Kayıp Cennet: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
EmausBot (mesaj | katkılar)
k r2.6.4) (Bot: Ekleniyor: br:Paradise Lost
Değişiklik özeti yok
54. satır:
[[vi:Thiên đường đã mất]]
[[zh:失樂園]]
 
YİTİK CENNET
 
PARADİSE LOST-JOHN MİLTON
 
John Milton yaşamının üçüncü en büyük döneminin başyapıtı olan Paradise Lost üzerine on yıl çalıştıktan sonra, on iki bölümden oluşan bu çok uzun şiiri 1667’de yayımladı. Böyle bir şiir yazmayı gençliğinden beri düşünmekteydi. İtalya’dan döner dönmez bir liste hazırlamış,Kutsal Kitap’tan ya da Büyük Britanya tarihinden alınan yüze yakın konu üzerinde durmuştu. Seçeceği konuyu, eski Yunan edebiyatının örneklerine uygun,klasik tragedya olarak işlemeyi de düşünmüştü.(Nitekim Samson Agonistes’de bunu yapmıştır ve Paradise Lost’un dramatik yanı ayrıca belirgindir.)
Adem ile Havva’nın öyküsü sadece İngilizleri değil, tüm Hıristiyan dünyasını ilgilendirdiği için, onların cennetten nasıl kovulduklarını ele almaya karar vermiştir sonunda.
 
Paradise Lost’un başlıca kaynağı, Kutsal Kitap’ta “Tekvin” yani “Doğuş” denilen ilk kısmının ilk üç bölümü olduğu için, bu üç bölümü okumadan Milton’ın şiirini anlamak pek olası değildir. Bunu yapmak da kolaydır; çünkü Kutsal Kitap’ın bu üç bölümü ancak üç dört sayfa tutar.Biçim açısından ise, Milton eski Yunan ve Latin edebiyatlarının epik şiirlerini, özellikle Vergilius’un Aeneid’ini örnek almıştır kendine. “Blank verse” ile, yani Shakespeare’in tüm oyunları gibi uyaksız “iambic pentameter” ölçüsüyle yazılan Paradise Lost’un ilk bölümünde, adı ibranicede “düşman” anlamına gelen Satan, yani Şeytan ile beraberindeki asi melekleri cehennemde görürüz. Satan gökyüzündeyken Lucifer adını taşıyan yüce bir melektir. Ama sırf gururundan ötürü Tanrı’ya başkaldırdığı için, toplu tüfekli bir savaşta yenildikten sonra, suç ortaklarıyla birlikte gökyüzünden atılarak cezalandırılmıştır. Cennetten cehenneme bu korkunç düşüş, dokuz gün dokuz gece sürmüştür. Ama çektiği korkunç acılara karşın, Satan genede yılmamaktadır. Çevresinde toplanan ve kendisi kadar acı çeken arkadaşlarını yüreklendirmek amacıyla uzun bir söylev verdikten sonra, bir öneride bulunur. Düşmanları Tanrı’nın yeni bir dünya ve bu dünyada yeni iki insan yarattığını duymuştur. Tanrı’ya karşı savaşı sürdürebilmek için, bu yeni yaratılanları baştan çıkarıp, Tanrı’ya kötülük edebilirler. Satan bu konuda kesin bir karara varabilmek için büyük bir toplantı yapılmasını uygun görür.
 
