Kürt mitolojisi: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
YBot (mesaj | katkılar)
Mind is Supreme1 (mesaj | katkılar)
(değişiklik özeti kaldırıldı)
Etiketler: Geri alındı Mobil değişiklik Mobil ağ değişikliği Gelişmiş mobil değişikliği
41. satır:
== Rüstem-e Zal ==
Rüstem (veya Zaloğlu Rüstem) – [[İran halkları|İrani]] mitolojisinin efsanevî kahramanıdır. İran şairi [[Firdevsî]]'nin [[Şehname]] adlı eserinde büyük bir kahraman olarak gösterilir. Rüstem, Türk edebiyatında Rüstem-i Zâl, halk ağzında da Zaloğlu Rüstem diye tanınır. [[İranlılar]] ile [[Turancılık|Turanlılar]] ([[Türkler]]) arasındaki mücadelelerde büyük kahramanlık, güçlülük ve yiğitlik göstermiştir. Bu yüzden özellikle pehlivan, yiğit, hükümdar gibi şahısları övmek için Zaloğlu Rüstem'in adı kullanılır. Alper Tunga ile giriştiği mücadele anlatılır ve defalarca onu yendiğinden bahsedilir. Güreşçi yönü ağır basar. Tutuştuğu güreşlerde hiç yenilmediği söylenir. Dîv-i Sepîd (Beyaz Dev) ile güreşmiştir. Yalnızca İran kültüründe değil tüm Ortadoğu’da güreşçilerin simgesi hâline gelmiştir.<ref>{{Web kaynağı | url = https://tarihpostasi.com/163/zaloglu-rustem-kimdir/ | başlık = Zaloğlu Rüstem kimdir? | erişimtarihi = 22 Şubat 2021 | tarih = 8 Nisan 2011 | dil = Türkçe | çalışma = Tarih Postası | ad = Yedikıta Dergisi cevap | soyadı = verdi | arşivurl = https://web.archive.org/web/20110420181941/https://tarihpostasi.com/163/zaloglu-rustem-kimdir/ | arşivtarihi = 20 Nisan 2011}}</ref>
 
==Altın Elli Han ==
Xanê Çengzêrin (Altın Elli Han) da olarak bilinen destan, halk arasında Dımdım Kalesi olarak biliniyor. Destan, 17. yüzyılda [[Doğu Kürdistan|İran Kürdistan'ında]] yaşanmış gerçek bir [[Kürtler|Kürt]] ayaklanmasına dayanıyor. Ayaklanmanın merkezi ise İran Kürdistan'ında yer alan Mergever bölgesindeki Dımdım Kalesi'dir. Memê Alan'la birlikte Kürtlerin efsanesi olan Dımdım Destanı, 19. yüzyıl ortalarına kadar dengbej geleneği ile taşındı. 19. yüzyılın ortalarında yazıya dökülen destan [[Rusya|Rusya']]<nowiki/>nın [[Erzurum]] eski Başkonsolosu A. Jaba tarafından derlendi. 1860 "Kurdskiye Rasskazı" dört sayfalık bir düz yazı metni olarak yayımlandı. Destanın bu versiyonu Bayezitli bir Kürt'ün sözlerinden [[Araplar|Arap]] alfebesiyle kaydedildi. Birkaç ad altında bilinen destan; Dimdim (Dımdım), Dımdım Xanê Kurda (Dımdım Kürt Hanı), Beyt'ta Xanê Kurda (Altın Elli Han'ın Merkıbesi), Xanê Çengzêrin (Altın Elli Han) gibi isimlerle bilinmekte. Destanda Dımdım Kalesi kahramanca savunulduğu; İran Kürdistan'ında Tergever, Mergever, [[Bradost|Bıradost]] ve [[Uşnu]] bölgelerinde yaşayan Kürt köylülerin, [[Safevîler|Safevi]] (İran) istilacılarına karşı verdiği mücadele anlatılmakta.
Dımdım Destanı, Safevi hükümdarı [[I. Abbas|Şah Abbas]] I'in (1587-1629) döneminde yaşandı. Köylerde ve kentlerde yaşayan yoksulların durumları her geçen gün kötüye gidiyordu. Herhangi bir iyileşme görülmezken, şah kendi iktidarını ve amaçlarını gerçekleştirmek için daha sert önlemlere başvuruyordu. Bu da yoksul halkın tepkisini çekiyordu. Aynı zamanda Safevileri tek bir devlet haline getirmek isteyen Şah Abbas I, Kürt beylerini kendi himayesi altına almak istiyordu. [[Safevîler|Safeviler]] bu siyasetini yaşama geçirirken, en çok Kürt halkı zarar gördü. Bütün bu gelişmeler yaşanırken, [[Kürtler|Kürt]] feodal beyleri de tek bir Kürt devletinin kurulması çabası içerisindeydiler. Xanê Çengzêrin'inde (Altın Elli Han) böyle bir amaçı vardı. Fakat Kürt [[Feodalizm|feodal]] beyleri kendi aralarındaki düşmanlıklar ve çıkar ilişkilerinden dolayı bir türlü bir araya gelmediler. [[Kürt isyanları zaman çizelgesi|Kürt halk ayaklanması]] olan Dımdım da bu ortamda gerçekleşti. 1608-1610'da gerçekleşen ayaklanma Safevi devletinin varlığına yönelen tehlikeli ayaklanmalar arasında yer aldı. Gerçekleşen ayaklanmadan sonra diğer halklar da birbirini zincir gibi izleyen ayaklanmalar gerçekleştirdiler.
