Muhyiddin İbnü'l-Arabî: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Hazan (mesaj | katkılar)
HakanIST (mesaj) tarafından yapılmış 16204719 numaralı değişiklikler geri getirildi. (TW)
Kavramlar (mesaj | katkılar)
Başlık açtım
31. satır:
{{ana|Ekberilik}}
[[Varlık birliği]] ''([[Vahdet-i Vücud]])'' öğretisinin baş sözcüsü olmakla birlikte kendisinden sonra Vahdet-i Vücud görüşünü benimseyen sufiler için Muhyiddin İbn Arabi'nin lakaplarından olan Şeyh-i Ekber'e atıfla ''[[Ekberilik|Ekberî]]'' sıfatı kullanılmıştır. Her ne kadar varlığın bir olduğunu kabul etmiş olsalar da Ekberi sufiler kimi görüşlerinde farklılıklar sergilemişlerdir. Örneğin Abdülkerim el-Cili ve [[Sadreddin Konevî]] her ikisi de [[Ekberilik|Ekberî]] olmakla birlikte özgün görüşleri de olan ve başlı başına bir sufi metafiziği ve felsefesine sahip olan düşünürlerdir.
 
== Muhyiddin Arabi ve Mezhepler ==
Muhyiddin Arabi her konuda mutlak manada bir mezhebin görüşlerini takip etmekteki ısrarı ahlaksızlık ve cehalet örneği olarak görmektedir. Onun en önemli eseri Futuhat'taki şu sözleri mezhebe ve kör mezhep taklitçiliğine bakışını özetlemektedir:
 
"Cenab-ı Hak "Rasûl size ne verdiyse onu alın" ayetiyle bize sadece Hz.Peygamber'in (s.) sözünü almamızı emretmiştir. O halde bu ve diğer konularda ihtilafın tasavvur edilmemesi gerekirdi. Ancak Cenab-ı Hakk (c.c.) kullukla mükellef kıldığı konularda ihtilafı, kullarına bir rahmet ve genişlik kılmıştır. Fakat günümüzün fakihleri, alimleri taklid eden halka, şeriatın geniş bıraktığı konularda zorluk çıkartmakta ve daraltmaktadırlar. Eğer mukallid hanefi mezhebinden ise, başına gelmiş olan bir konuda eş-Şafii'nin ruhsatını araştırmamasını söyler. Bu durum her bir mezhep mukallidi için de söz konusudur. İşte bu, dinde en büyük zorluk ve musibetlerdendir. Halbuki Cenab-ı Hakk (c.c.) şöyle buyurmaktadır: "O size dinde hiçbir zorluk çıkarmamıştır. " Şeriat ise, müçtehidin hem kendisi, hem de taklid edeni hakkındaki hükmünü kabul etmektedir. Buna rağmen zamanımızın fakihleri bundan kaçınmakta ve bunun dinle oynamak olduğunu zannetmektedirler. Bu onların son derece cehaletinden kaynaklanmaktadır. Allah'a yemin olsun ki onlar, kendilerinin müçtehid olmadıklarını ve içtihad derecesine gelmediklerini ikrar etmelerine rağmen, durum onların zannettikleri gibi değildir. Hatta onlar kendi imamlarından böyle bir yola başvurduklarına dair tek bir rivayet de nakledememişlerdir. Kendilerinde içtihad kabiliyetinin olmadığını söylemekle de kendilerini yalanlamaktadırlar. Bu nedenle de ancak içtihatla çözülebilecek konularda taklidçileri zor durumda bırakmaktadırlar. Böyle bir körlükten ve mahrumiyetten Allah'a sığınırız. zira Allah (c.c.) Rasûl'ünü (s.) ancak alemlere rahmet olarak göndermiştir. O halde, böyle mühim bir sıkıntıdan ve eziyet verici halden kurtulmaktan daha büyük bir rahmet ne olabilir ki?"<ref>İbn-i Arabi'nin Futuhat adlı eserinden aktaran Ali Vasfi Kurt, Endülüs'de Hadis ve İbn Arabî, İnsan Yayınları, İstanbul, 1998, s.557-558</ref>
 
İbn Arabi keşif ehli bir salik'in ise hiçbir mezhebe uyma zorunluluğunun olmadığını şöyle açıklamaktadır:
 
"Salik, hanbeli veya hanefi olur ve bir mezhebe göre Rabbisine ibadet eder. Böylece de, mezhebine muhalefet etmez. Fakat bu makama ulaştığında ise, hiçbir fark gözetmeksizin tüm mezheplerle amel etmeğe başlar. Aynı mertebede, ona göre nesih, sübutundan sonra hükmün kaldırılması anlamında olmadığı ve müddeti bitmediği için batıl olur."<ref>Ali Vasfi Kurt, a.g.e. s.558</ref>
 
Arabi, kendisinin de hiçbir mezhebe bağlı olmadığını da şu şekilde ifade eder:
 
"Keşif ehline göre Hz. Peygamber (s.) mevcut olduğundan, sadece onun hükmünü alırlar. Bu fakir-i sâdık da, hiçbir mezhebe müntesip değildir. Çünkü o, daima müşahede ettiği Hz. Peygamber'le (s.) birliktedir. Nitekim Hz. Peygamber (s.) daima, kendisine nuzûl etmekte olan vahiyle beraber olduğu gibi, sâdık ariflerin kalblerine Allah katından ta'rif inmektedir. Böylece onların ihtilaflı konularla ilgili hükümleri (bi hükmi'n-nevâzil) Hz. Peygamber'in (s.) gönderilmiş olduğu şeriatın hükmü olmaktadır."<ref>Ali Vasfi Kurt, a.g.e. s.558</ref>
 
== İbn Arabi'ye Yönelik Eleştiriler ==
Satır 68 ⟶ 81:
Bazı tasavvuf ehilleri Muhyiddin İbn-i Arabi'nin geldiği idrak ve ilahi anlayış seviyesinin, -peygamberler hariç- insanlığın gelebileceği en yüksek seviye olduğu görüşündedirler. Tasavvuf çevrelerindeki genel kanaat gelmiş geçmiş en büyük birkaç şeyhten biri olduğu yönündedir; bu da "Şeyh-ül-Ekber" yakıştırması ile paraleldir. Muhyiddin İbn-i Arabi'nin öğretisinin ve anlayışının ancak onun düzeyinde olanlarca anlaşılabileceği yani irade-i cüzinin tamamen devre dışı bırakılması ile ancak anlaşılmasının mümkün olabileceği; aksi halde irade-i cüziden tamamen kopamayan ve ilahi irade ile tamamen bütünleşemeyen bir kişinin Muhyiddin İbn-i Arabi'nin bu yöndeki söylemlerini dillendirmesinin bir anlamda yalan beyan olacağı ifade edilmektedir.<ref>http://www.youtube.com/watch?v=AcaqJSZMtAc</ref>
 
== İbn Arabî ekolünden bazı sufiler ==
== Sadreddin Konevî'den itibaren günümüze kadar 7 asır boyunca İbn Arabî ekolünü Osmanlılar döneminde devam ettiren sufilerden bazıları ==
{{ana|Sadreddin Konevî}}