İkinci bölümde, artık şeytan olan asi melekler cehennemde, Pandemonium adını taşıyan büyük bir saray yaparlar. Satan ile suç ortakları bu Pandemonium’da bir çeşit parlamento kurup durumlarını tartışırlar. Milton Tanrı’nın düşmanlarını ele alırken bile parlamenter sisteme ve Büyük Britanya’nın demokratik geleneklerine inandığından, belli başlı şeytanlar düşüncelerini özgürce açıklarlar. İnsanlardan oluşan parlamentolarda çoğu zaman olduğu gibi, burada da bir tek liderini yani Satan’ın iradesi egemendir gene de. Ama Satan ne yapacağına çoktan karar verdiği halde, arkadaşlarını sabırla dinler: Asi meleklerin en kana susamışı olan Moloch, hayvanca bir öfke içinde, kaba güçten yanadır. Tanrı’ya başkaldırışlarını sürdürmekle daha da beter bir duruma düşeceklerini akıl edemeyecek kadar da aptaldır. Belial, Moloch’a tam karşıt bir tutumu benimser. Daha da büyük acılar çekmekten ödü koptuğu için, tanrı’nın gazabını yeniden uyandırmaktan çekinmelerini, cehennemde uslu uslu durumu idare etmelerini ister. Mamnon her durumun ancak maddesel yanını görebildiğinden, cehennemden kovulmalarını bir felaket saymaz. Eğer bu düştükleri yerde daha varlıklı olabilir, daha görkemli bir yaşam sürebilirse,cennette olmakla cehennemde olmak arasında hiçbir fark yoktur onun gözünde. Mamnon’un söylevi çok alkışlandığına göre, şeytanların çoğunun Mamnon gibi düşündükleri anlaşılır. Ne var ki, Satan’dan sonra şeytanların en akıllısı olan Beelzebub’ın ağzını açmasıyla, gerçeklerle yüz yüze gelirler ve cehennemde mutluluk umudu olmadığını anlarlar. Beelzebub, şefi Satan’ın daha önceden tasarladığı planı, aynı Adem ile Havvayı baştan çıkarma planını önerir. (Dikkat edilirse Beelzebub bir yana Milton, cennetten kovulduktan sonra şeytan olan bu eski meleklere,Ortadoğu mitolojisinden alınan adlar vermiştir. Çünkü şaire göre bu şeytanlar, putlara tapanları tek ve gerçek Tanrı’dan uzaklaştırmak amacıyla, daha sonraları Moloch, Belial, Mamnon gibi kötülük tanrılarına dönüşmüşlerdir.) Beelzebub’un önerisi kabul edildikten sonra bu yeni yaratıkların dünyasını araştırmaya kimin gönderileceği tartışılır. Bu güç görevi yüklenen Satan, ilkin cehennem kapısında bekçilik eder ve alegorik kişiler olarak canlandırılan Günah ve Ölüm ile karşılaşır. Günah Satan’ın hem karısı, hem kızıdır. Ölüm ise onların oğludur. Satan bir küre olarak gösterilen evrenin en alt bölümünde olan cehennemden çıkar. Gene alegorik bir varlık olarak gösterilen Gecenin yoğun karanlığında “Chaos”un, yani henüz biçimlenmemiş evrenin kargaşası içinde,kimi zaman çamurlarda sürünerek, kmi zaman uçmaya çalışarak,korkunç bir yolculuk yaptıktan sonra,upuzun altın bir zincirle gökyüzüne asılı duran yaratılmış dünyayı görür.
 
 
 
Paradise Lost’un ilk iki bölümü kadar ilginç olmayan üçüncü bölümünde, Tanrı gökyüzünde bir kral gibi tahtına oturmuş,yanında oğlu Hazreti İsa, Satan’ın yaptıklarını izler. Onun Adem ile Havva’yı baştan çıkaracağını da bilir.
“ Bildiğine göre,bunu neden engellemiyor?” diye bir soru takılır Milton kadar dindar olmayanların aklına. Ama Milton’ın böyle bir soruya yanıtı hazırdır. Çünkü,Tanrı yasak meyva konusunda Adem ile Havva’yı uyarmış; onun sözünden çıkarlarsa, başlarına gelecek olanları bildirmiştir. Adem ile Havva, Tanrı’nın sözünü dinleyip dinlememekte özgürdür. Bu özgürlüklerini kötü yolda kullanacaklarını öğrenen Hazreti İsa, onların Satan’a uymaları yüzünden yani ilk Günah’ı işledikleri için,soylarından gelecek olan tüm insanların da cehennemlik olmalarını engellemek amacıyla, kendini feda etmeye karar verir.
 
Dördüncü bölümde,Satan’ı Garden of Eden’de, yani Adem ile Havva’nın yuvası olan yeryüzü cennetinde görürüz. Milton burasını fazlasıyla bir İngiliz parkına benzetmiştir kimi eleştirmenlere göre. Ama çağımızın büyük şairi T.S. Eliot, Milton’ı savunur bu konuda. Yeryüzü cennetini tam gerektiği gibi betimlediğini ileri sürer. Milton’ın Adem ile Havva’yı, bize ilk olarak Satan’ın açısından göstermesi onun ustalığının bir kanıtıdır. Satan onların ne denli güzel olduklarını, ne denli büyük bir mutluluk içinde yaşadıklarını görünce; kendi yalnızlığını,umutsuzluğunu ve sevgi yoksunluğunu, insanı derinden duygulandıran bir acıyla dile getirir. Ama kötülük etmeye gene de kararlı olduğundan, Adem ile Havva sevişip uyuduktan sonra(Milton yasal bir ilişkinin sonucu olan bu sevişmeyi ayrıca yüceltir) bir kurbağa kılığına giren Satan, usulcacık Havva’nın kulağına sokulup, onun düşlerini etkilemeye kalkar.
 
