Batıcılık: Revizyonlar arasındaki fark
[kontrol edilmemiş revizyon] | [kontrol edilmemiş revizyon] |
İçerik silindi İçerik eklendi
18. satır:
Osmanlı yenileşme hareketleri, batılı ve batılı olmayan kurumlar arasındaki ikilikleri kaldırmaya, bir yandan da batılı kurumlar ile Osmanlı Devleti’nin geleneksel kurumlarının bir arada ve uyum içinde tutulmaya yönelik hareketleridir.Osmanlı İmparatorluğu feodal, teokratik değil ama ümmetçi bir yapıydı.Şeriat, devlet işlerinde ana kanun olmasına rağmen, örfi hukuk ve maslahat ile laik bir gelişme de vardı. Yükselme yıllarında şeriat olaylara uygun giderken, gerileme ve çöküş yıllarında olayların şeriata uygunluğu öne geçti. Olayların hızına yetişemeyince ictihad kapısı kapatıldı ki bu gericiliğin başlangıcıdır.İlmiye sınıfı Osmanlı'da hakim sınıftı Şeyhülislam, kazasker, kadı, müftü, hocalar kamuoyunu bunlar yapıyordu. Batı'daki ruhbanlarla karşılaştırıldığında ruhban sayılmazlardı ancak devlete ve topluma hakim kişiler topluluğuydu. Seyfiye ve kalemiye onların yanındaydı. Gerilemenin bir sebebi olarak da İlmiyenin bozulmasını sayabiliriz.Batılılaşma, batı gibi olmadır. Çünkü Batı ilim ve teknikte ilerlemiştir, üstündür, Osmanlı geri kalmıştır, savaşlarda artık yenilmektedir. Üstelik Batı sadece teknik değil medeni üstünlüğü de ele geçirmiştir. O halde Osmanlı da Batı'ya benzeyecektir. Kurumlar değiştirilecek, Batı'ya elçiler ve aydınlar gönderilecektir. Batının her türlü yeniliği alınacak, Osmanlı ülkesinde bunlar tatbik edilecektir.(4)
27. satır:
1839'da Sadrazam Mustafa Reşit paşa Tanzimat'ı ilan etti. Gülhane Hattı Hümayunu, bir rönesanstı. Abdülmecid'in, Ali ve Fuat paşaların, Genç Osmanlıların rönesansı. Muhalif aydınları Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi, Ziya paşa, Agah Efendi ilk Batıcı aydınlar. Meclisi Valayı Ahkamı Adliye ilk Danıştay. Orduda yenileşmeler. Eğitimde Darülfünun, ilk ve orta okullar. Bu dönemde Batılılaşma artık zaruri bir ihtiyaç olmuştu ancak devletin esas unsuru Osmanlılık ve İslam'dı. Batı da Batılılaşmaya mecbur ediyordu. 1856'da Islahat Fermanı ilan edildi. 1868'de Şurayı Devlet kuruldu, yani ilkel bir meclis idaresi. 28 Müslüman, 13 gayrimüslimden oluşan 41 üyeli bu meclis bütçeyi incelemek yetkisine sahipti ama kısa bir sürede sadrazamın nüfuzuna girdi.Osmanlı’da Fransa’nın etkisiyle çeşitli okullar açılmaya başlamıştı. Batı Edebiyatı ve tiyatroları tercüme veya adapte edilerek geniş tarzda Osmanlı kültür hayatına intikal ettirilmiştir. Şer’i ye mahkemelerine pek ilişilmemekle birlikte Hıristiyan tebaanın ihtilaflarını çözmek için cemaat mahkemeleriyle karma ticaret ve hukuk mahkemelerinin kurulması sağlanılmıştır. Fakat adli kurumlarda görülen bu ikilem, Tanzimat’ın özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Konuya bir başka taraftan yaklaşan Alan Palmer şöyle ifadelendirir:”Genel olarak hukuk reformları, İkinci İmparatorluk döneminde uygulanmaktan olan Fransız modelini yakından izliyordu”. Tanzimat, beklenilen ve istenilen dışında toplum bünyesinde bir farklılaşma meydana getirmiştir. Zira, çok uluslu bir topluluk olan Osmanlı’da, sadece farklı iki veya daha fazla din toplulukları değil, pek çok ırki farklılaşma bulunmaktaydı. Böylesi ayrılıklar ortamında, Tanzimat topluma nüfuz ettikçe ayrılıkları daha da arttırmış ve batılılaşma meselesi, çeşitli değer hükümlerine sahip toplum bünyesinde birer kopma unsura olmaya doğru şekillenmeyi sağlamıştır. Fransa, İngiltere ve Rusya gibi ülkeler, ülkedeki yabancı unsurlar üzerinde haklardan daha fazla yararlanmak için şikâyetlerde bulunmuşlardı. Bütün bu gelişmeler ve baskılar karşısında Osmanlı Devleti, bu defa 1856 Islahat Fermanı’nı ilan etmek zorunda kalmıştır.(6)
Avrupalılaşma ve Batılılaşma, 2. Meşrutiyet’e kadar bir devlet politikası olarak değil, yarı şuurlu bir özlem olarak daha çok aydınlar arasında belirmiştir. Meşrutiyet Dönemi’nde Tanzimat Batılılaşması eleştirilmiş ve yeni batılılaşma yolları aranmıştır. Dönemin aydınları, Avrupa ile aramızdaki farkın askeri ve idari alanlardaki farklardan ibaret olmadığını, Avrupa’nın bilimin temsil ettiği yeni zihniyet ilerlemeye ve beraberinde ekonomik zenginlik ve gelişmişliğin getirilmesinin gerekliliğini savunmuşlardır. Her alanda birden ilerleme hedeflenmiştir. Meşrutiyet sistemi Osmanlı’nın kurtuluşunu sağlayabilir, düşüncesi 1860’larda Yeni Osmanlılar tarafından çare olarak düşünülmüş, dönemin aydın ve devlet adamları tarafından da destek bulmuştur.
