Johanna Schopenhauer

Johanna Schopenhauer, Polonya Krallığı Tacı olan Gdansk'ta Hollandalılar ekstraksiyonuna mensup orta sınıf tüccar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Christian Heinrich Trosiener de şehirde bir meclis üyesi idi. Johanna, sanata duyarlı ve yabancı dil öğrenmede oldukça yetenekli, tez canlı bir kızdı. 10 yaşına gelmeden, ana dili Almanca dışında Lehçe Fransızca ve İngilizceye hâkim olmuştu.

Johanna Schopenhauer, kızı Adele ile 1806' tarihinde. Resim Caroline Bardua tarafından yapılmıştır.

Genç Johanna, bir kızın "ticaret" yapmasının yanlış olduğunu düşündüğünden ressam olmayı arzuluyordu.

18 yaşındayken, kendisinde yirmi yaş büyük ve daha zengin bir tüccar olan Heinrich Floris Schopenhauer ile evlendi. Sırasıyla 1788 ve 1797 doğumlu iki çocuğu, Arthur ve Adele Schopenhauer'u dünyaya getirecektir. Johanna'nın hayatının gerçeklerini "şiirsiz, dolaysız" anlatmayı vadettiği otobiyografisinde Johanna, kendisine "talep ettiğinden daha fazla ateşli bir aşkı olmadığını" itiraf etmiştir. Bununla birlikte, Heinrich Floris ile evlenmek için ebeveynlerinden baskı gördüğü fikrini de reddetmiştir. Aksine, onu kendisine çeken şeyin Heinrich Floris'in sosyal statüsü ve bu statü yoluyla ulaşabileceği şeyler olduğunu belirtmiştir. Evlilik istikrarlıydı ama başından beri Johanna onun ve kocasının mutluluğunun iradesinin istifasına bağlı olduğunu hissetmiştir.

1805'te kocasının ölümünden bir yıl sonra Johanna ve kızı, Weimar'a taşınmıştır, burada ne yakın bir arkadaşı ne de bir akrabası bulunuyordu. Dahası Napolyon'un burayı işgal etme tehlikesi bulunuyordu. Johanna yaklaşan savaş riskini bilmemesine rağmen, durum netleştiğinde şehri terk etmek istemedi. Zirâ şehirden kaçış yalnızca kendisi ve kızı için mümkündü, hizmetçileri kendi kaderlerine bırakmak zorunda kalacaktı ve o bunu reddediyordu.

Savaş sırasında Johanna, ihtiyacı olanlara hizmet sunma, Alman askerlerine yardım etme ve evleri Fransız askerleri tarafından ele geçirilen kendisinden daha az şanslı vatandaşlara sığınak sağlama konusunda oldukça etkindi. Bu sayede, hızla Weimar'da popüler bir figür oldu.

Savaştan sonra, (Hamburg'dan ayrılmadan önce planladığı gibi), "salonierre" olarak yüksek bir üne kavuştu ve gelecek yıllarda yarı haftalık partilerine birkaç edebî ünlü eşlik etti: Wieland, Schlegel kardeşler August ve Friedrich, Tieck ve her şeyden önce, muhtemelen Johanna'yı Weimar'a çeken en önemli kişi olan olan Goethe idi. Goethe'nin onayı, Johanna'nın sosyal başarısının arkasında büyük bir faktördü ve Johanna'nın Weimar'da evinin kapılarını başkalarına açan ilk üst sınıf kadın olması gerçeğine büyük katkıda bulundu. Böylece Goethe'nin metresi Christiane Vulpius, şimdiye kadar şehrin parlayan sosyal sahnesinden çıkarıldı.

Arthur Schopenhauer ilk başta Hamburg'da kalmayı seçti. O anda babasına, tüccar çıraklığını sona erdirmek için verdiği bir sözü yerine getirmeye niyetliydi, fakat bu yolda çok fazla acı çekti ve asıl istediği şeye felsefe okumaya niyetlendi. Johanna ise, oğlunu bu çalışmaları geride bırakmaya ve bir bilim adamı, bilgin olma arzusunu takip etmeye teşvik etti.

Ancak anne ve oğul anlaşamadılar. Arthur'a yazdığı mektuplarda Johanna, oğlunun karamsarlığından, kibrinden ve otoriter tavırlarından dolayı ne kadar sıkıntılı olduğunu ortaya koymuştur. (Schopenhauer'un annesine yazdığı mektuplar onun tarafından yok edildi). 1809'da, Schopenhauer sonunda Weimar'a taşındığında, annesinin evine değil, genç öğretmeni Franz Passow'un evine yerleşti, zira onunla aynı çatı altında yaşamanın kötü bir fikir olduğunu düşünüyordu. 1813'te nihayet evine taşınmasına izin verdi, ona bir oda kiraladı, ancak sık sık yaşanan tartışmalardan dolayı bu düşüncesinden vazgeçti; aynı zamanda Johanna, başka bir kiracı olan Georg von Gerstenbergk adında genç bir adamla yakın arkadaşlık ilişkisi içine girmişti.

1814'ten sonra anne ve oğul bir daha hiç karşılaşmadılar. İkisi arasındaki tüm iletişim o zamandan beri mektuplarla oldu, ama Johanna bile Schopenhauer'dan kız kardeşi Adele'ye bir yazışma okuduktan sonra kesildi, burada annelerini babalarının ölümü için suçladı, Heinrich Floris yatalak, hasta ve sadık bir çalışanın bakımına terk edilirken kendisini partilere eğlendirecekti. 1819 yılında ise Schopenhauer ailesini yaklaşım bir girişimde bulunmuştur. O yıl, Schopenhauer hanımları bir bankacılık krizinde servetlerinin çoğunu kaybetti. Schopenhauer, babasından aldığı miras onlarla paylaşmaya gönüllü oldu, ancak Johanna teklifi reddetti.

1831'de anne ve oğul arasındaki yazışmalar yeniden başladı. Görünüşe göre bu yazışmalarda ilk adımı atan Schopenhauer'du: onu mektup yazmaya teşvik eden şeyler kitaplarının satmaması, geçirmiş olduğu bedensel rahatsızlıklar gibi durumlardı. Yazışmalar, Johanna'nın 1838'de ölümüne kadar ara sıra devam etti. Johanna ve Arthur arasındaki son iletişimin samimi tonuna rağmen, Arthur, annesinin ölümünden sonra bile onun hakkında kötü konuşmaya devam etti, Johanna'nın annelik becerilerini eleştirdi ve onu tamamen bencil bir kadın olarak tasvir etti. Kendi adına Johanna, Adele'yi tek varisi yaptı.