Vartan Paşa: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Aranan Kan (mesaj | katkılar)
Yazım hatası: Yanlış yazılan deyil kelimesi değil olarak düzeltildi.
Hiroşi (mesaj | katkılar)
kDeğişiklik özeti yok
2. satır:
 
== Hayatı ==
[[1813]]'te [[İstanbul]]’da doğan Hovsep Vartanyan, 13 yaşında iken [[Viyana]]’daki Mekitarist okuluna girmiştir. Tahsilini bitirdikten sonra [[İstanbul]]’daki Nersesyan Okulu’nda birkaç sene öğretmenlik yapmış, ardından tercüman olarak [[1837]]’de [[Bahriye Nezareti]]'ne (Denizcilik Bakanlığı) alınmıştır. Burada 25 sene hizmet ederek paşa rütbesine yükselmiş, "Vartan Paşa" olarak anılmıştır. Akabi Hikâyesi'ni, 19. yüzyıl ortalarında kurulmuş ilk Osmanlı-Türk [[akademi]]si olan ''[[Encümen-i Daniş]]'' yönetim kadrosu içinde iken [[1851]]'de yazmış ve yayınlamış, ertesi yıl yazdığı ([[1852]]) ''"Boşboğaz Bir Âdem, Lafazanlık ile Husule Gelen Fenalıklerin Muhtasar Risalesi"'' adlı kısa romanında da mezhep çatışmaları konusunu başka bir yönden ele almıştır. [[1862]]'deki emekliliğinin ardından Türkçe-Ermenice "Mecmua-i Havadis" gazetesini çıkarmıştır. Ayrıca [[Napolyon Bonapart]]'ın bir [[biyografi]]sini yazmıştır. 1879'da İstanbul'da vefat etmiştir.
 
== Akabi Hikâyesi ==
9. satır:
İlk olarak [[1851]] yılında [[İstanbul]]'da Mühendisoğlu matbaasında basılan Akabi Hikâyesi'nin açıklamalı bir transkripsiyonu ünlü [[Avusturyalı]] [[Türkoloji|Türkolog]] [[Andreas Tietze]] tarafından [[1991]] yılında yeniden yayınlanmıştır. Tietze'nin ''"Türkiye'de yazılmış ve basılmış hakiki ilk modern roman"'' olarak nitelendirdiği Akabi Hikâyesi, [[Hacettepe Üniversitesi]] öğretim üyesi Dr. Gonca Gökalp'e göre, [[18. yüzyıl]] sonlarından başlayarak [[Divan edebiyatı]] ve [[Halk edebiyatı]]ndan farklılaşan ve romana yaklaşan yazılı anlatı anlayışının ilk beş örneğinden biridir. Bu anlamda, [[Şemsettin Sami]]'nin [[1872]] tarihli "Ta'aşşuk-ı Tal'at ve Fitnat" romanı, çoğu kaynaklarda Türk edebiyatında Batılı anlamda romanın başlangıcı kabul edilir.
 
