İbradılı İbrahim Hayrettin Ağıldere

İbradılı Gazi İbrahim Hayrettin Ağıldere, Çanakkale Kara Muharebelerinin başladığı gün olan 25 Nisan 1915 sabahı, Arıburnu sahillerini korumakla görevli olan 27. Alay, 2. Tabur, 4. Bölük, 1. Takımın kumandanı olarak, savunmada ilk kurşunu sıkan askerdir. Çanakkale Savaşı boyunca, iki defa "gazi" unvanını alan İbradılı İbrahim,[1] soyadı kanunu çıktığında, Arıburnu, Balıkçı Damları yakınında, savunmanın yoğun olduğu ve takımıyla birlikte düşmana karşı cesaretle savaştığı bölgenin ismi olan “Ağıldere” soyadını almıştır.

Yaşam Öyküsü ve Aile Geçmişi değiştir

1888 yılında, Akseki Kazasının İbradı Nahiyesinde dünyaya gelmiştir. (günümüzde Antalya İline bağlı İbradı İlçesi). Babası, Ağazade Mehmet Sadık Bey, annesi Besime Hanım’dır. Genç yaşlarda yaşamını kaybeden bir erkek ve bir kız kardeşlerinden başka, bir kız kardeşi daha vardı (merhume Şerife Okay Hanım). Babası Mehmet Sadık Bey, kadı olarak görev yapmakta olduğu İskilip kazasında (bugün Çorum İline bağlı bir ilçedir) vefat etmiş olup, kabri oradaki tarihi Osmanlı mezarlığındadır. Annesi Besime Ağıldere’nin mezarı, atalarından Kadı Abdurrahman Paşa’nın da mezarlarının bulunduğu tarihi İbradı Mezarlığındadır.[2] İbrahim Hayrettin Ağıldere, 16. Yüzyıl başlarında Anadolu’ya yerleşmiş olan Minkarizade Oruç Ali Efendi ahfadındandır. Eski Türkistan’ın başkenti olan Horasan asıllı Oruç Ali Efendi birinci kuşak olarak sayıldığında, İbrahim Hayrettin Bey, Minkarizade Soy Ağacında 11. kuşakta yer almaktadır.[3]

19. Yüzyıl başında (1803) Karaman Valiliği yapmış olan Kadı Abdurrahman Paşa da aynı ailedendir. İbrahim Hayrettin, İbradı’da lise eğitimini tamamladıktan sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne gitmiştir. Son sınıf öğrencisi iken, Birinci Dünya Savaşının patlak vermesiyle, gönüllü olarak askere yazılmış ve üniversiteyi bırakıp, Balkan Savaşlarına katılmıştır. Ardından Çanakkale’ye gönderilmiş ve Kara Muharebelerinde 27. Alay dahilinde savaşta üstün hizmet göstermiştir. 1920’de Fatma Nefise Ağıldere ile evlenmiştir. 1921’de ilk oğlu Yusuf Hayrettin Ağıldere ve 1927’de ikinci oğlu Dumlupınar Ağıldere dünyaya gelmişlerdir. Savaşın bitiminde Anadolu’da meydana gelen karışıklık ve ayaklanmalar, hayatında pek çok olumsuz etkiler bırakmıştır. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonraki yıllarda, evlenmiş ve baba olmuş olan İbradılı, tekrar üniversiteye dönememiştir. Mersin’de Singer Dikiş Makineleri Bayinin Müdürlüğü görevinde çalışmıştır. Emekli olduktan sonra, Konya’ya yerleşmiştir. Bununla birlikte, İbradı'dan hiçbir zaman tam olarak ayrılmamıştır. Gazi İbrahim Hayrettin Ağıldere, 5 Aralık 1958’de Konya’da vefat etmiştir ve mezarı Konya Musalla Mezarlığındadır.

