Vikipedi'nin geliştirilmesi ve güvenilir bilgiye ulaşma konusunda Türkçe kaynakların daha nitelikli bir hale getirilmesi için üç yıldan uzun süredir çalışıyorum.

Otobiyografi değiştir

2007 yılında İstanbul'da doğdum. İstanbul ve Muğla'da ilköğrenimimi tamamladım. Fethiye Belediye Fen Lisesi'nde başladığım ortaöğrenimime, Çözüm Koleji'nin eşit ağırlık bölümünde devam ediyorum.

Fethiye Belediye Fen Lisesi'nde okurken Belfen Münazara içerisinde yer aldım ve Yeşilay tarafından düzenlenen bir münazara yarışmasında Akdeniz Bölgesi elemelerinde ikinci oldum. Köyceğiz Fen Lisesi'nin edebiyat dergisini kurdum ve felsefe dergisi için iki sayı çıkardım. Polcompball Wiki'de siyasi görüşlerimi ve Philosophyball Wiki'de felsefi görüşlerimi açıklayan yazılar hazırladım. Aristo Topluluğu'nun kurucuları arasında yer aldım, sosyal bilimler ve felsefe alanlarında yöneticilik yaptım.

Vikipedi'de 20'nin üzerinde madde için sosyal bilimler, felsefe ve doğa bilimleri gibi alanlarda yazılar yazdım.

Les Révoires
 
Tam adıArda Kaan Uluç
Doğumu4 Nisan 2007
Alma mater2023'ten önce:
Fethiye Belediye Fen Lisesi
2023'ten sonra:
Çözüm Koleji
OkuluEpistemoloji:
Empirizm[1]
Siyaset:
Demokratik sosyalizm[2]
İlgi alanlarıFelsefe
Ontoloji, epistemoloji, bilim felsefesi, etik, siyaset felsefesi, din felsefesi, estetik, metafelsefe, felsefe tarihi
Siyaset bilimi
Siyaset sosyolojisi
Uluslararası ilişkiler
Edebiyat
Edebiyat tarihi
Tarih
Siyasi tarih
Sosyoloji
Bilgi sosyolojisi, bilim sosyolojisi, sosyoloji tarihi
Ekonomi
Siyasi ekonomi, ekonomi tarihi
Psikoloji
Deneysel psikoloji, sosyal psikoloji, psikoloji tarihi
Mantık
Bilim tarihi
Fizik tarihi
Sanat tarihi
Din bilimleri
Din sosyolojisi, din psikolojisi, dinler tarihi
Önemli eserEdebiyat:
Rus Edebiyatında Gerçekçi Dönem
Felsefe:
Jean-Paul Sartre
Uzay ve Zaman Felsefesi

Sosyal bilimler değiştir

Tarih değiştir

Nijerya topraklarında ilk yaşamın, MÖ 1500'de başlayan Nok uygarlığı sırasında geliştiği düşünülmektedir. Bu dönemde Nok uygarlığı, Sahra Altı Afrika'da bilinen en eski heykeller arasında olan toprak figürler üretmiştir. Kainji Barajı'nda yapılan kazılar ise MÖ 200'de bölgede demir işçiliği yapıldığını ortaya koymaktadır.

İslam'ın yayılmasıyla birlikte Bilad El Sudan olarak anılmaya başlanan bölgede, 1000'e kadar Kano'daki Hausa Sahelian şehir devleti etkisini sürdürmüştür. 1100'den itibaren İgbolar'ın Nri Krallığı güçlü bir hakimiyet kurmaya başlamıştır. Yorubalar ise daha bölgesel olan Ife Krallığı ve Oyo Krallığı'nı kurmuşlardır.

Kuzey Nijerya'nın tamamen İslam'ı benimsemesinden kısa bir süre sonra, Portekiz ve İngiltere'den denizciler, Avrupa sömürgeciliğini Nijerya'da yaymaya başlamışlardır. 20 milyona yakın Nijeryalı'nın esir olarak satıldığı tahmin edilen bu süreçte, Nijerya büyük bir köle ticaret merkezi olarak kullanılmıştır.

Bu sırada Kanem İmparatorluğu'nun çöküşü ve şehir devletleri arasındaki savaşlardan yararlanan Fulaniler, Nijerya'nın içlerine doğru ilerlemeye başlamıştır. Usman dan Fodio'nun şehir devletlerini yenilgiye uğratmasının ardından, Sokoto Halifeliği bölgedeki tek büyük güç olmuştur.

1800'den itibaren İngiltere, Nijerya'nın içişlerine giderek daha çok karışmaya başlamıştır. Lagos 1681'de koloni haline getirilmiş, Gine Körfezi'nin kıyısındaki bölge 1885'te İngiltere'nin kontrolü altına girmiştir. Nijerya bu tarihten itibaren iki himaye bölgesine ayrılmış ve tek valinin yönetimine bırakılmıştır. 1903'te Sokoto Halifeliği'nin bölünmesiyle Nijerya'nın tamamı, İngiltere'nin kolonisi haline gelmiştir. 1950'de idare gücü, merkezi otoriteyle üç ayrı bölgenin meclisleri arasında paylaştırılmıştır. 1954'te ilan edilen anayasa, ülkeyi güçlü bir merkezi hükümete bağlayarak, halka kanuni haklarını vermiştir.

