Kullanıcı:Zanyar öner/deneme tahtası

Şidan Aşireti

değiştir

Şidan aşireti, Ertoşi Aşiretler Konfederasyonunun önemli bir koludur. eski dillerde aşiretin Adına Şeydân denmekteydi. Şidan aşiretinin tarihi ise şöyle anlatılır; EMER AXA’DAN KAYA BEG’E UZANAN DİRENİŞ ÖYKÜSÜ

Tarih; 21 Eylül 1989…
değiştir

Korculuğun yaygınlaştırılması Van’da bir toplantı yapılıyor.

NAİF YAŞAR-ÖZEL

Toplantıda, Tuğgeneral R. Uğurluoğlu aşiret büyüklerine hitaben«Bu kez yan çizmek yok. Ya evet, ya hayır. Saflarınızı netleştirin; ya bizdensiniz, ya onlardansınız...»diyerek devletin yüzünü gösteriyordu.

Bu tehditvari konuşmadan sonra, koruculuk teklifini kabul etmeyerek toplantıyı terk eden ŞİDAN aşiret reisi Kaya Öner’in kardeşi Nedim Öner, toplantıdan iki hafta sonra, Gürpınar ilçesinin Yukarı Başparmak (Axuli) mezrasında askerler tarafından bedenine 300 kadar kurşun sıkılarak öldürüldü.

Günümüzde sayıları on binlerle ifade edilen ve Ertoşi aşiret konfederasyonun 12 kolundan biri olan Şidan aşireti, yaşanan bu cinayet sonrası, o gün bugündür devlet erkine karşı temkinli bir duruş sergiliyor.

Geçmişteki devlet siyasetinin kangrenleştirdiği ‘Kürt Sorunu’ çözümüne katkı sunacak ve günümüzde hayata geçirilen ‘çözüm Sürecine’ ışık tutacağına inandığımız ‘AŞİRETLER BÜYÜK KONUŞUYOR’ yazı dizisinin bu günkü bölümünde Şidan aşiretinin dününü ve bu gününü irdeleyeceğiz.

Şidan aşireti;12 koldan oluşan Ertoşi aşiret konfederasyonun bir kolu.

Sayıları on binlerle ifade edilen aşiret üyeleri ağırlıklı olarak, Van’ın Gürpınar ilçesi sınırları içinde bulunan NORDIZ bölgesinde yaşıyorlar (dı).

Nordız; Gürpınar, Hakkari, Hoşap üçgeninde yer alan yüz binlerce dönüm araziye yayılmış, Caliyan, waré Feqiya,Şiwekor,Meydana Koliyan,Kanisipi gibi yüzlerce sürü koyunun barındığı yaylalar coğrafyasının ortak adıdır.

Bu coğrafyada, Şidan aşiretinin yaşadığı köy ve mezra sayısının toplamı 23’tür.

Şidan aşiret yönetimi, Yakın tarihte vefat eden aşiret reisi Kaya Öner’in dedesi olan Ömer Axa, daha sonra Kaya Bey’in babası Temér Axa ve ondan sonrada Kaya Öner tarafından yönetildi.

Günümüzde ise Kaya Öner’in büyük oğlu Faysal Öner, dedelerinden kalan mirası, Kürt kimlik sahiplenmesiyle aşiret cemaati içinde sürdürüyor.

Yani Faysal Öner, aşiret içinde Emer, Temér ve Kaya Öner’in bir mirası olarak kabul görüyor. Fakat aşiretin yarısı onu bir reis olarak görmüyor.

HACI SABRİ “AŞİRET GELENEĞİ HİÇ BOZULMADI”

değiştir

Şidan aşiret gerçekliğini, şu an aşirette söz sahibi olan Faysal Öner’e ulaşamadığımız için, küçük kardeşi Oktay Öner ve aşiret terminolojisinde ‘ru sipi’ olarak ifade edilen, aksakallısı, aşiret büyüğü sayılan Hacı Sabri Gülen’den dinledik.