Destanın hikâyesi Emir Han, Şah Abbas I'den yaptığı hizmetler karşılığında bir öküz derisi kadar toprak parçası ister. Emir Han, öküz postundan daracık ve incecik bir kemer yapar ve bu kemerle büyük bir toprak parçasını kaplar. Ve Gozan Tepesi'nde Dımdım Kalesi'ni inşa eder. Kaleyi gizli geçitler, su havuzları, yeraltı su boruları ile döşer. Kalenin yeri ve yapımı göz önüne alındığında ise Emir Han'ın büyük bir strateji bilgisine sahip olduğu görülür. Kürt devleti kurmak için böylesi bir plana girişen Emir Han, daha sonra şaha karşı çıkar.
şah, Emir Han'a şöyle seslenir; "Ku te bêaqilî kiriye, Min bihîstiye te navê şah ser xwe daniye,Lo-lo Xano tu kurmancî
Qebûl bike tu vî t'acî
Qebûl nakî te dikujim"
(Akılsızlık yaptığın; Kendini şah ilan ettiğini duydum. Ey, han, sen [[Kurmançlar|Kurmanc]]<nowiki/>sın, Tanı benim tacımı,
Tanımazsan, seni öldürürüm!)
Ama Emir Han'ın şaha cevabı nettir: "T'acê te ser serê te be, Gû nav mesebê te be, Kuştina mêra wê hebe,
K'urdistan bênav nabe."
(Senin tacın başında kalsın, Mezhebine tüküreyim senin, Varsın yiğitler ölsün,
Bir tek [[Kürdistan]] onursuz kalmasın!)
Bu cevaptan sonra savaş başlar. Yedi yıl süren savaşın seyri, şahın, gizli su yolunu bulmasıyla değişir. Kalenin içindekilerin susuz kalmasından dolayı kale şah tarafından ele geçirilir. Kalenin ele geçirildiği sırada Emir Han'ın annesi Güher Hanım kalenin içine daha önce döşenmiş barutları patlatır. Ve kale yerle bir olur. Kürtlerin "Şêr e, çi jin e çi mêr e" (Aslan aslandır, ne fark eder, ha erkek, ha dişi) atasözünden de anlaşılacağı gibi, o dönemde Kürt toplumunda kadına değer veriliyordu. Emir Han'ın, Xanê Çengzêrin (Altın Elli Han) ismini alması da; şahın, Kürt aşireti olan [[Bradost|Bıradost']]<nowiki/>u kazanmak için altın işçiliğinin en iyi ustalarına protez bir kol yaptırarak, Emir Han'ın kesik koluna takmasıyla olur. Safevi devleti, Şah Abbas I'in uyguladığı sert ve baskıcı iç politikalardan dolayı başlayan Kürt ayaklanmasını zor da olsa bastırdı. Yaşanan ayaklanmalara katılan beylikler ve aşiretler ya yok edildiler ya da topluca ülkenin en ücra köşlerine sürüldüler.
==Derwêşê Evdî==
Urfa Viranşehi’ den Şengal Dağı’na kadar uzanan alanda büyük bir Kürt aşireti olan Mılla(Milli) aşireti konumlanmaktadır. Aşiretin lideri Temir Ağa, aynı zamanda Kürtlerin lideri konumundadır. Ayrıca Şark aşiretinden de bahsedilir. Ezidi olan bu aşiret de Mılla aşiretine dayanır. Kürtler tarafından Kerdız olarak da anılırlar, oldukça yiğit ve savaşçı bir aşirettir. Mılla aşiretini Araplar kendi denetiminde tutmaya çalışırlarken, diğer taraftan da Tükler talan ve vergilendirmeye dayalı olarak egemenlik sağlamaya çalışırlar. Aslında Mılla aşiretinin somutunda Kürtlere yönelim vardır. Araplar bir gün gelip yedi yıllık vergi isterler. Bu durumu gören Mılla aşiret reisi Temir Ağa, şark aşiretinin lideri olan Evdi Ağaya mektup göndererek destek ister. Evdi, Temir ağanın destek mesajına alır ve Temir ağanın yanında oturan yiğit ve savaşçı Musekê Hemê ile birleşir ve savaş zırhlarını kuşanarak çatışmaya girer. 1700 kişilik Arap ordusunu darmadağın ederek ayrılırlar. Daha önce Evdi’nin selamını bile almaya tenezzül etmeyen, ancak yarım saat sonra cevap veren Temir Ağa, bu sefer bizzat kendi hayatını kurtardığı ve teslimiyetçiliğini gördüğü için Evdi’yi misafir olarak evine kabul eder. Onu kadınların olduğu bölüme götürür. Kızkardeşi Rahmene kahve yapmasını söyler. Rahmen kahveyi altın tepside sunar.