Ülkede yapılması planlanan seçimlerde İngiltere, bölge üzerindeki etkisini kaybetmemek amacıyla yönetime kendi çıkarlarını koruyacak bir hükümet getirmeyi amaçlamıştır. 1959'da NPC (İngilizce: Northern People's Congress, Türkçe: Kuzey Halk Kongresi) iktidara gelmiş, Ebubekir Tafawa Balewa başbakan olmuştur. Müslümanlar'ın çoğunlukta olduğu bir yönetimin kurulmasıyla Nijerya, 1960 yılında bağımsızlığını elde etmiştir. 1963'te cumhuriyet ilan edilmiş ve 1965'te yeniden seçimler yapılmıştır.

1967’de ülkenin güneydoğusunda Biafra’nın bağımsızlığını ilan etmesi, Nijerya İç Savaşı’nın başlamasıyla sonuçlanmıştır. Çok geçmeden saldırıya geçen Nijerya, Mısır’ın da sağladığı hava desteğiyle Biafra’nın kuzeyindeki birçok kasabayı kontrolü altına almıştır. Biafra ise Nijer Nehri üzerinden kendi saldırısını başlatarak Ore’ye kadar ilerlemiştir. Ancak kuzeyde durumun giderek kötüleşmesi sonucunda birlikler geri çağırılmış ve direnişe dahil edilmiştir.

Enugu’yu ele geçirmelerinin savaşı kısa sürede bitireceğini planlayan Nijerya, bir ay süren bir çatışma sonucunda Enugu’yu işgal etmiştir. Ancak Biafra, başkentini Umuahia’ya taşıyarak savaşa devam etmiştir. Bu tarihten itibaren stratejisini Nijer Nehri’ni geçerek batıdan bir saldırı başlatma üzerine yoğunlaştıran Nijerya, Biafra’nın güçlü bir direniş göstermesi nedeniyle birkaç kez yenilgiye uğramıştır. Uçaklarla bölgenin günlerce bombalanması sonucunda Biafra’nın gösterdiği direniş kırılmıştır. Nijerya’nın Calabar ve Port Harcourt’u da işgal etmesiyle Biafra’nın yenilme ihtimali büyük ölçüde artmıştır. ABD, Birleşik Krallık ve Sovyetler Birliği’nin Nijerya’ya verdiği destek de Biafra açısından durumu iyice içerisinden çıkılmaz bir hale getirmiştir.

Bunun sonucunda rakiplerini suçlama yoluna giden Biafra başkanı Odumegwu Ojukwu, ordu içerisindeki birçok subayı öldürmüş ve daha otoriter bir yönetim kurmuştur. Ancak bu çabalar art arda alınan başarısızlıkları telafi edememiştir. 1969’dan itibaren Biafra’nın direnişi iyice güçsüzleşmiş, 1970’te Nijerya’nın zafer elde etmesiyle savaş sona ermiştir.

1975’te Murtala Muhammed yaptığı bir darbeyle yönetimi ele geçirmiştir. 1976’da başarısızlıkla sonuçlanan bir darbe girişimi gerçekleşmiş, ancak Murtala Muhammed öldürülmüş ve yardımcısı Olusegun Obasanjo iktidara gelmiştir. 1985’te yeni bir darbe daha olmuş, İbrahim Babangida ülkenin başına geçmiştir. Bu tarihten itibaren petrol gelirlerinin getirdiği refah sayesinde iç olayları önlemeye başlayan Nijerya, Afrika’nın en gelişmiş ülkelerinden biri haline gelmiştir. 1993’te ülke tekrar demokratik yönetime geçmiştir.

2021’de başlayan Orlu Krizi sırasında Biafra’nın yeniden bağımsızlığını ilan etme çabaları Nijerya tarafından engellenmiş, bölge üzerinde kontrol sağlanmıştır.

(Nijerya, 8 Şubat 2023)


Sahra halkı içerisindeki birçok eski subay, öğrenci ve sivilin katılımıyla güçlenen Polisario Cephesi, 1977 yılından itibaren saldırılarına başladı. İspanya’nın kontrolündeki bir çöl karargahına yapılan baskının ardından, saldırılar hızla Fas ve Moritanya’ya yöneldi. Polisario Cephesi, Cezayir’in verdiği destek sayesinde Tinduf’a yerleşmeye başladı ve vur-kaç taktikleri geliştirerek uzun süreli bir savaşa hazırlandı.

Fas’ın gerçekleştirdiği bombalama ve karadan müdahalelere karşı, Polisario Cephesi birçok şehir ve kasabaya baskınlar düzenledi. Fransa’nın müdahalesiyle birlikte daha da şiddetlenen savaş, Moritanya’nın 1979 yılında ateşkes imzalamasıyla yeniden önceki seyrine döndü.