Akabi Hikâyesi, mezhepler arasındaki düşmanlığın kurbanı olan Akabi ile Hagop'un aşkını anlatır. Annesi Anna Dudu ve babası Bogos'un kaderini neredeyse aynen paylaşan Akabi, acımasız bir adam olan amcası tarafından büyütülmüş ve annesini sadece ölüm döşeğindeyken tanımış bir genç kızdır. Son derece kapalı bir yaşam süren Akabi, [[Osmanlı]] [[Ortodoks]] (''Gregoryen'') Ermenilerindendir. Bir gezinti sırasında tanıştığı Hagop ise [[Osmanlı]] [[Katolik]] Ermeni cemaatine mensuptur. Mezhep ayrılığını umursamayan gençler birbirlerine âşık olduktan sonra kısa bir mutluluk dönemi yaşarlar. Fakat farklı mezheplerden bu iki gencin birbirlerine olan aşkı ve bağlılığı, aileleri tarafından çok olumsuz karşılanır. Akabi, amcası tarafından tehdit edilir. Hagop'un babası ise romanın ikinci düzey kahramanlarından rahip Fasidyan'ın kışkırtmalarıyla oğluna Akabi'nin bir başkasıyla evlendiği yalanını söyler ve ona sözde Akabi'den gelen bir mektubu verir. Hagop'un dünyası yıkılır ve hastalanır. Hagop'un hasta yattığından habersiz olan Akabi ise, art arda yazdığı mektupların hiçbirine cevap alamayınca giderek ümitsizliğe düşer. Oysa mektupları Hagop'un eline geçmediği gibi, Hagop zaten ateşler içinde yattığından mektup yazabilecek durumda değildir. Kaderleri üzerinde oynanan kötü oyunlardan tamamen habersiz olan iki genç, artık hızla felakete doğru sürüklenmektedir. Akabi intihar etmeye karar verir. Hagop, babasının ve Fasidyan'ın hilesini öğrendiğinde ve Akabi'nin son mektubunu tesadüfen ele geçirdiğinde, sevgilisini intihardan kurtarmak için çok az vakti kalmıştır. Akabi'ye erişmek için insanüstü bir çaba sarfeden Hagop, hâlâ çok hasta olmasına rağmen hemen yola çıkarsa da, gece yarısı bir karakolun önünden geçerken şüpheli bulunarak nezarete konulur. Nihayet serbest bırakıldığında sevgilisinin bulunduğu yere koşar, fakat Akabi oradan ayrılmıştır. Bir uçurumun kenarında duran Akabi, arkasından gelen ayak seslerinin Hagop'a ait olduğunu bilmeksizin, kendisini yakalamak için geldiklerini düşünerek elindeki zehirizehri içer ve kendini denize atar. Hagop, sevgilisini denizden kurtarır, fakat zehrin ölümcül etkisinden kurtaramaz ve Akabi acılar içinde ölür. Sevgilisinin ölümünün ardından Hagop üzüntüsünden tekrar hastalanır ve yirmi gün sonra o da ölür ve roman trajik bir sona erişir.
 
Hagop tutkulu, fedakâr, hassas bir âşık kimliği ile, bir yandan [[Divan edebiyatı]] ve [[Halk edebiyatı]]'nın, örneğin [[Kerem ile Aslı]] hikâyesinin izlerini taşırken, bir yandan da [[Fransız]] [[şövalye]]lik geleneğinin "amour courtois" (''kibar aşk'') anlayışı içinde yeni bir portreyi temsil etmektedir.
 
Her iki portre açısından da aşk merkezdedir ve belirli kuralları vardır: Sevilen hükmeder, seven acı çeker; âşık, sevgilisine ulaşmak için çok çaba göstermek ve acı çekmek zorundadır. Bu ilişkide Divan şiirindeki aşktan farklı olan yan, aşkın karşılıklılığıdır. Türk halk hikâyelerininhikayelerinin trajik sonuçlananlarında da aşk karşılıklıdır fakat engeller efsanevi boyutlara erişir. Hagop ile Akabi arasındaki aşk günlük hayattan kaynaklanan engellerin gücü yüzünden ümitsizdir.
 
Kendisi de bir [[Katolik]] olduğu halde, mezhep ayrılığından kaynaklanan bu trajik aşk hikâyesinde Vartan Paşa'nın taraf tutmadığı görülmektedir. Anlatımında düz bir çizgiyi benimserken, duygusal grafiği aşama aşama yükseltir. Şemsettin Sami'nin 20 yıl sonra yazılacak Ta'aşşuk-ı Tal'at ve Fitnat romanında dahi baş kişi erkek kahraman Tal'at iken, Vartan Paşa'nın baş kahramanı kadın Akabi'dir. Roman karakterlerinin yaşantıları, davranışları, tavırları çok dikkatli bir şekilde yansıtılır ve doğal halleriyle anlatılır. Kasvetli sahnelerin ardından eğlenceli sahneleri getirerek (örneğin Anna Dudu'nun trajik hikâyesinin arkasından İstanbul'da yazlıktaki gezinti) metnin tek yönlü olmamasını sağlar. Benzer şekilde Hagop-Akabi aşkının giderek hüzünlü bir hal alan havasına karşılık, gülünç, görgüsüz, cahil ve zengin Rupenig'in Fulik'e duyduğu aşk sadeliği içinde anlatılır.
24. satır:
[[Dosya:JeanPascalSebahİstanbul.jpg|thumb|300px|Ünlü 19. yüzyıl fotoğrafçısı Jean Pascal Sebah tarafından çekilmiş bir İstanbul fotoğrafı]]
 
