık ayında Cask Adası'na varan dört İngiliz gemisine saldırdı. Kaptan Shilling'in ölümüne rağmen İngilizler zafer kazanarak Körfez'e giden deniz yolunu açtılar.[29] Bu saldırı Safevi tarafı için sadece İngiliz deniz gücünün üstünlüğünü değil, aynı zamanda toplarının hassasiyetini de canlı bir şekilde göstermiştir. Sonuç olarak, Freire başarısız bir şekilde Hürmüz'e çekilmek zorunda kalsa da, gemilerine 500 gülle yükleyen İngilizler Cask Adası'nı terk etti. O yılın yazında Şah Abbas, Hazar kıyısındaki Fereydunabad'daki sarayında ağır bir hastalığa yakalandı. Sarayından ve yerel halktan birçok kişi bu hastalıktan öldü ve Şah'ın hayatının tehlikede olduğu anlaşıldı. Hastalığın aşırı şarap sevgisi nedeniyle Allah'ın bir cezası olduğuna inanan Abbas, alkol satışını ve tüketimini yasakladı. Bu yasak ertesi yaz kaldırıldı çünkü Şah iyileştikten sonra insanlar alkol yasaklandığı için daha az zararlı olduğunu düşünerek daha da zararlı maddeler tüketmeye başladılar.[30]

1622'de Freire, 1614'te Safevi İmparatorluğu tarafından ele geçirilen Keşm Adası'nda bir kale inşa ederek başkentte aldığı talimatları uygulamaya koydu. Portekizli amiral ayrıca komşu Luristan kıyılarına da baskın düzenleyerek esir alınan tüm Kızılbaşları öldürdü ve vilayet Şah Abbas tarafından ilhak edildikten sonra Kızılbaşların yerleştiği köyleri yaktı. Portekizliler ayrıca asker taşımak için kullanılabileceğini düşündükleri tüm tekneleri de yaktılar.[31] Abbas bunu bir savaş ilanı olarak değerlendirdi ve Fars eyaleti valisi İmamkulu Han'a Portekizlilere uygun bir karşılık vermesini emretti. İmamkulu Han Keşm adasını kuşatmasına rağmen, gemi eksikliği nedeniyle yine de zorluklarla karşılaştı. Ancak İngilizlerin geleneksel ipek ticaretine devam etmek için Aralık ayında geri dönecekleri biliniyordu. Sonbaharda, İngiliz şirketinin İsfahan'daki temsilcisi Edward Monnoks, Şah'ın, İngiliz gemilerinin Portekizlilere karşı Kızılbaş ordusuna askeri destek sağlamaması halinde kendilerine ipek satışının durdurulacağını belirten emrini okudu. Monnoks bunu prensip olarak kabul ederken, gemi kaptanlarına danışması gerektiğini belirtti. Abbas, İmamkulu Han ile müzakereler için yetkili bir kişi atadı.[32]

Doğu Hindistan Şirketi güçlü bir donanma filosunu Basra Körfezi'ne göndermişti. Alınan bilgilere göre, yakın zamanda takviye edilen Ruy Freire ile yakın gelecekte çatışmalar kaçınılmazdı. Filo 14 Aralık'ta Keşm'e vardı ve burada bir mektupla Safevi İmparatorluğu'ndaki Monnoklar ve diğer yetkili kişilerle temas kurmaları talimatı verildi. Görüşmenin Hürmüz yakınlarındaki küçük bir limanda gerçekleşmesi gerekiyordu. Monnoks, İngiliz denizcileri Şah'ın isteklerine uymaya ikna etmek için zorlu müzakereler yapılacağını tahmin ediyordu. Zira İngilizleri Basra Körfezi'nden kovmaya çalışan Portekizlilere karşı savaşmak başka bir şeydi ama Katolik bir devletle müttefik olsa bile başka bir Müslüman güce saldırmak, hele de İngiltere bu devletle resmen savaş halinde değilken, tamamen farklı bir meseleydi. Ancak nüfuzlu bir şahsiyet olan Monnoks, gemi konseyiyle yaptığı uzun tartışmalardan sonra, Safevi İmparatorluğu'yla ticaretin devam etmesi için Abbas'ın taleplerini kabul etmekten ve Kişm ile Hürmüz'ü ele geçirmesine yardımcı olmaktan başka çare olmadığına ikna etmeyi başardı. 18 Ocak 1622'de Monnoks ve yardımcısı Bell, İmamkulu Han'la bir sözleşme imzaladı, ancak daha sonraki anlaşmazlıklar şartların yeterince açık bir şekilde ifade edilmediğini gösterdi.[33] Sağladıkları yardım karşılığında zafer ganimetlerinin yarısını alacaklar, savaş masraflarını eşit olarak paylaşacaklar, gelecekteki tüm gümrük gelirlerinin yarısını alacaklar ve gümrüksüz mal ithal ve ihraç edebileceklerdi. İranlılar ayrıca Basra Körfezi'nde kalan İngiliz gemilerinin masraflarını da paylaşmayı kabul etti. Anlaşma, İngiliz gemilerinden biri olan London'ın mürettebatının itirazlarına neden oldu; mürettebat savaş için değil ticaret için istihdam edildiklerini ve dost bir kaleye yapılacak saldırının barışı ihlal edeceğini savundu. Direnişleri, ek bir aylık ücret vaadiyle aşıldı.[32]