Birinci Dünya Savaşı Yılları değiştir

Anadolu’ya yerleşmelerinden itibaren, önce Osmanlı İmparatorluğuna ve kuruluşundan bu yana da Türkiye Cumhuriyetine çok sayıda hukukçu, kamu yöneticisi, doktor ve diğer alanlarda eğitim görmüş evlatlar yetiştirmiş olan, yenilikçi, aydın ve ileri görüşlü bir aileye mensup olan İbradılı İbrahim, çoğu hukukçu olan ailenin, bu geleneğine uygun olarak okumaya başladığı İstanbul Hukuk Fakültesini son sınıfta bırakmış, gönüllü olarak Balkan Savaşlarına katılmıştır. Balkanlardan döndükten sonra, Çanakkale’de savaşmaya devam etmiş, özellikle 27. Alayda gösterdiği başarılar nedeniyle, kendisine Liyakat Madalyası verilmiştir. Çanakkale Savaşlarında, liyakat madalyaları, sadece 27. ve 57. Alay mensuplarına verilmiştir.

25 Nisan 1915 değiştir

Çanakkale Kara Muharebelerinin başladığı gün olan 25 Nisan 1915 sabahı, Arıburnu sahillerini koruma görevi, 27. Alay, 2. Tabur, 4. Bölüğe verilmiştir. İbrahim Hayrettin, bu bölüğün 1. Takım Komutanıdır. Savaşla ilgili raporunu, komutanı Yarbay Mehmet Şefik Bey’in talebi üzerine 26 Haziran 1934 tarihli bir mektupla kayıt altına almıştır. Bu mektup, Şefik Bey’in 27. Alayla ilgili bir raporunun temelini oluşturmuş, askeri mecmuada yayınlanmıştır.[4] Rapor niteliğindeki mektuptan aşağıdaki alıntılar, 25 Nisan 1915 günü yaşadıklarını saat saat anlatmaktadır:

"İstanbul Taksim’de Mütekaid Miralay Şefik Bey Efendi!

Konya’dan

26.06.1934

Pek muhterem ve yüksek kumandanım, efendim...

Çanakkale - Arıburnu ihracının birinci günü verdiğimiz muharebenin suret-i cereyanı hakkında görüp bildiklerimin yazılmasına dair olan emirnamenizi aldım. Lütfen ve tenezzülen hakkımda ibraz buyurduğunuz teveccühünüze arz-ı şükran eylerim. Emr-i aliniz mucibince harbin cereyanını bervech-i zir (aşağıda anlatılacağı üzere) evadd ile yazıyorum.

1.  Arıburnu şark-ı şimalisinde ve Balıkçı damları ve Ağıldere nam mahalde 3 km genişlik sahil ve cephesinin tarassud ve muhafazasına 27. Alayın 2. Taburu’nun 4. Bölük 1. Takım Kumandanı sıfatıyla ve 90 silahlı askerimle memur edilmiştim. Takımın kısm-ı küllisi, Arıburnu’nun 2000 m şark-ı şimalinde Ağıldere’deki siperler gerisinde, bir manga Ağıldere’nin 300 m şimalinde Azmak civarında ve diğer manga, siperlerimizin 500 m cenubunda, Balıkçı Damları civarında bulunuyordu. Ve her iki manga ile de aradaki devriye ve postalarla irtibat tesis ediliyor, Balıkçı Damları mevkiinde bulunan mangadan çıkarılan devriyeler vasıtasıyla da Arıburnu’ndaki bölüğümüzün takımlarıyla irtibat tesis edilmekteydi. Sahilin tarassudu; gündüz siperlerde bulunduğum kuvvetlerimle gece kapalı havalarda sahile kadar nöbetçi ikamesi ve devriye postalarıyla yapılıyordu.

