Anadolu Selçuklu Devleti: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
k Anlam ayrımı sayfalarına verilen bağlantı asıl maddeye bağlandı.
k Anlam ayrımı sayfalarına verilen bağlantı asıl maddeye bağlandı.
7. satır:
|kuruluş_yılı = 1077<ref name="ReferenceA">[https://www.kulturportali.gov.tr/portal/anadolu-selcuklu-devleti--1077-1308- Türkiye Kültür Portalı] {{Webarşiv|url=https://web.archive.org/web/20200512104454/https://kulturportali.gov.tr/portal/anadolu-selcuklu-devleti--1077-1308- |tarih=12 Mayıs 2020 }} ''Anadolu Selçuklu Devleti''</ref>
|yıkılış_yılı = 1308
|olay1 = [[Haçlılar]]ın [[İznik|Nikaia]]'yı (İznik) işgali ve [[Dorileon Muharebesi (1097)|Dorileon Savaşı]]
|olay_tarihi1 = 1097
|olay2 = [[Miryokefalon Savaşı]]
107. satır:
Anadolu Selçuklu Devleti tarihi,
* “kuruluş dönemi”, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın İznik’i aldığı, devleti kurduğu 1075 yılından, [[III. Kılıç Arslan]] dönemine, 1204 - 1205 yılına kadar<ref name="ya">Yasemin Aktaş, [http://dergipark.gov.tr/download/article-file/409012 “Anadolu Selçuklu Sultanı III. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Saltanatının İlk Yılları”] {{Webarşiv|url=https://web.archive.org/web/20190129231421/http://dergipark.gov.tr/download/article-file/409012 |tarih=29 Ocak 2019 }} sh.: 198</ref>
* “yükseliş dönemi”, hemen ardından [[I. Gıyâseddin Keyhüsrev|Gıyaseddin Keyhüsrev]]’in ikinci saltanat yıllı 1205 yılından [[I. Alaeddin Keykubat]]’ın ölümüne (1237) yılına kadar<ref name="ya"/>
* çöküş dönemi 1237’den, [[II. Gıyaseddin Keyhüsrev]]’in tahta geçişinden Moğol işgalinin yıkıcı baskısı altında 1308 yılına kadar<ref name="ya"/>
üç dönem olarak değerlendirilir. Anadolu’da siyasi birliğin sağlanması ise şu aşamalarla olmuştur. [[Danişmendliler Beyliği|Danişmendli Beyliklerinin]] ilhakı [[II. Kılıç Arslan]] tarafından, Sivas şubesi (1169), Kayseri şubesi (1175) ve Malatya şubesi (1178), [[II. Süleyman Şah]]’ın Erzurum [[Saltuklular]]’ı ilhakı (1202), [[I. Alaeddin Keykubat]]’ın Erzincan [[Mengüçlü Beyliği]]’ni ilhakı (1228), Harput [[Sökmenoğulları]] Beyliği’ni (1234) ile sağlanmıştır.<ref>Salim Koca, “Diyar-ı Rum”un (Roma Ülkesi = Anadolu) “Türkiye” Haline Gelmesinde Türk Kültürünün Rolü, sh.: 14</ref>
173. satır:
II. Kılıç Arslan dönemine (1156 – 1192) kadar melikler atandıkları eyaletleri bağımsız siyasi / askeri otoritelerine dayanarak yönetmekteydiler, kendi adlarına hutbe okutmakta, [[madeni para|sikke]] kestirmekte, komşu devletlerle sultana danışmadan barış yapabilmekte, savaş ilan edebilmekteydiler. [[II. Süleyman Şah|Rükneddin Süleyman Şah]] ise meliklerin bu erkine son vermek amacıyla şehzadeleri kendilerine ayrılan bölgelerde payitahta bağlı birer vali olarak atamıştır.<ref>Mustafa Lamba, Hüseyin Metin, sh.: 97 – 99, 133</ref>
 