2020 yılından beri Guerguerat’ta yaşanan sınır anlaşmazlıkları, Fas’ın kapatılan bir yolun kontrolünü ele geçirmek için başlattığı saldırı nedeniyle çatışmalara dönüşmüştür. Polisario Cephesi, devam eden çatışmalarda düzenli olarak Fas’a karşı baskınlar düzenlemektedir.

Resmi işlemlerin çoğu 1991 yılındaki ateşkes sonucunda Batı Sahra'nın geçici başkenti olan Bir Lehlu’da gerçekleşirken, yönetimin etkili olduğu Tifariti ve diğer kasabalar da Kurtarılmış Bölge’ye dahildir. SDAC hükûmeti, Batı Sahra toprakları üzerinde hak iddia etmekte ve Layun'u başkenti olarak görmektedir. Tinduf yakınlarındaki Sahra mülteci kamplarında da benzer bir iddiaları olmasına rağmen, burada egemenlik kurma amacı taşımamaktadırlar.

(Sahra Demokratik Arap Cumhuriyeti, 18 Eylül 2022)


Güney Amerika’nın aynı zamanda en büyük turist kaynaklarından biri olan coğrafi yapısı, kıtanın iklim özelliklerinin etkisiyle oluşan Amazon Ormanları’nı, Şili boyunca uzanan And Dağları’nı, dünyanın en kurak sıcak çölü olma özelliğini taşıyan Atakama Çölü’nü ve Brezilya’nın kuzeyinden akan Amazon Nehri’ni kapsamaktadır.

Bugüne kadar mümkün olan en iyi şekilde korunarak gelmiş antik şehirlerden biri olan Machu Picchu da Güney Amerika’da yer almaktadır.

Güney Amerika'da MÖ 16.500 yıllarına kadar dayanan bir insan varlığının bulunduğu, arkeolojik kazılarla doğrulanmıştır. Amazon Ormanları'nda ise MÖ 10.000 yıllarında kalıcı bir nüfusun bulunduğu düşünülmektedir. Bu nüfusun avcılık, toplayıcılık ve tarımla uğraştığına dair kanıtlar bulunmuştur. Norte Chico, Canari, Chibca, Chachapoya, Chavin, Moçe, İnka, Aravak ve Karib gibi topluluklar bölgenin keşfedilmesine kadar çeşitli medeniyetler kurmuştur.

İspanya ve Portekiz’in yaptığı keşiflerle bölgede yayılmaya başlamasının ardından, bu medeniyetler zamanla yok olmuştur. 1500 yılından itibaren Orta Amerika ve Kolombiya’da İspanya’nın, Brezilya’da ise Portekiz’in kontrolünde sömürge yönetimleri kurulmuştur. İngiltere, Fransa ve Hollanda'nın Guyanalar’a yerleşmeye başlamasıyla, Güney Amerika neredeyse tamamen sömürge haline getirilmiştir.

1808 yılında Simon Bolivar’ın liderliğinde bir araya gelmeye başlayan yurtseverler, Güney Amerika’daki ülkelerin bağımsızlığını sağlamak amacıyla İspanya’ya karşı büyük bir savaş başlatmışlardır. 25 yıl süren mücadelenin ardından, İspanya ve Portekiz’in bölgeden çekilmesiyle sonuçlanan savaş, yerini bağımsızlığını ilan eden ülkeler arasındaki rekabete bırakmıştır. Güney Amerika'nın büyük ölçüde bölünmesine neden olan savaşlar, uzun bir süre boyunca devam etmiştir.

I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı’na askeri anlamda katılım gösteren tek Güney Amerika ülkesi olan Brezilya, Birleşik Krallık ve Fransa’nın deniz kuvvetlerine destek göndermiştir.

ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki artan rekabetin etkisiyle başlayan Soğuk Savaş, Güney Amerika’yı şiddetli bir şekilde etkilemiştir. Kolombiya ve Peru başta olmak üzere birçok ülkede, Marksizm-Leninizm'i benimseyen ve Doğu Bloku tarafından desteklenen gruplar ortaya çıkmıştır. Arjantin ve Birleşik Krallık arasında gerçekleşen Falkland Savaşı da, Soğuk Savaş sırasında Güney Amerika'da gerçekleşen olaylar arasında yer almaktadır.

1990 yılından sonra Soğuk Savaş’ın etkileri giderek azalmış, kıta çapında bir demokratikleşme süreci başlamıştır. Brezilya ve Arjantin'de ekonomik büyümenin yavaşlaması, sanayi üretiminin azalması, işsizliğin artması gibi durumlara bağlı olarak krizler yaşanmıştır. 21. yüzyıl sosyalizminin gelişmesiyle Venezuela, Bolivya ve Peru'da ise sol görüşlü iktidarlar güç kazanmıştır.