Satır 38 ⟶ 33:
Avrupa ile aramızdaki farkın bilim farkı olduğu Meşrutiyet devrinde iyice belirginleşmiştir. Bilimin gerçek anlamda modernleştirici ve ilerletici gücünden istifade edilemeyince; gündelik hayat, kıyafette değişim, Avrupa teknolojisinin transferi, Avrupa’daki sosyal ve idari teşkilatların Osmanlı yönetimine uyarlanması, çeşitli kanunlar gibi toplum hayatında hemen kendini gösterebilecek değişiklikler ön plana çıkmıştı. Batıcıların çabaları bir yönüyle sonuç vermişti. Sonuç olarak denilebilir ki Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında Türk toplumu Batı’nın etkisinde kalmıştır. Bu yüzden, gerek aydınların gerekse İstanbul halkının yaşayış biçimi ve dünya görüşünde büyük değişimler meydana getirmiştir. 19. Yüzyılın ikinci yarısında Batı medeniyetinde hakim düşünce maddeci felsefedir. Pozitivizm, Osmanlı modernleşmesine katkısı ilk olarak kültürel sürecin laikleştirilmesini sağlamasıdır. Bu dönemde etkili olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de etkisini sürdürecek Batılılaşma düşüncesi ve temsilcileri, Meşrutiyet yıllarında batıcıların yayın organı sayılan ve Batılılaşmanın tüm önde gelen isimlerinin toplandığı İçtihat dergisinde fikirlerini açıkça dile getirmektedirler. Aynı zamanda bu dönemde Batıcı yazarlar tarafından Avrupa adab-ı muaşeretini Osmanlı toplumuna tanıtan ve uyarlamasını yapmaya çalışan tercümelerle karşılaşıyoruz. Bu tercümelerin öncüsü olarak Abdullah Cevdet’i gösterebiliriz.
Osmanlı ile mukayese edilecek diğer ülke Japonya'dır. Japonya, 1603-1867 arasında Batılı güçlerin Japonya'ya girişini yasakladıktan sonra, 1867'den itibaren hızlı bir Batılılaşma başlattı. Sanayileşme yoluyla güçlü bir Japonya kurmak için başlayan çalışmalar içinde "dine hayır, ama bilime, tekniğe, kültüre evet" dönemi başlamıştır. Sanayileşme içinde güçlü bir eğitim sistemi de kuruldu. Amerika ve Avrupa vasıtasıyla Batı bilim ve zihniyeti Japonya'ya kısa sürede yerleşti. Dolayısıyla Japonya ile Osmanlı arasında Batılılaşma açısından önemli metot ve başarı farkları ortaya çıktı. (8)
Batı eğitim sistemleri ile klasik Osmanlı eğitim sisteminin farkları
Aslında ilk kuruluş zamanlarında İslâm dünyasındaki medrese sisteminden oldukça etkilenen Ortaçağlardaki Avrupa eğitim sistemi, Batı medeniyetinin laikleşmesi, bilimsel düşünceye dayalı yeni bilgi sistemlerinin gelişmesi, yönetim biçimlerinin demokratlaşması, sanayi kuruluşlarının devamlı kalifiye eleman istemesi gibi faktörlerle değişmeye başladığı görülmektedir.Batı ülkelerinde Ortaçağlarda eğitim dini kurumların görevi olarak görülüyor ve devlet eğitim işlerine karışmıyordu. 16-18. yüzyıllarda da eğitimde sınıfsal bir karakter ortaya çıkıyor, yüksek tabakalar kendileri için kaliteli okullar kuruyorlardı. 19. Yüzyılın ortalarından itibaren devlet okulların bakım ve yönetimini üzerine almaya başladı. Her vatandaşın öğrenim hakkının temel haklar arasında bulunduğu, 1792'de Fransız Milli Meclisi'nde Condorcet'nin verdiği raporla kabul edildi. Ayrıca teknik ve ekonomik gelişmeler, sanayileşme sonucu ortaya çıkan sosyal hareketlilik ve çocuk psikolojisi alanındaki gelişmeler Batı eğitim sistemlerinin yeni yapılanmasına derinden etki etmişti. İnsanlar bir dinin ümmeti gibi değil, bir devletin "vatandaşı" olarak görülmeye başlandı. Kilisenin kontrolü dışında, laik karakterde, herkes için zorunlu, parasız temel eğitim sistemi kurulmaya başlandı.(9)