Güzel bir kız olan Rahmen, Evdi’den etkilenir ve aşık olur. Bunu fark eden Temir Ağa, Rahmen’i ona vereceğine dair söz verir. Evdi bundan sonra artık hep onun etrafında dolaşır. Bir hafta sonra çocukları aklına gelince Temir Ağadan onları görmek için izin ister.
Evdi ‚çocuklarını görüp bir gün tekrar Temir Ağanın konağına döndüğünde, büyük bir düğün olduğunu görür ve Temir Ağanın çadırında Türk bayrağının asılı olduğunu farkeder. Köle Muhammed, Evdi’nin önüne gider “Sende vicdan yok. Sen nasıl Rahmen’in düğününe gelirsin” dediğinde Rahmen’in Bakır Ağaya verilmiş olduğunu anlar. Evdi’nin yüreğine Kaf dağı kadar bir ağırlık düşer. Temir Ağa onu kandırmıştır. Evdi 1700 kişiye karşı göğsünü siper etmiş, savaşmış, Temir Ağa ise karşılığında onu kendi kadın haremine koyduğu halde, kızkardeşini ona vermemiş ve onu kandırmıştır. Evdi bu olaydan sonra Mılla aşiretinden ayrılır ve Temır ağa için ”O Mılla aşiretinin reisi, ben şark beyiyim” diyerek bir daha ayağımı onların aşiretinin bulunduğu yere basmayacağım” andını içer ve aşiretini ayırır.
Birbirini izleyen yıllarda Araplar Şarklıların Mılla aşiretinden ayrıldığını öğrenince, Mılla aşiretine bir mektup göndererek savaşa hazırlanmalarını söylerler. Araplar bu sefer aşireti tamamen yok edip her açıdan ırzına geçmeyi hedeflemişlerdi. Bunun karşısında çok zor durumda kalan Temir Ağa, aşiretindeki 32 bin beye toplanmaları için haber yollar. Bunlar durumdan habersiz oldukları için, ziyafet verileceğini düşünerek sevinçle gelirler. Aşiretlerdeki bütün gençler, yaşalılar ve kahramanlar biraraya toplanır. Cemaatte üç biçimde oturulur. Birinci; bey ve efendilerden oluşan bölüm. ikinci; kahraman, yiğit ve eşkiyalar, üçüncüsü ise; sakat, ihtiyarlar ve işe yaramayanlar biçimindedir. Cemaat tamamlanıp meclis toplanınca, Temir Ağa kendi nazarına kahve yapıp getirmesini söyler. Kahve gelince Temir Ağa; “ Bu kahve ucuz bir kahvedir demeyin, bu kahve kanlı bir kahvedir” diyerek, Arapların mektubundan söz eder.
Devamla, “ Arapların önüne geçmesek bütün beyliği talan edecekler. Namussa hepimizin namusudur çünkü hepimize yönelecekler. Hanginiz bu kahveyi kaldırsanız göğsünüzü Türk-Arap düşmanlarına karşı siper edip önlerine geçerseniz ve sağ salim dönerseniz. Edulê (kızı)yi size vereceğim. Edulê’nin çeyizini de hazırlayıp, nikahlayacağım” der. Köle Muhammed, kahveyi üç gün-üç gece gezdirir hepsi Edulê’ye göz diktikleri halde kimse cesaret edip kanlı kahveyi alamaz.Temir Ağa bunlardan umudunu keserek, Evdi’ye mektup gönderir. Elçi mektubu götürdüğünde Evdi kendi yaşlılar cemaatiyle oturmaktadır. Mektubu alır, okuduktan sonra yastığının altına koyar ve elçiye “Git Temir ağaya söyle o Mılla beyi, ben Şark beyiyim. Benim onunla ilişkim kalmadı, ben yeminliyim onun bulunduğu yere ayak basmayacağım” der. Elçi oradan ayrılırken yolda Derwêşê Delalla karşılaşır. Edulêyi uzun zamandır sevmekte olan Delalê Derwêş elçiyi gördüğüne çok sevinir. Derwêş elçiye niçin geldiğini sorunca elçi “Ben bir mektup getirdim. Baban okuyup yastığının altına koydu” der. Derwêş babasının yanına mektupta yazılanları öğrenmek için gider.
