Sosyal temsiller teorisi

Sosyal temsiller teorisi (social representation theory), Fransız sosyal psikolog Serge Moscovici tarafından, sosyal psikolojinin bireylerin bilişsel süreçlerinden çok sosyal biliş süreçlerine önem verilmesi gerektiği eleştirisiyle geliştirdiği teorik bir yaklaşımdır. Teori ilk olarak Moscovici'nin 1950 ve 1960'lı yıllarda Fransız toplumunda psikanalizin sosyal temsillerinin nasıl oluşturulduğunu ve biçimlendirildiğini incelediği çalışması ile ortaya çıkmış ve 1961 yılında La Psychanalyse: son image et son public (Psikanaliz: toplumdaki imajı) başlığı altında yayınlanmıştır.[1]

Teori, sosyal süreçlerin bireylerin ve grupların sosyal psikolojik işleyişini nasıl etkilediğini, grup üyeliklerinin bireylerin bilincini nasıl şekillendirdiği ve sürdürdüğüne odaklanır. Teorinin temel konusu, insanların dünyaya ilişkin paylaştıkları bakış açıları; amacı ise bir grup insanın aynı ya da benzer görüşleri ne zaman ve neden paylaştığını ortaya çıkarmaktır.[2] Teoriye göre sosyal psikolojik fenomenler ve süreçler, tarihi, kültürel ve sosyal koşullar içinde geliştikleri düşüncesiyle ele alındığında anlaşılabilir. Psikolojik deneyim paylaşılan görüş, grup aidiyeti ve dil ile belirlenmektedir. Bu nedenle bireylerin psikolojik işleyişleri, onları kolektif ve kültürel ortamlarında ele almakla ortaya çıkarılabilir.[3]

Sosyal Temsillerin Tanımı değiştir

Sosyal temsiller, toplumsal deneyimler içinde sosyal olarak üretilen ve genel bilincin parçasını oluşturmak için insanlar tarafından paylaşılan bilgi, idealar, düşünceler, imgeler, görüş ve inançlardır.[4] Temsiller “sosyal bir nesnenin davranma ve iletişim kurma amacıyla toplum tarafından kolektif işlenişi” olarak tasarlanmıştır. Her türlü nesne ya da sosyal uyaran sosyal temsilin nesnesi olabilir, diğer bir deyişle fiziksel (kalem gibi), kişiler arası (arkadaşlık gibi) ya da hayali her türlü uyarana ilişkin sosyal temsiller oluşturulabilir.[1]

Sosyal temsiller sosyal iletişim aracılığıyla ortaya çıkarlar. Sosyal dünyanın anlamlandırılmasını ve temsillerin paylaşıldığı gruplar içinde etkileşimin gerçekleşmesini sağlarlar. Sosyal temsiller yaratıldıktan sonra, özerk varlıklar olarak hareket ederler, yayılırlar, kaynaşırlar veya birbirleriyle çatışırlar.  Bunun bir sonucu olarak toplumsal etkileşim içerisinde ortaya çıkan temsiller zamanla değişebilirler.[5] Sosyal bir grup içindeki kişilerin söylemlerinde ve davranışlarında ortaya çıkar ve bu kişilerin duygu ve düşüncelerin bir yansıması olarak görülürler.[6][7]

Moscovici'nin sosyal temsilleri, Emile Durkheim'in "kolektif temsiller" kavramından izler taşımaktadır. Durkheim, temsilleri bireysel ve kolektif olarak iki gruba ayırarak kişiyi ve toplumu, sabit ve sabit olmayan bir biçimde birbirinden bağımsız olarak ele alırken sosyal temsiller teorisi böyle bir ayrımdan söz etmemektedir. Teoriye göre toplum-birey ayrımı, kişiler arası ilişki ve etkileşimlerin incelenmesi engellediği için sosyal psikoloji için uygun değildir.[8] Durkheim bu ayrımın sonucunda toplumu bireyin üzerinde görür ve bireyin topluma boyun eğdiğini ifade eder.[9] Sosyal temsiller teorisi ise birey ve toplumu birbirinden ayırmaz ve güç hiyerarşisi içerisinde sınıflandırmaz. Bu teoride bireyler, varlığı ve kimliği kolektif olarak oluşan sosyal birer varlık olarak ele alınır; bireyi ve toplumu ayırmak yerine birey ve toplum diyalektik bir ilişki içerisinde incelenir. Birey hem toplumun (geleneklerin, normların ve değerlerin) bir ürünü hem de toplumu değiştirebilecek aktif bir kişi olarak görülür; bireyin bilişini şekillendiren şey toplumun paylaşılan değerleri ve düşünceleridir; ancak birey aynı zamanda bu değerlerin ve düşüncelerin değişiminde aktif rol oynamaktadır.[3] Bireyi sosyal nesnelerden, sosyal konulardan ve insanlardan ayıran bireyselciliği temel alan yaklaşımların eksikliklerinin bu bakış açısıyla giderilebileceği düşünülmüştür.[10]