Hacı Sabri Gülen, Aşiretin kültürel değerleri, örf ve ananeleri üzerinde yoğunlaşırken, çeşitli STK’larda yılarca yöneticilik yapan Oktay Öner ise, Şidan aşiretinin, tarihçesi, sosyo politik yönü ve dünden günümüze siyasi duruşu üzerinde derin bilgiler paylaştı.

1935 doğumlu Hacı Sabri Gülen, geçmişin izlerini Van’a haber okurlarına aktarırken, söze ‘Bir Zamanlar Nordız ve Şidan aşireti’ diyerek başlıyor ve

“çocukluk yıllarımı iyi hatırlarım. Şidan; Bölgede farklılık yapan büyük bir aşiretti. Emer Axa geleneği, Temér Axa’ya ondan da Kaya Bey’e geçti. Bizim aşiretin diğer aşiretlerden farklı kılan bir şey vardı, aşiret seferberlikte Güney Kürdistan’a yaşanan zorunlu Göç sonrası büyük kayıplar verdi. Hamidiye alayları içinde yer alan aşiret, devletin kıyımları sonrasında, Güneye göç etmek zorunda kaldı. Güneye göç eden 85 eli silah tutan delikanlıdan sadece 3 tanesi geri dönebildi. Geri gelenler, Köyde yaşlanmış kadınlarla evlendirildi ve her ailenin en fazla üç çocuğu vardı.”

1930’lu yıllarda yaşanan kıyımı özetleyen Sabri Gülen, sözü o yıllardaki yaşam koşullarına getirerek, aşiretin sosyal ve kültürel yaşamına dair şu ifadeleri kullanıyordu.

“Her köyde on beş yirmi ev vardı. tek gözlü taştan örülmüş, toprakla sıvanmış evlerde kalıyorduk. Sadece Temér Axa’nın iki odalı bir evi vardı. Biri misafirler için diğeri de ev halkı için. Yaz aylarında, at ve öküz sırtında Van’a iner,7-8 ay süren kış aylarının erzak stokunu bu hayvanların sırtında ,Van’dan Nordız köylerine taşırdık.”

Yoksulluk gerçekliğinde samimi bir söylem dile getiren Sabri Gülen,”Köylülerin giyim kuşam tarzında fazla bir seçenekleri yoktu. Erkekler sırtlarında ceketleri, ayaklarında (Ertoşi pantolon) denilen şalvarları vardı. Bir bayrama, bir düğüne ya da şehre gidileceği zaman, köylüler, birbirlerinden, şapka, ya da gömlek ödünç alırlardı. Temér axa’nın ailesi dışında,insanların birden fazla gömlek ya da çorabı yoktu.İnsanlar,Hayvan derisinden,hayvanların bileklerinden,bulunursa araç lastiklerinden(legan) adı verilen ayakkabılar yapar giyerlerdi.Ya da keçi kılından (Reşık )adı verilen ayakkabılar yaparlardı.”

KADINLAR KUTSALDI AMA YAŞAM ALANLARI ERKEKLERDEN FARKLIYDI

değiştir

Şidan aşiret kültüründe, kadının farklı bir yeri olduğunu ancak aşiret törelerine göre erkeğin yanında fazla görünmediklerini belirten Hacı Sabri Gülen, sözlerini şöyle sürdürüyordu

“Kadınlarımız her zaman büyük bir saygı ve sevgiyle onure edilirlerdi. Ancak Temér Axa’nın yada aşiret meclisi toplantılarında Kadın yer almaz. Hata köylerde, yaylalarda kadının ve erkeğin kalacağı bölümler ayrıydı. ya bir perde yada bir kilimle ayrılırdı. Aşiret kararları (Kan davası, sulh, siyasi kararlar, aşiretler arası ilişkiler) gibi kararlar erkekler tarafından alınırdı. Mesala bir sorun konuşulacaksa, Temér Axa’nın divanına gidilir, orada hatırladığım kadarıyla, Haci Cevher Delen, İkram Öner, H. Şefik Öner, Yusuf Gülen, Kerem Öner, Babir Eren,İsmail Koç,Babir Teker gibi aşiret büyüklerinin hazır bulunduğu aşiret konseyi tarafından kararlar netleşir ve son sözü Temér Axa söylerdi.Bu gelenek Kaya Öner’de de onun çocuklarında da böyle sürüp geldi”