Babası ‚ “Çok büyük bir engel var ki onu aşana Edulêyi verecekmiş” der. Ama Temir Ağa sözünü yerine getirmeyen yalancı bir insandır. Bir de önüne konulan şart ulaşılmayacak bir şarttır. Gidişi var dönüşü yok. Onun için boş hayallere kapılma” diyerek devam eder: “Tamam biliyorum. Edulê’nin mor örüklerinin karşılığı sandıklarla altın değil yiğitlerin kellesidir.” Derwêş Delale elçiyi göndermesini, büyüklerini dinlemezse pişman olacağını söyler. Baba oğul arasında birbirini ikna etme çabası sonuçlanmayınca Derwêş, cemaate seslenerek kendilerini dinletir ve kararın verilmesini ister. Ayrıca cemmaatten kalbinin kırılmamasını da ister ve aşkını anlatır. Evdi oğlunun yürek acısına dayanamayarak elçiye “Şark aşiretinin beylerinin ve Derwêşin geldiğini iletmesini söyler.
Derwêş arkadaşlarına Kuşanın, Temir Ağanın konağına gidiyoruz” diye seslenir. Bu arada üç-gün üç gece cemaatte dolaştırılan kahve fincanına 32 bin beyden alma cesaretini gösteren kimsenin olmadığını ve Evdiye mektup gönderildiğini duyan Edulê “Bu köpeklerden kahveye uzanacak kadar erkeklik damarı olan bir kişi yok mu ki, Derwêşe haber salınıyor. Derwêşi bu belaya sokacaklar, nasıl olsa ölsede-ölmesede onlar için kardır” diyerek, bu duruma üzülür. Derwêşin başı kopartılmış civciv misali kaderine üzülerek bir şeyler yapmak ister. Bu beylerin karşısına çıkıp bir-iki söz söylemesinin yasak olup olmadığını düşünür, babasına sorarak ricada bulunur. ” Babamın beş kızı var ama hiç ağlu yok. 71-72ye dayanmış beli bükülmüş, onun temsilini ben yapabilir miyim? Acaba böylelikle Derwêş gelmeden önce bu beylerden biri namusa gelir de kahveyi alır mı?” diye düşünür. Babası da “Benim oğlum yok, sen benim temsilimi yapabilirsin. Aslanın dişi veya erkek olması fark etmez. Beylerin karşısına geç ne istiyorsan söyle, özgürsün” der. Edulê, cemaatin karşısına çıkar ve şunları söyler: Beyler, ağalar! Hepinize sesim ulaşıyor, hele bir kafanızı kaldırın Mılla ağaları. Ben öncelikle şunu biliyorum: Bir kadına bu kadar ağanın, paşanın karşısına çıkıp konuşmak düşmez. Ben ne yapayım, babamın hiç oğlu olmamış, Kadın olarak karşınıza çıktığım için beni kırmayın, beni dinleyin, bir-iki kelime söyleyeceğim. Babamın başına gelen bu felaketten dolayı hepiniz toplandınız. üç gündür sırtınızı yastıklara dayamış, koyun-kuzu eti yemektesiniz. Ama kardeşler, kaç gündür cemaatte dolaşan kanlı kahveyi de kimse almıyor. Bu Mıllaların bayramıdır, şarklıların değil. üç gündür dünya babama dar geliyor. Niye sizin nazarımızda dolaşan bu kanlı kahve ve kadın haremi karşısında kafanızı kaldıramıyorsunuz?
Öfkeden gözlerim kararıyor:
Babam bana ilişkin kararı verdiği zaman ben 21-22 yaşındaydım. Aşiretin binlerce süvarisi ayağa kalkıyor, çevrelerindeki bayrak ve sancaklarla ilerliyorlardı. Viranşehire kadar etkileri sürüyordu. Ordan‚çiyayê şengalê’ye kadar süren etki alanına ağalar gelip ağırlanırdı. Ben atıma binip binlerce ev içerisinde dolaşmaya çıktığımda beni zılgıtlarla karşılarlardı. Beni ayakta karşılamayan tek bir yaratık yoktu. Bütün Mılla ağalarının, reislerinin kadın ve kızlarının karşısında Sembol durumundaydım. Tanrı beni erkek doğurmadı ama, ben babamın temsilini yapıyorum. Fakat bugün 32 bin beyin karşısında hiçbir kıymetim kalmamış. Tanrının katliamına uğrayasıcalar; Derwêşê Evdi gelecek, sırtını sırat köprüsüne dayayacak, önüne de kadın haremini alarak hepinizin nazarında kahveyi kaldıracak. Göğsünü Araplara karşı siper edecek ki, o Arapların atalarının cesetleri hala sahipsiz arazilerde kalmıştır. Ağa ve beylerin hepsinin benzi sararmış, ölü gibi olmuş agalleri düşmüş, bıyıkları bükülmüş. Başlarına gelen felaketin ne olduğunu kimse bilmiyor. Adulênin rengi sararır, kanı çekilir, dişleri ve dudakları titrer. “Şarklı Evdinin oğlu Derwêşin türbesini kazdılar,çünkü onlara göre o buraya gelir ve fincandaki kahveyi içerse, Türklere ve Araplara yönelecek ve dönüşü olmayacak” diye düşünerek, bu oyunu bozmak ister. Edulê ayağa kalkar, ” Kaldırın başınızı! iki genç gelecek sizin karşınızda perdenin arkasında beş kızı yatıracaklar. Tanrının bu beş kıza verdiği aşk, olgunluk ve canlılık insanların tümüne acı verdi. Biri beyaz dolunayın 14ü gibi, diğeri aşk ve olgunluğunu erkeklerin güzelliğine verdi. Biri dağların yücelliği gibi kendini gökyüzüne vermiş. Biri Edulê’dir kızıl kanatlarıyla kendini Mılla ailesinin muradına vermiş. Üşte ben hepinizin karşısında duruyorum. Bu Agit ve kahramanlardan biri kahveyi içsin. Derwêş’in yolu dumanlıdır, gelinceye kadar alın, göğsünüzü hainlere ve düşmana siper edin .