İngiliz gemileri hızla Keşm'e doğru ilerledi. Burada onları Ruy Freire komutasında, yerel Araplar ve Portekizlilerden oluşan 450 kişilik bir garnizon bekliyordu. İngilizler kaleyi bombalamak için en büyük beş toptan oluşan bir batarya kurdular ve kaleyi hem karadan hem de denizden bombaladılar. Kaleye yönelik ana saldırılar 3.000 Kızılbaş askerinden oluşan bir kuvvet tarafından gerçekleştirilmiştir. Keşm kalesinin duvarları o kadar güçlü değildi ve kısa sürede yıkıldı. Garnizonun ayaklandığını gören Ruy Freire teslim oldu. Portekizlilerin birçoğunun Hürmüz kıyılarına teslim olması, garnizonsuz kalenin durumunu daha da zorlaştırdı. Diğerleri ise körfez boyunca Muskat ve Sohar gibi diğer Portekiz mülklerine sığındı. Ruy Freire Surat'a götürülmüş ve burada kaçmayı başarıp tekrar savaşmak üzere körfeze dönmüş olsa da, savaş onun için başarılı geçmemiştir. Savaşta ele geçirilen Arap savaşçılar, Şah'a daha önceki bağlılıkları nedeniyle isyancı olarak kabul edildi ve hepsi idam edildi. Aralarında ünlü denizci ve Kuzey Kutbu kaşifi William Baffin'in de bulunduğu üç İngiliz savaşlarda hayatını kaybetti.[34]

Hürmüz'ün ele geçirilmesi değiştir

 
Portekiz kalesi

Zaferden iki hafta sonra, 10 Şubat'ta büyük Kızılbaş ordusu Hürmüz'e konuşlandırıldı ve bölge hızla ele geçirildi. Daha sonra İskender Bey Münşi tarafından "Frenklerin tahkimat sanatındaki becerilerinin muhteşem bir örneği" olarak tanımlanan kale kuşatıldı. İngilizler sadece surları değil, kale duvarlarının yakınına sığınan Portekiz gemilerini de bombardımana tuttu. Karada, İngiliz toplarından oluşan bir batarya kurularak müthiş bir topçu birliği oluşturuldu. Mevzilerini inatla savunan Portekizlilerin gösterdiği şiddetli direnişe rağmen, Kızılbaşlar 17 Mart'ta kalenin duvarlarından birinin yıkılmasından sonra bile kaleyi ele geçiremediler. Portekiz garnizonu yakın gelecekte Goa'dan yardım gelmesini umuyordu. Böyle bir yardım gelse bile, savaşçıların azlığı nedeniyle savaşa katılmaları gecikti. İki ay süren yoğun direnişten sonra, 23 Nisan 1622'de, kalenin Kızılbaşlar tarafından ele geçirilmesi üzerine bir katliamdan korkan Portekizliler teslim oldu.[35][36]

Böylece Basra Körfezi'ndeki yüzyıllık Portekiz egemenliği sona erdi. Figueroa, bu trajediyi İspanyol-Portekiz'in aptalca saldırgan politikasına bağlıyor:

Hayatta kalan Portekizli savaşçılar, kadın ve çocuklar Maskar ve Sohar'a götürüldü. Yine Portekizlilerin yanında savaşan Müslümanlar idam edildi. Hürmüz önemli zenginlikleriyle birlikte yağmalandı. Monnoks bunu şu şekilde açıklıyor:

Kızılbaşlar özellikle ele geçirdikleri Portekiz toplarının gücünden çok etkilenmişlerdi. Bu toplar İsfahan'a götürüldü ve Şah'ın sarayının önünde sergilendi. İskender Bey Münşi bu topları "her biri Frenklerin top yapma sanatının şaheseri" olarak tanımlamıştır. Daha sonra İngilizler, Kızılbaşların ganimetten adil paylarından fazlasını aldıklarından şikâyet ettiler. Ayrıca, Kızılbaşların kuşatma için sürekli olarak iki gemi sağlamadıkları için geri kalan kuşatmaya katılmayı reddetmelerinden endişe duyuyorlardı ve bu nedenle Kızılbaşların Maskat'taki Portekizlilere saldırmak için kendilerine katılma önerisini reddettiler.[37] Ayrıca, İngilizlerin zafer sonucunda ele geçirdiği ganimetler Kızılbaşlar tarafından düşük bir fiyata satıldı.[38][37]

