I. Abbas: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
kDeğişiklik özeti yok
Makedon (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
2. satır:
{{Kraliyet bilgi kutusu
| isim = I. Abbas <br/> شاه عَباس بُزُرگ
| resim = Shah Abbas I engraving by Dominicus CustosShahAbbasPortraitFromItalianPainter.jpg
| resim_boyutu =
| başlık =
28. satır:
[[Dosya:Shah Abbas I and Vali Muhammad Khan.jpg|thumb|200px|Iright|. Abbas, [[Buhara Hanlığı]] hükümdarı Vali Muhammed Han'ı kabul ederken, (yak. 1650, Çehel Sütun Sarayı, [[İsfahan]])]]
 
'''I. Abbas''' veya '''Büyük Abbas''' (d. [[27 Ocak]] [[1571]], [[Herat]] - ö. [[19 Ocak]] [[1629]], [[Kaşan]]), İran'ın Safevî Şahı (kral) idi ve genellikle Safevî hanedanının en güçlü hükümdarı olarak gösterilir. Şah Muhammed Hudabendee'nin üçüncü oğluydu.
 
Safevi Hanedanlığı'nın beşinci hükümdarı olan Şah Abbas, 3 Ekim 1587 tarihinde [[Türkmenler|Türkmen]] şeflerinin desteklediği bir askeri darbe ile 17 yaşında tahta geçip<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 64</ref> 1629 yılına kadar 42 yıl hükümdar olarak kalmıştır. Hükümdar olduğu tarih [[Safevi Devleti|Safevi İmparatorluğu]] açısından zorlu bir dönemdir. İçeride Türkmen aşiretleri arasındaki kanlı çatışmalar<ref name=''c71''>Şah Abbas ve Zamanı, Sh. : 71</ref>, doğuda [[Özbek]] akınları, batıda ise [[Osmanlı İmparatorluğu]]'nun baskısı altındaydı.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 67</ref> Bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak ülke ekonomik olarak da çözülmektedir. Tarımsal ve endüstüriyel üretim düşerken ticaret de çökmüştür. <ref name=''c69''>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 69</ref>
Abbas, Safevi İmparatorluğu’nun sıkıntılı çıkasına rağmen, İran’ın askeri, siyasi ve ekonomik gücünü zirveye çıkardı. Zayıf iradeli olan babası yönetimi altında, ülke, Abbas’ın annesini ve ağabeyini katleden Kızılbaşların ülkenin farklı kesimlerinde ihtilafa düşmüştüler. Bu arada, İran'ın düşmanları olan Osmanlı İmparatorluğu ve Özbekler, bu siyasi kargaşayı kendi menfaatleri için kullandılar. 1588 yılında, Kızılbaş liderlerinden olan Mürşid Kuli Han, Şah Muhammed'i tahtından indirerek, 16 yaşındaki Abbas'ı tahta çıkardı. Fakat Abbas’ı kukla olarak kullanmaya çalıştıysa , Abbas tarafından saf dışı bırakıldı.
 
Tahta geçtiğinde ilk fırsatta, 1590 yılında<ref name=''c71''/> büyük toprak kayıplarını sineye çekerek Osmanlı İmparatorluğu'yla 12 yıldır süren [[1578-1590 Osmanlı-Safevî Savaşı]]’nı [[Ferhat Paşa Antlaşması]] ile sona erdirerek batı sınırlarını güvene almış<ref name=''c69''/>, ardından iç isyanları bastırarak doğuda [[Horasan]] topraklarına sık sık akınlar düzenleyen Özbekler saldırılarını durdurmuş, askeri - siyasi, toplumsal ve ekonomik bir dizi programı uygulamaya koymuştur.<ref name=''ca2''>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat Sh. : 2</ref> Tüm bu düzenlemelerle Sefavi İmparatorlu adeta yeniden kurulmuştur.<ref name=''c69''/> Hükümdarlık döneminin ortalarında, başlarda Osmanlı'nın elinden aldığı geniş toprakları tekrar geri aldığı gibi, başka fetihlerle Safevi İmparatorluğu'nu en geniş sınırlarına ulaştırmış bulunuyordu.<ref name=''n90''/>
Abbas yönetiminde binlerce, Çerkes, Gürcü ve Ermeni , sivil yönetim ve orduya sokuldu. Abbas, İran toplumunda yeni kurduğu sınıfın (selefleri tarafından başlatıldığı halde yönetimi sırasında önemli ölçüde genişlediği) yardımıyla, Kızılbaşların sivil yönetimdeki, Saraydaki ve ordudaki gücünü tamamen kırmayı başardı. Yaptığı eylemler ile İran ordusundaki reformları, kendisinin Osmanlı ve Özbekleri ile savaşmasına ve İran'ın kaybettiği illerini yeniden ele geçirmesine imkân verdi. 1603-1618 Osmanlı Savaşı'nın sona ermesiyle Abbas, Transkafkasya ve Dağıstan'ın yanı sıra Doğu Anadolu ve Mezopotamya topraklarını elde etti; Son iki toprak 1555 Amasya Barışı sonucunda kaybedilen topraklardı. Ayrıca, Portekiz ve Babür'den arazilerini geri aldı ve geleneksel olarak Dağıstan topraklarının ötesinde, Kuzey Kafkasya'daki İran yönetimini ve etkisini genişletti.
 
Abbas krallığının başkentini Qazvin'den İsfahan'a taşıyarak büyük bir inşaat falliyetine girdi ve kent Safevi mimarisinin doruğunu yaşadı. Daha sonraki yıllarında, birkaç önde gelen Çerkesler tarafından bir saray entrikası sonrasında, Şah Abbas , oğullarından şüphelenerek ya öldürdü ya da kör etti.
 
==İlk Yılları==
Satır 43 ⟶ 41:
Abbas, 14 yaşındayken Horasan'daki Kızılbaş liderlerinden biri olan Mürşid Kuli han'ın vesayetine girmişti. Büyük bir Özbek ordusu 1587'de Horasan'ı işgal ettiğinde, Mürşid Han ,zamanın Şahı olan Muhammed'i devirmenin zamanı geldiğine karar vererek. Safevi başkenti olan Kazvin’e genç şehzade ile birlikte giderek 16 Ekim 1587’de Şah İlan etti. Muhammed, kendisine yapılmış olan olan bu darbeye göz yumdu ve ertesi yıl 1 Ekim 1588’de Şahlık tacını oğluna bıraktı.
 
== Tahta geçişi==
Abbas Mirza'nın (Prens Abbas) büyük kardeşi Hamza Mirza, 1586 yılı sonlarında bir suikast sonucunda öldürülmüştü. Safevi tahtında çok yaşlı ve kör babası [[Muhammed Hüdabende]] bulunmaktaydı. Ancak durumu gereği yönetimden uzak yaşamaktadır. Bu yönetim boşluğundan yararlana Özbek ve Osmanlı kuvvetleri, ülkeye doğudan ve batıdan saldırarak Safevi topraklarından parçalar koparıyorlardı.<ref name=''c62''>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 62</ref> Öyle ki [[I. Tahmasb|Şah Tahmasp]] zamanındaki (ölümü 1576) Safevi topraklarının yarıya yakını istila edilmiştir. Elde kalan topraklarda ise Türkmen şefleri arasındaki çekişmeler ülkede adeta bir iç savaş durumu oluşturmaktadır.<ref>Emrah Naki, Sh. : 74</ref> Söz konusu iç çekişmeler esas olarak belli başlı büyük Türkmen kabileleri şefleri arasındadır. Ülke gerçekte ikiye bölünmüş gibidir. Merkezde Ustacalu ve Şamlu aşiretleri hakim durumdayken [[Horasan]] bölgesinde ise [[Herat]] Valisi Şamlu Ali Kulu Han'la [[Meşhed]] Valisi Ustacalu Mürşit Kulu Han arasında kanlı bir savaş yaşanmıştır. Ustacalu Mürşit Kulu Han bu savaşta Abbas Mirza'yı bir hile ile yanına alarak Meşhed'e götürdü, Horasan Hükümdarı ilan edip adına sikke kestirdi, kendisini de hükümdar naibi olarak ilan etti.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 60</ref>
 
Bu arada Abbas Mirza [[Herat]] valisiydi. Ancak yönetimin bütün işleri lalası [[Mürşit Kulu Han]] tarafından yürütülmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu durumdan endişelenen emirler, o sıralar [[Meşhed]]'deki Abbas Mirza'ya haber göndererek derhal başkent [[Kazvin]]'e gelmesini istediler. Özbekler'in Horasan'ı işgal edip Herat'a saldırmaları üzerine Abbas Mirza ve Mürşit Kulu Han, 300 kişilik bir Türkmen süvari birliğiyle, Özbekler'i karşılamak görünümünde yola çıktılar. Bu arada Mürşit Kulu Han, Türkmen emirlere mektuplar göndererek Abbas Mirza'nın tahtı alması için desteklerini istemiştir.<ref name=''c62''/> Türk ve [[tacik]] kuvvetlerin katılımıyla 2 bin kişilik bir kuvvet olarak başkente gelirler.<ref name=''c63''>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 63, 64</ref> Bu askeri kuvvette, dolayısıyla Abbas Mirza'nın tahta geçmesinde asıl destek Ustacalu ve Şamlu aşiretleridir.<ref>Emrah Naki, Sh. : 75</ref> Başkente veliaht Ebu Talip Mirza'yı infaz ettirdiler. Şah Muhammed Hüdabende bir isyanı bastırma girişimi nedeniyle başkentte değildi. Güvenilir adamlarınca bilgilendirildi ve başkente doğru yola çıktı. Ancak Kum Hakimi kentin kapılarını açmadı. Diğer yandan başkentte durumu kontrol altına alan Mürşit Kulu Han, başkentte evi ve arazisi olan askerlerin bir an önce dönmelerini, yoksa mallarının müsadere edileceğini ilan edince Şah Muhammed Hüdabende’nin yanındaki askerler onu terk ederek başkente geldiler. Bunun üzerine Şah Muhammed Hüdabende tahttan çekilerek cülus töreninde Safevi tacını kendi eliyle Abbas Mirza'nın başına koymuştur.<ref name=''c63''/>
== Kaynakça ==
== İktidarını sağlamlaştırma ==
{{Kaynakça}}
Şah Abbas tahta geçtikten sonra Hamza Mirza ve annesinin ölümünden sorumlu tuttuğu yedi Kızılbaş reisini öldürtmüştür. Bu işte Mürşit Kulu Han'ın parmağı olduğu ileri sürülmektedir, çünkü rakiplerinden kurtulmuştur.<ref name=''ş68''>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 68</ref> Devletin tüm yönetim kademeleri eskiden beri kalabalık ve güçlü Türkmen aşiret şeflerinin, büyük çoğunlukla Ustacalu ve Şamlu aşiret ileri gelenlerinin elindedir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 70, 71</ref> Mürşit Kulu Han hemen ardından saltanat naibi olarak yönetim işlerini eline almıştır.<ref name=''ş68''/>
[[https://en.wikipedia.org/wiki/Abbas_I_of_Persia|İngilizce Vikipediden Çevrilmiştir.]]
== Dış kaynaklar==
 
Şah Abbas'ın programı ise Türkmen aşiretleri arasındaki kanlı çatışmaları önlemek, huzur ve istikrar yaratmak, hükümranlık erkini kendi elinde toplamak için Türkmen şeflerinin devlet kademelerindeki etkisini ortadan kaldırmak olmuştur. Bu yönde "muhalif" Türkmen şeflerini ortadan kaldırmayı seçmiştir. Ülkesinin iç meseleleriyle ilgilenebilmesine olanak sağlayan ise 1590 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile yapılan barıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 71</ref> Türkmen şeflerinin yönetimdeki ağırlığını ortadan kaldırabilmek için önce merkezi bir ordu kurması gerekmektedir, çünkü Safevi ordusu o zaman kadar Türkmen süvarilerinden oluşmaktaydı ve onlar da Türkmen şeflerinin kontrolündedir. Şah Abbas, merkezi ordu oluştuktan sonra, askeri başarılarının getirdiği gücü arttıkça nüfuslu kızılbaş şeflerini ya öldürtmüş ya da bir şekilde yönetimden uzaklaştırmıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 72</ref>
{{commons}}
 
Ancak en başta yönetim erkini eline almasına en büyük engel, başkente gelip tahtı devralmasında çok büyük emeği geçen lalası Mürşit Kulu Han'dır. Mürşit Kulu Han, saltanat naibi olarak önemli devlet görevlerine akrabalarını ve kendi adamlarını yerleştirmişti. Dahası saltanat mührünü ve devlet hazinesinin anahtarını boynunda taşıyor, tüm ferman ve emirleri Şah Abbas'la görüşmeye bile gerek duymadan çıkartıyordu. özetle saltanat fiilen Mürşit Kulu Han elindedir. Ne var ki onun artan nüfusundan rahatsız olan Türkmen şefleri topluca saraya gelmiş, sultana şikayetçi olmuşlardır. Kendisine bağlı bu gücü kullanan Şah Abbas, onların dışındaki Türkmen şeflerini tutuklatmış ve öldürtmüştür. Onların yerine aşiretlerin başına ister istemez Şah'a bağlı şefler geçmiştir. Mürşit Kulu Han'ı ise daha sonra, Herat'ı geri almak üzere Horasan'a Özbekler üzerine girişilen sefer sırasında gece çadırında 3 Ağustos 1588 tarihinde öldürtmüştür.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 73 - 75</ref>
* Sümer, Faruk (1988) "Abbas I (ö. 1038/1629) Safevî hükümdarı (1587-1629)" ''Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi :Cilt:1 Âb-ı hayât-el-Ahkâmü'ş-şer'iyye. Say.17-19'' Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı. [http://tdvislamansiklopedisi.org/dia/indirsay.php?cilt=c01]
 
* Savory, Roger M. (1982 rev. 2011) "Abbâs I" ''Encyclopædia Iranica Cilt:1/3 say.71-75'' [http://www.webcitation.org/6YlwT5Hvm] {{ing}}
Mürşit Kulu Han, Ustacalu aşiretindendir. Onun ölümünün ardından bu aşiretin yönetim kademelerinde devletin kuruluşundan beri gelen mevkileri ellerinden alınmış oldu. Zaten Şah Abbas'ın bu aşirete karşı son derece soğuk bir tavır içinde olduğu bilinmektedir. Daha sonra Tekelüler aşireti de ağır bir darbe almıştır. Tekelü şeflerinin çoğu öldürülmüştür. Diğer yandan Şamlu aşireti ileri gelenleri Şah Abbas tarafından daima itibar görmüştü. Şah Abbas Türkmen aşiretlerinin şeflerini devlet kademelerinden atmasının yanı sıra hükümdarlığının ilk yıllarında bazı Türkmen eyalet valilerinin isyanlarını da bastırmakla uğraşmak zorunda kalmıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 76</ref>
* Newman, Andrew J. (2006) ''Safavid Iran'' Londra:. I. B. Tauris. s. 42. ISBN 1-86064-667-0, ISBN 978-1-86064-667-6. {{ing}}
 