2.  İhraç: 25 Nisan 1915 Pazar günü kablez-zeval 03:30’da çadırıma istidasız ve müsellah bir nefer girdi. Bu fevkalade hal ve ahval üzerine, elbisemle uzanmış bulunduğum portatif karyolamdan derhal kalktım. Gelmelerinin sebebini sorduğumda, Balıkçı Damları civarındaki manga ile irtibat tesis ettiklerini, kendilerinin denizde karanlıktan tefrik edilmeyen birçok düşman gemileri gördüklerini ve bunlardan bir kısmının Arıburnu istikametinde ilerlemekte olduklarını ve Arıburnu’ndan silah sesleri işittiklerini malumat vermek üzere geldiklerini cevap verdiler. Çadırımdan çıkıp askere silah başı emrini vermekle beraber, 150 m ilerimizdeki siperlerden vaziyeti tetkik için gittim. Filhakika: Arıburnu – Kemikliler arasında cinsi ve adedi karanlıktan tefrik edilemeyen ve fütursuz birçok düşman gemilerini gördüm. Ve Arıburnu cihetinden silah sesleri geliyordu. Takımıma siperleri işgal emrini verdim. Ve Balıkçı Damları civarındaki manganın da siperlerimize gelmesi için posta gönderdim. Cephemizde takımın işgal ettiği sahada düşmanın teşebbüsü yoktu. Yalnız, gemiler karanlıktan bir hayal gibi görünüyordu. Vaziyetin inkişafını beklemeye başladık.

3.  Kablez-zeval 04:25’te karanlık zail olmaya ve denizdeki gemilerin seyr olacak bir tarzda görülmeye başladığında, düşmanın şimal ve cenub Arıburnu istikametinde yüzlerce sandal, romörkör  ve istimbotların çıktığı, asker ve zabitanın sahile tekarrup etmekte olduğu görülüyordu. Denizden düşman makineli tüfekleri ve karadan tüfek sesleri olanca şiddetiyle devam etmekte iken mesafenin bize 2000 m uzakta olmasından ateşe iştirak edemiyor ve harp sahasını da göremiyorduk. Elimizdeki silahlarla düşmana bir şey yapamadığımızdan müteessir idik. Cephemizde düşman vaziyeti henüz inkişaf etmediğinden biz zarureten intizara başladık.

4.  Kablez-zeval 04:45’te Kabatepe’deki 15 cm’lik toplarımızın düşmana ateş açtığını, üzerlerinde patlayan mermi dumanlarından anladık. Bu esnada Arıburnu’na tekarrup eden sandallarda bir karışıklık oldu. Ve ateşten çok müteessir olan sandalların bir kısm-ı mühimi, tebdil-i istikamet ederek Arıburnu ile Balıkçı Damları arasında ve şimal Arıburnu altındaki koya doğru sokulmaya, ateşimizden kurtulmak için oradaki zaviyenin bu suretle ateşimiz altına girecek mesafeye yaklaşılmakla 1200 m nişangah ateş emrini verdim.  Mermilerimiz deniz üzerinden sektirilmeye başladı. Bunca mesafeyi tam tahmin ettiğimizi anladım. Düşman kayıklarını müessir bir yan ateşine almıştım. Bu esnada denizden bize makineli tüfek ateşi açıldı.  