(Güney Amerika, 17 Eylül 2023‎)


1962 yılında Darüsselam'da UDENAMO (Türkçe: Mozambik Ulusal Demokratik Birliği) başta olmak üzere birkaç milliyetçi grubun bir araya gelmesiyle oluşan FRELIMO, Mozambik'teki sömürge yönetimini sonlandırmak için yöntemler aramaya başlamıştır. Başlangıçta silahlı mücadeleyi benimsemeyen grup, Mueda'da özgürlük yanlısı gösterilere sömürge yönetimi tarafından ateş açılması sonucunda, ülkenin kuzeyinde harekete geçerek Mozambik Bağımsızlık Savaşı'nı başlatmıştır.

FRELIMO zaman içerisinde halkın da desteğini almış ve kurtarılmış bölgeler ilan ederek kontrolü altında tuttuğu alanı genişletmiştir. 1974 yılında Portekiz'de gerçekleşen Karanfil Devrimi'nin ardından kurulan demokratik yönetim, sorunu müzakere yoluyla çözme kararı almış ve bu tarihten itibaren çatışmaların şiddeti oldukça azalmıştır.

Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Küba, Angola ve Cezayir gibi ideolojik yakınlık gösterdiği ülkelerle iş birliği içerisinde bulunan Mozambik, Birleşik Krallık'la da diğer Batı Bloku ülkelerine göre daha iyi diplomatik ilişkiler kurmuştur. Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD ve İsrail gibi ülkelerle kurulan uluslararası ilişkiler, gergin bir yapıya sahip olmuştur. Uganda-Tanzanya Savaşı içerisinde yer alan Mozambik, Uganda'daki isyancı gruplar ve Tanzanya'ya yoğun bir destek vererek, savaşın sonucunu belirleyen ülkelerden biri olmuştur.

(Mozambik, 8 Eylül 2023)


Etiyopya İmparatorluğu'na karşı 1974 yılında Derg (Türkçe: Etiyopya Geçici Askeri Hükümeti) tarafından yapılan darbenin başarılı olmasıyla, ülkede sosyalist bir yönetim kurulmuştur. Bu süreçte eğitim ve sağlık başta olmak üzere, birçok alanda reformlar gerçekleştirilmiştir.

Somali'de yakın zamanlarda kurulmuş olan Siad Barre yönetimiyle, Batı Somali'nin kontrolü üzerine yaşanan anlaşmazlıklar nedeniyle, 1977 yılında iki ülke arasında Ogaden Savaşı başlamıştır.

WSLF (Türkçe: Batı Somali Kurtuluş Cephesi) ve Somali, gerçekleştirdikleri işgal sırasında hızlı bir ilerleme göstererek Dire Dawa'ya kadar ilerlemiştir. Sovyetler Birliği, Güney Yemen, Küba ve Doğu Almanya'dan aldığı desteğin etkisiyle Etiyopya ilerlemeyi durdurarak büyük bir karşı saldırı başlatmıştır. Somali'nin geri çekilmesi ve WSLF'nin ağır bir yenilgi almasıyla, savaş sona ermiştir.

Derg'in giderek güçlenmesi ve ülkede otoriter bir yönetim kurması karşısında, muhalif gruplar kendi aralarındaki rekabeti bir kenara bırakarak büyük bir ittifak kurmuştur. EPRDF ve EPRP başta olmak üzere Marksizm-Leninizm'i benimseyen siyasi partilerle Oromia, Afar ve Ogaden'deki bölgesel kurtuluş hareketlerinin birleşiminden oluşan ittifak, Etiyopya İç Savaşı'nın başlamasına yol açmıştır. ELF ve EPLF'nin başlattığı Eritre Bağımsızlık Savaşı ilerleyen süreçte başarıya ulaşmış, ancak yaşadıkları sorunlar nedeniyle yerini Eritre İç Savaşı'na bırakmıştır.

Etiyopya ve Somali arasındaki rekabet, 1982 Etiyopya-Somali Sınır Savaşı başta olmak üzere birçok olayda kendisini göstermeye devam etmiştir. SSDF’nin liderliğinde Somali’ye karşı savaşan isyancı gruplar, Etiyopya tarafından desteklenmiştir.

Derg'in sivilleşme çalışmalarının sonucunda, WPE (Türkçe: Etiyopya İşçi Partisi) kurulmuş ve 1987 yılında Etiyopya Demokratik Halk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Doğu Bloku'ndaki ülkelerle oldukça yakın diplomatik ilişkiler kurulmuştur. Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Küba, Güney Yemen ve Libya Arap Cemahiriyesi gibi ideolojik yakınlık gösterdiği ülkelerle iş birliği içerisinde bulunan Etiyopya, İsrail'le de diğer Batı Bloku ülkelerine göre daha iyi diplomatik ilişkiler kurmuştur. Soğuk Savaş dönemi boyunca ABD ve Somali gibi ülkelerle kurulan uluslararası ilişkiler, gergin bir yapıya sahip olmuştur.

Etiyopya, Rodezya İç Savaşı sırasında ZANU'yu ve Zimbabve halkının bağımsızlık mücadelesini desteklemiştir.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından birçok siyasi parti sosyal demokrasi ve demokratik sosyalizme yönelirken, WPE ideolojik değişime uğramamıştır. Etiyopya İç Savaşı şiddetlenmeye devam etmiş, 1991 yılında EPRDF liderliğindeki muhalif gruplar Addis Ababa'yı işgal etmiştir. Etiyopya Demokratik Halk Cumhuriyeti dağıtılmış ve geçici bir hükümet kurulmuştur.