1870'lerden itibaren eğitimin devlet kontrolüne girdiği İngiltere'de, 1876'da genel öğretim mecburiyeti başladı. Zamanla mecburi öğretim süresi giderek arttı. 1891'de ilköğretim parasız hale getirildi. 1837'den itibaren açılmaya başlayan kolej ve üniversiteler 20. Yüzyıl başlarında bağımsız üniversitelere dönüştüler. 19. yüzyılda Fransa'dan başlayan "millî eğitim" hareketi dalga dalga bütün Avrupa ülkelerine yayıldı. 1882'de parasız ilkokullar, ortaokullar ve üniversitelerden meydana gelen üç kademeli öğretim sistemi kuruldu. 20. Yüzyıldan itibaren de okul sistemlerinde demokratlaşma başladı Avrupa'da ortaya çıkan yeni eğitim sistemi ile Osmanlının geleneksel mektep-medrese ve Enderun'a dayalı sistemi mukayese edildiğinde, şu noktalarda önemli farklılıkların oluşmaya başladığı görülür: Medrese sistemi, dinî eğitim amacına yönelikti. Ders programları buna göre düzenlenmiş, hatta dini eğitim açısından tehlikeli olabilecek Kelâm hadis. gibi bazı dersler bile programdan çıkartılmıştı. Avrupa okulları ise din derslerini giderek sınırlamış ve pozitif bilimlerin programın ana odağını oluşturduğu okullar haline gelmişti. Osmanlı ise bunu daha sonralar uygulamaya koyacaktı. Medrese sisteminde gerçi bir iç derecelenme vardı, ama öğrenim kademeleri ve sınıflar tam olarak oluşmamıştı. Ders kitapları pedagojik değildi. Öğretim metodu olarak -dinî bilimlere çok uygun düşen- ezber metodu kullanılıyordu. Sınav ve değerlendirme sistemi belli bir sisteme bağlanmamıştı. Eğitim kurumları vakıflara bağlı olduğu için vakfiyede belirlenen esaslara göre eğitim yapılıyor, Devlet medreselerdeki eğitimden ziyade mezunların iş hayatını düzenlemeye gayret ediyordu. Programların düzenli olarak uygulanması ile ilgili az sayıdaki kanunnameyi uygulayacak resmi bir makam yoktu. İslâm dini ilim öğrenmeyi herkese farz kılmış olmasına rağmen, eğitim sistemi genelde din ve yargı adamlarını yetiştirmeye yönelik idi. Bütün insanlar için ortak bir zorunlu eğitimi amaçlayacak örgün bir sisteme sahip değildi. (10)
▲ Eğitim sistemlerinin birbirlerini etkilemesi
Aslında eğitim sistemlerinin birbirlerinden etkilenmesi ta Antik Yunan döneminde Xenophen'in İran sistemini görüp anlatması, Platon'un Isparta eğitim sisteminden etkilenerek "Devlet" adlı eserini yazmasıyla başlamaktadır. Daha sonraki dönemlerde Yunan eğitimi Roma'yı, İslâm medrese sistemi de Ortaçağ Avrupa üniversitelerini derinden etkilemiştir. Eğitim vasıtasıyla toplum dinamizmini sağlamanın ilk örneğini Prusya verdi ve Alman orduları Napolyon'a cevap olarak Paris'e girdiklerinde, bütün dünyanın gözü Almanya'ya çevrildi. A.H. Niemayer, Napolyon'un 1804'te Fransa'da başlattığı eğitim reformunun Almanya'da uygulanmasını istedi. Fransız Eğitim Bakanlığı da Victor Cousin'i 1817, 1822 ve 1831 yıllarında Almanya'ya gönderdi. Fransa'nın Guizot eğitim reformu genellikle bunun raporlarına dayandı. Almanya buna cevap gibi 1830 başlarında C.A.W.Kruse'yi Fransa'ya, 1836 yılında da İngiltere'ye gönderdi. Gene bir Alman olan F.W.Thierisch 1830-1836 arasında Hollanda, Belçika ve Fransa'ya geziler yaparak eğitim sistemlerini Almanlara tanıttı. Amerika, kendi eğitim sistemini kurarken Horace Mann'ı Avrupa'ya göndersi ve buradaki yedi ülkede incelemeler yapıldı. Gene Amerikalı Henry Barnard da 1835-36 yıllarında Avrupa'ya geziler yaparak Amerika'da genel zorunlu ve parasız eğitimin kurulması için temeller oluşturdu. İngiliz Matthew Arnold da 1865'te Fransa, Almanya, İtalya ve İsviçre seyahatinden sonra, eğitim sistemlerini İngilizlere tanıttı. Rus düşünür L.N.Tolstoy 1857 ve 1860 yıllarında, K.D.Uşinski de 1862-63 yıllarında birçok Avrupa ülkesine seyahatler yaparak eğitim sistemlerini Rusya'da anlattılar.(11)
Sonuç
|