Andreas Tietze'nin tanımıyla, ''"romanın hitap ettiği okur kesimi günlük hayatlarında Türkçeyi kullanan, fakat Arap harflerini güçlükle sökebilen, 19. yüzyıl Osmanlı Ermeni toplumuydu. Bu toplum okullarında Ermeni alfabesini öğreniyor, fakat okudukları metinler konuştukları dil ve yaşadıkları hayata değil, onlara yabancı gelen kadim bir lisana denk geliyordu. O dille kendi zamanlarının maksatlarını ifade etmek güç, hatta imkânsızdı. Konuştukları [[Türkçe]] bu maksat için daha uygun, daha kolaydı ve yüzyıllardır süregelen bir [[Türkçe]] gelenekleri ve tecrübeleri vardı. Osmanlı edebiyatına ve resmîyetine, okullarında okumadıkları için pek vakıf olmasalar da, günlük pratik ortamlarda bunun eksikliğini pek duymazlardı. Gerektiğinde bir senet, bir istida, resmîresmi bir evrakı takrir edebilecek bilgisi olanlar aralarında mevcuttu."''
 
Romanın ele aldığı ve dönemin derin bir toplumsal krizini oluşturan bir konu da, Katolik Ermenilerin önce sürgün edilmesi, ardından [[İstanbul Ermeni Patrikhanesi|Patrikhane]]'den ayrı olarak kendi cemaatlerini kurmalarıdır. Ermeni Ortodoks Kilisesi altında birleşmiş olan Ermenilerden bir kısmı 18. yüzyılda Avrupalı [[misyoner]]lerin etkisi ile mezhep değiştirmişti. Bu Patrikhane tarafından hiç de hoş karşılanmamış, hatta Ermeni lobisi Katolik Ermenilere düşman kesilerek bu "[[mürtedi]]"leri Osmanlı Devleti’ne ihbar etmiş, ve onların takibata uğramalarına ve geçici bir sürgüne gönderilmelerine sebep olmuştu. Üç yıllık bir sürgün döneminin sonunda Osmanlı Devleti, Ermeni Katolik Kilisesi’ni tanımış ve Katolik Ermenilerin yurda dönmelerine izin vermişti.
 
Akabi Hikâyesi iki farklı mezhebe mensup Ermenilerin birbirlerine bakış açısını aktaran ilginç anekdotlar ile doludur. Örneğin, Katolik bir aileden olan Rupenig arabada gördüğü güzel Akabi için arkadaşına onun kim olduğunu sorar, fakat "Ermeni" (Gregoryen anlamında) olduğunu öğrenince, ''"Öyle ise kim olduğunu anlamağaanlamaya hiç merak etmem."'' der. Katolik Ermenilerin sürgün meselesi de yazar tarafından şöyle ele alınmıştır:
 
''"Katoliklerin pek çoğu dışarı memleketlere sürgün olduleroldular ise, buradeburada kalanlerkalanlar dahi [[Beyoğlu]]nde olmaya ruhsatleriizinleri olmayupolmayıp [[Samatya]], [[Ortaköy]] ve [[Beşiktaş, İstanbul|Beşiktaşe]] tevcih olduklerindeolduklarında, ben de Margos ahbar ile BeşiktaşdeBeşiktaş'da bir Ermeni evinde iki oda tutdumtuttum. Lakin oradeorada dahi her gün sürülme korkusu eksik değil idi."''
 
== Kaynakça ==
"https://tr.wikipedia.org/wiki/Vartan_Paşa" sayfasından alınmıştır