Beşinci bölümün başlangıcında, Havva uyanınca, Satan’ın esinlediği uğursuz düşlerden söz eder Adem’e. Adem, karısını avutmakla birlikte, biraz tedirgin olur. Derken Milton’ın kadınlara karşı olumsuz tutumunu benimsemiş görünen Tanrı, Havva’yı hiç adam yerine koymadan, Ademi yeniden uyarmak üzere Raphael adlı yüce meleğini ona gönderir. Burada Milton’ın sinema tekniğinde “flashback” denilen yöntemi kullanmasıyla, Raphael,Satan ile suç ortaklarının Tanrı’ya karşı nasıl ayaklandıklarını, gökyüzünden nasıl kovulduklarını anlatır: tanrı melekleri bir toplantıya çağırmış,sağında oturan Hazreti İsa’yı onlara göstermiş, bu oğlunun tüm meleklerden üstün olduğunu bildirerek, ona boyun eğmelerini istemiştir. Bunun üzerine gururlu Lucifer, yani satan korkunç bir kıskançlık ve öfkeye kapılmış, meleklerin üçte birini de kandırıp, Tanrı’ya başkaldırmıştır.
 
Altıncı bölümde Raphael, bu durum üzerine gökyüzünde savaşın nasıl patlak verdiğini anlatır. Bu çatışmanın, Mliton’ın bir süre önce İngiltere’de yaşadığı olay gibi bir iç savaş olması,ayrıca anlamlıdır. Satan ile yandaşlarının korkunç silahlar icat ederek çarpıştıkları savaşın üçüncü günü, Hazreti İsa’nın kendisi, Tanrı’dan yana meleklerin safına katılır. Elinde on bin şimşekle düşman ordusunun içine dalar. Göyüzünün billur zemini çatlayıp yarılır; Tanrı’ya başkaldıranlar Chaos’un, yani kargaşanın karanlık boşluğunda dokuz gün dokuz gece yuvarlandıktan sonra,onlar için hazırlanan cehennemin ateşten gölüne düşerler.
 
Yedinci ve sekizinci bölümlerde öyküsünü sürdüren Raphael, şeytanlar bu ateşten gölde gene dokuz gün dokuz gece anlatılmaz acılar çekerken, Tanrı’nın buyruğu üzerine Hazreti İsa’nın beş gün içinde yeni dünyayı, altıncı günde ilk erkekle ilk kadını nasıl yarattığı anlatılır. Bu arada Adem’in çeşitli sorularına da açıklayıcı yanıtlar verir.
 
Beşinci bölümden sekizinci bölümün sonuna değin süren ve şiirsel değer açısından pek ilginç bulunmayan bu uzun geriye dönüşten sonra, birinci ve ikinci bölümler gibi gene hayranlıkla okunan dokuzuncu bölüme geliriz.
 
Dördüncü bölümün sonunda yeryüzü cenneti Eden’de bıraktığımız Satan, dokuzuncu bölümde çok güzel bir yılan kılığına girerek Havva’yı baştan çıkarma planını uygulamaya koyar. O sabah Havva her zaman olduğu gibi kocasının yanında değil de, bu cennet bahçesinin başka bir yerinde çalışmak ister. Raphael, Satan’ın ilkin Havva’yı baştan çıkarmaya kalkacağı konusunda Adem’i uyarmıştır; çünkü Satan’a-ve de Milton’a- bakılacak olursa, bir kadının bir erkek kadar aklı başında olmasının yolu yoktur. Onun için Adem karısını yalnız bırakmak istemez ilkin. Ne var ki,Havva, Milton’ın gözünde kadınlara hiç mi hiç yakışmayan, çok tehlikeli bir davranışı benimser; bağımsızlığını göstermek amacıyla diretir,istediğini yapar.
 