* Bomati, Yves; ve Nahavandi, Houchang (1998). ''Shah Abbas, Empereur de Perse: 1587–1629'' . Paris: Perrin. ISBN 2-2620-1131-1. {{fr}}
Sonuç olarak Şah Abbas'ın Türkmen şeflerini sindirme, merkezi yönetimin tüm imparatorluk üzerindeki kesin hakimiyetini engelleyen davranışlarını, çoğu kez şiddete başvurarak kırması sonucunda ortaya çıkan durum, Osmanlı [[vakanüvis]]ti [[Naîmâ|Naima Mustafa Efendi]]'nin ifadesiyle "''Zamanında Kızılbaşlar esir gibi boyun eğmiş olup, başkaldırma yönelimlerini unuttular''" şeklinde bir durumdur.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 72</ref>
* Eskandar Beg Monšī, (hic.1334–35 m.1955-56);''Alamārā-ye ʿAbbāsī, 3 cilt''., Tahran, (Farsca)
== Yeniden yapılanma ==
* (İng.çev.) Savory, Roger M. (1979) '' History of Shah ʿAbbās the Great'' 2 cilt, Persian Heritage Series no. 28, Boulder, Colorado, {{ing}}
Safevi İmparatorluğu'nun içinde bulunduğu kaos ve yıkım koşullarının temel nedenleri, Türkmen gruplarının siyasi – askeri gücünün merkezi yönetim üzerinde baskın olması, askeri örgütlenmenin, ordunun yapısının, esas düşmanları olan Osmanlı ordusu ile başa çıkabilecek yapıda olmaması, geliştirilmesinin gerekliliği ve imparatorluk tebaasının sosyoekonomik durumunun tüm bu handikaplara cevap verememesiydi. Öncelikle merkezi yönetimi sağlaması, yani kendisinin tüm siyasi – askeri erki elinde toplaması gerekiyordu. Bunun içinse öncelikle güçlü bir merkezi hazineye gerek vardı. Her şeyden önce Türkmen kabile şeflerinin gücü, merkezi yönetimin onları kontrol altında tutacak güce sahip olmamasındandı.<ref>Emrah Naki, Sh. : 78</ref>
=== Askeri - siyasi planda ===
Şah Abbas'ın genç yaşta hükümran olduğu yıllara kadar Safevi ülkesinde Şii inancına bağlı (kızılbaş) Türkmen aşiretleri hem askeri, hem de siyasi olarak güçlü durumdaydılar. Türkmen kabile şeflerinden bazıları sarayda yüksek makamdaki görevlere getirilmiştir. Diğerleri ise eyaletlerde, hem kendi aşiretlerinin hem de eyaletin yönetim erkine sahiptiler. Diğer yandan aşiret savaşçılarından oluşan güçlü askeri teşkillere hakimdiler. Bu askeri teşkiller de Safevi ordusunu oluşturuyordu. Bu siyasi ve askeri güçleriyle doğal olarak şah üzerinde bir otoriteleri vardı. Dahası güçlü aşiretlerin başında olanlar sonu gelmez bir mevki ve ihtiras mücadelesi içindeydiler.<ref name=''c71''/><ref>Emrah Naki, Sh. : 78</ref> Şah Abbas, hükümdarlık döneminin hemen başlarında aşiret şeflerinin siyasi etkinliğini, kimini öldürterek, diğerlerini yönetimden uzaklaştırarak<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'' Sh. : 71</ref> ortadan kaldırırken onların otoritelerinin yaygınlığını zayıflatmak için aşiretleri bölerek imparatorluğun farklı bölgelerine yerleştirmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'' Sh. : 76</ref> Tüm Türkmen aşiretleri, özellikle de Ustacalu Aşireti şefleri büyük kıyıma uğrayarak sindirilirken Şah Abbas, Şamlu Aşireti'ne farklı davranmış, oymak beylerine büyük eyaletlerin yönetimini vermiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 76 - 77</ref>
 
Aynı zamanda Safevi ordusundaki güçlerini sınırlamak için Osmanlı İmparatorluğu tarzı bir daimi ordu oluşturmak için devşirme unsurları kullanmıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 1 </ref> Doğrudan Şah'ın emrinde 16. yüzyıl sonu itibariyle kızılbaş askerler de dahil 37 bin mevcutlu bir ordu vardır. Bu ordunun 10 bini kullardan oluşur. Daha sonraları Şah'ın kişisel koruması olarak 3 bin kişilik bir birlik daha oluşturulmuştur. Topçu birliği ise 500 kadar top ve 12 bin kişiden kuruludur. Ayrıca 12 bin kadar piyade askeri vardır. Bu ordu, hiçbir Türkmen aşiretine dayanmayan, komutası da Türkmen şeflerine bırakılmayan bir ordudur.<ref>Emrah Naki, Sh. : 82</ref>
 
Bu ordunun yanında Şah'ın askeri gücü olarak bir başka teşkil de [[Şah İsmail]] döneminden beri vardır. Türkmenler'in en seçkin, en saygın unsurlarından oluşan özel bir teşkil olan [[Kurçiler]]'in [[Akkoyunlu Devleti]]'nden örnek alındığı ileri sürülmektedir. İmparatorluğun askeri gücünün tümüyle Türkmenlerden oluştuğu Şah Abbas önceki dönemlerde, Türkmen kuvvetleri içindeki en deneyimli, en güvenilir, hanedana en sadık askerlerine verilen addı. Bir bakıma Şah'ın hassa birliğiydiler. Ya eyaletlerde geçici olarak, ya da Şah'ın sarayında kalırlardı.<ref>E. Erdoğan, Sh. : 77</ref> Türkmen savaşçılarından olmaları nedeniyle başlarda okçu hafif süvari unsurlardır. [[I. Tahmasb]] zamanında ateşli silahlar kullanmaya başladıkları ve sayılarının beş bine çıktığı ileri sürülmektedir. Baştan beri maaşları merkezi hazineden ödenen bu unsurun Şah Abbas döneminde sayılarının on bine ulaştığı bilinir. Onun döneminde eyalet valileri Türkmen şefleri arasından değil Kurçiler arasından atanır olmuştur. Sonuçta bu durum onların kabile sadakatini tümden ortadan kaldırmasa da bağları zayıflatmış, daha çok Şah'a sadık unsurlar haline getirmiştir.<ref>D. E. Streusand, Sh. : 174</ref> Şah Abbas'ın henüz tahta geçmeden, Herat valisiyken kendisine büyük destek olan Ustalucu ve Şamlu aşiretlerine yakınlık duyması doğaldır. Böyle olunca kurçilerin büyük bölümünün bu iki aşiretten seçilmesi kaçınılmazdı.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 69, 70</ref>
 
Ateşli silahların top ve tüfek olarak Safevi ordusunda kullanılması I. Tahmasb zamanına dayanmaktadır. I. Tahmasb'ın ordusunda sahra topları ve tüfekçiler, Osmanlı ordusunda olduğu gibi savaş düzeninin merkezinde yer almaktadır. Yine Osmanlı gibi [[tabur cengi]] düzeninde tertiplenmişlerdir.<ref name=''st175''>D. E. Streusand, Sh.: 175</ref> Şah Abbas zamanında sahra topçusu ve tüfekçiler Safevi ordusunun önemli bileşeni olmuştur. Tüfekçiler, cebren silah altına alınan köylülerdir. Bir kısmı, belki de çoğu Tacik'tir. Gulamlar ise sahra topçusuna ve tüfekçilere komuta etmiştir.<ref name=''st175''/>
=== Toplumsal planda ===
Şah Abbas'ın tahta geçtiği tarihe kadar Safevi ülkesinde halk esas olarak belirli gruplar oluşturmaktaydı. [[Tacikler]] yerleşik çiftçi topluluklarken Hintli, yahudi ve ermeniler büyük kentlerde ticaretle uğraşmaktadır. Hintli ve yahudi tüccar daha çok değerli madenler ve inci ticareti ile ilgilenirken ermeni tüccar Safevi İmparatorluğunun ticari faaliyetlerinin çok büyük bir kısmını, özellikle ham ipek ihracını yürütmektedir. Türkmen nüfus ise göçebe – sürücü topluluklardır. Çoğunlukla koyun yetiştiren, yazlak ve kışlak arasında hareketli, yerleşik olmayan aşiretler şeklinde hareket halindedirler.<ref name=''s262''>"Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 262</ref> Şah Abbas için Türkmen aşiretleri ciddi bir sorun olarak görülmüştür. Çevre eyaletler imparatorluğun kuruluşunda ana askeri gücü oluşturan Türkmen aşiretlere tahsis edilmişti. Aşiret reisi hem eyaletin vergilerini toplayan ve aşiretine dağıtımını yapan, hem de Safevi ordusuna seferler sırasında aşiret kuvvetlerinin komutanı olarak katılan askeri şeflerdir. Dahası devlet yönetiminde önemli ölçüde güç ve etki sahibidirler. Sonuç olarak eyalet gelirleri bir yandan merkez hazineye gelmezken, diğer yandan imparatorluğun esas askeri gücü, Şah tarafından değil bu aşiretlerin şefleri tarafından kontrol edilmektedir. Şah Abbas, güçlü bir merkezi siyasi – askeri erk yaratabilmek için eyalet vergi gelirlerinin de merkez hazineye akması ve imparatorluk ordusunun doğrudan doğruya Şah'ın kontrolünde olmasının bir zorunluluk, bir varlık şartı olduğunu görüyordu. Bunları sağlayabilmek için öncelikle aşiret şeflerinin kontrolündeki nüfusu bölme yoluna gitmiştir. Daha küçük gruplar halinde çoğunlukla sınır bölgelerine yerleştirerek hem Türkmen şeflerinin kontrolündeki gücü zayıflatmış, hem de sınırlardaki yabancı güçlerin saldırılarına karşı bir savunma bandı oluşturulmuştur.<ref name=''s262''/> Örneğin 1599 yılında, sınır ötesindeki bazı Türkmen oymaklarının yağma akınlarını önlemek için [[Doğu Azerbaycan]] sınırındaki [[Mübarekabad]] Kalesi onarılmış ve [[Karabağ]] bölgesinden getirilen [[Kaçarlar|Kaçar]] boyları yöreye yerleştirilmiştir. Ayrıca Arap akınlarına karşı önleyici önlem olarak [[Basra Körfezi]] kıyılarına da türkmen aileleri yerleştirilmiştir.<ref>Cihat Aydoğmuşoğlu, “Şah Abbas (1587-1629) Devrinde (1587-1629) İran’da Sosyal ve Kültürel Hayat Sh. : 262, 263</ref>
 
Geniş grupları yerleştikleri yerlerden ayırıp başka bölgelerde iskan etmenin bir başka biçimi de Osmanlı saldırı hattı önündeki halkı buralardan daha iç kesimlere göndermektir. Bunların ev ve tarlaları yakılmış, bölgedeki bir çok kuyu zehirlenmiştir. [[Yakıp yıkma taktiği]] olarak bilinen bu taktikle Osmanlı ordusunun gıda ve su bulma olanakları (yerinden ikmal) olanaksız kılınmıştır. [[Erzurum]] - [[Erivan]] - [[Nahçivan]] - [[Tebriz]] hattındaki tüm yerleşimler bu şekilde insansızlaştırılmıştır. Yine 1614 – 1615 yıllarında hem bu amaçla, hem de yeni kurduğu [[Ferahabad]] kentine nüfus sağlamak için [[Şirvan]] ve [[Karabağ]]’dan 15 bin kişi [[Mazenderan]]’a göç ettirilmiştir. Ayrıca [[Dağıstan]]’dan bir kısım Çerkez’in [[İsfahan]] civarına nakledildiği bilinmektedir. Yine 1604 yılında Osmanlı sefer hattı üzerinde olan [[Culfa, Doğu Azerbaycan|Culfa]] kenti tümüyle yakılıp yıkılmış, ahalisi olan ermeni nüfus İsfahan’a göç ettirilmiştir. Şah Abbas, bu ermenilere toprak satınalma, kendi yöneticilerini seçme ve dinsel konularda ayrıcalıklar tanımıştır.<ref name=''s263''>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 263</ref> Bu sayede başlıcaları İzmir ve İstanbul olan Osmanlı şehirlerinde ve Avrupa’nın pek çok kentinde geniş bir ticari ilişkiler ağı olan Ermeni tüccardan yararlanmayı sağlamıştır.<ref name=''as35''>Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 35</ref>
 
Bir başka göç ettirme ise ekonomik amaçlı nüfus hareketleri yaratmaktır. Örneğin [[Culfa, Doğu Azerbaycan|Culfa]] kentindeki ermeni nüfusu 1604 yılında tümüyle (3 – 5 bin kişi) İsfahan'a götürülmüş, burada bir mahalle oluşturmaları sağlanmıştır. Bugün halen İsfahan'ın [[Yeni Culfa, İsfahan|ermeni mahallesi]] olarak tanınmaktadır.<ref name=''s263''/> Şah Abbas bu mahallede iskan edilen ermenilere zaman içinde tüm Safevi ülkesinin ticaretini teslim etmiştir. Ancak 1604 – 1605 yıllarında farklı bölgelerden çok daha büyük sayıda ermeni Safevi Sarayı'nın kararıyla zorunlu iskana tabi tutulmuştur. Bunlar içinde en büyük grup 24 – 27 bin kişi olarak Gilan ve Mazenderan eyaletlerine yerleştirilen gruptur. Şah'ın amacı ülkede hem iç, hem de dış ticaretin gelişmesini ermenilerin sayesinde sağlamaktır.<ref name=''s263''/> Ama Gilan ve Mezenderan eyaletlerinde durum ticaret amaçlı değidir. Eyaletlerin tarım ve hayvancılık üretimini büyütmek amaçlanıyordu. Özellikle bu bölgeler ipek üretim bölgeleridir. Diğer yandan Şah'ın tahsis ettiği arazilerde bağlar kurulmuş, bu bağlardan hatırı sayılır miktarda şarap üretilmiştir. Diğer yandan bu eyaletlerde iskan edilen ermenilere sığır ve koyun verilmiş, daha geniş çapta hayvancılık yapılmasına yönelinmiştir.<ref name=''s264''>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 264</ref> Bununla birlikte kısa süre sonra Gilan ve Mazenderan eyaletlerinde zorunlu iskan edilen ermeniler, bölgenin iklim koşullarına alışamamak, özellikle de sivrisineklerin getirdiği sıtma yüzünden kırılmışlar, kalanlar başka bölgelere göç ettirilmek zorunda kalınmıştır.<ref name=''s263''/>
 
Şah Abbas döneminde de daha önce olduğu gibi Anadolu'dan, Osmanlı yönetiminin yarı göçebe Türkmenler'e karşı genel bir devlet politikası haline gelen yerleşik hayata geçmeleri, çiftçilik yapmaları yönündeki baskıcı uygulamaları, dışlayıcı politikası nedeniyle İran'a yoğun Türkmen göçleri olmuştur. Bu göçler sonraki yüzyıllarda da devam etmiştir.<ref>Emrah Naki, Sh. : 92</ref> Söz konusu göçlerde Osmanlı ordusunun Safevi topraklarına karşı sefere giriştiği dönemlerde özellikle yoğunluk kazanmaktadır. [[1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı]] sırasında 1603 yılında yağmacılıkları nedeniyle silsüpür adını alan 2 bin aileden oluşan bir grup, ertesi yıl ise başka bazı oymaklar Doğu Anadolu Bölgesi'nden İran'a göç etmişlerdir. Anlaşıldığı kadarıyla Osmanlılar'ın, ordunun Doğu bölgelerinde seferde olmasından yararlanarak sorunlu buldukları yarı göçebe Türkmen gruplarını baskı altına aldıklar oluyordu. Yine benzer bir durum bazı celali grupların Osmanlı topraklarında tutunamayarak İran topraklarına sığınmalarıdır.<ref>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 264</ref>
=== Ekonomik planda ===
Hükümdarlığının ilk yıllarında merkezi hazinenin gelirlerini arttırma yoluna gitmiştir. Kısa sürede tüm eyaletler hükümdarlık arazisine dönüştüler.<ref name=''n90''>Emrah Naki, Sh. : 90</ref>
 
Şah Abbas, planladığı dönüşümler için gereksinme duyacağı mali kaynakları sağlamak için ipek üretimi yapılan [[Hazar Denizi]] güneyindeki [[Gilan Eyaleti|Gilan]] ve [[Mazenderan Eyaleti|Mazenderan]] ile daha batıya düşen [[Karadağ (İran)|Karadağ]] ve [[Şirvan eyaleti|Şirvan]] doğrudan doğruya merkezin yönetimi altına almıştır.<ref>D. E. Streusand, Sh. : 158</ref>
 