Sosyal Temsillerin İşlevleri değiştir

Bir sosyal temsil sosyal dünyaya ilişkin paylaşılan sağduyu teorilerinden oluşan sosyal bilgi deposuna işaret etmektedir. Moscovici sosyal temsillerin "sağduyu/ortak akıl"ın bir formu olduğunu belirtir. Temsiller bireylerin günlük söylemlerinde kullandıkları kavramlar, durumlar ve açıklamalardan oluşur ve kendilerini bireylerin düşüncelerinde sürekli olarak uygulamaya koyarlar; ancak bireyler çoğu zaman bu durumun farkında olmadıkları için bu düşünceleri sağduyu olarak görme eğilimindedirler.[3]

Sağduyu olarak görülen sosyal temsillerin temel amacı ve işlevi tanıdık olmayanı tanıdık hale getirmek; tanıdık olmayanı tanıdık olan bir bağlam içerisine yerleştirmektir.[4] Sosyal temsiller teorisine göre tanıdık olamayan yabancı nesneler tehdit edici ve korkutucu olarak görüldükleri için bu nesneleri anlamlandırma ihtiyacı insanlar için önemlidir ve sosyal temsiller bu anlamlandırma sürecine rehberlik etmektedir.[8] Bu anlamlandırma süreci, “çevremizdeki rahatsız edici bilgilerin dışarıdan içeriye, uzaktan yakına transferi” olarak ifade edilebilir.[11] Sosyal temsillerin tanıdık olmayanı tanıdık hale getirme işlevi demir atma ve nesneleştirme olarak adlandırılan iki temel mekanizma aracılığıyla gerçekleşmektedir.[4]

Demir Atma değiştir

Demir atma, tanıdık olmayan nesnelerin ya da sosyal uyaranların var olan kategori ve imajlara dönüştürülerek tanıdık hale getirilmesidir. İnsanlar bir konu ya da olgu hakkında herhangi bir fikir sahibi olmadığı durumlarda, o olguyu tanıdık olan bir kavramla ilişkilendirme eğilimindedirler. Örneğin AIDS hastalığı ilk ortaya çıktığı zamanda, insanlar bu hastalığı “Tanrının bir cezası” olarak görmüşlerdir. Yani demir atma mekanizmasıyla bir bilinmeyen olan AIDS hastalığı, Tanrı ve ceza kavramlarının bilinirliği üzerinden açıklanmıştır.[10]

Demir atma mekanizması sınıflandırma ve isimlendirme süreçlerini içermektedir. Sınıflandırılmamış ve isimlendirilmemiş herhangi bir nesne ya da sosyal uyaran insanlara yabancı ve anlamsız geldiği için bunların sosyal temsiller içerisinde yer alması ve aktarılması mümkün değildir. Bu iki süreç nesne ya da uyaranların tanıdık hale getirilerek anlamlandırılmasını ve sosyal temsillere dönüştürülmesini ya da temsiller içerisine yerleşmesini sağlamaktadır.[4] Sınıflandırma sürecinde, yeni uyaranlar çeşitli kategori prototipleriyle kıyaslanarak uyaranların prototiplerle olan ilişkisi belirlenmektedir. Bu kıyaslama sonucunda uyaranın prototipe olan benzerliği ve farklılığına karar verilerek uyaran sınıflandırılmakta ve isimlendirilmektedir. Sınıflandırma sürecinde uyaran ve prototip arasındaki uzaklığın azaltılması ile genelleme, artması ile özelleştirme mekanizmaları devreye girmektedir.[3][4]

Genelleme sürecinde sınıflandırılan uyaranın bir özelliği seçilerek bir kategori haline getirilmektedir. Bu özellik bütün kategoriye atfedildiği için olumlu özellik olumlu içeriklerle, olumsuz özellikler ise olumsuz içeriklerle kodlanır. Özelleştirme sürecinde ise sınıflandırılan uyaran incelenir ve onun kategori ve prototiplerden farklılaşan özellikleri belirlenir.[4]

