Neomerkantalizm: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Sakhalinio tarafından yapılan 22115382 sayılı değişiklik geri alınıyor.
Etiket: Geri al
Mücahit Fidan (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
1. satır:
'''Neomerkantalizm''' korumacılık politikalarının sadece merkantalist dönemde olduğu gibi dış ticarette değil maliye ve para politiklarında da uygulanması esasına dayanır.
Neo-klasik ekonomiyi koşulsuz savunan ve serbest piyasa ekonomisi kurallarını bu teori üzerine kuran batı ekonomileri, karşılaştıkları her zorlukta, Merkantilist sistemin ardına sığınmaktadırlar. Son yıllarda yaşanan ve batı ekonomilerinin en güçlülerinin bile zorlanmalarına sebep olan küresel finans krizi (büyük bunalım) sonrası aranan çıkış yolları da neo-merkantilist çözümler olarak tanımlanabilir.<ref>http://teacongress.org/papers2012/ATIK.pdf</ref>
Merkantilist düşünce ortaçağ (15-18. Yy) ulusal devletlerinin, refah ve zenginliğini altın ve gümüş mevcudu ile aynı düzeyde gören, refahın artırılabilmesi için de devletlerin, ülkelere tatminkar bir dış ticaret bilançosu sağlayabilecek (ihracatın teşviki, ithal ikameci önlemler gibi) politikalar uygulamasının kaçınılmaz olduğunu ileri süren bir iktisadi düşünce biçimidir.
Bu çerçevede Merkantilist düşünce’nin üç temel faktöre dayalı olduğunu söylemek mümkündür: Birincisi; milli ve güçlü devlet ilkesi. İkincisi; kıymetli madenler ve ulusal güç arasındaki pozitif bağlantı ve kazanma tutkusu. Üçüncüsü; dış ticaretin gerekliliğidir. Bu üç bileşen arasındaki bağlantının temelde aynı ilkeye dayalı olduğunu söylemek mümkündür: Ülkenin değerli maden kaynakları yoksa, zenginliğe giden yol “tatminkar bir dış ticaret bilançosu”ndan, başka bir deyişle dış ticaret fazlasından geçmeliydi. (Gomes, 1987: 39)<ref>http://teacongress.org/papers2012/ATIK.pdf</ref>
Klasik iktisatçıların eleştirilerini Merkantilizmin yukarıdaki temel görüşleri çerçevesinde toplamak gerekirse; milli ve güçlü devlet ilkesinin gereklerinden biri, kuvvetli bir ordu ve donanmaya sahip olmak, güçlü bir ticaret filosuyla diğer devletlere üstünlük sağlayabilmekti (Tekelioğlu, 1993: 18) Ancak Smith’e göre altın ve gümüş bir ulusun dış mücadelede ordu ve donanmasını güçlü kılmakta yeterli değildir. (Smith, 1981: 440) Militarist güç aynı zamanda tüketilebilir mallarla da desteklenmelidir. Adam Smith’in bu görüşü aslında klasik iktisatın “arz ağırlıklı” yapısını ve yurtiçi sanayinin gelişmesi konusuna verdiği önemi de ortaya çıkarmaktadır. Askeri projelerin güçlü olabileceği ekonomik sistemin, korumacılıkla değil, serbest ticaretle mümkün olabileceğini söyleyen Smith, ulusların zenginliğinin temel prensibi olarak; merkantilistlerinin değerli maden birikimi savına karşılık üretim ağırlıklı ekonominin önemini vurgulamıştır.<ref>http://teacongress.org/papers2012/ATIK.pdf</ref>
“Merkantil Sistem” kavramı Smith’in kapitalizmin 16. Yüzyılla 18. Yüzyıl arasındaki ilk döneminde hakim olan sermaye birikim modeline verdiği isimdir. Bu sistem, karın kaynağını üretimde değil, ticarette gören geleneksel anlayış doğrultusunda zenginliğin sadece dış ticaretten elde edilecek fazla ile sağlanabileceğini öngörmekte, bu çerçevede dış ticaret üzerinde tekeller oluşturarak, yeni oluşmaya başlayan ulusal devletlerin hazinesini zenginliğin
 