Pek çok yüzyıl boyunca uluslar arası ticaretin çok büyük bir kısmı Uzakdoğu ile Avrupa arasında yürütülmüştür. Bu ticaretten en büyük kazancı sağlayan devletler [[Venedik Cumhuriyeti]], Osmanlı İmparatorluğu ve Safevi İmparatorluğudur. Son ikisi esas olarak topraklarından geçen transit ticaretten büyük gelirler elde etmiştir. Böyle olunca her iki imparatorluk da Uzakdoğu – Yakındoğu arasındaki ticaret yollarının olabildiğince büyük bölümünü kontrol altına almaya çalışmıştır.<ref name=''c19''>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 19</ref> Transit ticaret gelirleri için bir örnek, 1603 yılında [[Halep]] transit ticaret geliri olarak Safevi hazinesine yıllık 100.000 altın [[duka]] gibi hayli yüksek bir tutardır.<ref>Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 33</ref>
 
Şah Abbas döneminde iç ticarette çok belirgin bir canlılık görülmektedir. Bu durum esas olarak yol ve köprülerle hanların yapılmasına bağlıdır. Örneğin Hazar Denizi'nin güney kıyısındaki bol yağış alan [[Gilan Eyaleti]] ile [[Mazenderan Eyaleti]]'ni birbirine bağlayan yaklaşık 280 km.lik taş döşeli yol Şah Abbas devrinde yapılmıştır. Elbette yolların güvenliğinin sağlanması bunu tamamlar. Yolların, köprülerin ve hanların onarımı eyalet yönetimlerine bırakılmıştır. Eyalet yönetimleri, kendi bölgelerindeki ticaretten alınan vergilerin bir kısmıyla bu harcamaları yürütüyorlar, dolayısıyla merkez hazineden tahsis beklemek zorunda kalmıyorlardı.<ref>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 18</ref> Tüm bu düzenlemeler bir yandan iç ticareti geliştirirken diğer yandan Hindistan ile Osmanlı arasındaki doğu – batı, Arabistan'la Rusya arasındaki güney – kuzey transit ticaretini geliştirmiştir.<ref name=''c19''/> Böylece hem ticari gelirler atmış, hem de ticaretin teşvikiyle üretim hacmi büyümüştür. Dolayısıyla İran, Şah Abbas devrinde genel bir refah artışı sağlamıştır. Oysa başka müslüman ülkelerde, Akdeniz ve Atlantik ticaretindeki gelişmelerin olumsuz etkileriyle ekonomik bir gerileme yaşanmaktadır.<ref name=''n90''/> Bu çerçevede bakıldığında Şah Abbas, Safevi İmparatorluğu tarihinde imar çalışmalarına en büyük yatırımı yapan hükümdar olarak görülmektedir. Sadece ticaretin alt yapısını oluşturan yol, köprü ve han gibi inşaatler değil, ülkenin her yerinde camiler, medreseler, hastaneler, su yolları, çarşılar, kütüphaneler, hamamlar, saray ve kasrlar yapılmıştır.<ref>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 268, 269</ref> İç ve dış ticaretin hacminin artması, zanaat üretimini yüksek bir talep yaratarak teşvik etmişti. Fakat Şah Abbas ayrıca bir çok zanaatın gelişmesi için hesaplı düzenlemelere de gitmiştir. Örneğin Çin’den getirilen 300 porselen ustası, İran porselen üretimini kalite yönünden geliştirmişti. Ağırlıkla mavi ve beyaz renklerin tercih edildiği İran porselenleri Avrupa pazarlarında Çin porseleniyle yarışacak derecede talep görmektedir.<ref>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 268</ref>
 
==== İpek ====
Safevi ülkesinde ham ipek üretimi Gilan, Mazenderan, [[Erdebil Eyaleti|Erdebil]], [[Gürgan|Esterabad]], [[Şirvan eyaleti|Şirvan]], [[Karabağ]], [[Şamahı]] ve [[Horasan]] gibi Hazar kıyısı bölgelerdedir. Şah Abbas bu bölgelere, özellikle Gilan ve Mazenderan eyaletlerine, ipek üretimini arttırmak için 30 bin gürcü ve ermeni aileyi bu eyaletlere yerleştiriştir. Bu eyaletlerde [[çeltik]] üretimi yerini ipek üretimine bırakmıştır. İpek, tüm bu bölgelerden esas olarak başkent İsfahan’a, [[Kazvin]] ve [[Tebriz]]’e getirilerek burada tüccara satılmaktadır. İpek dışsatımı bu kentlerden birkaç güzergah kullanır. Bir hat Basra Körfezi limanlarıdır. Burada yabancı tüccara satılmaktadır. Bir diğer güzergah ise [[Gürcistan]] üzerinden, deniz yoluyla Avrupa’ya nakledilmek üzere Trabzon limanıdır. Üçüncü bir hat Tebriz – Erzurum – Bursa hattıdır.<ref name=''c267''>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 267</ref>
 
Şah Abbas’ın askeri seferlerinin neredeyse tümü, bu ipek ticaret hatlarını ele geçirmek içindi. Önce güney hattına hakim olmayı hedeflemiş, 1601 yılında generallerinden Şiraz Valisi Allahverdi Han’a, İran’ın güney batısına düşen [[Lar, Fars Eyaleti|Lar Eyaleti]]’ni istila etme emri vermiştir. Hemen ertesi yıl [[Basra Körfezi]]’nin doğu kıyılarındaki [[Bahreyn]] Adası Portekizlilerden geri alındı. Bu iki yılda güney hattı ele geçirilmişti. Hemen ertesi yıl, 1603’de kuzey hattını ele geçirmek için ordularını [[Azerbaycan]] ve [[Kafkasya]] üzerine sevk etti. Bölgedeki zayıf ve hazırlıksız Osmanlı kuvvetleri kısa sürede atıldı ve bölge kentleri Safevi kontrolüne alındı.<ref>Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 34, 35</ref>
 
Safevilerin temel ihraç malı ipekdir. Bir bakıma ''ipek imparatorluğu''dur. İmparatorluğunun bu gerçeğini çok iyi görebilen Şah Abbas, ipek üretimini ve dışsatımını geliştirmek için üç kategoride düzenlemelere gitmiştir. Bunlardan biri ipek dışsatımını bu işi başarılı bir şekilde yapabilecek bir grubun kontrolüne vermiştir, ermeni tüccar. Bu girişimiyle ayrıca, ipek dışsatımını daha rahat bir şekilde kontrolü altında tutabilmiştir. İkinci kategoride ipek üretimi konusundaki düzenlemelerdir. İpek üretimi esas olarak [[Hazar Denizi]]'nin güney bölgesinde yapılmaktadır. Tüm bu toprakları hassa arazisi haline getirmek, ipek üretiminin kontrolünde daha etkin bir yöntem olmuştur. Üçüncü kategoride ise ipek hasılatını kontrolüne almasıdır, ülkede üretilen tüm ipek, Şah'ın malı olarak İsfahan'daki ana depolara getirilmiş, dışsatım için burada ermeni tüccara tahsis edilmiştir.<ref name=''c267''/> Bu yöndeki tüm düzenlemeler 1603’de, bir önceki iki yıl güney ticaret hattını ele geçirdikten sonra kuzey hattını da kontrolüne alır almaz yapmıştır. Birbiri ardınca yapılan fetihler, zorunlu göç ettirmeler ve düzenlemelerle ipek üretimini, bir merkezde toplanmasını ve İzmir, İstanbul gibi Osmanlı kentleriyle [[Livorno]], [[Amsterdam]] ve Paris gibi Avrupa ticaret merkezi kentlerde geniş ticaret ağlarıyla sıkı işbirliğinde olan Ermeni tüccarı dışsatımda tekel durumuna getirerek, tüm ham ipeğin dışsatımını devlet denetimine almıştır. Özellikle İran ham ipeğinin Avrupa'ya satışını yürüten tüccarın etnik kökeninde ortaya çıkan bu dönüşüm, Şah Abbas döneminin İran ekonomisinde oluşturulan en önemli ekonomik dönüşümdür. Şah Abbas dönemine kadar bu ticaret çoğunlukla Fars ve Azeri tüccarın elindeydi. Bu dönemde zaten önemli bir ermeni nüfusu başkent [[İsfahan]]'a yerleştirilmişti. Ermeni tüccarın başkentte kendi dükkanlarında İngiltere, Hollanda, Venedik ve diğer Avrupa dokumaları sattıkları bilinmektedir. Bu dokumaların ham ipek ihracının karşılığı olarak getirildiği ileri sürülmektedir. Şah Abbas’ın düzenlemeleriyle hızla ermeni tüccarın kontrolüne geçmiştir. Ham ipek, Şah'ın saltanat ambarlarında toplanıyor, buradan ermeni tüccara dağıtılıyordu. Şah Abbas, ham ipek ihracında ermeni tüccarı, onların Avrupa'daki ticari bağlantılarını yararlanmak için kullanmayı düşünmektedir. Bu ermeni tüccar Avrupa'nın neredeyse tüm büyük kentleriyle çalışmaktadırlar ve tüm dünya ham ipek ticareti bu kentlerden kontrol edilmektedir. Bu dışsatımdan ülkeye akan gümüş ve altın olarak dışsatım gelirlerinden alınan ticaret vergileri de merkezi hazineye pürüzsüzce akmıştır.<ref name=''as35''/><ref>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 5</ref><ref name=''s262''/>
İpek, kervanlarla Bursa, Tokat ve Halep'e, sonuç olarak büyük bir kısmı Osmanlı toprakları üzerinden Avrupa'ya gitmektedir.<ref name=''ca2''/> Örneğin 1620 yılında Avrupa'ya giden İran ipeği yıllık 384.800 kilodur.<ref>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 4</ref> Ancak bir miktar ham ipek Avrupa'ya gitmemekte özellikle Bursa'da dokumada kullanılmaktadır. Böyle olunca Osmanlı merkez hazinesi bu transit ticaretten önemli tutarda gelir sağlıyordu. Şah Abbas, topraklarına yönelik Osmanlı askeri seferleri nedeniyle Osmanlı hazinesinin bu gelirini kesmek için ipeği başka yollardan Avrupa'ya göndermenin yollarını aramıştır.<ref name=''ca2''/> Avrupa’nın o yılarda ham ipek talebi yıllık olarak 200 -300 ton gibi yüksek bir miktardır ve bunun % 86’sı İran ham ipeğidir. Bu oran yıllık 170 – 260 ton arasındadır. Söz konusu ham ipek Halep ve İzmir çarşılarında Avrupalı tüccara satılmaktadır. Sonuç olarak İran ham ipeği Avrupalı tüccara Osmanlı kentlerinde satılmaktadır. Şah Abbas işte bu ticaretin vergi gelirlerinin Osmanlı merkez hazinesine akmasını önlemek istemektedir. İstanbul’daki Venedik elçisinin 1617 yılında yazdığına göre Osmanlı merkez hazinesinin ham ipek transit ticaretinden elde ettiği yıllık gümrük vergisi tutarı 3 – 4 milyon [[akçe]]’yi bulmaktadır.<ref name=''as35''/> Bunu sağlamak için Avrupalı tüccarın İran'a gelmesini, İran'la ticaret yapmasını sağlamak zorundaydı. Bir yandan Avrupalı hükümdarlarla temaslar kurarken bir yandan da Avrupalı tüccara cazip olanaklar ve kolaylıklar sağlamak gerekiyordu. Hepsinden önemlisi de Safevi topraklarında güvenle iş yapabilmeleri, seyahat edebilmeleri sağlanmalıydı. Sonunda 1600 yılında yayınladığı fermanıyla yerel yöneticilerin hristiyan tüccara zorluk çıkarmaması, dini olarak baskı yapılmasının önlenmesi emredilmiştir. Bir başka fermanla ise hristiyan tüccara tüm gümrük vergilerinden muaf tutulmaları, dini özgürlük sağlanması ve Şah'ın topraklarında özgürce seyahat etme hakkı tanınmıştır.<ref>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 2</ref> Avrupa’yla bilinen ilk teması 1599 yılında, Şah’ın hizmetine giren İngiliz Sir Antony Sherley ile birlikte bir elçilik heyetini Moskova üzerinden Avrupa’ya göndermesidir. Beklediği ölçüde bir sonuç elde edemediyse de 1603, 1607 ve 1610 yıllarında Avrupa’ya elçi heyetleri gönderdi. Hatta 1610 yılındaki elçi gönderme denemesi ilginçtir, güney deniz yolunu kullanarak, [[Ümit Burnu]]’nu dolaşmak suretiyle deniz yoluyla Lizbon’a gidilmiş ve 200 balya ipek götürülmüştür. Böylece uzakdoğu ile ticaretin Hint Okyanusu üzerinden yapılmasını desteklemişti.<ref> Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 36</ref>
 
İran ham ipeğinin Avrupa'ya ihracında Osmanlı topraklarından geçmemesini sağlamak, bunun yerine başka bir ticari güzergah oluşturma çabası oldukça karmaşık bir dizi düzenlemek gerektirecektir. Çünkü başka bir güzergah bulunması yeterli değildir, Safevi İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu'yla hatırı sayılır bir ticari ilişki içindedir. İran'dan ihraç edilen ipeğin bir ölçüde karşılığında Osmanlı ülkesinden ithalat da yapılmaktadır ve bu ithalat Safevi ekonomisi için son derece önemlidir. Hepsinden önce [[sikke]] kesmek için bile İran'ın yeterince altın ve gümüş olarak değerli madeni yoktur, bunların önemli bir bölümü Osmanlı ülkesinden gelmektedir. Öte yandan kalay, inci, Mısır ve Kıbrıs'da üretilen şeker, hatta bir kısım Hindistan baharatı ile Avrupa yünlü dokuması Osmanlı ülkesinden ithal edilir. Sene olarak 1600 civarları için örnek verirsek, yıllık yünlü kumaş ithalatı 2 bin balya, kalay ithalatı 40 - 50 ton gibidir.<ref>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 5, 6</ref> Şah Abbas'ın bu ithalat için alternatif bir yer bulması gerekmektedir. Diğer yandan ipek ihraç güzergahının değiştirilmesi içte dahi, esas olarak ermeni tüccardan gelen tepkilere yol açmıştır. Bizzat Şah Abbas ermeni tüccara adeta tekel olanakları sağlamıştı, onlar da geniş bir ticari ilişkiler ağı kurmuştu. İpek güzergahı değişince tüm bu bağlantılar çökecek, İran dış ticaretinde onlar için belirsiz dolu bir dönem başlayacaktır. Dolayısıyla ham ipek ihracında varolan düzenin değişmemesi için Şah nezdinde yoğun çabalar harcadılar.<ref name=''c6''>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 6</ref> Diğer yandan [[Venedik Cumhuriyeti|Venedik]] açısından bu şekilde ipek güzergahının değişmesi bir yıkım olacaktır, çünkü Venedik'in önemli gelir kalemi, [[Levant]] üzerinden yapılan ipek ticaretidir. Bu ise artık Osmanlı ülkesinden geçmektedir. Ayrıca İngiliz [[Doğu Hindistan Şirketi]], Osmanlı'yla giderek artan ticari ilişkileri, Şah'ın önerdiği rotanın uzun ve kar garantisi olmayan bir rota olması ve İran'ın Osmanlı'dan gelen değerli madenlere olan bağımlılığı nedenleriyle duruma kesinlikle karşıydı. Sonuç olarak Şah Abbas'ın ham ipek ihraç güzergahını Osmanlı ülkesi dışından yapma amacı, en azından o tarihler için uygulanabilir bir amaç değildi.<ref>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 6, 7</ref>
 