WPE’nin bazı eski üyeleri, 1993 yılında EUPF adı altında bir araya gelmiştir. OLF’yle birlikte hareket ederek Oromia’da gerçekleşen çatışmalarda hükümete karşı savaşmış ve Güney Sudan’daki gruplarla çıkarları doğrultusunda iş birliği içerisinde bulunmuşlar, ancak kayda değer bir başarı elde edememişlerdir.

(Etiyopya, 12 Kasım 2023)


Portekiz, 400 yıl kadar adayı idaresi altında tutmasının ardından Karanfil Devrimi’yle birlikte bölgeden çekilmeye başlamıştır. Fretilin ve UDT’nin liderliğindeki bağımsızlık yanlısı hareket, aralarındaki rekabetin giderek artması sonucunda bölünmüş ve üç hafta süren bir iç savaş yaşanmıştır. 28 Kasım 1975’te iç savaşı kazanan Fretilin’in liderliğinde Doğu Timor bağımsızlığını ilan etmiştir.

Endonezya’nın bölge üzerinde yayılmacı bir politika izlemesi, Doğu Timor’un bağımsızlığını elde ettikten dokuz gün sonra Endonezya’yla yeni bir savaşa girmesine neden olmuştur. 7 Aralık 1915’te Dili’ye havadan ve denizden yapılan saldırılarla başlayan işgal, Baucau’nun kaybedilmesiyle devam etmiştir. Fretilin’in Sovyetler Birliği ve Çin’den aldığı desteklerle dağlara çekilmesinin ardından, Endonezya saldırganlığını artırmış ve bu süreçte birçok sivilin ölümüne neden olmuştur. UDT üyelerinin ise çoğu Endonezya’ya kaçmış, burada kendi aralarında işgalin meşruluğu üzerine yaşadıkları anlaşmazlıklar sonucunda iki gruba bölünmüşlerdir. 17 Temmuz 1976’da Endonezya, Doğu Timor’u resmen ilhak etmiştir. Fretilin bu süreçte verdiği mücadeleyi devam ettirmiş, UDT’nin işgale karşı çıkan grubu ve Katolik Kilisesi’yle birlikte hareket edebilmek için Marksizm-Leninizm’i terk etmiştir.

(Doğu Timor, 8 Şubat 2023)


Alman Doğu Afrikası (Almanca: Deutsch-Ostafrika), Afrika'daki eski bir Alman sömürgesi. Ruanda'nın büyük bir kesimini, Burundi'yi, Tanzanya'yı ve Mozambik'in bir parçasını içeren sömürge, I. Dünya Savaşı'nın Almanya'nın yenilgisiyle sona ermesiyle büyük ölçüde İngiltere'nin himayesine girdi.

Alman Kolonizasyon Derneği'ni kuran Carl Peters'ın birkaç yerli kabile reisi ile anlaşmalar imzalamasıyla ortaya çıkan Alman Doğu Afrikası, Otto von Bismarck'ın imzaladığı, bölgede hakimiyet kurmayı amaçlayan bir tüzüğün Carl Peters'a verilmesinden sonra Rufiji Nehri, Witu ve Lamu'ya doğru yayılmaya başladı. Zanzibar Sultanlığı, bu bölgeler üzerinde hak iddia ederek Alman Doğu Afrikası'nın yayılmasına karşı çıktı. Ardından Otto von Bismarck, beş savaş gemisi göndererek silahlarını Zanzibar Sultanlığı'na doğrulttu. Almanya ve İngiltere'nin anakaranın paylaşımı konusunda anlaşmasından sonra Zanzibar Sultanlığı, Carl Peters'ın gerçekleştirdiği yayılmayı kabul etmek zorunda kaldı. Alman Doğu Afrikası, Bagamoyo, Darüsselam ve Kilwa üzerinde hızla egemenlik kurdu. Arap ve Swahili kabilelerinin başlattığı Abuşiri İsyanı, bir yıl içerisinde bastırıldı. 1890'da Almanya ve İngiltere, bölgedeki sömürgeleri arasındaki sınırı belirleyen Heligoland-Zanzibar Antlaşması'nı imzaladı. Charles Stewart Smith ve George Edward Smith, ilerleyen yıllarda daha detaylı bir şekilde sınırı araştırdı. 1891'de Şef Mkwawa'nın liderliğini yaptığı Hehe kabileleri bir isyan başlattı, ancak rakip kabileler Alman Doğu Afrikası'yla birlikte hareket edince üç yıl içerisinde isyan bastırıldı. Maji Maji İsyanı'nın da şiddetle bastırılmasından sonra, Bernhard Dernburg sömürge yönetiminde reformlar yapması için bölgeye atandı.