Fakat tesirsizdi. Vazifemize mani olmuyordu. Düşman takarrub ettikçe, nişangahı tebdil ve ateşi teşdit ediyorduk. Yan ateşimizin pek müessir olduğunu görüyorduk. Çünkü sahile yanaşan birçok kayıktan hiçbir nefer çıkamıyor ve hayat eseri de görülmüyordu. Düşman sahile yeni kayıklar getirmeye devam ediyordu. Sandallardan sahile çıkabilen pek azdı. Bunlar da karada ateşimizle yere seriliyor ve canlarını kurtarmak sevdasıyla siper ve ateşlerimizden mahfuz derelere iltica edip bize mukabelede bulunamıyorlardı. Tüfeklerimiz birer makineli tüfek gibi işliyordu. Mesafe de 400 m’ye kadar düştüğünden mermilerimizde isabet fazla idi. Efrad üzerindeki cephane bitti. İhtiyat sandıklarımızı açmaya mecbur kaldık. Balıkçı Damları civarındaki derelere iltica eden düşman neferinin mevcudiyetini tahmin edemedim. Bombacı neferlerimiz, müracaata gidip düşmana bomba atmak istedilerini söylediler. Bombalarını kurdum ve götürdüm. Bombalarını atıp, düşmana telefat verdirip, avdet ettiler. Bunlar, Bigalı (isimlerini hatırlayamadığım) iki neferdi. Arıburnu’nda muharebe olanca şiddetiyle devam ediyordu. Nihayet, Allah Allah sedaları yükselmeye başladığından bölüğümüzün düşmanla süngü süngüye geldiğini anladık. Arada irtibat kesildiğinden daha fazla malumat alamıyorduk. Yeniden harbin devam ettiği anlaşılıyor, fakat silah sesleri gittikçe azalıyordu. Takım mıntıkasında muharebe olanca şiddetiyle devam ediyor, silahlarımız mütemadiyen ateşlendikçe bazı neferler tüfeklerinin ahşap kısmının tutuştuğundan şikayet ediyordu. Şiddetli ateşimiz bir makineli tüfek ateşini andırmakta idi. Harb-i Umumi esnasında tasvir-i efkar-ı azimesi, neferlerimizin Çanakkale Harbi hakkında İngiliz ihraç ordusu Başkumandanı General Hamilton’un raporlarını neşretmişti. Bu raporlara nazaran düşman takımı bir tabur ve müteaddit makineli tüfek olarak tahmin ettiğimi anladım. Sahilimizin kumları düşman askerine mezar oldu. Ve İngiliz cesetleriyle topraklarımız görülmez bir hale gelmiş ve asgari mevcudunun birkaç misli düşman telef etmiştik ki, cephanemiz de azalmış ve müdafay-ı nefs edemeyecek miktara düşmüştü. Bu esnada, Arıburnu’nda bölüğümüzün 2. Takımı’nın mevcudu azami 200 neferi geçen kahramanlarının bütün İngiliz ihraç kuvvetiyle donanmasına mukavemet kudretlerinin azaldığını ve vazifelerini hayatları pahasına ödediklerini, etraftaki silah seslerinin pek azalmasından anladım. Ve bu suretle Arıburnu’nun düşman eline geçtiği ve işgal etmekte olduğum Ağıldere siperlerine hakim mevkiler elde ettiği ve sol cenahımızdan girdiği ve bu vaziyette siperleri bırakmış bir halde kaldığı anlaşıldı. Düşmanın hedefi Conkbayırı ve Kocaçimen tepesini işgal etmesi kaviyyen melhuz etti ki, bu esnada Conkbayırı’na karar vermekten başka çare kalmamıştır.