Satan, Havva’yı yakından görünce, onun güzelliği karşısında öylesine çarpılır ki, aklındaki tüm kötülükleri unutuverir; ”stupidly good” (aptalca iyi) olur bir an. Ama çok geçmeden, “hell that always in him burns” (içinde her zaman yanan cehennem) yeniden alevlenir.
Satan baştan çıkarma girişimine, Havva’nın güzelliğini övmekle,yani onun gururunu okşamakla başlar. Havva’nın en azından kendisi kadar gururlu olduğunu sezmişçesine, böyle bir güzelliği yalnız bir tek erkeğin değil,tüm meleklerin seyretmeleri gerektiğini söyler. Havva bu güzel yılanın konuşmasına çok şaşırır, böyle bir mucizenin nasıl meydana geldiğini öğrenmek ister. Satan bahçedeki ağaçlardan birinden bir meyva koparıp yiyerek akıllandığı ve konuşacak hale geldiği konusunda bir yalan uydurur. O ağacı hemen görmek isteyen Havva, Satan’ın sözde yediği elmayı, Tanrı’nın yasakladığı Bilgi Ağacı’ndan kopardığını anlar. O elmaya dokunmak istemez ilkin. Ama Satan, o elma sayesinde kendisi gibi bir yılanın konuşmayı ve düşünmeyi öğrendiğine göre, Havva’nın yasak elmayı tatmakla Tanrı kadar akıllı ve güçlü olacağını ileri sürerek kadını kandırır. Satan’a bakılacak olursa, Tanrı, kullarının onun her sözüne boyun eğen,akılsız ve bilgisiz köleler olmalarını sağlama bağlamaktan başka bir amaç gütmüyordu o elmayı yasaklamakla.
Satan’a inanan Havva, elmayı dişler ve dişlemesiyle birlikte “hightened as with wine” ( şarap içmişcesine sarhoş olur). Havva, “our great forbidder” ( bizim büyük yasaklayıcımız) dediği Tanrı’ya da meydan okumaya başlar hemen. Bilgi Ağacı’nın elmasını yediğini kocasına söyleyip söylememe konusunda kararsızdır. Kötü bir niyetle, yani akıl açısından Adem’e eşit, hatta ondan üstün olabilmek için,bunu gizlemeyi tasarlar ilkin. Ne varki, çok bencil bir kaygıya kapılır çok geçmeden: Elmanın ölüme neden olduğu söylendiğine göre, ya kendisi ölür de Adem başka bir kadın alırsa? Havva bunu düşünmeye bile dayanamaz,elmayı hemen kocasına yedirmeye karar verir. Yani Milton’a bakacak olursa,C.S Lewis’in dediği gibi, kendisi öleceğine göre kocasını da öldürmek amacıyla, düpedüz bir cinayet tasarlamaktadır Havva anamız.
Havva’nın bu bencil tutumunun tam karşıtını görürüz Adem’de: Adem önceden uyarılmıştır. Tanrı’nın koyduğu yasağı çiğnerse, başına gelecek felaketi bilir. Ama Havva’yı o kadar çok sever ki, ondan ayrı yaşamaktansa onunla birlikte ölmeyi yeğ tutar. Tanrı’nın onun gövdesinden bir kaburga kemiği daha alıp,ikinci bir kadın yaratabileceğini bilir. Ne çare ki, Havva’yı unutmasının, onsuz mutlu olmasının yolu yoktur.Böylece Adem de, tüm günahların kaynağı olan ilk günahı işler. Ama bu günahı gururu okşandığı ya da kandırıldığı için değil, sırf bir kadına aşkından ötürü, bilinçli olarak işlediği için, karısından çok daha soylu bir insan sayılır.
Paradise Lost’un tek kaynağı olan Kutsal Kitap’ta böyle bir yorum yoktur elbette; “o yedi ve kocasına verdi; o da yedi” denilmekle yetinilir sadece.
 