Ne var ki 17. yüzyılın başlarından itibaren Hint Okyanusu'na İngiliz ticareti yerleşmeye başlamıştır. Doğu Hindistan Şirketi esasen özel bir şirket olmasına karşın 1600 yılının son gününde "Kraliyet Fermanı" almayı başarmıştır. Şirket daha 1600 yılı içinde [[Babür İmparatorluğu]]'ndan Hindistan'da ticaret yapmak için imtiyaz almıştı.<ref name=''th8''> Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 8, 9</ref> Ancak İngiltere'nin önemli bir ihraç ürünü olan yünlü dokumaları Hindistan'da satamazdı. Kışları soğuk geçen İran bu mallar için potansiyel bir alıcıdır. İngiltere’nin bu ticari olanağı fark etmesi 1614 yılında İran’a seyahat eden bir İngiliz tüccar tarafından ilgililere iletilmiş ve büyük ilgiyle karşılanmıştı. Aslında Antony Sherley’in erkek kardeşi [[Robert Sherley]], 1611 – 1612 yıllarında, İran ipeğinin okyanus üzerinden alınması için İngiltere’de temaslarda bulunmuş, ancak Doğu Hindistan Şirketi nezdinde ilgi görmemişti. Şimdi durum değişiyordu. Yünlü dokuma için geniş bir pazar sağlanacaktı. Üstelik İran Körfezi limanlarından alınacak ham ipek, Osmanlı topraklarından gelen, örneğin Halep'teki İran ipeğinden yarı yarıya ucuzdur. Bunun üzerine şirket yönetimi Safevi ülkesiyle ilgilenmeye başlamış, bir İngiliz gemisi 1615 yılının aralık ayında İran Körfezi'ne gelerek şirket temsilcisini İsfahan'a gitmek üzere karaya çıkarmıştır. Şah Abbas temsilciyle çok olumlu bir görüşme yaptı ve bir ferman çıkararak İran Körfezi limanlarına gelen İngiliz gemilerinin engellenmemesini, İngiliz tüccarın malları istedikleri yerlere nakletme hakları olduğunu ilan etti. Dahası Hürmüz Adası'nın 90 mil doğusunda anakaradaki Cask Limanı'nda İngilizlerin bir ticari istasyon kurmalarına izin vermiştir. Yine de bu anlaşma için sıkı bir pazarlık yapıldığı anlaşılmaktadır. İngilizler, ipek bedelini, yünlü dokuma bedeliyle takas yöntemiyle ödemek istiyorlardı. Hesaplamalarına göre İran ipeği için yıllık ödeme 3 – 4 milyon altın tutmaktadır. Bu parayı nakit olarak toparlamanın güçlüğü yanında hükümetin [[merkantilist]] politikaları nedeniyle ülke dışına değerli maden çıkışı istenmiyordu. Şah Abbas buna karşı çıktı, nakit ödemede ısrar etti. Özellikle savaş yıllarında Osmanlı ülkesinden gelen değerli maden miktarı büyük ölçüde düşüyordu, ülke ekonomisinde para sıkıntısı baş gösteriyor, bu değerli madenler fazlasıyla değer kazanarak enflasyonist baskı yaratıyordu. Pazarlıklar sonucu ipek / yünlü dokuma ticaretinin üçte birinin nakit olarak yapılması karara bağlanmıştır.<ref name=''th8''/><ref>Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 39 - 41</ref> Şah Abbas, Basra Körfezi’ndeki son Portekiz dayanağını [[Hürmüz Adası]]’nı 1622 yılında işgal edince Hollandalılarla, İngilizlere tanınan ayrıcalıklarla ticareti açtı. Ardından Hindistan'la [[Levant]] arasındaki kara ticaret rotasının çok önemli pazarlarından biri olan Bağdat, 1624’de Şah Abbas’ın kontrolüne geçti. Diğer yandan Hint Okyanusu İngiliz ve Hollandalılar tarafından tümüyle kontrol ediliyordu. Böylece Osmanlı İmparatorluğu uluslararası ticaretten bir ölçüde de olsa tasfiye edilmiş oluyordu. Örneğin 1628 yılında [[Halep]] pazarına çok sınırlı olarak ipek geliyordu.<ref>Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 42, 43</ref>
 
Doğu Hindistan Şirketi hemen sonra, 1617 yılında, doğrudan İran ipeğinin Avrupa'ya İran Körfezi limanlarından İngiliz tüccar gemileriyle taşınması için Şah Abbas nezdinde girişimde bulundu. Şah, istenenden daha eli açık oldu, istedikleri limanı seçebileceklerini belirterek, yıllık olarak 1.000 – 3.000 balya ipeği belirlenmiş bir fiyattan teslim edeceğini vaad etti. İngiliz tüccar, bu ipeği yükleme limanına gümrük vergisinden muaf olarak götürebilecekti. İngiliz temsilcisi ise bunların üstüne ipek bedelinin dörtte birini nakit, kalanını ise İngiliz ihraç malları olarak ödemeyi önermiştir. Önerilen İngiliz ihraç ürünleri çuha, yünlü ve pamuklu giysi, kalay, kurşun ve baharattı. Şah bu öneriyi kabul ettiği gibi İsfahan'daki sarayda bir İngiliz temsilcisinin bulunmasını istedi. İngilizler hemen ardından [[Şiraz]] ve İsfahan'da ticari merkezler oluşturdular. Şah Abbas'ın bu tavizleri vermesinin esas nedeni İran ipeğinin ihraç güzergahını sonunda değiştirecek olmasının yanında askeri bir amacı olduğu ileri sürülmektedir. Hürmüz Adası'nı eninde sonunda almak isteyen Şah Abbas'ın ordusunu adaya çıkarabilmesi için donanması yoktu, İngiliz donanmasından yararlanabilirdi.<ref>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat, Sh. : 9, 10</ref>
 
Sonuç olarak Doğu Hindistan Şirketi'yle yapılan tüm bu görüşmeler uygulamaya girmemiştir. Şah Abbas, 1618 (ya da 1619) yılında şirket temsilcisine Osmanlı ülkesinden geçirmemek koşuluyla tüm İran ipeğini İngilizlere satacağını söylemiş, ancak o güne kadar İran ipeğinin ihracını elde bulunduran ermeni tüccar şiddetle karşı çıkmıştır. Bunun üzerine Şah, ipeğini en yüksek fiyat verene satacağını söyleyerek bir bakıma İran ipeğini ihaleye çıkarmıştır. En yüksek fiyatı ermeni tüccar verince İran ipeğinin ihracı onların elinde kaldı.<ref>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat Sh. : 10</ref>
 
Hollanda, daha sonra da kalıcı olarak İngiliz etkisinin, Portekiz askeri ve ticari varlığını Hint Okyanusu'ndan tasfiye etmesinden sonra Şah, ipek ihraç güzergahını Hint Okyanusu limanlarına çevirmeye çalıştı. İpek ticareti radikal bir dönüşüm geçirecekti, kara taşımacılığından deniz taşımacılığına geçilecekti. İşte bu noktada ithalat konusu Safevi ekonomisini sarstı, artık Osmanlı ülkesinden gelen altın ve gümüş miktarı çok düşmüştü. Ekonomi para darlığı yaşamaya başladı. Osmanlı hazinesi de bu değişmeden önemli ölçüde etkilenmiştir.<ref name=''c6''/>
 
Uzakdoğu ile Ortadoğu arasındaki ana ticaret hattının kontrol altına alınması yönündeki girişimler ve Osmanlı ve Safevi mücadelesi XVII. Yüzyılın ortalarından başlayarak artık anlamını yitirmiştir. Amerika Kıtası'ndaki Avrupa kolonilerinin üretim hacminin ve çeşitliliğinin çok büyük ölçüde artmasıyla bu kolonilerden Avrupa pazarlarına giderek daha fazla şeker, tütün, kahve ve pamuk akmaya başlayacaktır. Dahası Avrupa'da ipek yerine pamuklu dokuma tercih edilir olmaktadır. İpeğe olan talebin hızla düşmesiyle Venedik, Osmanlı ve Safevi, Uzakdoğu ile yapılan ticaretin neredeyse birden bire düşmesine tanık oldular. Bu ticaretten sağlanan yüksek gelirler de ortadan kalktı.<ref name=''c19''/>
== Yönetim tarzı ==
Şah Abbas, kendisine başkaldıran emirler üzerine yürüyüp onları çaresiz bıraktığında bile af dileyenleri bağışlamış, onlara yeni yetkiler ve geniş geçimlik olanaklar bahşetmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 199, 213</ref> Diğer yandan yine boyun eğen ezeli düşmanlarıyla da barışçıl ilişkiler kurmaya çabalamış, hatta olaylar sıcak çatışmaya varmadan önce barış koşullarını araştırmış, karşı tarafa barışçıl olduğunu garanti eden mektuplar göndermiştir. Özbekler'e karşı giriştiği askeri seferler de Safevi toprakları olarak gördüğü ve Özbekler tarafından işgal edilmiş olan Horasan'ı geri almaktı, Özbek ülkesine saldırmadı, onların topraklarında gözü olmadı.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 214, 215</ref>
[[Şah İsmail]]'den beri süregelen geleneğe uyarak ülkesinin doğu sınırını [[Amu Derya]] Irmağı olarak kabul edip öteye geçmemiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 203</ref>
== Askeri seferler ==
=== Hürmüz Adası'nın alınması ===
Hürmüz Adası, [[Hürmüz Boğazı]] üzerinde bulunması nedeniyle Basra Körfezi'nin girişine hakimdir. Bu konumuyla Hindistan'la Ortadoğu arasında yapılan deniz ticaretinde çok önemli bir geçiş noktasıdır. Hürmüz Boğası, Basra Körfezi'nin en ucundaki Basra limanıyla bağlantı sağlar. Basra ise Bağdat ve Halep arasındaki kervan yolunun bir ucudur. Hürmüz Boğası'ndan geçip belirtilen güzergahı izleyerek Akdeniz'e, Halep'e ulaşan ticaret yoluyla Hindistan'dan baharat, pamuk, çeşitli ilaçlar, çivit ve Hint kumaşları taşınmaktadır. Halep'de Avrupalı tüccarın yanı sıra Anadolu, Mısır, İran ve Hindistan'dan gelen tüccar iş yapmaktadır. Arap tüccar ise doğrudan Hürmüz'den mal almaktadır. Hürmüz Boğazı kıyısında Şah Abbas'ın kurduğu Bender Abbas limanına ise İran'ın tüm bölgelerinden İranlı tüccar gelmektedir. Sonuç olarak İran'ın en önemli ticaret limanıdır. Portekiz 1622 yılında Hürmüz Adası'nı kaybedene kadar büyük tutarda gümrük geliri sağlamışlardı. Tüm bunlar Şah Abbas'ın Hürmüz Adası'nı Portekizlilerden almak yönündeki çabasını çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.<ref name=''c14''>Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat Sh. : 14</ref>
Kent, [[İlhanlılar]] zamanında, kabaca 1300'de eski kentin karşısındaki küçük adaya, [[Hürmüz Adası]]'na taşınmıştır. [[Hint Okyanusu]]'daki Portekiz donanması 1606 yılında istila edilmiştir. Portekiz donanması hemen ardından adanın hemen karşısında anakaradaki Gemburun Limanın'da işgal ettiler. Böylece Basra Körfezi'ndeki tüm ticari ve askeri hareketliliği kontrol eder hale geldiler. Ayrıca ada Portekiz ticareti için önemli bir ticari merkez haline geldi.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 104</ref> Her yıl 20 – 30 ticaret gemisinin mal boşalttığı limandan Osmanlı vatandaşı Ermeni ve Türkler ile [[Venedik Cumhuriyeti|Venedik]]li tüccar mal alıyordu. Portekiz hem bu ticaret üzerinden vergi, hem de yerleşik müslümanlardan haraç alıyordu.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 105</ref>
 
Şah Abbas, 1600'lerin ilk yıllarında adayı Portekizlilerden almayı planlamış olsa da başka meseleler yüzünden sonuç alacak bir girişimde bulunulamamıştır. Ancak 1614 yılında Gemburun Limanı'ndaki Portekiz askeri varlığı sona erdirilmiş, limanın adı Şah Abbas tarafından Bender Abbas (Abbas Limanı) olarak değiştirilmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 106</ref> Ancak Şah Abbas Hürmüz Adası'na saldıramazdı, adaya çıkarma yapabilmek için donanması yoktur. Bu arada İngilizlerin Hint Okyanusu ticaretine girmeye başlaması bir fırsattı. Sonunda İngilizlerle birlikte bir harekat yapılması yönünde anlaşmaya varılmıştır. Bu anlaşmaya göre Safevi kuvvetleri İngiliz donanması tarafından adaya taşınacak, İngiliz donanması ile Safevi kuvvetleri adadaki kaleye aynı anda saldıracak, ganimet ve adanın gümrük gelirleri eşit paylaşılacak, savaşın masrafları eşit olarak paylaşılacak ve İngiltere'den yapılan ithalattan gümrük vergisi alınmayacaktır. Safevi kuvvetleri – 3 bin asker- adaya çıkıp kaleyi iki ay boyunca kuşatma altında tutmuştur. Portekiz garnizonu 19 Nisan 1622 günü teslim olmuş ve ada el değiştirmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 107, 108</ref>
 
Hürmüz Adası'ndan Portekiz güçlerinin atılması sonuçta Şah Abbas'a yaramıştır. Basra Körfezi'nin ticari rotalarını tümüyle kontrolü altına alması yanında İngilizlerle yapılan antlaşmanın kendi payına düşen kısmını uygulamamıştır. Yine de İngiliz ve daha sonra Hollanda tüccar gemilerinin limanı rahatlıkla kullanmalarına olanak sağlamıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 108, 109</ref>
=== Bağdat'ın alınması ===
Şah Abbas Azerbaycan ve Gürcistan’a hakim olduktan sonra Uzakdoğu ticaret yollarının geçtiği Bağdat, [[Musul]] ve [[Basra]] bölgelerini de kontrol altına almak istiyordu. Tam bu sırada karşısına umut veren bir fırsat çıkmıştır. İstanbul’da [[Genç Osman]] olayı sonucu Osmanlı eyaletlerinde karışıklıklar, huzursuzluklar baş göstermiştir. Bağdat da bu eyaletlerden biridir. Bağdat Valisi [[Yusuf Paşa]] ile kent garnizonu komutanı olan [[Subaşı]] Bekir arasında güç çekişmesi ortaya çıkmıştır. Bir ara kentten çıkan Subaşı’nı vali kente almamak istedi. Arada çıkan çatışmada Vali Yusuf Paşa bir kaza kurşunuyla vurulup ölmüştür. Rakibi böylece ortadan kalkan Subaşı Bekir, kendi düzenlediği bir [[berat]]la kendini Bağdat Valisi ve paşa ilan etmiştir. Osmanlı payidahtının tepkisi, Diyarbakır Valisi [[Hafız Ahmet Paşa]]’yı Bağdat’a göndermek olmuştur. Hafız Ahmet Paşa, Subaşı Bekir’i Padişah adına azledecektir. Paşa, 30 bin kişilik bir kuvvetler gelip kenti kuşatır.<ref>Şah Abbas ve Zamanı, Sh.: 152</ref> Şah Abbas bu fırsatı değerlendirir ve Bağdat Valiliği’ni kendisine vereceğini bildirmek üzere [[Hamadan]] Valisi [[Safi Kulu Han]] başkanlığında bir heyeti Subaşı Bekir’e gönderir. Kendisi de 30 bin kişilik bir ordu ile Bağdat üzerine hareket eder. Durumu öğrenen Hafız Ahmet Paşa, savaştan kaçınmak üzere Subaşı Bekir’e Bağdat Beylerbeyliği alametlerini göndermiştir. Bağdat’ın kendisine verilmesi üzerine Subaşı Bekir, Safevi elçilerine artık Bağdat’ı Şah Abbas’a teslim etmeyeceğini bildirmiştir. Ancak iş isten geçmiştir, 1623 yılı temmuz ve ağustos aylarında Şah Abbas kuvvetleri Bağdat’a ulaşmış ve kenti kuşatmıştır. Bekir ise kenti savunmaya kararlıdır. Ne var ki oğlu, durumda umut olmadığını düşündü, Şah Abbas’ın valilik vaadinden de etkilenerek bir gece kent kapılarını Şah Abbas kuvvetlerine açtı. Böylece 28 Kasım 1623 tarihinde kent Safeviler’in eline geçmiştir. Bekir öldürtülmüş, oğlu ise, babasına bile ihanet eden bir adam olarak önce sürülmüş, sonra da infaz edilmiştir. Ardından Safi Kulu Han Bağdat Valisi olarak atanmış, komutanlarını [[Kerbela]], [[Necef]] ve [[Kufe]] üzerine göndermiştir. Bu bölgeler de kısa sürede Safevi hakimiyetine girmiştir.<ref>Şah Abbas ve Zamanı, Sh.: 153. 154</ref>
== Diğer devletlerle ilişkiler ==
=== Osmanlı İmparatorluğu ile ilişkiler ===
Osmanlı – Safevi ilişkileri daha XVI. Yüzyılın hemen başlarında gergin olarak başlamıştı. Bir kısım araştırmacı bu gergin ilişkileri mezhep ya da İranlı – Türk anlaşmazlığı ile açıklamaya çalışmasına karşın bu yaklaşım sığ ve oldukça yüzeysel bir açıklamadır. Yine de Safevi hükümdarlarının bu mücadelede mezhep farklılıklarını siyasal bir araç olarak kullandıkları gerçektir. Şii Safevilerin, sunni Osmanlılar ile gergin ilişkileri olmasına karşın diğer yandan sunni [[Memlûk Sultanlığı|Memluk]] ile ve hristiyan [[Venedik Cumhuriyeti|Venedik]] ile dostane ilişkiler sürdürmesi, mezhep ve din farklılığının sadece kitleleri harekete geçirmekte kullanılan ideolojik bir çerçeve olduğunu, siyasal bir araç olarak kullanıldığını göstermektedir.<ref>Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 2, 3 - 30</ref> Zaman zaman savaşlar olarak gerçekleşen bu gerginliklerin temelinde, esasen ekonomik dinamiklerden kaynaklanan ve her imparatorluğun taşıdığı genişleme özleminin sonucu<ref>Yuval Noah Harari, ‘’Hayvanlardan Tanrılara’’ Sh.: 194</ref> olduğu ileri sürülmektedir. Şah Abbas’ın da stratejisinin genel hattı, genişlemek ve bunun için gerektiğinde savaşmaktı. Bu tutum, imparatorluk ekonomisini, buna bağlı olarak merkez hazine gelirlerini istikrarsız yapmıştır.<ref>Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 37</ref> Her iki imparatorluk için Güneydoğu Asya ile Avrupa arasındaki uluslararası ticaretin sağladığı vergi gelirleri çok önemli bir merkezi hazine geliridir ve her iki imparatorluk bu ticaret hatlarını ve limanlarını hakimiyet altına almaya büyük değer vermiştir. Safevi İmparatorluğu açısından uluslararası transit ticaretten sağlanan vergi gelirlerinin yanında kendi topraklarında üretilen ham ipeğin Avrupa ve Anadolu –özellikle Bursa- pazarlarına sevki önem taşımaktadır.<ref>Özer Küpeli, ‘’Osmanlı-Safevi Münasebetleri (1612-1639)’’ Sh.: 30, 31</ref>
 