5.  Conkbayırı’na çıkma kararı salifülveche esbab ve durub-ul hadis askeriye üzerine Conkbayırı’na çıkılıp düşmana orayı asla bırakmamayı, takat-ı işgal-i elzem olduğu kanaati edindikten sonra askere siperleri terk emri verdiğimde, esbabını anladığım, siperlerini terke muvafakat etmediklerini kayda mecburum. Cephedeki düşmandan bir lahza görmenize ve münazaran çekilerek kablez- zeval 06: 05’te Conkbayırı’nı işgal ettim. Ve orada Bölük 2 takımından yine birkaç manga kuvvetini takım iltihak etti. Arıburnu ve bölüğün vazifeli neferlerimden aldığım izahattan Yüzbaşı Faik Bey’in ve 2. Takım Kumandanı Muvazzaf Mülazımısani Muharrem Efendi’nin yaralandığını, 3. Takım Kumandanı Gelibolulu Başçavuş Süleyman Efendi’nin üç yerinden ağır yara aldığını ve bölük efrad-ı bakiyyesinin kamilen şehit düştüklerini anladım. İltihak eden neferlerde bu cenaha fazla cephaneyi, neferlerime taksim edip, bölüğün safahat-ı harbini bulunduğum mevkii havi bir rapor yazıp taburumdan cevap istedim ve raporu Gelibolulu İsmailoğlu Cemil ile gönderip elimdeki kuvvetten iki mangayı bir çavuş kumandasında Ağıldere istikametinden gelen yolları tarassud ve setr etmesi amacıyla sağ cenahım gerisine ve birer manga kuvveti de sol cenahım ve Kabatepe istikametine gönderdikten sonra kalan mevcutla Arıburnu’nda bulunan düşmana taarruz gösterisi yapıp birkaç yüz metre ilerledikten sonra 800 metreden düşmana ateş açtım ve Conkbayırı istikametine ilerlemek isteyen düşmanı tevkif ettik. Bir müddet düşmanı bu suretle meşgul ettikten sonra Kabatepe gerilerinden 27. Alay’ın ihtiyat taburlarının peyderpey seri adımlarla ilerlediğini gördük. Az müddet zarfında taburlar cepheye yetişti. Ve sol cenahımdan Kanlısırt istikametine düşmana taarruz etti. Şiddetli muharebeler başladı. Düşman çekilmeye, müdafaaya ve vaziyet almaya mecbur oldu. Ben de elimdeki kuvvetle düşmanı meşgul ediyor ve Conkbayırı yolunu kapatmakla müdafaada kalıyordum. Muharebe bu suretle birkaç saat kadar devam etti. Ve bu esnada arkamıza bir cebel topumuzun geldiğini, üzerimizden aşırdığı mermilerden anladık. Bu dakikaya kadar düşmana yalnız top siperleri ateşliyor ve bunlara dört saat kadar tüfeklerimiz ve süngülerle mukabele ediyorduk. Topumuzun gelmesi diğer ihtiyat kuvvetlerinin de gelmesini teşyid ettiğinden maneviyatımızı bir kat daha arttırdı. Bu esnada harbin başladığından 4 saat sonra 57. Alay 3. Taburu yetişti. Ve avcı hattımızı takviye etti. 1. Bölüğün nişangahını verdim, mevcudumuz ve cephanemin azlığı hakkında bölük kumandanına malumat verdim. Düşmanın denizden ağır topları ve karaya çıkardığı makineli tüfekleri mütemadiyen işliyordu.  Bu yüzden taarruzlarımız bize de pahalıya mal olmaya başladı. Ve her tarafta kanlı muharebeler saatlerle devam etti. Adım adım askerlerimiz ilerlemekte idi. Badezzeval (öğleden sonra) 19:10’da Conkbayırı’ndaki topçu mevkiine 19. Fırka Kumandanı Kaymakam Mustafa Kemal Bey geldi. Kıta ve vaziyeti sordular. Topçu muhafızı olarak bulunduğumu söyledim. “Gerilerden asker geliyor, topçu muhafızına lüzum yok, ileri hatta cephane de azalmış, beraberinize cephane alıp siz de iltihak ediniz, taarruzu teşdit etsinler, bu akşam düşmanın (herhalde) denize dökülmeleri emrini ileri hatta tebliğ ediniz” emrini verdiler. Kuvvetle hareket edip ilk tesadüf ettiğim 57. Alay 12. Bölük Kumandanı’na fırka emrini tebliğ ettim. O da tahriren ileri hatta bildirdi. Taarruzu teşdit ettik. İngiliz cesetleriyle dolu birkaç avcı hattı geçtik. Düşmanın karaya çıkardığı fazla miktardaki makineli tüfekleri, denizden gemi topları ile avcı hattını parçalamıştı. Hayli telefat vermemize rağmen yine ilerliyorduk. Ve düşmanın denize dökülmesine bir şey kalmamıştı. Bir taraftan arızalı ve fundalıklı mıntıkaya girmemiz, diğer taraftan gecenin başlamasından, her iki taraf muharebelerde bulundukları yerde kalmaya mecbur oldu. Fakat düşman gece saldıracağımızdan korktuğundan tüfekle ve makineli tüfeklerini sabaha kadar ateşledi. Ateş bazen pek şiddetli ve bütün cepheye sirayet ediyor, saatlerce bu şer cephane sarf ediliyordu. Bu minval üzere geçirdikten sonra alessabah yine taarruza başladık. İltihak ettiğim 57. Alay 12. Bölük’ün bütün zabitanı yaralanmıştı. 3. Tabur kumandanının emriyle bölüğümün kumandasını deruhte ettim. Tekrar taarruz etmeye başladık. Fakat yine taarruza halel gelmiyordu. Tekrar taarruza kalkmıştık ki, denizden atılan ağır bir top misketleriyle tepemden yaralanıp harp hattının dışında kaldım. Ve Kocadere köyündeki, sargı mahalline götürülüp, yaram sarıldıktan sonra Maydos’a, Biga ve İstanbul harp hastanelerinde 4 ay tedavimden sonra tekrar kıtama, 27. Alaya iltihak ettim. Yaralı olarak iltihakımdan sonra takım neferlerinden yapılan tahkikatta hizmetimi sebkettiğim anlaşılmış olmalı ki fevkalade bir rütbe terfii ve göğsüme liyakat madalyasıyla taltif olundum. Ve yaralı iken alayının cephesini ziyaret eden Mustafa Kemal Bey her defasında bendenizi sormak ve görmek istemiş olduğunu haber aldım. Ve Kemalyeri’ndeki karargahlarına birkaç defa gitmiş isem de karşılaşma şerefine mazhar olamadım. Ve ikinci bir yara ile tekrar ayrıldığımdan Çanakkale’ye dönüp düşmanın çekildiklerini göremedim.