O anda elçi, şarklıların geldiğini haber verir,Temir Ağa; “Derwêş geliyor mu? “diye sorar. Paşa seslenir: “Mıllalar! Demeyin paşa bize demedi. şarklıların erkekleri geliyor, kimse atlarının başını tumasın, selamlarını almasın, kiymet vermesin.” Adulêyle beş kız çadırlarının kapısını açıp bakarlar ki Şarklılar gelmiş, şarklılar cemaate girerler, selam verirler ancak selamları karşılanmaz.Evdi ile ömer Paşanın yanına otururlar, bakarlar ki herkesin benzi solmuş ve başlarını öne eğmişler. Cemaatin içine Derwêş gelince Edulê “Misafirimize, kahveyi akşamdan beri hazırlamışım, fincanı kendi ellerimin üstüne koydum, sevda kafama vurdu, aşk bedenimi sardı, bilmiyorum acaba ayaklarım onun ayakkabısına mı değdi, bütün vücudum titredi. Yarın on iki süvarimiz 1700 Türk-Arap güçlerine karşı kılıç kalkan sallayacak, ben 41 Mılla kızını alıp kendimi Dicle suyunun kenarına bırakacağım. Dicle nin suyu kabarıktır ” der. Derwêş kahveyi içtikten sonra on iki süvariyle birlikte Musul ovasına savaşa gider. Savaş bir tufan gibi kopar, her taraf duman içerisinde kalır. Yaşlılar bastonlarına dayanmışlar, genç gelinler kınalı elleriyle dışarı çıkmış seyretmektedirler. Herkes; “ Nedir bu bizim Kürtlerin başına gelen?” diye yakarır.Derken savaş biter ve on iki süvari dönerler ama Derwêşe Evdi aralarında yoktur. Adulê ” Bir süwari geliyor aşağıdan. Derwêş kendini aşağıya bırakalı üç gün-üç gece oldu, hiçbir haber yok” der. Derwêşin merakında olan Edulê Suvariye yaklaşarak; “Delalım nerededir” diye sorar. Suvari ” Ey gelin! Birçok delal varki, gelinler kınalı elleriyle Delallerini bekliyorlar. Bu delallerin birisi yaralı Sivereke gitmiş. Sen bana söyle, senin Delalinin işareti nedir? ” der.
Edulê “Benim delalimin işareti bellidir. Elbisesi melesindir, omuzundaki zırhı davudidir, onun üzerinde agani bir aba vardır. Delalın göğsünde zırhlı gözlük, belinde kemeri vardır. Delalın şalvarı felemindir, ayakkabısı kız bağıdır. Delalın kafasında sarık var, kızıl bıyıkları var, Urfa kınasıyla yakılmış, yanakları nar gibidir. Delalın kalkanı Amedidir, kalkanın ucu Adulênin örükleriyle süslenmiştir” der.
Suwari, “Edulê senin dediğin şarklı Evdinin oğlu Derwêşdir ki, kanlı fincanı kaldırmış, Musul ovasında Türk ve Arap düşmanının gözlerini korkutmuş. Ne kadar yaralı ve ölü varsa onun eliyle olmuştur. O kaç tane eli kınalı gelinin ocağını yakmış. Fare delikleriyle dolu bir topraktan geçerken atının ayağı kırılmış, at onu sırtından atmış ve Derwêşin bütün kemikleri kırılmış. Git Musul ovasında onu sağ olarak gör” der demez, Edulê kendini ovaya bırakır.
Edulê Musul ovasında yerdeki suwarinin yanından geçer ve bakar ki Delali yaralıdır. Edulê oturur ve şu ağıtı söyler : “ Koşarak Delala ulaştım. Namus kanı zırhından akıyor. Delal yedi yerinden yaralıydı. Ama yüreğinin üstündeki yara çok derindi. Yarasına dokundum ve baktım at ciğerine vurmuş tabii; biliyorum ki, Kürt atları bile kinlidir. Yere düşünce beli kırılmış. Göğsüne vurulan darbeyle birlikte dört damarı kopmuş.”