I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Alman Güneybatı Afrikası ve Kamerun'da görev yapmış olan Paul von Lettow-Vorbeck, Alman Doğu Afrikası'ndaki birliklerin başına geçti. Tanga Savaşı'nda Alman Doğu Afrikası, İngiltere'ye karşı büyük bir başarı elde etti. Ancak Tabora Savaşı'ndan sonra erzak sıkıntısı yaşayan birlikler, İngiltere'nin Belçika Kongosu'ndan takviye almasıyla Mozambik'e çekildi. Ateşkesin sağlanmasından sonra Paul von Lettow-Vorbeck ve kalan birlikler, Kuzey Rodezya'ya çekildi.

1920'de Versay Barış Antlaşması'nın yürürlüğe girmesiyle Alman Doğu Afrikası, İngiltere, Belçika ve Portekiz'e devredildi.

(Alman Doğu Afrikası, 24 Ağustos 2021)


Alman Güneybatı Afrikası’nın temelleri, bir tüccar olan Adolf Lüderitz’in inşa edeceği istasyon için Otto von Bismarck’tan koruma talep etmesiyle birlikte atıldı. 1884’te bölgede kurulan yerleşimler Almanya’nın himayesi altına alındı ve Berlin Konferansı’yla resmi bir statü kazandı. Gustav Nachtigal komiserliğe atanarak bölgeye gönderildi.

1885’te birçok sanayici, politikacı ve bankacının girişimiyle DKGSWA (Türkçe: Güneybatı Afrika için Alman Sömürge Derneği) kuruldu. Adolf Lüderitz’in kontrolündeki yerleşimler DKGSWA tarafından satın alındı. Avrupalı yerleşimcileri üstte tutan bir yasal sistem hazırlandı ve yerli halkla giderek kötüleşen ilişkilere önlem olarak koruyucu birlikler getirildi.

1890’da İngiltere’yle imzalanan Heligoland-Zanibar Antlaşması kapsamında Caprivi Şeridi satın alındı ve iç bölgelere doğru ticaret yolları oluşturuldu. İngiltere ve Almanya, ortak sermayeyle SWAC (Türkçe: Güneybatı Afrika Şirketi) adı verilen bir şirket kurdu. Alman yerleşimci sayısı bölgede giderek arttı.

Alman Güneybatı Afrikası’nın yerli halka karşı politikaları, bu süreçte daha otoriter bir hale geldi. Hottentot İsyanı ve Khaua-Mbandjeru İsyanı güç kullanılarak bastırıldı. Herero Savaşları’yla birlikte yerli halkı ciddi bir tehdit olarak görmeye başlayan koloni yönetimi, büyük soykırımlar gerçekleştirdi. Kalahari Çölü’nün batısına çekine Hererolar’ın çoğu susuzluktan öldü, bir kısmı ise ise İngiliz Bechuanalandı’na kaçtı. 1904’ün sonunda isyan eden Namalar da mülksüzleştirme, sınır dışı edilme, zorla çalıştırılma ve ırk ayrımcılığına maruz kaldılar.

I. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Almanya’nın bölgedeki karakolları, Güney Afrika’nın saldırılarına uğradı. Schutztruppe ve Afrikaner gönüllülerinden oluşan ordu, İngiltere’nin sayısal üstünlüğü karşısında direniş gösteremedi.

1915’ten itibaren bölge tamamen İngiltere’nin kontrolü altına alındı, sonrasında da Milletler Cemiyeti’nin kararıyla Güney Afrika’nın mandası haline getirildi.

(Alman Güneybatı Afrikası, 9 Ağustos 2022)


I. Dünya Savaşı, Avusturya-Macaristan ve Sırbistan arasında yaşanan çatışmalarla başlamış olması açısından Balkanlar'da çıkmıştır. Balkan Cephesi'ndeki savaşa sonradan Rusya, Osmanlı İmparatorluğu, İtalya ve Bulgaristan gibi ülkeler de katılmıştır.

İtalya savaştan önce Almanya ve Avusturya-Macaristan ile yakınlaşmış ancak savaş başladığında tarafsız kalmıştır. Londra Antlaşması'nın imzalanması sonucunda, Arnavutluk ve Dalmaçya'da güç kazanmayı amaçlayan İtalya, Almanya ve Avusturya-Macaristan'a savaş ilan etmiştir. Bulgaristan'ın savaşa katılmasında Rusya ve Balkan ülkelerine karşı duyduğu güvensizliğin artması, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğu ile yakınlaşması ve Makedonya'da ilerlemeyi hedeflemesi gibi nedenler etkili olmuştur.

Avusturya-Macaristan ve Sırbistan arasındaki savaşta, Sırbistan 1915'in sonlarına kadar büyük bir direniş göstermiştir. Rusya'nın Avusturya-Macaristan üzerinde kurduğu baskı, Sırbistan'ın direnişinin uzun sürmesinde etkili olmuştur. Bulgaristan'ın savaşa katılmasıyla Arnavutluk'a çekilen Sırp birlikleri, savaşın Balkanlar'ın kalanında da yayılmasına neden olmuştur. İtalya, Sırp birliklerinin Yunanistan başta olmak üzere çeşitli bölgelere tahliye edilmesine yardımcı olmuştur.