temel ölçütü sayılan değerli madenlerle doldurmaya odaklanmaktadır. Ancak, Smith’ e göre; üretimin tek amacı ve hedefi tüketim olmalıdır. Bu doğrultuda Merkantilist sistemin piyasayı baskı altına alan yapısını da eleştirerek, sistemin tüketici çıkarlarını, üretici çıkarlarına feda ettiğini ifade etmiştir. (Smith, 1937: 438) Eleştirinin sebebi; Merkantilist sistemin tekelci yapısıdır. Tüccarlar ve manifaktür patronlarının sistemlerini sürdürmek için devleti baskı altına alması ve çıkarlarına uygun yasalar çıkarılmasını sağlamaları, hile ve gözdağı ile yönlendirilen ekonomi politikalarının oluşumuna ve tekelleşmelere yol açmıştır. Rekabetin önlenmesi ve üretimin baskı altına alınması ile doğal olmayan ve piyasa dinamiklerine göre oluşmayan fiyat ve karlar üretim ve tüketim arasındaki etkin ve doğrusal ilişkiyi engellemektedir. Hatta pazar üzerindeki bu kısıtlamalar bireylerin emeklerini kendi belirledikleri alanlara yönlendirmelerini engelleyerek üretim ve tüketim arasındaki ilişkiyi tersine çevirecektir. (Smith, 1937:460) Smith’in üretimi ikinci plana atan merkantilist düşünceye yaptığı eleştiriler aslında günümüz ekonomik sistemine de göndermeler içermektedir. Liberal düşünceyle özdeşleşen, klasik iktisatın başlangıçtaki bu iyi niyetli bölüşüm ve emek merkezli üretim teorisi yaklaşımını, günümüz neoklasik sistemi adına düşünmek ne yazık ki mümkün değildir.
Klasiklerden David Hume ise; dış ticaret dengesinin sürekli fazla vermesini savunan merkantilist düşünceye madeni para akım mekanizması ( price specie flow mechanism) ile karşı çıkmaktadır. Mekanizmaya göre; ülke içinde durmadan çoğalan değerli madenler, ulusal fiyatları yukarı doğru çekerek, ihracatın kısıtlanması ve ithalatın genişlemesini sağlar ve bir süre sonra ülkeden değerli maden çıkışı başlar. Tam tersi durumda yani değerli madenlerin ülkeden çıkması ile birlikte bu kez para arzı azalacağı için, ulusal fiyatlar düşecek ve dış ticaret dengesi tersine dönecektir. Klasiklerin ünlü “laissez faire” ilkesine göre işleyen mekanizma sürekli fazla veren dış ticaret dengesinin hem mümkün olmayacağını hem de ülke ekonomisine zarar verebileceğini açıklamaktadır.
Merkantilist sisteme, klasiklerin üçüncü büyük eleştirisi David Ricardo’dan gelmiştir. Ricardo’nun “karşılaştırmalı üstünlükler teorisi” merkantilistlerin savunduğu korumacı dış ticaret sistemiyle çelişmekte ve Adam Smith’i desteklemektedir. Teoriye göre; uluslar uzman oldukları alanda mallar üretip satarak zengin olabilirler ve sistemin işlemesi için de serbest dış ticaret koşullarının var olması gerekmektedir.
Klasikler sanayi kapitalizminin başlangıcında yaşamış olmakla beraber, süreçte hız kazanan sanayileşme ve kentleşme beraberinde pek çok toplumsal sorunu da beraberinde getirmiştir.
 