Tanıdık olmayanın demir atma (sınıflandırma ve adlandırma) mekanizması aracılığıyla tanıdık hale getirilmesi sonucunda oluşan sosyal temsiller, karar verme sürecinde önemli fonksiyonlara sahiptir. Sosyal temsiller insanların gelen bilgiyi nasıl anlamlandıracağı hakkında referans oluştururlar; bilginin nasıl işlemleneceğini ve bu bilgilere nasıl bir yanıt verileceğini belirlemektedir. Teoriye göre uyarana ilişkin tutumların ve kalıpyargıların oluşması bu sürecin sonunda gerçekleşmektedir.[12]

Nesneleştirme değiştir

Nesneleştirme tanıdık olmayanı tanıdık hale getiren bir diğer mekanizmadır. Nesneleştirme mekanizmasıyla soyut düşünce, imge ve kavramlar somut ve objektif bir gerçekliğe dönüştürülür. Bu mekanizma insanların kompleks bilgiyi basitleştirme -bilişsel ve ikonik bileşenleri olan temel bir simgeye dönüştürme- eğiliminin bir yansıması olarak görülmektedir.[3] Hristiyan toplumlarında “tanrı” olgusunun “baba” olgusu ile somutlaştırması ya da Moscovici'nin psikanalitik kavramları Fransız toplumunun kesimlerine uyguladığı çalışması nesneleştirme sürecine örnek olarak gösterilebilir.[11]

Moscovici ve Miles Hewstone nesneleştirme süreci içerisinde bilginin sosyal temsillere dönüştürüldüğü üç süreç tanımlamışlardır: Bilgiyi kişiselleştirme (personification of knowledge), simgeleştirme (figuration) ve varlıkbilimsel olarak ifade etme (ontologizing). Kişileştirmeye göre, soyut bir yapı ile bir insan arasında kurulan ilişki, bu ilişkiyi kuran kişinin ilgili soyut yapıyı somut bir varlıkmış gibi algılamasını sağlamaktadır. Simgeleştirmede ise soyut düşünceler, somut ve ulaşılabilir kavramlar aracılığı ile metoforik imajlarla şekillendirilmektedir. Varlıkbilimsel olarak ifade etme ise, soyut bir yapının fiziksel özelliklerle doldurularak maddeleştirilmesini ifade eder.[3]

Sosyal Temsillerin Yapısı: Merkezi ve Çevresel Bileşenler değiştir

Sosyal temsillerin yapısal özelliklerini inceleyen Jean-Claud Abric sosyal temsilleri, birincil ve ikincil öneme sahip bir dizi bileşenden oluşan bilgi dizilerine benzetmiştir. Temsillerin birincil öneme sahip bileşenlerini “merkezi ” (central ) ikincil bileşenlerini ise “çevresel” (periphery) olarak adlandırmıştır.[13] Merkezi bileşen, temsilin genel anlamını oluşturan temel bileşenlerden oluşur ve tüm yapının organize edilmesini sağlar. Temsilin olmazsa olmazı olarak değerlendirilmektedir. Bu bileşen, sürekli değişen çevre içerisinde yeni bilgilere nasıl tepki verileceğini belirleyerek temsili kendi nesnesine yönlendirdiği için üretici; tarihi ve ideolojik bir kökene sahip olduğu ve değişime dirençli olduğu için de görece durağan olarak nitelendirilmiştir. Çevresel bileşen ise merkezi bileşeni çevreler ve temsil yapısının daha esnek tarafına işaret etmektedir. Bu bileşenin grup tarafından paylaşılması gerekmemektedir; çevresel pratiklerin, modüllerin ve belirli bilgilerin temsile entegre edilmesinde rol almaktadır. Bu bileşenin diğer bir işlevi merkezi bileşenin içeriğini, temsile ters düşen bilgilere karşı korumaktır; temsilin merkezi bileşenlerine karşı gelen bir bilgiyle karşılaşıldığında çevresel bileşen aktive olur ve karşıtlığı meşrulaştırarak temsilin varlığını sürdürmesini sağlar.[3][13]