Şah Abbas devrinde Osmanlı İmparatorluğu ile olan çatışmalar Güney [[Azerbaycan]] ve Irak'ın batısı için gerçekleşmiştir. Güney Azerbaycan'ın en önemli kenti [[Tebriz]], Batı Irak'ın ise [[Hamedan]]'dır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 124</ref> Bunlar, askeri çatışmaların geçtiği bölgelerdir ve doğal olarak sınır bölgeleridir. İki imparatorluk arasındaki askeri çatışmaların esas nedenleri ise çeşitlidir. Bunlar, Safevilerin Osmanlı aleyhine Avrupalı devletlerle ittifak arayışları, sınır ihlalleri, Osmanlı ülkesine her yıl gönderilmesinde anlaşmaya varılan ham ipeğin eksik olması, kişisel çıkar peşindeki yerel siyasi – askeri erklerin ikili oynaması ve arabozucu tutumları olarak görülür.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 125</ref> Osmanlı – Safevi çatışmasında bu askeri nedenlerin dışında Şah Abbas’ın Osmanlı’nın uluslar arası transit ticaretten elde ettiği gelirleri engellemek amacıyla izlediği siyasanın da önemi büyüktür. Kendi ülkesinde üretilen ipeğin Avrupa’ya sevk hattını Osmanlı toprakları dışından geçirmeye çalışırken bir yandan da, Uzakdoğu’dan gelen malların, büyük kentlerin pazarlarında işlem görmesi sırasında sağlanan vergileri ele geçirmeyi, diğer yandan bu gelirlerden Osmanlı hazinesini mahrum etmeyi amaçlamıştır.<ref>Cihat Aydoğmuşoğlu, “İskender Bey Münşi’ye Göre Safevi Hükümdarı Şah I. Abbas’ın Revan (Erivan) Seferi (1603-1604)” Sh.: 64</ref> Diğer yandan Safevi ülkesindeki iç karışıklıklar, Osmanlı yöneticileri tarafından Safevi topraklarından büyük parçalar koparmak için bir fırsat olarak görülmüştür.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 125, 126</ref> Stratejik planda bakıldığında ise, özellikle [[1578-1590 Osmanlı-İran Savaşı]]'ında ve öncesinde stratejik amaç, [[Tuna Nehri]]'nden Hindistan'daki [[Babür İmparatorluğu]] sınırlarına kadar uzanan ve [[Sünnilik|Sünni]] halkları (Safevi toprakları için konuşulduğunda Sünnileştirilecek olarak almak gerekir) kapsayan bir kara köprüsü oluşturmaktı. Bu amaçla Özbekler ile XVI. Yüzyıl başlarından itibaren diplomatik bağlantılar kurularak ortak ya da birbirini destekleyen askeri eylemlere girişilmesine çalışılmıştır. [[Hazar Denizi]]'ne indirilen güçlü bir filo da Osmanlı ile Özbekler arasında fiziki olarak bir bağlantı oluşturdu.<ref name=''n77''>Emrah Naki, Sh. : 77</ref> Ne var ki iki devletin dış ilgilerindeki farklı yönelimler yüzünden bu ittifak oluşturulamamıştır. [[II. Abdullah Han]]’ın (1560-1598) hükümranlığı sırasında bu antlaşma sağlanabilmiştir. Yine de bu ittifak, II. Abdullah Han’ın başka dış tehditlerle ilgilenmek zorunda kalması nedeniyle 1588’den sonra işlerlik kazanabildi. Şah Abbas’ın Osmanlı’ya önerdiği barış kabul görünce bu ittifak tek taraflı olarak fes edilmiş oldu.<ref>Osmanlı –Safevi Münasebetleri (1612-1639, Sh.: 9. 10</ref> Fakat daha önce Abdullah Han, 1588 yılında Horasan'a saldırarak [[Herat]] ve [[Meşhed]]'i istila etmiştir.<ref name=''n77''/>
 
Savaşlar kuşkusuz her iki toplum açısından ağır yıkımlara yol açmıştır. Özellikle her iki imparatorluğun askeri seferlerinin geçtiği bölgeleri, genişçe bir bant halinde yıkıma uğramıştır. Osmanlı ordusunun Safevi ülkesine saldırması durumunda baştan beri Safevi taktiği, yakıp yıkma taktiği ile geri çekilmek, sıcak çatışmadan kaçınmak, böylelikle Osmanlı ordusunun erzak sıkıntısına düşerek geri çekilmesini sağlamak şeklinde olmaktadır. Şah Abbas döneminde de bu taktik uygulanmıştır. Askeri seferlerin yoğunluk gösterdiği bölge olan Azerbaycan ise en ağır tahribata uğrayan bölge olmuştur. Örneğin 1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı sırasında Şah Abbas'ın emriyle Selmas – Tebriz arası bölge öylesine tahribata uğramıştır ki, tek bir kişinin bile yaşamını sürdürmesi olanaksız duruma gelmiştir. Lakin Şah Abbas, Osmanlı ileri harekatı kendi topraklarında sabote etmekle yetinmeyecek kadar stratejik görüş sahibi bir hükümdardır, Osmanlı ordusu daha Safevi sınırına ulaşmadan Osmanlı'nın doğu eyaletlerine yağma akınları düzenleme emri vermiştir. Örneğin Kuyucu Murat Paşa'nın seferi sırasında 1610 yılında Erzurum'dan Van'a kadar olan çok geniş bir alana yönelen yağma akınları düzenletmişti. Bu bölgede tarım yapmak bir yana, yaşamaya bile olanak kalmamıştı. Savaşlar dışında da Şah Abbas Osmanlı'nın doğu topraklarına karşı yağma akınları düzenletmiştir. Bunlarda da ağır yıkımlar verilmiştir. Osmanlı yağma akınları da özellikle Azerbaycan'da geniş bir yıkıma yol açmıştır. Şii halktan çok sayıda aile, Osmanlı yönetimi altına girmek istemediklerinden ülkenin başka bölgelerine göç etmiştir. <ref>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 265</ref>
==== 1578 - 1590 Savaşı ====
{{anamadde|1578-1590 Osmanlı-Safevî Savaşı}}
 
Osmanlı İmparatorluğu ile Safevi İmparatorluğu arasında bir dizi muharebenin yer aldığı [[1578-1590 Osmanlı-İran Savaşı|1578 – 1590 savaşı]]nın bir bölümü Şah Abbas dönemine denk gelir. Osmanlı saldırıları karşısında Şah Abbas, doğudaki Özbek saldırıları ve iç ayaklanmalar, eyalet yöneticilerinin özerk tutumlar izlemek yönündeki eğilimleri ve eylemleri nedeniyle tüm gücüyle karşı koyma olanağını bulamamaktaydı. Birkaç saldırı denemesine karşın batıdaki güçlerini gerektiği gibi takviye edemedi ve bir an önce Osmanlı saldırılarını barış antlaşması sağlamakla stabil etmeye yöneldi.<ref name=''ca128''>Şah Abbas ve Zamanı, Sh. : 128, 129</ref> Osmanlı yöneticileri de barış sağlanmasından yanaydılar. On iki yıl süren savaşlar Osmanlı hazinesi üzerinde ağır bir yük oluşturduğu gibi, ele geçirilmiş olan geniş toprakların güvenliğinin sağlanması da ayrıca mali bir yük getirecekti. Gerçekten de bu savaşlar ve ele geçirilen topraklar, Osmanlı maliyesi açısından yıkıcı sonuçlar doğurmuştu.<ref name=''ca128''/> Antlaşma 21 Mart 1590 günü [[Ferhat Paşa Antlaşması]] olarak, (bazı kaynaklarda İstanbul Antlaşması) imzalandı. Bu antlaşmaya göre Batı Azerbaycan, [[Dağıstan]], Tebriz, Ermenistan, Karacadağ, [[Gence]], [[Şeki]], [[Karabağ]], [[Şirvan]], Kars, [[Tiflis]] ve [[Nihavend]] Osmanlı yönetimine bırakılmıştır.<ref name=''ca129''>''Şah Abbas ve Zamanı'',Sh. : 129 - 131</ref><ref>D. E. Streusand, Sh. : 157</ref> Osmanlı topraklarına katılan toplam alan 590 bin kilometrekaredir. <ref name=''n77''/> Özbek Abdullah Han ise esas olarak [[Kirman (şehir)|Kirman]] - [[Simnan]] hattının doğusunda [[Sistan]], Kara, Hazare, Gileki, [[Nişabur]], [[Sebzevar]], [[Esferayin]], [[Tun]], [[Muhavvelat]], [[Cunabat]], Kayın ve [[Tebes]] gibi günümüz Afganistan batısı ve Horasan kesimindeki bölgelerde kalmıştır.<ref name=''n77''/> Ayrıca Şah Abbas'ın kardeşi Hamza Mirza'nın dokuz yaşındaki oğlu Haydar Mirza rehine olarak İstanbul'da kaldı, esirler iki tarafça da serbest bırakıldı ve iki tarafa sığınan asilerin korunmaması karara bağlanmıştır.<ref name=''ca129''/> Diğer yandan Özbekler'in istila ettikleri toprakların Özbek hakimiyetinde kalması kabul edilmiştir, buna karşılık Özbekler de Safevi topraklarına yönelen saldırılarına son vereceklerdir. <ref name=''n77''/>
 
Safevi için en büyük kayıplardan biri, Azerbaycan'ın Şirvan'a kadar olan kesiminin Osmanlı İmparatorluğu işgalinde kalmasıdır. Bu bölge önemli bir ham ipek üretin bölgesidir. Şah Abbas daha sonra saldırıya geçip [[1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı]]’nın ikinci yılında bu toprakları geri almıştır.<ref name=''c267''/>
==== 1603 - 1618 Savaşı ====
{{anamadde|1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı}}
Şah Abbas, 1603 yılına gelindiğinde, ordusunu yeniden yapılandırmış, köle askerlerden ([[gulam]]) oluşan ve ateşli silahlarla donatılmış bir merkezi ordu oluşturmuş, Özbeklerden Horasan'ı geri almış, eyalet gelirlerinin büyük bölümünü merkezi hazineye çekmiştir. Tüm bunların sağladığı güç ve özgüvenle artık devleti güçlendirme yolları arama…
 
1590 yılında Osmanlı'ya terk ettiği toprakları geri almak istemesi doğaldır. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu maliyesi, Avusturya ile olan savaşında ağır bir yük altında kalmış,<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 134</ref> üstüne üstlük Anadolu'daki [[Celali İsyanları]] nedeniyle vergi gelirleri önemli ölçüde düşmüştü.<ref>Mustafa Akdağ, [http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/817/10357.pdf ''Celali İsyanlarından Büyük Kaçgunluk''], Sh. : 1,2</ref>
 
Bu koşullar altında ordunun başında [[Tebriz]] üzerine yürümüştür. Serav Antlaşması'yla son bulan [[1603-1618 Osmanlı-Safevî Savaşı]] bu saldırıyla başlamış oldu. Bunun için uygun bir bahane de vardır. Tebriz garnizonundaki asker bir süredir aylıklarını alamıyorlar ve bunun çaresi olarak kırsal bölgeleri yağmalıyorlardı. Sadece Tebriz kırsalını değil civar bölgelere de uzanmakta, bu arada Osmanlı'ya bağlı Selmas Kalesi bölgesi de yağmalanıyordu. Selmas Kalesi komutanı Gazi Bey, sancağının yağmalanması karşısında çareyi Şah Abbas'a sığınıp ondan yardım istemekte bulmuştur.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 134, 135</ref> Bu fırsatı değerlendiren Şah Abbas, 14 Eylül 1603 tarihinde başkent [[İsfahan]]'dan, görünüşte Mazenderan seferi için yola çıkmıştır. Son derece hızlı hareket ederek ordunun başında Tebriz üzerine yürüdü. Bu sırada Tebriz Beylerbeyi [[Zincirkıran Ali Paşa]], [[Karnıyarık]] Kalesi’ne sığınan Gazi Bey’i ele geçirmek için elindeki kuvvetlerle kentten ayrılmıştı. Şah Abbas, Tebriz’e çekilmesinden önce Zincirkıran Ali Paşa’yı esir almıştır. Savunma kuvvetinden yoksun olan kent 29 Ekim 1603 günü Safevi kontrolüne geçmiştir.<ref>Cihat Aydoğmuşoğlu, “İskender Bey Münşi’ye Göre Safevi Hükümdarı Şah I. Abbas’ın Revan (Erivan) Seferi (1603-1604)” Sh.: 64, 65</ref>
 