Yasak meyva Havva’yı sarhoş ettiği gibi, Adem’i de sarhoş eder; karı kocanın cinsel isteklerini de tutuşturur. Ama bu cinsel isteğe günah karışmıştır artık. İkisi de sevgi içinde değil, Milton’ın deyimiyle “in lust they burn” (şehvet içinde yanarlar). Ne var ki, ertesi sabah uyandıklarında, şimdiye değin doğal saydıkları bir durumdan, yani sevişmelerinden ve çırılçıplak olmalarından utanç duyarlar ilk kez. Yasak elmanın ilk etkisi, güzel bir sevdanın yerini çirkin bir şehvetin alması ise; ikinci etkisi de,karı kocanın gene ömürlerinde ilk kez kavga etmeleri; Tanrı’nın buyruğuna karşı geldikleri için acı gözyaşları dökerek birbirlerini kıyasıya suçlamalarıdır.
 
 
 
Paradise Lost’un onuncu bölümünde, günahkar çiftin cezalandırılması başlar. Onları koruyan melekler gökyüzüne geri dönerler. Hazreti İsa gelip Adem ile Havva’yı azarlar. Artık tüm insanlar onlar yüzünden günah işleyeceği ve öleceği için, cehennemin kapısında bekçilik eden Günah ve Ölüm, eskiden bir yeryüzü cenneti olan Eden’e yerleşirler. Oraya yerleşmekle de kalmayıp, cehennemle dünya arasında gidiş geliş kolaylaşsın diye,geniş bir köprü kurarlar. Bu arada cehenneme geri dönen Satan,arkadaşlarına başarısını anlatan bir söylev verir. Söylevinin sonucunda alkışlanmayı beklerken ıslığımsı, iğrenç bir ses duyar sadece kendisinin de, öteki şeytanların da çirkin yılanlara dönüştüğünü görür. Aynı sıralarda Adem, karısına korkunç bir kin duyar; “out of my sight thou serpent!” (seni gözüm görmesin yılan!) diyerek havva’yı yanından kovmak isterken, onu Satan ile özdeşleştirir sanki. Bu bölümün sonunda, Adem ile Havva da pişmanlık içindedir.
 
Kocasına şöyle der:
Both have sinned:but thou
Agains God only; I against God and thee.
 
İkimiz de günah işledik ama sen
Sadece Tanrı’ya karşı bense, hem Tanrı’ya hem sana karşı.
 
Paradise Lost’un son iki bölümünün,şiirin tümünün değerinde olmadığı kopnusunda eleştirmenler arasında görüş birliği vardır. Onbirinci bölümde Hazreti İsa, Adem ile Havva’nın ne denli pişman olduklarını Tanrı’ya anlatır, onlara acıması için yalvarır. Tanrı da bilir onların pişman olduğunu, ama acımasız bir Tanrı olduğu için, günahkar çifti yeryüzü cennetinden kovmaya kararlıdır. On ikinci bölümde Tanrı, Michael adlı meleği Eden’e gönderir. Bu melek, Adem’i bir dağ tepesine götürüp, gelecekte olacakları, insanların ruhunu kurtarmak için Hazreti İsa’nın kendini nasıl feda edeceğini anlatır. Sonra elinde alev alev yanan bir kılıcı sallayarak, Adem ile Havva’yı yeryüzü cennetinden kovar. El ele tutuşarak uzaklaşan suçlu çift, biraz gözyaşı dökmekle birlikte, Tanrı’nın oğlu Hazreti İsa sayesinde selamete varacaklarını bildiklerinden, gene de tam bir umutsuzluk içinde değildirler şiirin sonunda.
 
Milton, Paradise Lost’un başlangıcında, daha önce de belirttiğimiz gibi 16 dize tutan bir tümceyle, bu büyük şiiri yazarken güttüğü amacı açıklar: Tanrı’nın insanoğluna karşı dürüst davrandığını, kullarını cezalandırmakla haklı olduğunu kanıtlamaktır amacı. Milton’a göre, yeryüzünde kötü güçler varsa, Adem ile Havva soyundan doğan ve doğacak olan tüm çocuklar acı çekiyorlarsa, Tanrı’nın değil, insanların suçudur bu. Çünkü Tanrı, kullarına irade özgürlüğü bağışlamış, iyiyi ya da kötüyü istedikleri gibi seçebilme özgürlüğü vermiştir. Ama Adem ile Havva Tanrı’nın buyruğuna başkaldırmışlar, yanlış yolu seçmişler, alınyazılarının kötülüğünden kendileri sorumlu olmuşlardır böylece.
 