Klasik teorinin temel taşını oluşturan laissez-faire ilkesi, ortaya çıkan toplumsal sorunlar sonucunda devletin giderek ekonomiye daha fazla müdahale etmesi sonucu zedelenmeye başlamış ve 19. yy sonunda, kapitalizme yöneltilen şiddetli eleştiriler, toplumsal düzen konusunda tarafsız kalmayı imkansız hale getirmiştir. (Guerrien, 1999 : 9)<ref>http://teacongress.org/papers2012/ATIK.pdf</ref>
Neo-Klasik kuram iktisatta hakim görüş olma konumunu yüzyıldan fazla bir süredir korumaktadır. Klasik ekolün revizyonu da denebilecek olan Neo-klasik kuram, Marxizmin gelişmesinden de etkilenerek, değer teorisini yeniden açıklamaya yönelmiştir.(Wallerstein,1996: 93) Klasiklerin ortaya koyduğu makroekonomik yaklaşım korunmakla birlikte, üretici ve tüketici gibi küçük karar birimlerinin davranışlarını incelemek üzere, mikro ekonomik görüş ile ilgili konuların ön plana çıktığı söylenebilir. Neo-klasikler, değeri yeni bir açıdan izah etmeye çalışırken, nesnel reel maliyet, 1870’lerden itibaren yerini, sübjektif reel maliyete bırakmıştır. Yeni teori psikolojik etkenlere dayandırılarak fayda ön plana alınmış, değerin belirleyicisi olarak da emek-zaman yerini sübjektif zahmete bırakmıştır. Bu çerçevede Neo-Klasik iktisat, marjinal değer ve bölüşüm anlayışında birleşen iktisat okullarının oluşturduğu bir bütündür. (Mousavi ve Garrison, 2003: 131)
Modern Neo-klasik teorinin genel hatlarını Leon Walras’ın çizdiğini söylemek mümkündür. Walras’ın çağdaşı olan Alfred Marshall, Adam Smith geleneğini devam ettirmek üzere kısmi denge analizini kullanmış ve tek piyasalarda kısmi denge üzerinde durmuştur. Bununla birlikte analizin zaman aralıklarını içermemesi, genel denge modeline ulaşılmasını engellemiştir. Walras, bu zorluktan kaçınmak için, statik bir model kullanmayı tercih etmiş ancak bu yöntemle matematiksel analizin de önü açılmıştır.(Thomson, 1997 : 28) Statik bir modelin tıpkı fizik gibi matematiksel bir yapı üzerine kurulması olasıdır. Bu çerçevede statik model, iktisadın doğal bilimler gibi bir bilim olma yolunda ilerlemesinde önemli bir rol oynamıştır. Pareto, Hicks ve Samuelson gibi isimlerin ürettiği kavramlar ve uyguladıkları zekice yöntemler, tam rekabet ve pareto optimum gibi göz alıcı kavramlara ulaşılmasını sağlamıştır. (Boland, 2002: 98)
Neo-Klasik kuramın en çok eleştiri alan varsayımlarını genel başlıklar altında toplamak gerekirse, üç temel varsayımdan söz etmek mümkündür. Bunlar; homo economicus (ekonomik insan), tam rekabet koşulları ve kar maksimizasyonu ve ceteris paribus (diğer şartlar sabitken) olarak sıralanabilir. (Brenner, 1999 : 89)
Homo economicus varsayımı, Klasik ve Neo-Klasik kuramların ortak paydası olarak kabul edilebilir. Söz konusu kavram; bireylerin kendi çıkarlarına göre hareket ederken uzun dönemde de
 
toplumun refahını artıracak şekilde hareket ettiklerini öngörür. Burada önemli olan sorun, sözde bireyin ortalama tüketici (üretici) davranışlarını genel olarak açıklayıp açıklayamamasıdır. Homo economicus birey, mallar, piyasalar ve diğer ekonomik konularda tam bilgiye sahip, karşılaştığı seçenekler arasında mutlaka değerlendirme yapan, çoğu aza tercih eden, yaptığı tercihler birbiriyle çelişmeyen kişidir. Homo economicus tüketiciler, faydalarını maksimize ederken, üreticiler, karlarını maksimize eder.(Çeçen, 2004: 221) Homo economicus varsayımı 2002 ekonomi Nobel ödülünü alan Daniel Kahneman, bireyin, belirsizlik ve risk karşısında sistematik olarak rasyonel modelle bağdaşmayan şekilde davranabildiğini kanıtlamaktadır. Kahneman’ın bu doğrultuda geliştirdiği refah teorisi Neo-Klasik kuramın dayandığı bu en güçlü varsayımın geçerliliğini sorgulanır hale getirmektedir.<ref>http://teacongress.org/papers2012/ATIK.pdf</ref>
 
 
 
{{ekonomi-taslak}}
Satır 6 ⟶ 26:
[[Kategori:Uluslararası ticaret]]
[[Kategori:Ekonomik milliyetçilik]]
 
 
 
 
==Kaynakça==
"https://tr.wikipedia.org/wiki/Neomerkantalizm" sayfasından alınmıştır