Daha sonra Azerbaycan içlerinde [[Erivan]] ve [[Nahçivan]] üzerine ilerlemiştir. Nahçivan ve Erivan beylerbeyi [[Seyyid Muhammed Paşa]] (ya da Şerif Mehmed Paşa <ref>http://dergipark.gov.tr/download/article-file/368079</ref> emrindeki 12 bin askerle iki kenti de savunmanın mümkün olmadığını düşünmüş, tahkimatını daha güvenli bulduğu Erivan’ın savunmaya karar vermiştir. Nahçivan’da bırakılan yetersiz sayıdaki Osmanlı askeri kısa sürede savunma olanakları olmadığını yargısıyla teslim olmuşlardır.<ref>Cihat Aydoğmuşoğlu, “İskender Bey Münşi’ye Göre Safevi Hükümdarı Şah I. Abbas’ın Revan (Erivan) Seferi (1603-1604)” Sh.: 66, 67</ref> Safevi kuvvetleri altı ay süren bir kuşatmadan sonra [[Erivan]]'ı da ele geçirmiştir. Ayrıca sözü geçen kürt beylerine Van ve Erciş bölgelerini yağmalatmıştır. 1604 yılı haziran ayı sonlarında ise Kars'ı ele geçirmiştir. Tüm bu faaliyetler sonunda Osmanlı'nın doğu topraklarında tarımsal üretim ve ticaret büyük ölçüde düşmüş, genel bir terör ortamı doğmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun geç tepki göstermesinde muhtemelen Sultan [[III. Mehmed]]'in genç yaşta, 1603 yılında ölmesi ve tahta henüz 14 yaşındaki [[I. Ahmet]]'in geçmesi başat rol oynamıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 136</ref>
 
Doğudaki bu gelişmeler karşısında yeni Osmanlı sultanı, [[Yusuf Sinan Paşa]]'yı 16 Mayıs 1604 tarihinde doğuya göndermiştir. Erzurum üzerinden Kars'a 8 Kasım 1604 tarihinde ulaşan Paşa daha sonra [[Nahçivan]]'a ulaşmıştır. Buraya geldiğinde Şah Abbas'ın Tebriz'e çekildiği öğrenildi. İleri harekata devam edildiyse de bir süre sonra Safevi ardçılarının tacizleri, bölgenin tahrip edilmesi nedeniyle erzak bulunamaması ve askerin durumu nedeniyle Van'a çekilip kışı burada geçirmeye karar verilmiştir. Yeniden ileri harekete geçen Sinan paşa Tebriz'e yakın mesafede 9 Eylül 1605 tarihinde 62 bin kişilik Safevi ordusuyla savaşa girişilir. Bu sırada Osmanlı ordusu 100 bin kişidir. Fakat Safevi ordusunda ilk kez bir topçu birliğiyle karşılaşılmıştır. Şah Abbas'ın komuta ettiği savaşta Safevi ordusu sahte bir geri çekilme taktiği uygulamıştır. Saldırıya devam eden Osmanlı ordusuna Safevi topçusunun ve tüfekli askerlerinin ani bir taarruzu ile Osmanlı ordusu dağılır. Sinan Paşa maiyetindeki 2 bin yeniçeri ve yaklaşık aynı sayıdaki sipahi ile önce Van'a, ardından Diyarbakır'a çekilmiştir. [[Urmiye Muharebesi]] olarak bilinen bu savaştan sonra Safevi tarafı fazlasıyla ganimet ve top ele geçirmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 137</ref>
 
Sinan Paşa'nın Diyarbakır'da ölmesiyle Osmanlı'nın doğu bölgesi üst komutansız kalmış oluyordu. Bundan yararlanan Şah Abbas, 4 Temmuz 1606 günü [[Gence]]'yi, ardından [[Gürcistan]] ve [[Şirvan]]'ı ve 9 Ocak 1607'de [[Şamahı]]'yı ele geçirmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 138</ref> Daha sonra Kars'ı alarak seferin tüm amaçlarına ulaşmış, 1590 tarihindeki antlaşma ile Osmanlı'ya bıraktığı toprakları geri almıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 140</ref>
 
Osmanlı'nın Avusturya ile barış yaparak Avrupa'daki savaşa son vermesi ve Anadolu'daki Celali İsyanlarını bastırması üzerine durumunu kritik gören Şah Abbas, [[Kuyucu Murat Paşa]]'nın ordusuyla Tebriz yakınlarına kadar ilerlemesi üzerine Osmanlı'ya, ele geçirdiği toprakları geri vermemek ama her yıl 200 yük tutarında (yaklaşık 31 ton) ipek haraç vermeyi önermiştir. Dahası antlaşmayı imzalamak için gönderilen heyetle birlikte bu 200 yük ipek de gönderilmişti. Osmanlı bu koşulları kabul etmiş ve 20 Kasım 1612 tarihinde [[Nasuh Paşa Antlaşması]] imzalanmıştır. Böylece Safevi İmparatoluğu, 1590 tarihli Ferhat Paşa Antlaşması'yla Osmanlı topraklarına katılan, ama yeniden işgal ettiği toprakları geri almış oldu.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 142</ref>
 
Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğu, 1578 – 1590 yılları arasında Safevi topraklarında yürüttüğü harekat sonucuna işgal ettiği ve 1590 tarihli antlaşmayla resmileştirdiği toprakları, bu kez bir bakıma yıllık 200 yük ipek karşılığında satmıştır. Ancak bu yıllık haracın kaç yıl ödeneceği konusunda bir garanti yoktur, Şah Abbas'ın antlaşma koşullarına uyup uymamasına kalmıştır. Nitekim ertesi yılın yani 1612 yılının haracı Şah Abbas tarafından gönderilmedi. Bir bakıma ordusunu güçlendirmesi, ülkesinde düzeni sağlaması için zaman kazanmıştı. Bu arada Avrupa devletleriyle diplomatik yollarla temas kurarak bir ittifak oluşturma politikası izlemektedir. Bu gelişmeler üzerine Osmanlı sultanı I. Murat, Safevi İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir.<ref name=''c142''>''Şah Abbas ve Zamanı'', Sh. : 142, 143</ref> Kapıkulu askerlerinin de katıldığı Osmanlı ordusu vezir [[Öküz Mehmed Paşa]] komutasında 1615 yılında doğuya doğru sefere çıkmıştır. Emrinde 100 bin kişilik bir ordu vardır. Bunu haber alan Şah Abbas bir elçi ile antlaşmadaki haracı gönderirse de bu kez Osmanlı yetkilileri tarafından ikna edici bulunmamıştır. Safevi elçisi hapsedilmiş, ordunun hareketine devam etmesi emri verilmiştir.<ref name=''c142''/> Osmanlı ordusu 1616 yılının haziran ayında [[Erivan]]'ı kuşattı. İyi tahkim edilmiş kentin önünce 4 bin asker kaybederek 44 gün süreyle kent kuşatma altında tutulmuştur. Şah Abbas ordusu baştan beri [[Nahçivan]]'da bulunmaktaydı ve her ne kadar sık sık taciz saldırıları düzenleyip büyük bir gerginlik yarattıysa da kuşatmaya bu süre içinde müdahale etmedi. Yine de Osmanlı ordusunun barut stoku tükenmişti, komutanlık, kış yaklaştığı için de tedirgindi. Şah Abbas da 200 yük ipeği 100 yük olarak teklif edip antlaşma önermiştir. Bir antlaşmaya varıldı, ordu geri döndürüldü, komutan azledildi. Ama yeni bir komutan olarak [[Damat Halil Paşa]] komutasında 60 bin kişilik ordu, kışı geçirip bahar aylarında, Kırım Hanı [[Canıbek Giray]]'ın da desteğiyle Tebriz üzerine yürümek üzere Diyarbakır'da kış kampı kurmuştur. Ancak 22 Kasım 1617 tarihinde Osmanlı Sultanı I. Ahmet ölmüş, kısa süreliğine I. Mustafa tahta geçirilmiş, ardından 26 Şubat 1618'de II. Osman Osmanlı Sultanlığına getirilmiştir. Şah Abbas'a gönderilen Osmanlı elçisi karşısında Şah Abbas uzlaşma yolu aramamış, Nasuh Paşa Antlaşması'nın teyidi sağlanmadığı takdirde savaşacağını bildirmiştir. Bu arada Kırım Hanı kuvvetleriyle birleşen Osmanlı ordusu Tebriz'e ulaşmış ve kamp kurmuştur. Bu sırada Şah Abbas'ın ordusu da [[Erdebil]]'de bulunmaktadır. <ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 143 - 146</ref> Bu arada elçiler aracılığıyla görüşmeler devan etti. Osmanlı tarafı, yıllık haracın 300 yük ipek olması şartını da içeren ağır şartlarla antlaşma sağlamaya kalkmıştır. Şah Abbas, bu öneriye cevabını almak için gelen Osmanlı elçisini 3 Eylül 1618 tarihinde elinde kılıçla karşılamış, "… Gücünüz yetiyorsa…" ifadesini de kullanarak savaşmaya kararlı olduğunu açıklamış, net bir biçimde Osmanlı askeri gücüne meydan okumuştur. Daha sonra kendi tarafındaki devlet ileri gelenlerini kast ederek, barış yanlısı olanları "… katledeceğini…" belirtmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 147</ref>
 
Görüşmelerin sonuçsuz kalması Osmanlı komutanlığının bu durumu kırmak için bir çare aramayı yöneltmiş. Kırım Hanı kuvvetleriyle bazı Osmanlı süvari kuvvetlerinin Safevi ordusunun bir bölümü gece baskınıyla imha etmesi üzerinde karar verilmiştir. Ancak Safevi istihbaratı durumdan haberdar olarak bir tuzak kurmuştur. Hiçbir güvenlik önlemi almayarak tüm gece yol alan, sonunda yorgun düşen düzensiz Osmanlı kuvvetleri [[Pül-i Şikeste Muharebesi]]'nde, 10 Eylül 1618'de<ref name=''c148''>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 148</ref> ya da 24 – 25 Ağustos'da<ref>Özer Küpeli, ''Osmanlı – Safevi Münasebetleri (1612 – 1639)''] Sh. : 64 (dipnot)</ref> ağır bir yenilgiye uğramış, Erzurum, Rumeli ve Diyarbakır Osmanlı beylerbeyleri çatışmada ölmüş, Van Beylerbeyi esir alınmıştır. Bunun üzerine Osmanlı esas kuvvetleri Erdebil yakınlarındaki bir ovada intikal etmiş ve Erdebil üzerine yürümek üzere kamp kurmuştur. Çok iyi düşünüldüğü anlaşılan bu manevra, kuvvet kaybederek zor duruma düşmüş olan Osmanlı ordusunu, bir anda duruma hakim hale getirmiştir. Safevi tarikatının (Erdebil Tarikatı) kuruluş yeri olan Erdebil'in istila edilmesi olasılığı Şah Abbas'ı çok tedirgin etmiş, bu kez o barış önermiştir.<ref name=''c148''/> [[Serav Antlaşması]]'nın en önemli maddesi, İran'ın her yıl İstanbul'a 100 yük ipek ve 100 yük kumaş ve diğer türden değerli eşyalar gönderecek olmasıdır. Antlaşma 29 Eylül 1619 tarihinde İstanbul'da kabul edilmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 149, 150</ref>
 
Serav Barışı beş yıl sürmüş, 1623 yılında Osmanlı'nın [[Bağdat]] Subaşısı Bekir'in, Diyarbakır Beylerbeyi ile güç mücadelesine girmesi ve bir çatışmada Beylerbeyi'nin kaza kurşunuyla ölmesi üzerine Safevi – Osmanlı çatışması yeniden başlamıştır. Osmanlı Sarayı Diyarbekir Beylerbeyi [[Hafız Ahmet Paşa]]'yı, 30 bin kişilik bir orduyla Bağdat üzerine harekete geçirmiştir. Bağdat'ın kuşatılması üzerine Subaşı Bekir, Şah Abbas'tan yardım istemiş, Bağdat'ı kendisine teslim edeceğini bildirmiştir. Şah Abbas bu fırsattan yararlanmak için 30 bin kişilik bir orduyla hareket etmiştir. Ancak Hafız Ahmet Paşa durumu kurtarmak için Bekir'in beylerbeyliğini onaylar. İstediğini elde eden Bekir de Bağdat'ı Şah Abbas'a teslim etmek gibi bir niyetinin artık kalmadığını bildirmiştir. Fakat Bekir'in oğlu ile anlaşan Şah, kentin kapılarını 28 Kasım 1623 tarihinde böylece açtırdı. Kent Safeviler'in eline geçince yaygın bir şekilde yıkıma ve kıyıma uğramıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 152, 154</ref>
 
Safevi ordusu Bağdat üzerine yürürken Osmanlı tahtına [[IV. Murat]] geçmiştir. IV. Murat, yine Diyarbakır Beylerbeyi Hafız Ahmet Paşa'yı Bağdat'ı geri almakla görevlendirdi. Bağdat'ı 21 Kasım 1625 tarihinde kuşatan Osmanlı kuvvetleri, sayıca kalabalık ve Safevi ordusunun en seçkin birliklerinden oluşan kent savunmasını defalarca saldırsa da düşürememiştir. Şah Abbas'ın emrindeki ana kuvvetler ise Osmanlı ordusuna Basra Körfezi üzerinden sağlanan erzak yardımını kesmiştir. Yine de kuşatma dokuz ay sürmüştür. Ancak bu sürenin sonlarında kapıkulu askerinin isyanı nedeniyle kuşatma kaldırıldı ve Osmanlı ordusu 1626 yılının temmuz ayında Bağdat önlerinden çekilmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 155 - 157</ref>
=== Özbeklerle ilişkiler ===
[[Özbekler]] fırsat buldukça [[Horasan]]'a saldırmış, yağma ve katliamlarda bulunmuşlardır. Bu durum Şah Abbas döneminde de devam etmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 162</ref> Özbekler, esas olarak Şii Safeviler'e karşı Sünni Osmanlılar'la tam bir ittifak içindeydiler.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 221</ref> Şah Abbas'ın tahta geçmesinden kısa bir süre önce Özbekler, Abdullah Han komutasında kuşatmış oldukları [[Herat]]'ı işgal etmiş, Horasan'ın en büyük kenti olan [[Meşhed]]'e doğru harekete geçmişlerdi.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 163</ref> Özbekler Herat'da kadın ve çocukları esir alırken erkekleri öldürmüşlerdir. Bu katliam ve yağmalar dört gün sürdü, Özbek Hanı dört günün sonunda kente girerek katliam ve yağmaların durdurulması emrini verdi.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 164</ref> Şah Abbas, 12 bin kişilik bir orduyla Meşhed dolaylarına ulaştığında Özbekler bu bölgeden çekilmişti. Şah Abbas askerlerin toplanması için ekim ve kasım aylarını burada geçirdikten sonra Herat üzerine yürüdü. Ancak batı sınırlarında Osmanlı saldırısının başladığını öğrenince mart 1589'da başkente dönerek Osmanlı ile barış yapmaya çalıştı.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 167</ref>
 
Kısa süre sonra Özbekler yeniden Horasan'a saldırdılar. Bu kez Meşhed'i 18 Nisan 1589'da kuşattılar. Durum başkentte öğrenilince Şah Abbas ordusuyla 2 Eylül 1589 tarihinde Meşhed üzerine hareket etti. Fakat Tahran dolaylarında hastalandığı için bir süre [[Rey]]'de kalmıştır. Meşhed beş ay Özbek kuşatması altında dayandı, ancak yiyecek sıkıntısı sonucu 30 Eylül 1589 tarihinde teslim oldu. Özbekler burada da katliam yaptı. Bir kaynağa göre içlerinde çocukların da olduğu 2 – 3 bin kişi öldürüldü, kent üç gün süreyle yağmalandı. Özbek ordusun büyük kısmı Horasan'da daha fazla kalmayarak çekilmiştir. Şah Abbas da aynı yılın kasım ayında başkente dönmüştür. Ancak Herat ve Meşhed halen Özbeklerin elindedir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 167 - 169</ref>
 