Rusya ve Romanya, cephedeki etkinliğini yitirmiştir.

1917'de Yunanistan, İtilaf Devletleri'nin yanında savaşa katılmıştır. İtilaf Devletleri, kısa sürede Büyük Britanya ve Fransa'nın da aralarında olduğu birçok ülkeden birlikler toplamış ve kuzeye doğru bir saldırı başlatmıştır. Bu saldırı sonucunda, Bulgaristan barış görüşmelerine başlamış ve savaştan çekilme kararı almıştır. Sırbistan, yeniden İtilaf Devletleri'nin kontrolüne geçmiştir.

1918'in ortalarında, İtilaf Devletleri'nin zaferi kesinleşmiştir.

(I. Dünya Savaşı Balkan Cephesi, 31 Mart 2023)


Osmanlı, 1914'ün sonlarında Odessa ve Sivastopol limanlarını bombalayarak savaşa dahil olmuş, ancak Sarıkamış Harekatı başta olmak üzere bazı yenilgiler almıştır.

1916’da Brusilov Taarruzu’nu gerçekleştiren Rusya, büyük bir başarı elde ederek durumu lehine çevirmiştir. Almanya’nın Batı Cephesi’ndeki ve Avusturya-Macaristan’ın Balkan Cephesi’ndeki gücü, bu taarruz sonrasında önemli ölçüde azalmıştır. Romanya, Transilvanya’yı işgal etmek amacıyla İtilaf Devletleri’nin yanında savaşa katılmıştır. İtilaf Devletleri’nin Doğu Cephesi’nde giderek artan etkisi, Bulgaristan’ın güneyden başlattığı saldırıyla yeniden sona ermiştir.

Rusya’da savaşın neden olduğu zorlukların da etkisiyle giderek artan iç karışıklıklar, İttifak Devletleri’nin Doğu Cephesi’nde üstünlük sağlamasına yol açmıştır.

(I. Dünya Savaşı Doğu Cephesi, 19 Nisan 2023)

Siyaset bilimi değiştir

Portekiz Sömürge Savaşları sırasında, UDENAMO (Türkçe: Mozambik Ulusal Demokratik Birliği) başta olmak üzere birkaç milliyetçi grubun bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Mozambik Bağımsızlık Savaşı'nı başlatarak ülkenin sömürge yönetiminden kurtulmasını sağlamış ve Karanfil Devrimi'nin ardından ülkenin özgürlüğünü kazanmasına liderlik etmiştir. 1975 yılında iktidar partisi haline gelerek Mozambik Halk Cumhuriyeti'ni kurmuştur.

FRELIMO, Rodezya İç Savaşı sırasında Zimbabve'nin bağımsızlığı için savaşan gruplara destek sağlamıştır. Bunun sonucunda, ülke içerisinde Güney Afrika tarafından desteklenen bir muhalefet oluşmuş ve RENAMO'nun kurulmasıyla, Mozambik İç Savaşı başlamıştır. Kırsal bölgelerde üslenerek vur-kaç taktikleri kullanan RENAMO, bölge ülkeleriyle çatışmalara girmiş ve sivillere karşı şiddet uygulamıştır.

Küba ve Tanzanya'dan askeri, Sovyetler Birliği, Çin ve Doğu Almanya'dan ise diplomatik destek gören FRELIMO karşısında, RENAMO'yu destekleyen ülkeler Güney Afrika ve İsrail'le sınırlı kalmıştır.

1990'lı yıllardan itibaren Güney Afrika'dan aldığı destek azalan ve askeri gücünü kaybetmeye başlayan RENAMO, taraflar arasında anlaşmanın sağlanmasının ardından silah bırakmış ve çalışmalarına siyasi bir parti olarak devam etmiştir. 1994 yılında ülkede yapılan ilk demokratik seçimleri kazanan FRELIMO, bugüne kadar yapılan bütün seçimlerde Cumhuriyet Meclisi'nde çoğunluğu sağlamayı başarmıştır.

Tanzanya'da kurulduğu tarihlerde milliyetçi bir yapıda olan FRELIMO, Mozambik Bağımsızlık Savaşı'nın ilerleyen dönemlerinde Marksizm-Leninizm'i benimsemiştir. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından diğer birçok siyasi parti gibi ideolojik değişime uğramış, sosyal demokrasi ve demokratik sosyalizme yönelmiştir.

FRELIMO, Sosyalist Enternasyonal'in bir üyesi olmakla birlikte, FLMSA (Türkçe: Güney Afrika'nın Eski Kurtuluş Hareketleri) içerisinde yer alan siyasi partilerle de birlikte hareket etmektedir.

(Mozambik Kurtuluş Cephesi, 7 Eylül 2023)


Polisario'nun kuruluşunda benimsediği politik çizgi, ardılı olduğu organizasyonlardan da aldığı miras üzere Sahra milliyetçiliği temeli üzerine Batı Sahra’nın bağımsızlığını sağlamayı amaçlamaktaydı. Bu bağlamda o dönemlerde dünya üzerine güçlü bir etkisi olan Marksizm’in kendi kaderini tayin hakkı ve ulusal kurtuluş gibi kavramları üzerine yoğunlaşan Polisario, Sovyetler Birliği ve Kuzey Kore gibi ülkelerden bu sayede kısıtlı bir destek almıştır.