Sonuç olarak Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar olan tarihi, zaman zaman saltanat mücadeleleriyle sarsılmıştır. Bununla da kalmamış, bu saltanat mücadelesinden sonra tahta çıkan sultan, kendileri için tehlikeli olacağını düşündükleri hanedan üyelerini hapsettirmiş, yay kirişiyle boğdurmuş ya da gözlerine mil çektirerek tasfiye etmişlerdir.<ref>Mevlüt Günler, sh.: v</ref> [[II. Süleyman Şah]] döneminde (1196 – 1204) melikler yine eyaletlere tayin olunmakla birlikte kendi başlarına hareket edemeyecek şekilde, sultana bağlı olarak, birer vali olarak yönetmeleri sağlanmıştır. [[I. Gıyaseddin Keyhüsrev]] ikinci kez Anadolu Selçuklu tahtına geçtiğinde (1205 – 1211) Türk hakimiyet geleneğine uyarak oğulları [[I. İzzeddin Keykâvus|İzzeddin Keykavus]]’u Malatya’ya, [[I. Alaeddin Keykubat]]’ı Tokat’a göndermiştir. Ancak meliklik statüsü bambaşka bir biçim almıştı. Bu biçimde eyalet artık meliklerin kendi mülkü olarak tasarruf etme hakları yoktur. Diğer yandan tabi bir hükümdar da değillerdir, sadece sultan adına idare yetkisine sahiptirler. Melikler, adlarına sikke kestirip hutbe okutamazlar, sultanın onayı olmadan komşularıyla savaşa tutuşamaz ya da barış yapamaz olmuşlardır.<ref>Mustafa Lamba, Hüseyin Tekin, sh.: 99</ref><ref>Nejdet Kaymaz, sh.: 120</ref> Giderlerken yanlarında bu idare işini yürütebilecek kadroyu ve sultanın en güvendiği adamlarından birini atabey olarak götürürler. Atabeyin geleneksel görevi şehzadenin eğitimi olmasına karşın bu durumda aynı zamanda, şehzadenin faaliyetini kontrol etmek ve gerektiğinde sultana bu konuda rapor vermekle yükümlüdür. Bu şekilde, hanedan üyesi bir erkeğin, ülke yönetimi üzerindeki geleneksel hak iddia etme durumu ortadan kaldırılmıştır.<ref>Nejat Kaymaz, sh.: 132, 133</ref>
 
Bir sultanın ölümünün ardından tahta hangi şehzadenin geleceği çoğu kez devlet ricalinin (ümera, devlet adamları ve komutanlar) toplantısında kararlaştırılmıştır. Ancak bu şekilde alınan kararın değiştirildiği bir istisna vardır ve güce dayanır. Bu konuda örnek şöyledir. [[Cemalettin Aksarayi|Aksarayi]]’nin anlatımıyla, II. Süleyman Şah’ın ölümü ardından ümera altı yaşındaki [[III. Kılıç Arslan|İzzeddin Kılıç Arslan]]’ı tahta çıkarmıştır. Ancak bazı emirler, [[Konstantinopolis]]’teki Gıyaseddin Keyhüsrev’e haber göndererek tahta geçmek üzere gelmesini istemişlerdir. Sonuç itibarıyla Gıyaseddin Keyhüsrev’in yeniden tahta oturması, ümeranın bu şartlar altında ortak kararıyla olmuştur.<ref>Aydın Taneri, sh.: 134</ref> Bu ve bunun gibi olaylarda rol oynayan güç, parasal güçtür. Bu görüşme meclisinde karar, oy çoğunluğuna değil, maddi güce bağlıdır. Eğer bir şehzade, maddi gücü daha yüksek olan ümeranın onayını kazanmışsa, sultan seçilecek olan odur. Veliaht tayin edilmiş olmak ya da büyük oğul olmak, sultan seçilmekte bir şey ifade etmez. Maddi güç ise ne kadar kalabalık bir maiyet kuvveti besleyebileceğini belirler.<ref>Nejat Kaymaz, sh.: 100 - 133</ref>
185. satır:
Muazzam ikta gelirleri ve diğer gelirler sayesinde çok kalabalık muhafız kuvveti beslemek mümkün olmaktadır. Hatta bazen sultanın hassa kuvvetleriyle bile boy ölçüşecek kadar büyük bir kuvvete sahip olabiliyorlardı. Böyle büyük bir kuvvet bulundurmak, bir yandan prestij sağlarken esas olarak devlet yönetimi üzerinde bir nüfuza sahip olabilmeyi ve kritik bir durumda hayatını ve mevkiini koruyabilmesini sağlamaktadır. Kuşkusuz bu şartlarda devlet ricali arasında bir nüfuz mücadelesi olması kaçınılmazdır. Bu mücadelede ilave güç edinme isteğiyle olanak sağlayabildikleri ölçüde yüksek makamlara kendi akrabalarını getirmeye ve birbirleriyle kan bağı oluşturmaya çalışmışlardır. Diğer yandan yüksek makamların, remi olarak olmasa bile uygulamada kuşaktan kuşağa geçtiğine işaret eden pek çok örnek vardır. Böylece hem yatay olarak, yüksek makamlara akrabaları yerleştirerek ve kan bağı kurarak, hem de dikey olarak, yine yüksek makamları babadan oğla geçecek zorlamayı yaparak, sivil ve askeri yönetim üzerinde uzun süreli bir nüfuz elde etmişlerdir.<ref>Nejat Kaymaz, sh.: 105, 106</ref><ref>Mustafa Lamba, Hüseyin Metin, sh.: 101</ref>
 