Kısa süre sonra Şah Abbas, [[Harezm]] Özbekleriyle bir ittifak kurma fırsatı bulmuştur. Harezm hanedanıyla [[Buhara]] hanedanı uzun süredir rekabet içindeydiler. Şah Abbas bu iki Özbek hanlarının çekişmesinden yararlanmayı sağlamıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 170</ref> Daha sonra 1592'de Merv Özbek hanedanı da Özbek Abdullah Han'dan kaçarak Şah Abbas'a sığındı.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 172</ref> İki yıl sonra diğer bir Özbek hanı da aynı nedenle Şah Abbas'a sığındı. Ne var ki Safevi ordusunun Horasan'a yürüdüğü her seferde Özbek hanı Abdullah ve oğlu Abdülmümin Han geri çekilmektedir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 174</ref> Abdullah Han'ın 8 Şubat 1598 tarihinde ölmesi Özbekler'in durumunu da etkilemişti, aralarında bir takım anlaşmazlıklar çıkmıştır. Durumdan yararlanmak isteyen Şah Abbas, 9 Nisan 1598 tarihinde yeni başkent [[İsfahan]]'dan ordusuyla Horasan'a doğru hareket etmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 187</ref> [[Nişabur]]'un Özbek valisi ve Özbek halkı kenti savunamayacaklarını anlayınca çekilmişler, Şah Abbas kenti savaşmadan almıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 189, 190</ref> Şah Abbas Nişabur'a girdiğinde ordunun bir kısım birliklerini Meşhed'e gönderdi, kısa bir süre sonra Meşhed'in de savaşmadan alındığı haberi gelmiştir. Kendisi 29 Temmuz 1598 tarihinde Meşhed'e geldiğinde ordunun bir kısmını bu kez Herat'a gönderdi. Karşısına çıkacak bir Özbek gücü de yoktur zaten, Abdülmümin Han bazı Özbek komutanlar tarafından 30 Haziranda öldürülmüştü.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 190</ref> Tahta Din Muhammed getirildi. Yeni han, Horasan için savaşmaya kararlıydı. Şah Abbas ise sayıca daha az olan ordusuna güvenemedi ve Herat kuşatmasındaki birliklerini geri çekti. Din Muhammed Han kuvvetleriyle Safevi ordusu 10 Ağustos 1598 günü savaşa tutuşmuşlardır. Safevi ordusu 10 – 15 bin kişi kadarken Özbek ordusu 20 bin kişiliktir. Şah Abbas Türkmen savaşçıları ileri yerleştirip merkezi orduyu oluşturan kul askerleriyle geride düzen almıştır. Türkmen askerler düzensiz bir saldırının ardından dağılmaya başlayınca Şah Abbas ordusunun başında bizzat savaşarak ordusunu zafere götürmüştür. Din Muhammed Han, bin kadar Özbek savaşçıyla doğrudan Şah Abbas üzerine saldırmayı denemiş fakat aldığı ok yarasından ölmüştür.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 193 - 195</ref> Şah Abbas ise bu seferin sonunda Horasan kentlerini geri almış, topraklarını [[Ceyhun|Ceyhun Nehri]]'ne kadar genişletmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 197</ref>
 
Özbek – Safevi sorunları daha çok [[Horasan]] bölgesinde yaşanmıştır. Özbek akınları esas olarak yağma akınları olmakla birlikte hemen her seferinde geniş çaplı katliamlara yol açmıştır. Özellikle [[Herat]] ve [[Meşhed]] kentlerinde yıkım çok büyük boyutlarda olmuştur. Ahali katledilmiş, kadın ve çocuklar esir olarak götürülmüştür. Genel olarak Horasan'da Türk ve Tacik halkın katledilmesi nedeni şii olmaları olarak gösterilmektedir.<ref name=''s266''>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 266</ref>
=== Babür İmparatorluğu'yla olan ilişkiler ===
[[Timur]] soyundan [[Babür Şah]] tarafından günümüz Hindistan'ında kurulan [[Babür İmparatorluğu]]'yla Şah İsmail zamanından beri diplomatik ilişkiler sürmekteydi. Bu diplomatik ilişkiler iki imparatorluk arasındaki dostane ilişkilerin yerleşmesinde ve sürdürülmesinde çok etkili olmuştur. Hatta Safeviler Babürlüler'in Afganistan ve [[Maveraünnehir]] üzerine yayılmasına destek de oldular. Ne var ki [[I. Tahmasp|Şah Tahmasp]]'ın [[Kandahar]]'ı 1558 yılında istila edince 1595 yılına kadar iki imparatorluk arasındaki dostça ilişkilerde boş bir dönem yaşanmıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 217</ref>
 
Şah Abbas'ın Babürlüler'le bir dostluk kurma girişimleri, daha çok doğuda büyük sorunlar yaşamasına ve hükümdarlığının ilk yıllarında üzerlerine yürüse de geri çekilmeleri nedeniyle çözüm bulamadığı sıkıntılar karşısında Babür İmparatorluğu ile Özbekler'e karşı bir ittifak kurma arayışı olarak görülmelidir. Bu yönde zamanın Babür Hükümdarı [[Ekber Şah]]'a yazdığı mektuplarda yardım talebini ortaya koyması, kendisi için Babürlüler'in desteğinin önemini anlatması ve bir dostluk antlaşması önermesi dikkat çekici olmalıdır. Ancak Ekber Şah, bir yandan kendi ülkesindeki sorunlar, diğer yandan Şah Abbas'ın Özbek hanından daha genç ve zayıf olması, zayıftan yana olmak istememesi nedeniyle destekte bulunmamış, yine de mektubunda barış sağlanması yönünde tavsiyelerde bulunmuştur.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 217, 218</ref> Diğer tarafta Özbek hanı da Babür'le diplomatik temas kurarak "Horasan bölgesinin şii kızılbaş elinden kurtarılması" için yardım istemiştir. Ekber Han, aynı Safevilere davrandığı gibi fiili bir destek sağlamamış, barış yolunun bulunmasına çalışılması yönünde tavsiyede bulunmuştur.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 220</ref>
 
Şah Abbas, Ekber Şah'ın ölümünden sonra tahta geçen oğlu [[Cihangir Şah]] ile aynı çizgide yazışmayı sürdürmüştür. Ne var ki Kandahar'a göz diktiğinde, Hindistan'daki bölgesel güç sahiplerinden, Babür askeri gücünü Hindistan'da tutmak, Kandahar'a müdahalesini engellemek için yararlanmaya da çalışmıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 218</ref> Cihangir Şah'a onun şehzadeliği sırasında yazdığı bir mektupta, "Biz sizinle dostluğa hazırız. Sizden bir işaret bekliyoruz" cümlelerinin ardından, Osmanlı ile yapılan ticaret antlaşmalarından söz etmiş, Babür İmparatorluğu ile de benzer antlaşmalar yapmanın iki ülke yararına olacağını, bu tür antlaşmalar yapmak istediğini belirtmiştir. Daha da ileri giderek, uzun zamandır Horasan üzerinde hakimiyet kurmak peşinde Osmanlı ile ittifak halinde olan Özbekler'e, Safeviler'e Osmanlı'ya karşı yardımcı olmaları gerektiğini ifade etmiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 219</ref> Tüm bu olaylar Ekber Şah'ın, Özbekler ile Osmanlılar arasında Safeviler'in ezilmesinden ve ortana kalkmasından bir yarar görmediğini, o takdirde daha da güçlenen Özbekler'in kuzey sınırlarına yaşam tarzlarına uygun olarak yağma seferleri düzenleyeceklerini hesaplamasından çekindiğini göstermektedir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 221</ref>
 
Karşılıklı olarak sık sık elçiler, değerli hediyeler ve dostluk ifadeleriyle dolu uzun mektuplar gönderilmesine karşın Şah Abbas güçlü bir Babür İmparatorluğu'nu kendi çıkarlarına uygun bulmamaktaydı, siyasal erkin bölünmüş olmasını tercih etmekteydi. Bu yönde bazı girişimlerde de bulunmuştur. Bir bakıma Babürlüler'in iç işlerine karışmış, bazı yerel siyasi güçler lehine Babür hükümdarı nezdinde girişimlerde bulunmuş, zaman zaman başarılı da olmuştur.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 237</ref> Yine de Cihangir Şah ile oğlu [[Cihan Şah]] arasındaki taht çekişmesinde Cihan Şah bir mektupla kendisinden destek istediğinde babasına itaat etmesini önermiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 238</ref>
 
Safevi ülkesi ile Babür ülkesi arasında kervanlarla kayda değer bir ticaret olagelmiştir. İran'ın en önemli ithal kalemi, askeri amaçlarla kullanılan attır. Bunun yanında Hindistan'a [[güherçile]] ipek, lüks eşya, değerli maden, kavun, kurutulmuş kayısı ve badem gönderilmektedir. İran, Hindistan'dan dokuma, şeker ve çivit almaktadır. Ancak at ve güherçile, ilişkilerin gergin olduğu dönemlerde yasaklanmıştır. Bu kervan ticaretinin merkezi noktası [[Kandahar]]'dır. Hindistan'dan İran'a her yıl dokuma yüklü 25 bin deve Kandahar'da konaklamıştır. Hindistan'ın deniz yoluyla İran'la ticareti Bender Abbas ile [[Surat, Hindistan|Surat]] limanları arasında olmaktadır. Hindistan'ın bu limanlardan ithalatında en önemli kalem gümüştür. Ancak ülke savaş durumunda olduğunda Şah Abbas değerli maden ihracını yasaklamaktadır.<ref name=''c14''/>
=== Avrupa devletleriyle ilişkiler ===
Şah Abbas döneminde güçlü, merkezi bir otoritenin oluşturmasıyla İran, özellikle [[Venedik Cumhuriyeti|Venedik]] ve [[İspanya]]'nın ilgisini çekmiştir. Osmanlı ve Özbek saldırılarını durdurduktan sonra siyasi erki tümüyle kendi eline alan Şah, yollar, köprüler ve hanlarla yaygın bir ticaret ağı kurmuş, ham ipek ticaretini tekeline alarak alıcıların karşısında tek satıcı olmuştur.<ref>García de Silva Figueroa, Sh. : 1</ref> Diğer yandan Osmanlı İmparatorluğu'nun yayılması, Avrupa'nın doğuyla ticari ilişkileri için giderek yoğunlaşan bir tehdit olmasıyla Avrupa'nın Safevi ülkesine ilgisi doğal olarak artmıştır. Alışılmışın dışında seyyah, tüccar ve diplomat / elçi Safevi İmparatorluğu'nı ziyaret etmeye başlamıştır.<ref>Emrah Naki, Sh. : 97 dipnot</ref> [[Basra Körfezi]]'de yerleşik [[Portekiz]] varlığını atmak için İngiltere ve Hollanda Portekizliler'le kıyasıya bir mücadeleye giriştiğinde savaşın üç tarafı Şah Abbas'la bir ittifak oluşturmayı amaçlamıştı. Bu doğal olarak bir yakınlaşma başlattı. Ama sonuçta bölgede duruma hakim olan İngiltere olunca Şah Abbas'ın karşısında tek bir muhatap kalacaktır.<ref>Emrah Naki, Sh. : 97, 98</ref>
 
[[Hint Okyanusu]]'nda [[Portekiz]] askeri gücünün tasfiyesinden sonra ise sömürge politikalarının devamı ve uzantısı olarak İngiltere, Fransa ve Hollanda İran'la ilgilenir oldular. En parlak etkiyi yaratan diplomatik unsur ise İngiliz Sherley kardeşler olarak bilinen Venedik'ten 1598 yılı mayıs ayında yola çıkan heyettir.<ref>Şah Abbas ve Zamanı, Sh.: XVI</ref> Şah Abbas ise Avrupalı devletlerin bu girişimlerinden yararlanmak peşindedir. Onun istediği, ülkesinde üretilen ipeğin esas pazar olan Avrupa'ya yüzyıllardır sürdüğü gibi Osmanlı ülkesinden akmasını ve böylece transit ipek ticaretinden Osmanlı'nın sağladığı o yüksek gelirin kesilmesiydi. Şah Abbas'ın en baştan beri ipeğin Avrupa'ya ihracı konusunda bağlı kaldığı strateji budur. Osmanlı merkezi hazinesinin önemli bir girdisini oluşturan bu gelirin kesilmesiyle, Osmanlı askeri gücünün zayıflayacağını, batı sınırlarındaki ezeli düşmanının sık sık ortaya çıkan tehdidinden bu şekilde kurtulacağını hesaplamaktaydı.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 240</ref> Diğer yandan İngiliz elçileri Sherley kardeşlerin amaçları ise ikilidir, bir yandan Safevi Şahı'ndan özellikle ipek konusunda ticari imtiyazla elde etmek ve Osmanlı'ya karşı askeri bir ittifak kurmak. Böylece Osmanlı'yı hem batıda, hem de doğuda savaşmak zorunda bırakmak. Şah Abbas'ın da zaten buydu, Osmanlı'ya batıda sorunlar yaşatmak.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 240</ref> Bu nedenle Sherley kardeşleri çok iyi karşılamış, atından inerek kucaklamıştır. Heyetin getirdiği hediyeler de son derece değerli ve nadide eserlerdir, 6 çift zümrüt küpe, yakut, altın ve billur altı çift kadeh, altın tuzluk, gümüş işlemeli ejderha şeklinde bir ibrik vs.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 243</ref> Ayrıca heyetin beraberinde getirdikleri usta bir top dökümcüsü Şah Abbas için çok değerli bir hediyedir. Bu ilk temastan sonra ülkelerine dönen Hıristiyan elçi heyetinin yanına Safevi heyeti de katılmış, Avrupa'da ticari ve askeri ittifaklar aramıştır. Esasen onları Avrupa'ya bu görevle gönderen Şah'ın kendisidir.<ref>Emrah Naki, Sh. : 112</ref><ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 142, 143</ref> Esasen bir asker olan Robert Sherley daha sonra 1604 – 1605 yıllarında Osmanlılar'la yapılan bir savaşta gerçekten büyük bir cesaret ve liderlik göstermiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 142 dipnot</ref> Hıristiyan heyetiyle yolculuk eden Safevi elçileri 20 Ekim 1600 tarihinde [[Prag]]'a ulaşıp [[Habsburg Hanedanı]]'ndan [[II. Rudolf]] ile görüşmüştür. Bu görüşmede İmparator, Osmanlı'yla savaşa devam edeceğini, diğer hristiyan devletleri de seferber etmek için çaba harcayacağını belirtirken Safevi heyeti de [[İpek Yolu|ipek]] ve [[Baharat Yolu|baharat]] yollarının Rusya ve Safevi topraklarından geçirilmesini önermiştir.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 246</ref> Ortak elçilik heyeti 5 Nisan 1601 tarihinde Roma'ya ulaşmış ve Papa [[VIII. Clemens]] ile görüşmüştür. Ancak bu arada bir anlatıma göre A. Sherley ortalıktan kaybolmuş,<ref name=''ş247''>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 247 - 249</ref> Roma'da iki ay kalan Safevi heyeti önemli bir keşiş klavuzla birlikte İspanya'ya gitmiştir.<ref name=''ş247''/> Başka bir tarih kaydına göre ise heyetin Safevi elçisi Hüseyin Ali Bey ile Sherley arasında esas görüşme yetkisi olan elçi konusunda çok ciddi bir anlaşmazlık çıkmıştır. Sonunda Hüseyin Ali Bey, Sherley'i kenara itip Papa'yla görüşmüştür. Ancak Papa, Şah'ın gözünde Sherley'in önemli olduğunu fark edip Şah'a hitaben yazdığın mektubu ona vermiş ve İran'a göndermiştir. Hüseyin Ali Bey ve ekibi ise İspanya'ya gitmek üzere yola çıkmıştır.<ref name=''e114''>Emrah Naki, Sh. : 114</ref>
 