6.  İngiliz harp tarihi ilk ihraç esnasının Ağıldere’de siperlerimize 40 neferle darben gireceklerini ve bizi kaçırdıkları tazyikli yazılarını külliyen reddederim. Dünyanın en mükemmel harp vasıtalarına ve faik kuvvetlerine malik olmalarına rağmen ve her türlü vesaitten mahrum bir avuç Türk kahramanının karşısında gösterdikleri aczi setr etmek, harekatımızı tenkid ve tevzik edecek bir noktayı tutmak zaruretinin olduğunu kabul ediyorum. Böyle asil ve cedir bir milletin resmi harp tarihleri ve harp kaynaklarının aslına uygun bir tarzda yazılmış olmasını görmek isteriz.

Geride bu taburu ikmal etmemi tavsiye ettiler. Cephane için müracaat ettiğim taburun levazım kumandanı benden senet istediler. Senedi yazmak üzere iken Conkbayırı’na çıktığımda, kendisiyle raporu gönderdiğim nefer Cemil avdetle raporumu 27. Alay Kumandanına (Zat-ı Alinize) verdiğini ve cephanenizden verilmesini ve mevkii muhafaza etmemin emir buyurulduğunu bildirdi. 57. Alayın 1. Taburu’ndan cephane almamıza lüzum kalmadığından, getirilen cephaneyi askere tevzii ettim. Bu esnada 57. Alay Kumandanı’ndan aldığım bir emirle takımımla, topçu muhafız olarak bırakıldım. Mezkur alayın 3. Taburu bütün mevcuduyla harbe girdi ve taarruza başladı.

Salif-ül Veche: Burada Türk kahramanlarının yaptığı dürüst ve tarafsızca yazılmış olup daha bunlara ilave edilecek birçok kahramanlıkların bulunduğu malumalilerinizdir. Hilaf-ı hakikat veya mübalağalı bir harf bile yazmadığımı hassaten kaydederim. Sualinize anlayabildiğim kadar cevap verebildiğimi arz ile derin saygılarımı sunarım. Yüksek kumandanım, efendim. Akseki Kazası’nın İbradı Nahiyesi (27. Alay 2. Tabur 4. Bölük 1. Takım) Evsat Mh. Ağazade Sadık Efendi oğlu İhtiyat Mülazım-ı Evveli İbrahim Hayrettin. Halen Konya’da; Emriniz  vechile bölük kumandanım Yüzbaşı Faik Bey hattıyla yazılmış ve imzalı raporunu leffen (ekte) takdim ediyorum. Tarih-i harbe ait elimde kalan yegane kıymetli vesaik bundan ibarettir."

Ayrıca, bir radyo programı için kendisine müracaat etmiş olan Feridun Fazıl Tülbentçi’ye yazmış olduğu bir mektupta da aklında kalan anılarını özetlemektedir.[5][6]