Bu durumları belirgin biçimde ortaya koyan bir örnek [[I. İzzeddin Keykâvus|İzzeddin Keykavus]]’un ümera tarafından 11 yaşındayken tahta çıkarılması ardından doğal olarak ümera tarafından yeni atamalar yapılmasıdır. Bu atamalarda vezir yerinde kalırken [[Celâleddin Karatay]]’ın saltanat naipliğine, Eseddin Ruzbe atabeyliğe, Şemseddin Has Oğuz beylerbeyliğine ve Fahrüddin Attar pervaneliğe getirilmiştir.<ref>Derviş Küçükyıldırım, [http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/11152/415697.pdf?sequence=1 “Mevlâna’nın ve Pervâne Mu’înü’d-Dîn Süleyman İle İlişkileri”] {{Webarşiv|url=https://web.archive.org/web/20190213005933/http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/11152/415697.pdf?sequence=1 |tarih=13 Şubat 2019 }} sh.: 5</ref> Son ikisinin arasında kız alıp – vermeden doğan bir akrabalık vardır. Birlikte büyük nüfus kazanmaları diğer ümerayı rahatsız etmiş, bir komplo hazırlayarak ikisini de katletmişlerdir.<ref>Nejat Kaymaz, sh.: 106 dipnot</ref>
 
Ümera arasındaki nüfuz mücadelesinde rakip ya da rakiplerin ortadan kaldırılması çoğu kez ince hesaplara dayanılarak hile ile bir yere yalnız ve silahsız olarak çekilmesi ya da tuzak kurulması şeklinde yapılırdı. Sadece bununla kalınmaz, tüm akrabaları, maiyetindeki hizmetkarlar ve muhafızları da tasfiye edilirdi. Akrabaları ya öldürülür ya da hapsedilir, adamları da ya öldürülür, ya da ellerindeki tüm mallar alınarak kendi haline bırakılırdı. Kadınlar ve küçük çocuklar, tıpkı malları gibi yağmalanırdı. Ayrıca tüm mal varlığına el konulurdu. Ya hazineye devredilir ya da bazı hallerde yağmalanırdı. Eğer bu tasfiyede sultanın iradesi varsa hazineye çok büyük miktarlarda para giriyordu.<ref>Nejat Kaymaz, sh.: 107, 108</ref>
307. satır:
Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurulması ve genişlemesi, Anadolu’da kendi düzenini kurması, Anadolu toplumlarını, bir bütün olarak büyük ölçüde değiştirmiş, dönüştürmüştür. Yukarıda da belirtildiği gibi, Türkler’in Anadolu’ya büyük kitleler halinde, bu kez yurt edinmek için gelmeye başladıkları 1075'ten önce, Anadolu’da hem toplumsal yapı, hem nüfus yoğunluğu, hem de ekonomik ilişkiler ağır bir gerilemenin sonuç tablosunu göstermekteydi. Anadolu Selçuklu’nun kuruluş dönemi bu durum daha da sarsılmıştır. Hele [[I. Haçlı Seferi]]’nin yol açtığı çalkantılarla bütün bu yönlerden durum kötüleşmiştir. Ancak siyasi ve toplumsal çalkantılar, Konya Sultanlığı halindeki Anadolu Selçuklu Devleti’nin Anadolu’da görece bir siyasi birlik sağlaması, merkezi bir devlet cihazı oluşturmasıyla gelişme yönüne girmiştir.
 
Anadolu Selçuklu’nun sarsıntılı kuruluş dönemi ve öncesinde, bazıları bütün bütün terk edilmiş ya da nüfusları büyük ölçüde azalmış kentlerin, devletin gelişme döneminde yeniden canlandığı, yeni yeni kentlerin kurulduğu anlaşılmaktadır. Arap coğrafyacı [[İbn Saîd (1213 doğumlu)|İbn Said]], Anadolu’da gelişkin 24 şehrin bulunduğunu belirtmektedir. Ticaret yollarıyla birbirine bağlı olan bu kentlerden bazılarında nüfus 100 binin üzerindedir. [[İlhanlı Devleti]]’nin yıkılması ve Anadolu üzerindeki Moğol baskısının kalmasıyla ortaya çıkan [[Anadolu Beylikleri#İkinci dönem Anadolu beylikleri|Anadolu Beylikleri Dönemi]]’nde Anadolu Selçuklu’nun iç politika prensiplerinin esasen sürdürülmesi sayesinde sosyoekonomik ve kültürel gelişme sürdürülmüştür. Arap gezgin [[İbn Batuta]], 14. yüzyılın ilk yarısında Anadolu için “refah ve şefkat ülkesi” diye yazmaktadır.<ref>Salim Koca, “Diyar-ı Rum”un (Roma Ülkesi = Anadolu) “Türkiye” Haline Gelmesinde Türk Kültürünün Rolü, sh.: 28, 29</ref>
 
Doğuda Moğol yayılması ve onların önünden çekilen [[Kıpçaklar]]’ın etkisi yanında Anadolu’daki belirtilen sosyoekonomik gelişmeler, kalabalık [[Oğuzlar|Oğuz]] topluluklarının Anadolu’ya gelip yerleşmesine yol açmıştır. Günümüzde Osmanlı Tahrir Defterleri üzerinde yapılan bir araştırma, Anadolu’da Oğuz boylarının adını taşıyan 890 köy olduğunu göstermektedir.<ref>Salim Koca, “Diyar-ı Rum”un (Roma Ülkesi = Anadolu) “Türkiye” Haline Gelmesinde Türk Kültürünün Rolü, sh.: 32</ref>