Hürmüz'ün ele geçirilmesinden sonra Abbas için önemini yitirdi. Şah Abbas adına önce Gambron'a sonra da Bender Abbas adlı limana yönlendirdiği tüm ticaret yolunu daha iyi koruyabilirdi. Bu bölge hızla genişledi ve İngiliz ticaret gemilerinin giriş noktası olan Caskin'in işlevlerini devraldı.[39] Kısa bir süre sonra Hollanda Doğu Hindistan Şirketi de başlangıçta İngilizlerin müttefiki, daha sonra ise rakibi olarak bölgeye müdahale etmeye başladı. Portekizliler, buradaki topraklarını kaybettikten sonra bölgenin kontrolünü yeniden ele geçirmek için birkaç girişimde bulundu. 11 Şubat 1625'te Hürmüz'de Portekiz gemileri ile İngiliz-Hollanda gemileri arasında bir savaş çıktı. Safevi ordusunun gemilerinin sahilden ateş ve duman çıkardığını gördüklerinde hayrete düştükleri söylenir. Savaş her iki taraf için de mutlak bir zaferle sonuçlanmasa da, Portekizliler bundan sonra Hürmüz için herhangi bir tehdit oluşturamadı. Aynı yıl, Avrupalılar arasındaki rekabetin yalnızca Hürmüz'ün yararına olacağını fark eden Portekizliler Şah Abbas'a gelerek Kongo kıyılarında bir fabrika kurmalarına ve bir kale inşa etmelerine izin verildi. Portekizliler ayrıca, İstanbul'dan elde ettiği iç bağımsızlığı korumak için Portekizlilerle iyi ilişkilerini sürdürmenin önemli olduğunu düşünen Basra valisiyle de iyi ilişkilerini sürdürdüler.[37]

Hürmüz'ün ele geçirilmesinden sonra İspanya kralı, iki devletin monarşilerinin birleştiğini ileri sürerek protesto etti ve İngiliz hükûmetinden askeri müdahale için bir açıklama talep etti. Açıklama olarak da şirketin Safevi İmparatorluğu tarafından çatışmaya zorlandığı belirtilmiştir. Kral I. James ve gözdesi Buckingham, Portekizlilerin itirazlarını umursamadılar ve elde edilen ganimeti paylaşmaya hevesliydiler. Buckingham, Lord Amiral olarak, Doğu Hindistan Şirketi'nin son yıllarda hem Portekiz'den hem de Hürmüz'den ele geçirilen gemilerinden elde edilen ve 100.000 sterlin olarak tahmin edilen kârın onda biri üzerinde hak iddia etti. Şirketi Amirallik Mahkemesi'ne çıkarmak ve gemilerini limanlarda durdurmakla tehdit ettikten sonra 10.000 Sterlin elde etmeyi başardı. Kral, kendisini İspanyolların şikâyetlerinden kurtardığını açıkça beyan ederek, "Seni İspanyolların şikâyetlerinden kurtarmadım mı? Ve siz bana hiçbir şey iade etmiyor musunuz?" diye soran krala da 10.000 sterlin verildi.[40]

Ayrıca bakınız değiştir

Notlar değiştir

  1. ^ Arguebus, 15. yüzyılda Avrupa'da ve Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkan bir uzun silah türüdür. Arguebus'la silahlanmış bir piyadeye arguebusier denir.[23]

Kaynakça değiştir

  1. ^ Bomati və Nahavandi 1998, s. 159.
  2. ^ Cole 1987, s. 186.
  3. ^ Bomati və Nahavandi 1998, s. 161.
  4. ^ Bomati və Nahavandi 1998, s. 162.
  5. ^ İnalcık 2000, s. 398.
  6. ^ a b c Blow 2009, s. 69.
  7. ^ Pazuki 1317, s. 322-323.
  8. ^ Blow 2009, s. 70.
  9. ^ Blow 2009, s. 71.
  10. ^ a b Blow 2009, s. 72.
  11. ^ Blow 2009, s. 72-73.
  12. ^ a b Blow 2009, s. 73.
  13. ^ Blow 2009, s. 73-74.
  14. ^ Blow 2009, s. 102-103.
  15. ^ Blow 2009, s. 103.
  16. ^ a b Blow 2009, s. 104.
  17. ^ Blow 2009, s. 113.
  18. ^ Blow 2009, s. 114.
  19. ^ Blow 2009, s. 114-115.
  20. ^ Blow 2009, s. 115.
  21. ^ Blow 2009, s. 116.
  22. ^ Blow 2009, s. 117.
  23. ^ Chase 2003, s. 24.
  24. ^ Blow 2009, s. 118.
  25. ^ Blow 2009, s. 119-120.
  26. ^ a b Blow 2009, s. 120.
  27. ^ Blow 2009, s. 120-123.
  28. ^ Blow 2009, s. 123.
  29. ^ Mehdevi 1377, s. 90.
  30. ^ Blow 2009, s. 124.
  31. ^ Blow 2009, s. 125.
  32. ^ a b Blow 2009, s. 126.
  33. ^ Pazuki 1317, s. 335.
  34. ^ Amy Tikkanen. (2020). "Baffin Bay". Encyclopedia Britannica. 20 Ekim 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 6 Ekim 2022. 
  35. ^ Pazuki 1317, s. 336.
  36. ^ a b Blow 2009, s. 127.
  37. ^ a b c Blow 2009, s. 128.
  38. ^ Streck 1993, s. 516.
  39. ^ Streck 1993, s. 515-516.
  40. ^ Blow 2009, s. 128-129.

Kaynak değiştir