Ağıtlarına devam eden Edulê, “Delal kalk! Boyum posum incedir. Senin için büküldü, alnım aktır, sana açıktır. Kaşlarım incedir, kirpiklerim karadır, gözüm belektir ve senin için sürmelidir… Ben bu dünyada hiç kimseye layık değilim, ben ne Rumlara, nede Türklere layığım. Ben şarklı Evdinin kına bıyıklı oğluna layığım. Alevler içindeki şengalımın mezarlarına, karanlık türbelerine layığım. Delal: ben senden sonra kalmacağım. Artık kimseye Yemen kavhesi pişirmeyeceğim. Paşanın cemaatinde gezdirmeyeceğim. Boyumu posumu hiç kimse için süslemeyeceğim. Senden sonra bahtım kara olacak, hiçbir dilek ve muratta bulunmayacağım. Hiçbir beşiğin önünde oturup sallamayacağım. Dağların üzerine çıkıp ağıt yakacağım, kanlı gözyaşı dökeceğim, göğsümü hiç kimseye göstermeyeceğim. Delal, sen babamın evinin misafirisin” .
Dağlara çıkıp diyeceğim Delal Bütün çobanların kavallarıyla diyeceğim Delal; Ben süvarilerin gelini olacağım Delal… ” der ve dediği gibi yapar.
Bu destanın en belirgin yanı, aşk ile mücadele arasındaki bağlantıdır. Destanın kadın kahramanı Adule, kendisini tam anlamıyla aşiret olarak ifade edilen ülkesine adamış, ancak ülkesi yabancı güçler tarafından tehdit edildiği için, sevgisini bu tehdide karşı savaşmayı göze alan yiğit cengavare vermektedir. Destanda bu yiğit Derwêşe Delale olarak adlandırılmaktadır. Destanın anlatımında da görüldüğü gibi Derwêş aynı zamanda ülkeyi temsil etmektedir. …örneğin Edulê savaştan dönen süvarilere Derwêşi tarif ederken, Kürdistanın her yöresini temsil eden özelliğini anlatmaktadır. Ayrıca Derwêşin ölümüne neden olan at darbesi iç ihaneti hatırlatırken, atın tekmesiyle ölümüne yol açan yüreğinde kopan dört damarı da, Kürdistanın dörde parçalanmışlığını anımsatır. Derwêşin atının fare delikleriyle delik-deşik edilmiş bir zeminde ürküp onu sırtından atması, düşmanlar tarafından kemirilmiş, zedelenmiş Kürdistan zemininin gerçekliği vurgulanarak, trajik bir sonu göstermektedir. Derwiş düşüş sonucu aldığı darbelerden dolayı yaşamını yitirmez. İhanet tarafından yüreğinden yediği darbe sonucu yaşamını yitirir. Buna ek olarak Edulê’nin ağıtında, kendisini başka hiçbir ulusa adamayacağını söylemesi, tam tersine Delalê, onunla beraber dağların süwarilerine adayacağını söylemesi, kendisini kurtuluş mücadelesi için adayacağının yeminidir. Bu da gösteriyor ki, Edulênin aşkı özgür toprak aşkından bağımsız değildir.
Trajediyi hazırlayan diğer önemli bir gerçeklik de başarıya karşı duyulan umutsuzluktur. Kanlı kahvenin üç-gün üç gece dolaştırılmasına rağmen, 32 bin beyden hiçbiri bunu kaldırarak savaşı göze almaması, umutsuzluğun somut ifadesidir. Bu yetmiyormuş gibi savaşı göğüslemek isteyene türbe yaptırmaları peşinen yenilgiyi kabul etmeleriyle bağlantılıdır. Onlara göre Derwêşin düşmana karşı yapabileceği en büyük başarı, savaşıp ölmesidir. 32 bin beyin hepsi Edulêye karşı duydukları arzuya rağmen bunun bedelini ödemeye yanaşmaz.
==Zembilfroş U Xatun ==
Efsanenin geçtiği yer Mezopotamya'nın tarihi ve kültür beşiği, çeşitli uygarlıklara yurtluk yapmış, Mervani Devleti'nin başkenti Farqin yani bugünkü adıyla Silvan dır.
Zembîlfiroş Efsanesi en az Yusuf ile Züleyha, Mem û Zîn ve Siyabend u Xece kadar bölgede bilinen ve halk şarkılarına konu olan hazin bir aşk hikayesi.