[[III. Felipe]] tarafından görkemli bir törenle karşılanan Safevi elçileri, sonuçta bir antlaşma konusunda sonuç alamamışlardır. Böylece bu uzun diplomatik yolculuğun amaçlanan sonuçlarına ulaşılamamıştır.<ref name=''ş247''/> Bunun muhtemel bir nedeni, Şah Abbas'ın Avrupa'daki mezhep ayrılıkları konusunda yeterince bilgi sahibi olmaması, bu yüzden katolik tüccara kendi topraklarında serbestçe ticaret hakkı ve oturma izni veriyor, ülkesinde yaşayan tüm hristiyanların Papalık yetkisi altına girmesini öngörüyor, Osmanlı'yla tüm ticari ilişkilerin kesilmesini ve savaş ilan edilmesini istemek gibi ölçüsüz önerilerde bulunuyordu.<ref>Emrah Naki, Sh. : 113</ref> Ölçüsüz sayılabilecek başka istekler de vardı. [[Hürmüz]]'deki tüccara yapılan haksızlığın (Safevi görüşüne göre) giderilmesi gibi. Olumlu, daha doğrusu ikna edici bir öneri de vardı, Osmanlı'dan alınan topraklarının bölüşülmesi konusu, Şah Abbas, kendi işgal ettiği toprakları kendi alacak, bunun dışında kalanları İspanya'ya bırakacaktır. Heyet başkanı olan Hüseyin Ali Bey için apayrı sıkıntılı bir durum yaşanmıştır. Hem İtalya'da, hem de İspanya'da kendi heyetinden hristiyanlığa geçenler olmuştu, bu yoldaşları doğal olarak heyetten ayrılıp bu ülkelerde kaldılar. Hatta İspanya'da hristiyanlığı seçen iki yoldaşına vaftiz töreninde anne ve baba rolünü İspanya Kralı ve Kraliçesi üstlenmiştir.<ref name=''e114''/>
 
Yine de 22 Ağustos 1602 tarihinde bir alman elçilik heyeti hareket etmiş, Rusya üzerinden İran'a gitmek üzere yola çıkmıştır. Heyetin amacı bir ittifak sağlamaktır. Osmanlı gücünü kırmak için de Rus çarının da ittifaka katılmasını sağlamaya çalışmaktı. Çar'dan Şah'a hitaben yazılmış bir mektup almayı başarmışlardır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 249</ref> O sıralarda Şah Abbas Tebriz'de olduğu için bu kente yönelmişlerdir. Tebriz'e varmaları 1603 yılı aralık ayı ortalarıdır. Alman heyeti dönüş sırasında yanlarına yine Safevi elçileri de katılmıştır. Dönüşte bir kez daha Çar'la görüşülmüş, ondan II. Rudolf'a yazılmış bir mektup alınmıştır. Çar, Osmanlılar aleyhine Şah Abbas ile dostane ilişkiler kurduğunu bildirmektedir. Yine de bu üçlü ittifak girişiminden elle tutulur bir sonuç alınamamıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 250, 251</ref> Sherley ve Hüseyin Ali Bey'in ana hatlar olarak Rusya, Papalık ve İspanya seyahatlerinden sonraki iki yıl içinde yedi kez Safevi elçi grupları Avrupa'ya gitmiştir.<ref>Emrah Naki, Sh. : 115</ref> Hepsi aynı amaçlarla. Ne var ki hiçbirinden Şah Abbas'ın istediği sonuç alınamamıştır.<ref>''Şah Abbas ve Zamanı'', sh. : 265</ref>
 
İngiltere ise Pasifik Okyanusu'nda başat güç olmayı başarsa da Osmanlı ile ticari olarak ilgilenmeyi, ticari çıkarlar açısından daha elverişli bulmuştur. İstanbul'da Fransız ticari ayrıcalıkları arasından bir geçit bulan ilk İngiliz büyükelçisi bazı ticari imtiyazlar elde etmiştir. Daha sonra 1579 yılında yapılan bir ticari antlaşmayla İngiltere Fransa'ya tanınan tüm ticari imtiyazların tam benzerlerini elde etmiştir.<ref>Emrah Naki, Sh. : 101</ref> İngiltere, bu girişimleriyle Osmanlı İmparatorluğu dış politikasında esas yönelim olmayı başarırken, ki bunu Osmanlı'nın ordusu için gerek duyduğu silah satışına belirli ölçüde de olsa dayandırmaktaydı, aynı ölçüde Safevi İmparatorluğu'na ilgisini de kaybetmiş olacaktır.<ref>Emrah Naki, Sh. : 102</ref>
 
Şah Abbas'ın Avrupalı devletlerle Osmanlı'ya karşı bir ittifak oluşturma çabası ile aşağı yukarı aynı yıllarda bir başka yönde çabası daha olmuştur. İpek ihraç yolunu Anadolu'dan alıp güneye, [[Basra Körfezi]]'ne çevirme amacındadır bu. Bu yönde hareketle 1601 yılında [[Larestan şehristanı|Lar Eyaletini]] ve ardından Bahreyn Adası'nı Portekizlilerden geri aldı. Ham ipek üretimini Basra Körfezi üzerinden Avrupa'ya ihraç etmek istiyordu. Stratejik amaç yine aynıydı, Osmanlı'ya transit ticaretten gelir bırakmamak.<ref>Emrah Naki, Sh. : 116</ref>
 
Şah Abbas'ın Osmanlı'ya karşı Avrupa devletlerinden hiç olmazsa biri ve Papalık'la ittifak yapma isteğinin belki en belirgin şekilde ortaya konulduğu örnek, 1602 yılının son aylarında İran'a ulaşan İspanya Kralı III. Felipe'nin elçilik heyeti karşısındaki tutumudur. Üç hristiyan rahipten oluşan heyetle görüşmesinde kendi topraklarında bir kilise inşaa edilmesini istediğini ancak müslüman din adamlarının şiddetli direncinden çekindiğini belirtmiştir. Yine de Avrupa topraklarında Osmanlı sınırlarına karşı bir askeri harekata girişilecek olursa, hristiyanların Safevi İmparatorluğu'na askeri olarak yardım ettikleri için kilise isteğine karşı çıkamadığını ileri sürerek bu muhalefete karşı durabileceğini bildirmiştir. Bu isteği yerine getirilmese de İsfahan'da bir kilise ve manastır inşaa edildi, üstelik masrafları Şah'ın hazinesinden karşılandı. Muhtemelen bu dini yapılar nedeniyle ilk Avrupalı devlet olarak İspanya, Safevi başkentinde sürekli bir elçilik kurmuştur.<ref>Emrah Naki, Sh. : 118, 119</ref>
 
Ne var ki yıllar süren tüm bu çabaların, umutların sonunda Şah Abbas, Osmanlı'ya karşı hiçbir Avrupalı devlete güvenemeyeceğini 1622 yılında anladı, [[Hürmüz]]'ü Portekizlilerden alarak ve [[Bender Abbas]]'nı (Abbas Limanı) kurarak Avrupalı devletlere karşı tutumunu netleştirdi. Çünkü artık Avrupa'nın hem Osmanlı İmparatorluğu'nun, hem de Safevi İmparatorluğu'nun, Uzakdoğu ticaretleri açısından bir tehdit ve engel olarak gördüklerini, her iki imparatorluğun yıkılmasını tercih ettiklerini görüyordu. Osmanlı ile Habsburg arasında imzalanan [[Sitva Torok Antlaşması]] ve [[Hürmüz Adası]]'nın alınarak [[Basra Körfezi]]'nin en dar yerinde [[Bender Abbas]] Limanının kurulmasıyla politikasını değiştirmişti. Artık Avrupa devletleriyle ittifak kurarak Osmanlı'ya karşı bir askeri harekata onları ikna etmekten umudunu yitirmiştir. Bu yönde karar almasında elçisi Zeynel Bey'in raporlarının da etkili olduğu ileri sürülür.<ref>Emrah Naki, Sh. : 119, 120</ref> Ancak yine de bu askeri amaçtan tam olarak vaz geçmedi. Avrupa devletleriyle diplomatik ilişkileri 1608 yılında sürdürdü. Bu kez amacı artık Şah'ın tekelinde olan ipek dışsatımını arttırmak ve ipek ticaret güzergahının Osmanlı topraklarından değil, başka hatlardan yapılmasını sağlamaktı.<ref>Emrah Naki, Sh. : 120</ref> Ancak bu girişim de sonuç vermedi. Avrupalı hükümdar ve büyük tacirler, Osmanlı ile savaşı göze alamıyor, Şah'ın vaadlerine sadık kalacağına güvenmiyor ve İran ipeğinin kalitesinin düşük olduğunu ileri sürüyorlardı.<ref>Emrah Naki, Sh. : 122</ref>
== Toplumsal, kültürel ve ekonomik hayat ==
Şah Abbas devrinde gelişkin bir iç ve dış ticaret, tarım, hayvancılık, zanaatçılık, ekonomik yaşamı çevrelemektedir. Gelişkin zanaatler Azerbaycan ve Horasan'da farklı iki demircilik ekolü, çinicilik, kakmacılık, dokumacılık, dericilik, ciltçilik, halıcılık, testi üretimi vardır. Minyatür ve hat sanatı da gelişkin sayılır.<ref name=''s266''/> Şah Abbas, seramik yapımının gelişmesine özen göstermiştir, 300 çinli çömlekçi getirilerek güçlü bir seramik endüstrisi kurulmuştur. İran seramikleri, Avrupa pazarında çin seramikleriyle rekabet eder hale geçmiştir.<ref name=''c268''>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 268</ref> Zanaatçiliğin yanı sıra gelişkin bir tarım ve hayvancılık yürütülmektedir. Dış ticarette [[Erdebil]] ve [[Tebriz]] çok önemli merkezlerdir. Erdebil, Safevi Tarikatı'nın (bazı kaynaklarda Erdebil Tarikatı) kurucusu [[Safiyüddin İshak]]'ın türbesini ziyaret etmek için gelen insanların uğrak yeri olduğu kadar [[Gilan]] ipek ürünlerinin taşımasını yürüten kervanların merkezidir. Tebriz ise yüzlerce [[kervansaray|han]] ve binlerce dükkanın faaliyet gösterdiği bir kenttir. Tebriz ayrıca dokuma, deri ve mermer üretimi yapmaktadır.<ref name=''s266''/>
 
Dokumacılığın yoğun olduğu kentler [[Kaşan]], İsfahan ve [[Yezd (şehir)|Yezd]]'dir. Bu kentlerde [[Atlas (kumaş)|atlas]], [[kadife]], ipek, sim (altın iplik) işlemeli, her türden değerli, pahalı kumaşlar üretilmektedir. [[Gilan]] ve [[Şirvan]] üretimi ipeğin antreposu olan [[Kazvin]]'de ise ipek halı dokuması gelişmiştir.<ref name=''s266''/>
 
Şah Abbas'ın izlediği politikalar, ülkeyi kaos ortamından kurtarmış, tarımsal ve zanaat üretimi artmış, ticaret gelişmişti. Yabancı seyyahların tuttukları notlar, Şah Abbas döneminde ülke genelince bol gıda maddesi üretildiği, bu nedenle fiyatların düşük olduğu belirtilmektedir. Kısacası halkın refah düzeyi büyük ölçüde gelişmiştir.<ref>''Şah Abbas Devrinde(1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 273</ref>
 
Şah Abbas dönemine kadar gerek sosyal hayatta, gerekse devlet yönetiminde Türker belirleyici unsur olmuştur. Ancak Şah Abbas, türkmen şeflerinin siyasi ve askeri gücünü kırmak, böylece merkezi yönetimin, yani şahın gücünü arttırmak için yukarıda anlatılan politikalar uygulamıştı. Bu politikaların sonucu olarak sosyal hayatta, ticarette ve yönetimde Türk olmayan unsurların etkinliği artmıştır. Yönetimde Tacik ve Kafkas unsurlar, ticarette ermeni tüccar büyük ölçüde hakim duruma geldi. Diğer yandan Türkmen toplulukların aynı amaçla dağıtılmasının sonucunda eskide Türkçenin yaygın olduğu bölgelerde dahi Farsça konuşulur oldu.<ref>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 273</ref> Yine de Şah Abbas, saray ve Gulamlar Türkçe konuşmaya devam etmişlerdir.<ref>''Şah Abbas Devrinde (1587-1629) İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'', Sh. : 271</ref>
== Ölümü ==
Şah Abbas zor kullanarak babasını tahttan indirmiş, babasını ve kardeşlerini başkentten uzaklaştırmıştı. Tüm bunları askeri bir darbeyle, neticede zor kullanarak yapmıştı. Oğulları tarafından benzer bir kadere uğrayacağının endişesini hep taşıdığı anlaşılıyor. Diğer yandan kendi hükümranlığı için bir tehdit olarak gördüğü Türkmen şeflerini öldürtmüştü, onların akrabalarının öç almak isteyebilecekleri endişesi de Şah Abbas'ı çok kez tedirgin etmiş olmalıdır. Böylece saray ve ordu ileri gelenlerinin art niyetli etkilerine duyarlı hale geliyordu. Sonuç olarak oğullarını saray ileri gelenlerinden uzak tutmaya özen göstermiştir. Bu tür yakınlaşmalara karşı hassas olmuş, aykırı davrananları şiddetle cezalandırmış, yakınlarını saray ve sarayın bağlantılı olduğu çevreden dışlamıştır. Şehzadeler çoğunlukla haremde tutuldular, insan ilişkileri harem çevresiyle sınırlandırıldı. Devlet yönetimi ve askeri eğitim almadıkları gibi babalarının seferlerine de alınmadılar.<ref>Emrah Naki, Sh. : 94</ref> Hatta bir şehzadesini, kendi aleyhine komplo çevirdiği yönünde ikna edildiğinden hançerleterek öldürdü. Ne var ki söz konusu şehzadenin bu tür girişimlerle hiç ilgisi yoktu. Şah Abbas da bir süre sonra bunu anladı ve muhtemelen yaşamının sonuna kadar vicdan azabı çekti. Ne var ki yine de 1629 yılında artık varisi yoktu.<ref>Emrah Naki, Sh. : 95</ref>
== Kaynakça ==
{{kaynakça|4}}
== Kaynaklar ==
* Cihat Aydoğmuşoğlu, [http://media.turuz.com/Turkologi/Tarix/2011/192-Shah%20Abbas%20Ve%20Zamani%20(Cihat%20Aydogmushoglu)%20(Ankara-2011).pdf ''Şah Abbas ve Zamanı'']
* Cihat Aydoğmuşoğlu, [http://e-dergi.atauni.edu.tr/ataunitaed/article/view/1020008313, ''Şah Abbas Devrinde (1587 – 1629) İran'da Ticari Hayat'']
* Douglas E. Streusand, ''Ateşli Silahlar Çağında İslam İparatorlukları Osmanlılar, Safeviler, Babürlüler''
* Emrah Naki, [http://acikarsiv.ankara.edu.tr/browse/4080/ ''Şah Abbas Döneminde İspanya-İran İlişkileri (1587-1629)'']
* Eralp Erdoğan, [http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/26/2047/21243.pdf ''Safevi Ordusunda Bir Birlik – Kurçiler'']
* Cihat Aydoğmuşoğlu, [http://tdid.ege.edu.tr/files/CihatAYDO%C4%9EMU%C5%9EO%C4%9ELU.pdf ''Şah Abbas (1587-1629) Devrinde İran'da Sosyal ve Kültürel Hayat'']
* Renata Vazquez Santamaria, [http://www.openaccess.hacettepe.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11655/1403/e6d89291-2be9-49e7-95e5-f5908023d7c6.pdf?sequence=1 ''İspanyol Elçi García de Silva Figueroa'nın Gözüyle Safevi Şah Abbas Döneminde Ziyafet Merasimleri ve Kadınların Durumu'']
* Özer Küpeli, [http://acikerisim.ikc.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11469/51/Irak-%C4%B1%20Arapta%20Osmanl%C4%B1%20Safevi%20M%C3%BCcadelesi.pdf?sequence=1&isAllowed=y “Irak-ı Arap’ta Osmanlı – Safevi Mücadelesi (XVI-XVII. Yüzyıllar)’’]
* Cihat Aydoğmuşoğlu [http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/19/2139/22150.pdf “İskender Bey Münşi’ye Göre Safevi Hükümdarı Şah I. Abbas’ın Revan (Erivan) Seferi (1603-1604)”]
* Özer Küpeli, [http://acikerisim.ikc.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11469/49/%C3%96zer_K%C3%BCpeli_Osmanl%C4%B1-Safevi%20M%C3%BCnasebetleri%20(1612-1639).pdf?sequence=1&isAllowed=y ''Osmanlı – Safevi Münasebetleri (1612 – 1639)'']
 
{{bitiş kutusu}}
"https://tr.wikipedia.org/wiki/I._Abbas" sayfasından alınmıştır