Mustafa Kemal ve İbradılı İbrahim Hayrettin değiştir

İbrahim Hayrettin, Mustafa Kemal ile cephedeki karşılaşmasından ve daha sonra Mustafa Kemal’in kendisini aramasından mektubunda şu şekilde bahsetmektedir: "..... Badezzeval (öğleden sonra) 19:10’da Conkbayırı’ndaki topçu mevkiine 19. Fırka Kumandanı Kaymakam Mustafa Kemal Bey geldi. Kıta ve vaziyeti sordular. Topçu muhafızı olarak bulunduğumu söyledim. “Gerilerden asker geliyor, topçu muhafızına lüzum yok, ileri hatta cephane de azalmış, beraberinize cephane alıp siz de iltihak ediniz, taarruzu teşdit etsinler, bu akşam düşmanın (herhalde) denize dökülmeleri emrini ileri hatta tebliğ ediniz” emrini verdiler. Kuvvetle hareket edip ilk tesadüf ettiğim 57. Alay 12. Bölük Kumandanı’na fırka emrini tebliğ ettim. O da tahriren ileri hatta bildirdi. Taarruzu teşdit ettik. İngiliz cesetleriyle dolu birkaç avcı hattı geçtik. Düşmanın karaya çıkardığı fazla miktardaki makineli tüfekleri, denizden gemi topları ile avcı hattını parçalamıştı. Hayli telefat vermemize rağmen yine ilerliyorduk. Ve düşmanın denize dökülmesine bir şey kalmamıştı. Bir taraftan arızalı ve fundalıklı mıntıkaya girmemiz, diğer taraftan gecenin başlamasından, her iki taraf muharebelerde bulundukları yerde kalmaya mecbur oldu. Fakat düşman gece saldıracağımızdan korktuğundan tüfekle ve makineli tüfeklerini sabaha kadar ateşledi. Ateş bazen pek şiddetli ve bütün cepheye sirayet ediyor, saatlerce bu şer cephane sarf ediliyordu. Bu minval üzere geçirdikten sonra alessabah yine taarruza başladık. İltihak ettiğim 57. Alay 12. Bölük’ün bütün zabitanı yaralanmıştı. 3. Tabur kumandanının emriyle bölüğümün kumandasını deruhte ettim. Tekrar taarruz etmeye başladık. Fakat yine taarruza halel gelmiyordu. Tekrar taarruza kalkmıştık ki, denizden atılan ağır bir top misketleriyle tepemden yaralanıp harp hattının dışında kaldım. Ve Kocadere köyündeki, sargı mahalline götürülüp, yaram sarıldıktan sonra Maydos’a, Biga ve İstanbul harp hastanelerinde 4 ay tedavimden sonra tekrar kıtama, 27. Alaya iltihak ettim. Yaralı olarak iltihakımdan sonra takım neferlerinden yapılan tahkikatta hizmetimi sebkettiğim anlaşılmış olmalı ki fevkalade bir rütbe terfii ve göğsüme liyakat madalyasıyla taltif olundum. Ve yaralı iken alayının cephesini ziyaret eden Mustafa Kemal Bey her defasında bendenizi sormak ve görmek istemiş olduğunu haber aldım. Ve Kemalyeri’ndeki karargahlarına birkaç defa gitmiş isem de karşılaşma şerefine mazhar olamadım. Ve ikinci bir yara ile tekrar ayrıldığımdan Çanakkale’ye dönüp düşmanın çekildiklerini göremedim.. ...."

İstiklal Mahkemeleri değiştir

Çanakkale Zaferinden sonraki yıllarda, Doğu (ya da Güney) cephesinde savaştıktan sonra İbradı’ya dönerken, Konya Ayaklanması (Delibaş İsyanı)[7] sırasında yapılan tutuklamalarda ayaklanmacılardan olduğu sanılarak Konya Hapishanesinde tutulmuştur. Bunun bir haksızlık olduğunu, Balkanlarda, Çanakkale’de ve Güney Cephesinde savaşarak vatanını savunduğunu, bu nedenle Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından kendisine liyakat madalyası verilmeye layık görüldüğünü, vatanı için çarpışarak iki kere gazi olduğunu anlatabilmesi ve bunun doğrulanması süreci aylar almıştır. Sonunda, yapılan yanlışlık anlaşılarak serbest bırakılmıştır. Eşinin (Nefise Hanım) ve büyük oğlunun (Yusuf Hayrettin Ağıldere) hayattayken anlattıklarından bildiğimize göre, Konya Hapishanesinde geçirdiği bu aylar ve kendisine yapılan bu haksızlıktan sonra içine kapanmıştır. Cumhuriyete olan bağlılığını kanıtlamak istercesine, 10 Kasım 1956 tarihinde doğan ilk torununa “Mustafa Kemal” adını vermiş, soyadı kanunu çıktığında “Ağıldere” soyadını almış ve 30 Ağustos tarihinde dünyaya gelen ikinci oğlunun adını “Dumlupınar” koymuştur.