Zembîlfıroş zembîla tine (Zembîlfiroş, zembiller getirir)
Dikan bi dikan di gêrîne (Dükkan dükkan gezdirir)
Hiş li Xatûnê namîne (Xatûn’un aklı başından gidiyor)
Serî li zeman di gerîne (Aklıyla arıyor zaman yaratmak için)
Gazi dike ku bibîne (Sesleniyor ki, onu görmek için)
Were ser doşeka mîr e (Gel Beyin döşeğinin üstüne)
Li te helal, herama mîr e (Beyin haremi sana helaldir)
Bidime te zulfî harîr e (Güzel zülüflerimden sunayım sana)
Çavê min ê xezalan e (Gözlerim ceylanların gözüdür)
Sîngamin wek zozana ne (Bağrım yaylalar gibidir)
Bejna min wek rihane (Endamım reyhan gibidir)
Çiqa bêjî hêjan e… (Dilediğin gibi güzel ve uygundur …)
Bu hikaye Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde (Amed-Farqin) yaşanmıştır.
Kürdistan coğrafyasının zenginliği olan efsanelerden biridir Zembîlfiroş. Tıpkı Mem û Zin, Xecê û Siyabend gibi yöremizde çok bilinen, şiirlere, masallara, filmlere, türkülere konu olan hazin aşk hikayelerinden biridir Zembîlfiroş.
“Gökten zembille inmiş.” Gibi güzel sözlere de konu olmuştur zembîl (sepet)…
Zembîlfiroş’taki aşk, karşılıksız bir aşktır. Ölümü çare gören aşkın hikâyesidir. Efsanenin Mezopotamya’nın tarih ve kültür bakımından oldukça zengin ve bir çok uygarlığa ev sahipliği yapmış, Mervanilerin başkenti Farkin’de geçtiği yaygın olarak söylenir.
Yörede hüküm süren bir kralın çok yakışıklı oğluyumuş. Görenin bir daha dönüp baktığı, prenseslerin gönlünde yatan beyaz atlı prensmiş Zembîlfiroş. Önceleri kral oğluna yaraşır bir yaşam tarzı varmış. Zevk û sefa içinde yaşar sık sık ava çıkarmış. Yine avlanmaya çıktığı bir günde Allah aşkı onu avlamış. Öylesine avlamış ki ilahi aşkın etkisiyle adeta mecnun olup yollara düşmüş.
Avlanma esnasında gördüğü bir mezar ve mezardan dışarıya çıkmış iskelet parçaları onun ölüm gerçeğiyle yüzleşmesine vesile olmuş. Zenginlik ya da fakirliğin ölüm karşısında hiçbir hükmünün olmadığını, bir gün kendisinin de bir iskelete dönüşeceği gerçeğiyle hemen oracıkta Allah’a sığınarak dünya nimetlerinden vazgeçeceğine ve sadece Allah yolunda yürüyeceğine diz çökerek hûşu içinde yemin eder. Yaşadığı sarayı, ihtişamı hiç arkasına bakmadan geride bırakarak eşiyle birlikte yollara düşer. Diyar diyar gezerek zembil yapıp satar ve hayatını böylece idame ettirir. O, artık bir ZEMBÎLFIROŞ’TUR… Çocuklarıyla, hanımıyla birlikte sırtlarında çadırları, üstlerinde eski püskü elbiseleriyle köy köy, kasaba kasaba dolaşan bir Allah dostudur.
İşte böyle dolaşırken kader onu son durağı Farkin’e getirir. Farkin Beg’in karısı Xatûn Xan’ın dikkatini çeker Zembîlfiroş. Zembîl alma bahanasiyle onu saraya çağırır. Xatûn Xanım yıldırım aşkına çarpılmıştır adeta. Bir yanda beg xanımı olmak diğer yandan yana tutuşa bir aşka kapılmak… Çok zor durumdadır ama yüreğe söz geçiremez, gönül beglik meglik tanımaz. Aşkını dizelerle anlatmaya çalışır…
Zembîlfroş zembîla tine
Dikan bi dikan di gêrîne
Hiş li Xatûnê namîne
Serî li zeman di gerîne
Gazi dike ku bibîne
Were ser doşeka mîr e
Li te helal, herama mîr e
Bidime te zulfî harîr e
Çavê min ê xezalan e
Sîngamin wek zozana ne
Bejna min wek rihane
Çiqa bêjî hêjan e…
Zembîlfiroş, zembiller getirir
Dükkan dükkan gezdirir
Xatûn’un aklı başından gidiyor
Aklıyla arıyor zaman yaratmak için
Sesleniyor ki, onu görmek için
Gel Beyin döşeğinin üstüne
Beyin haremi sana helaldir
Güzel zülüflerimden sunayım sana
Gözlerim ceylanların gözüdür
Bağrım yaylalar gibidir
Endamım reyhan gibidir
Dilediğin gibi güzel ve uygundur …
Ama Zembîlfroşdünya nimetlerinden vazgeçmiş bir derviştir. En önemlisi tövbe etmiştir. Sadece Allah’a kulluk etmeye yemin vardır, haramı yaşamından silmiştir. Hem bunun için değil miydi onca malını, mülkünü, ihtişamını, zevk û sefayı bırakıp yollara düşmek?.. Hem evliydi hem de karısını çok seviyordu. İşte bu yüzden ölüm fermanı olan REDD-İ AŞKI hiç çekinmeden yapar ve Xatûn’un aşk çağrısına olmusuz olarak o da dizlerle cevap verir.