Kadına dair bu anekdotları aktaran Sabri Gülen, Aile büyüklerinin özelyaşamda, tartışmasız söz hakkına sahip olduğunu belirtip, kendi düğüne dair ilginç anısını şöyle anlatıyordu.

“evleneceğim zaman 14-15 yaşlarındaydım. Babam beni evlendireceğine karar verdi. Ne evleneceğim kızı görmüştüm, ne de kız beni görmüştü. Bir gün babam, anneme ‘Sabri’’ye falan kişinin kızını isteyeceğiz ‘ demiş ve bir baktım birkaç hafta sonra düğünüm oldu. Eşimi ilk kez eve gelirken gördüm. O zamanlar büyüklerimiz ne dese o olurdu”

Gülen; ASKER KÖYE GELDİĞİNDE TOPYEKÜN KÖYÜ BOŞALTIRDIK

değiştir

1930 İnönü döneminden başlayarak 1990 milliyetçi cephe hükümetlerine kadar, Devletten büyük baskılar gördüklerinin altını çizen Hacı Sabri Gülen, o günleri de şöyle özetliyordu.

“şehir merkezini sadece yılın yaz aylarında görürdük. Şehre inebilmek için beş altı gün yollarda kalırdık. Tek kelime Türkçe bilen bir tek köylümüz yoktu. Askere gittiğimizde Türkçeyle tanışırdık. Askere gittiğimizde üstümüzde elbise yoktu. Asker kaçağı aramak için jandarma köye geldiğinde, köy boşaltılırdı. Kaçak olan olmayan köyden kaçardı. Çünkü o zamanlar gerçekten büyük zülüm gördük. Ya askerle çatışıp elimizi kana bulayacaktık, ya da dağa kaçacaktık. Köylüye çok büyük eziyet edilirdi. Bu eziyetin neden yapıldığını hala anlamış değilim. Askerleri eve alırdık,koyun keserdik ikram ederdik,soframızı onlarla paylaşırdık.En güzel yiyeceklerimi onlara sunardık.Ama yine dayak yemekten,hakaret edilmekten kurtulmazdık”

ŞEHİR YAŞAMI BİZLERE CEHENNEM HAYATI YAŞATIYOR

değiştir

Hacı Sabri Gülen, Şidan aşiret kültürü söylemini,90 yıllardan sonra yaşanan zorunlu göçten sonra şehir yaşamında karşı karşıya kaldıkları sıkıntılar üzerinde yoğunlaştırarak şöyle noktalıyor.

“Bak yeğenim şimdi mübarek ramazan ayı. Eve gittiğimizde soframda üç beş kişiyle oturuyorum. Apartman hayatına mahkûm etiler bizi. Köylerimizi, evlerimizi yakıp, yaylalarımızı yasaklayıp şehirle tanıştırdılar. Yaşamı bize zehir etiler. Eskiden ramazan sofralarına elli altmış kişiyle otururduk. Rahmetli Kaya bey’in divanhanesinde misafir eksik olmazdı. Bir günde üç kez tandır yakıldığını bilirim. Her gün bir yâda iki koyun kesilirdi. Bayramlarda, düğünlerde binlerce kişi bir araya gelirdi. Onlarca sürü koyunumuz vardı. Ama her şeyin tadı kaçtı. Yalnızlaştırıldık bu şehirlerde. Devlet bizlere değil kendine zarar verdi. Çocuklarımız artık her şeyi biliyor. Geçmişlerini araştırıp geleceğe dair çizgilerini belirliyorlar. Devletin çocuklarımıza özür borcu var”