Somutlaştırılmış Evren ve Sağduyu Evreni değiştir

Moscovici, sosyal temsiller ile bilimin ters yönde ilerlediğini; sosyal temsillerin tanıdık olmayanı tanıdık hale getirirken, bilimin tanıdık olanı daha az tanıdık hale getirdiğini ifade etmiştir. Bilim mantık sistemine dayanır, otoriteden ve geleneklerden bağımsızdır. Dolayısıyla bilim, sosyal temsilleri göz ardı ederek gerçeği bulmaya çalışır.  Bu karşıtlık ve uzman bilgisinin sağduyu bilgisine dönüştürülmesi somutlaştırılmış/bilim evren (reified universe) ve sağduyu evreni (consensual universe) olmak üzere iki farklı gerçekliğin ortaya çıkmasına neden olmaktadır.[5]

Somutlaştırılmış evrende bilimsel bilgi yer alır. Bu evrende gerçeklik her zaman mantığa uygun ve ispatlanmış olmak zorundadır. Sağduyu evreni ise insanların günlük yaşamı anlamlandırmak için kullandıkları sosyal temsillerin oluşturulduğu, kullanıldığı ve yeniden yaratıldığı evrendir. Sosyal temsiller teorisine göre sağduyunun oluşmasını sağlayan sosyal temsillerin altında yatan mekanizmaların anlaşılmasıyla birlikte paylaşılan değer ve inançların üretildiği sosyal bağların ve dünyanın anlamlandırılmasını sağlayan anlamların nasıl yaratıldığının ve kullanıldığının anlaşılabileceğini, bu nedenle sağduyu evreninin incelenmesi gerektiği vurgulanmaktadır.[3][5]

Yardımcı Kaynaklar değiştir

  • Farr, R. (1994). Attitudes, social representations and social attitudes. Papers on social representations3(1), 30-33.
  • Howarth, C. (2006). A social representation is not a quiet thing: Exploring the critical potential of social representations theory. British journal of social psychology45(1), 65-86.
  • Moliner, P. ve Tafani, E. (1997). Attitudes and social representations: a theoretical and experimental approach. European journal of social psychology,27(6), 687-702.
  • Wagner, W. (2012). Social representation theory. The Encyclopedia of Peace Psychology.

Kaynakça değiştir

  1. ^ a b Markova, I. (2015). Sosyal Temsiller ve Demokrasi. İçinde, S. Arkonaç (Ed.) Doğunun ve Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair, Hiperlink: İstanbul.
  2. ^ Fraser, C. (1994). Attitudes, social representations and widespread beliefs. Papers on Social Representations, 3, 13- 25.
  3. ^ a b c d e f g h Augoustinos, M. Walker, I. ve Donaghue, N. (2014). Social Cognition: An Integrated Introduction.London: Sage.
  4. ^ a b c d e f Parker, I. (1987). ‘Social representations: Social psychology’s (mis) use of sociology. Journal for the Theory of Social Behaviour, 17(4), 447-469.
  5. ^ a b c Moscovici, S. (1984). The Phenomenon of Social Representations. İçinde, R. Farr & S. Moscovici (Eds.), Social Representations, Cambridge:Cambridge Press.
  6. ^ Moscovici, S. (1963). Attitudes and opinions. Annual Review of Psychology, 14, 231-260.
  7. ^ Wagner, W. (2015). Söylem, Temsil ve Kurumlar. İçinde, S. Arkonaç (Ed.) Doğunun ve Batının Yerelliği: Bireylik Bilgisine Dair, Hiperlink: İstanbul.
  8. ^ a b Moscovici, S. (1988). Notes towards a description of social representations. European Journal of Social Psychology18(3), 211-250.
  9. ^ Bilton, T., Bonnett, K., Jones, P., Lawson, T., Skinner, D., Stanworth, M. I. & Webster, A. (2009). Sosyoloji, (2.Baskı), (Ed. B. Özçelik), Siyasal Kitabevi: İstanbul.
  10. ^ a b Wagner, W., Farr, Robert, Jovchelovitch, S., Lorenzi-Cioldi, F., Marková, I., Duveen, G. ve Rose, D. (1999). Theory and method of social representations. Asian Journal of Social Psychology, 2(1), 95-125.
  11. ^ a b Öner, B. (2002). Sosyal temsiller, Kriz Dergisi, 10(1), 29-35.
  12. ^ De Rosa, A. S. (1993). Social representations and attitudes: Problems of coherence between the theoretical definition and procedure of research. Papers on Social Representations, 2(3), 178- 192.
  13. ^ a b Wachelke, J. (2012). Social representations: A review of theory and research from the structural approach. Universitas Psychologica, 11(3), 729-741.