Xatûnê ez tobedar im
Delalê ez tobedarim
Zarok birçîne li malin
Ji rebbê jorî nikarim…
Xatûn ben tövbekarım
Güzel kadın ben tövbekarım
Çocuklar evde acdır
Allah adına yapamam.
İşte bu dizlerle Zembîlfiroş, Xatûn’un aşkını reddeder. Farqin beginin karısı Xatûn, red cevabını kabul etmez. Ölesiye bir tutkuyla aşıktır Zembîlfiroş’a. Ne yapıp edip yakışıklı Zembîlfiroş’la birlikte olmaktır amacı. Xatûn’ın ısrarları karşısında Zembîlfroş çareyi kaçmakta bulur. Xatûn peşini bırakmaz, sora sora Zembîlfiroş’un kaldığı çadırı öğrenir. Xatûn, bir gece çadırda kalmak için Zembîlfiroş’un karısına yalvarır. Karşılığında tüm mal varlığını ve mücevherlerini bağışlayacağını anlatır, sadece bir gece Zembîlfroşile kalmak ister. Xatûn’un bu kadar yoğun ısrarı üzerine Zembîlfiroş’un eşi, çocuklarını da yanına alarak oradan ayrılır. Xatûn, Zembîlfiroş’un eşinin giysilerini giyer ve yatağa girerek Zembîlfiroş’u beklemeye başlar. Karanlık Farqin’e çökerken, Zembîlfroşzembillerini sattıktan sonra çadırına döner. Xatûn’un yatağında olduğundan habersiz, aynı yatağa uzanır. Ancak yataktaki kadının kendi karısı olmadığını, Xatûn’un ayağındaki gümüş halhalın çıkardığı sesten anlar. Bunu anlar anlamaz, çadırdan dışarı çıkar.
Efsane bu ya, sonuçla ilgili yörede bir çok anlatım var. Her anlatım ölümle sonuçlanır. Kimilerine göre Zembîlfiroş, Xatûn’dan kurtulamayacağını anlar ve gidip sarayın burçlarından kendini aşağı atar. Efsanenin başka bir anlatımına göre ise, Zembîlfroşbu noktadan sonra çaresiz kalır ve canını alması için Tanrı’ya yalvarır. Zembîlfroşölünce, peşinde koşan Xatûn’da aynı dilekte bulunur ve ikisi de ölür. Bu sevda masalının da diğer masallar gibi sonu hazindir… Aynı Mem û Zîn destanındaki gibi, Xatûn’un Zembîlfiroş’a olan aşkında da ölüm çare olmuştur…
Şarkılara, öykülere konu olan Zembîlfroşile Xatûn’un aşk hikayesi, bugün sadece olayın yaşandığı Diyarbakır`ın Silvan ilçesinde değil, Kürt kültürünün olduğu tüm bölgelerde hala dillerde.
İnanç ve tutuklu aşk arasında efsaneleşen Zembilfroş ile Xatûn’un aşk hikâyesi, olayın yaşandığı söylenen sadece Farkin’de değil Kürt kültürünün olduğu tüm bölgelerde hala dillerde dolaşır. Kimi zaman bir türküdür, kimi zaman bir şiirdir kimi zaman uzun kış gecelerinde anlatılan hazin bir öyküdür Zembîlfroş…
Zembîlfiroş zembîla tine
Dikan bi dikan di gêrîne
Hiş li Xatûnê namîne
Serî li zeman di gerîne
Gazi dike ku bibîne
Were ser doşeka mîr e
Li te helal, herama mîr e
Bidime te zulfî harîr e
Çavê min ê xezalan e
Sîngamin wek zozana ne
Bejna min wek rihane
Çiqa bêjî hêjan e
Zembîlfiroş, zembiller getirir,
Dükkan dükkan gezdirir,
Xatûn'un aklı başından gidiyor,
Aklıyla arıyor zaman yaratmak için,
Sesleniyor ki, onu görmek için
Gel Beyin döşeğinin üstüne,
Beyin haremi sana helaldir,
Güzel zülüflerimden sunayım sana,
Gözlerim ceylanların gözüdür,
Bağrım yaylalar gibidir,
Endamım reyhan gibidir,
Dilediğin gibi güzel ve uygundur,
Ama Zembîlfiroş evlidir, karısını sevmektedir, dünya nimetlerinden vazgeçmiş bir derviştir. En önemlisi tövbe etmiştir. Allah'a kulluk edecektir, haramı yaşamından silmiştir. Zaten bunun için değil miydi onca malını, mülkünü, ihtişamını bırakıp yollara düşmek?.. Bu yüzden Xatûn'un aşk çağrısına olumsuz yanıt verir. Ve Xatûn'a cevabı hemen oracıkta verir.
 
== Yezîdî Yaratılış Mitolojisi ==