"Ağıldere" Soyadı değiştir

1935 yılında yılında soyadı kanununun yürürlüğe girmesiyle, Arıburnu’nda savunduğu mevki olan “Ağıldere” ismini soyadı olarak almıştır. Annesi Besime Hanım da oğlunun soyadını almıştır.

İbradı'daki Evi değiştir

Tüm atalarının yaptıkları gibi, dinlenmek için ailesiyle İbradı’ya gelir ve İbradı'da kaldığı zamanlarda, bugün İbradı ilçe merkezinde boş bir arsa olarak kalan yerde, tipik bir İbradı mimarisiyle inşa edilmiş olan evinde yaşardı.[8] İçinde Gazi İbrahim Hayrettin Ağıldere'ye ait büyük bir kitaplık bulunan bu ev, 1970'li yılların sonuna doğru iklim koşullarına dayanamayarak yıkılmıştır. Evin su sarnıcı ve evin arkasında yer alan bademlik, hala orada bulunmaktadır.

Kaynakça değiştir

  1. ^ Çanakkale Gazileri, Ahmet Uslu, ÜÇ S Basım, 2015
  2. ^ Tarihi bir Osmanlı Mezarlığı olan İbradı Mezarlığında bulunan Mezar Taşlarındaki yazılar, 2011 yılında İbradı Belediyesinin girişimiyle, tarihçi Serkan Gedik tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Mezarlığın ölçümü, Süleyman Baykal ve F. Gülsima Baykal tarafından yapılmış ve haritası çıkarılmıştır. Bilgileri derleyen Serkan Gedik'in kitabı, Antalya Kent Müzesi ve Antalya Belediyesi yayınları içindedir. Serkan Gedik, Antalya Kent Müzesi ve Antalya Belediyesi Yayınları, 2014.
  3. ^ Minkarizade Soy Ağacının ilk yazılan orijinali, Osmanlıca olarak Beyazıt Kütüphanesinde bulunmaktaydı. Aynı soy ağacından olan Gülriz Sururi'nin "Kıldan İnce Kılıçtan Keskin" adlı kitabı ile yine Minkarizadelerden olan Prof. Dr .Tarik Minkari'nin "Bir Cerrahın Anıları" adlı kitabında da, bu soy ağacının Türkçe olarak hazırlanmış çizimine ve diğer bazı ilave bilgilere yer verilmiştir.
  4. ^ Ahmet Uslu, Çanakkale 1915, 2007 (1. baskı), 2015 (2. baskı), Seddülbahir 1915 Özel Müzesi Yayınları (Bahsi geçen mektubun metni bu kitapta Türkçe olarak yer almaktadır).
  5. ^ Arıburnu 1915, Haluk Oral, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2012
  6. ^ Çanakkale 1915, Haluk Oral, Türkiye İş Bankası Yayınları, 2015
  7. ^ Aile içinde anlatılanlara göre Konya İsyanıdır (Kaynak: F Gülsima Baykal). Fakat bazı tarih kitaplarında Demirci Efe İsyanı olabileceği ifade edilmiştir.
  8. ^ Taş ve sedir ağaçlarından yapılmış olan evin girişinde, sağda büyük bir kiler vardı. Bu kilerin içine girilince bir kayaya dayalı dururdu. Birkaç basamaklı merdivenden çıkılınca, solda "ayazlık" denilen küçük bir balkon ve hemen ayazlığa çıkmadan da bir tuvalet vardı. Bu ara kattan üst kata çıkıldığnda, ortada büyük bir salon ve merdiven boşluğunun arka tarafında mutfak yer alıyordu. Salonun köşeleri sayılabilecek noktalara açılan kapıları bulunan dört oda vardı. İşte bunlardan mutfak tarafındakilerden kuzey cephesinde bulunan çok büyük bir kitaplık odasıydı ve dört duvarı da kitaplarla dolu olan kitap dolaplarıyla kaplıydı. (F. Gülsima Baykal)