Ne var ki, dindar Hıristiyanlar olan okuyucular ve eleştirmenler bile, Milton’ın Paradise Lost’u yazarken güttüğü amacı gerçekleştiremediğini, yani Tanrı’nın insanlara karşı tutumunun doğru olduğu kanısını vermekte başarılı olamadığını kabul ederler. Bunun başlıca nedeni de, Milton’ın Tanrı kavramıdır: Milton’ın Tanrısı, yüce bir varlığa candan inananlarda bile sevgi duyguları uyandırmayan, acıma nedir bilmeyen, kaskatı bir mantıkla davranan soyut bir kavramdır. Tüm dinlerin bel bağladığı hoşgörülü ve sevecen Tanrı’dan çok,asık suratlı bir yargıcı,hatta kimilerine göre zorba bir kralı andırır. Onu neredeyse Havva’nın gözüyle, yani çevresi hafiyelerle sarılı bir “forbidder” (yasaklayıcı) olarak görürüz elimizde olmadan.
 
Milton’un bu soğuk ve soyut Tanrı’sına karşılık, Paradise Lost’da çizdiği şeytanın öylesine canlı, öylesine gözle görülür, elle tutulur bir kişiliği vardır ki, şiirin dengesi bozulur; Tanrı’nın ön planda olması gerekirken, satan ön plana geçiverir. İşte bu yüzden, Paradise Lost’u Milton’ın istediği gibi yorumlamak bizim açımızdan olası değildir artık. Hatta kimi eleştirmenler büyük bir yanılgıya, yani Satan’ın bu şiirin baş kişisi saymak yanılgısına bile düşmüşlerdir. Satan’ın böylesine ilginç ve çekici olması, Tanrı’nın buyruğuna bile başkaldıran gururundan, yenilgiye bir türlü katlanamayan yiğitliğinden, önder olarak üstün niteliklerinden kaynaklanır. Satan soyut bir kötülük kavramından çok,gerçek bir insanı andırır. Bunun sonucu olarak birçok okuyucu,William Blake’in görüşünü benimsemiş; Milton’ın Tanrı’yı yüceltmek isterken, farkında olmadan Şeytan’dan yana çıktığına inanmıştır. Birçokları da,bunu bilinciyle hiç istemediği halde, Milton’ın insan olarak başlıca özelliğinin- yani kurulu düzene karşı her zaman gösterdiği o gururlu başkaldırışın- Satan’ın kişiliğine yansıdığını ileri sürmüşlerdir.
Satan’a duyulan hayranlığın böylesine yaygın olmasının belki de başlıca nedeni onun, ilk iki bölümde ön planda rol oynayışı ve bu iki bölümün Paradise Lost’un en güzel ve en çok okunan bölümleri oluşudur. Oysa Satan şiirin bütününü okuyanın gözünden gittikçe düşer. İnsanı ilkin büyüleyen parlaklığını ve çekiciliğini zamanla yitirir ve şiirin sonunda su katılmamış bir kötülüğü simgeleyen iğrenç bir yılana dönüşür.
Şiirin başlangıcında Satan’ın büyüsüne hiç kapılmadan, şiirdeki gerçek yerini ve anlamını serinkanlılıkla saptasak bile,sırf dinsel açıdan incelenince,Paradise Lost’un başarılı bir yapıt olmadığını genelde kabul etmemiz gerekir. Çünkü Hıristiyanın da, Müslümanın da, Doğu’nun da, Batı’nın da değerli sayılan dinsel şiirlerinin temelinde sevgi vardır her zaman ve bu sevginin dile gelmesinden ötürü, aynı dinsel inançları paylaşmayanlar, hatta hiçbir dinsel inancı olmayanlar o şiirleri büyük bir hayranlık duyarak okuyabilirler. Paradise Lost’da ise, kulun Tanrı’ya, Tanrı’nın da kula olan sevgisinin neredeyse hiçbir izi görülmez. Dinel yanı değil, ancak şiir yanı yücedir Paradise Lost’un. Ama bu yücelik öylesine belirgindir ki, Milton’ın Shakespeare’den sonra İngiliz edebiyatının en büyük şairi olduğu herkesçe kabul edilir.
 
Mina Urgan’ın
İngiliz Edebiyatı Tarihi kitabından özetlenmiştir.
"https://tr.wikipedia.org/wiki/Kayıp_Cennet" sayfasından alınmıştır