1970’lerden itibaren Polisario, Batı Sahra anayasasında Marksizm’e referans veren maddeleri kaldırmaya başlamış, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından serbest piyasayı desteklediğini açıklayarak sosyal demokrasi ve demokratik sosyalizme yönelmiştir. Sahra halkı içerisindeki bütün ideolojik eğilimleri bünyesinde toplamayı amaçladığını ilan eden Polisario içerisinde, Pan-Afrikanizm ve Arap milliyetçiliği gibi ideolojiler de etkili durumdadır.

Polisario, uluslararası alanda Sosyalist Enternasyonal’in danışman, İlerici İttifak’ın tam üyesidir.

Cezayir’den yoğun askeri ve ekonomik destek alan Polisario, Tinduf’ta insani yardım gibi işlerle uğraşan birkaç mülteci kampını idaresi altında tutmaktadır. Libya Arap Cemahiriyesi ve Güney Afrika da belirli zamanlarda Polisario'ya destek sağlamıştır.

Latin Amerika'daki birçok ülke ve çeşitli sosyalist partiler, Batı Sahra konusunda Polisario'yla birlikte hareket etmektedir.

(Polisario, 8 Şubat 2023)


SWAPO, 19 Nisan 1960 tarihinde Ovamboland Halk Örgütü'nün ardılı olarak kurulmuştur. Birleşmiş Milletler'in Namibya'ya barışçıl yollardan bağımsızlık verilmesi için uzun süredir yaptığı çalışmalara Güney Afrika tarafından anlamlı bir yanıt verilmemesinin ardından, 1962 yılında SWAPO silahlı mücadeleyi benimseyerek harekete geçme kararı almıştır. Sovyetler Birliği, Çin ve Tanzanya gibi ülkelerin de verdiği desteklerle PLAN (Türkçe: Namibya Halk Kurtuluş Ordusu) kurulmuş, 1966 yılında Güney Afrika'yla yaşanan ilk büyük çatışmanın ardından Namibya Bağımsızlık Savaşı başlatılmıştır.

Namibya'nın bağımsızlığını sağlamayı amaçlayan SWAPO, ilk dönemlerinde Marksizm-Leninizm ve Afrika milliyetçiliğini benimsemiştir. 1990 yılında iktidara gelmesinin ardından Marksizm-Leninizm'e olan bağlılığını giderek azaltmış ve zaman içerisinde ideolojik yapısını sosyal demokrasi üzerine yeniden düzenlemiştir. 2017 yılındaki seçimlere kadar SWAPO kendisini sosyal demokrat olarak tanımlamış, bu tarihten sonra ise sosyalizmi Namibya değerleriyle sentezleyen bir yaklaşıma yönelmiştir.

SWAPO, uluslararası alanda Sosyalist Enternasyonal’in bir üyesidir.

(Güneybatı Afrika Halk Örgütü, 7 Şubat 2023)


MPLA, kurulduğu dönemlerde PCA (Türkçe: Angola Komünist Partisi) politikalarının belirlenimi ardında kalması ve Doğu Bloku ülkelerinden destek alma ihtiyacı duyması nedeniyle, Marksizm-Leninizm'i benimsemiştir.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, önemli ideolojik değişimler yaşanmıştır. MPLA gerçekleştirdiği kongre sonucunda Marksizm-Leninizm’i terk ettiğini ve bundan sonra sosyal demokrat politikalar sürdüreceğini açıklamıştır. FRELIMO ve PAIGC gibi organizasyonlardan daha sert bir ideolojik değişim geçiren MPLA’nın bu tutumunun temelinde, Nito Alves’in liderliğindeki aşırı solcuların yok edilmesi ve Agostinho Neto’nun liderliği tek başına ele geçirmesi yatmaktadır.

MPLA, Sosyalist Enternasyonal'in bir üyesi olmakla birlikte, FLMSA (Türkçe: Güney Afrika'nın Eski Kurtuluş Hareketleri) içerisinde yer alan siyasi partilerle de birlikte hareket etmektedir.

(MPLA, 27 Şubat 2024)


Gine ve Yeşil Burun'un bağımsızlığını sağlamayı amaçlayan PAIGC, Marksist-Leninist bir ulusal kurtuluş hareketi olarak kurulmuştur. Portekiz'in bölgeden çekilmesiyle birlikte yönetime geçerek ülke ekonomisini tarım üzerine inşa etmiş ve herkesin eğitime erişebilmesi için önemli adımlar atmıştır. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından diğer birçok siyasi parti gibi ideolojik değişime uğramış, sosyal demokrasi ve demokratik sosyalizme yönelmiştir. Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini savunan PAIGC, aynı zamanda milliyetçi bir duruş sergilemektedir.

PAIGC, uluslararası alanda Sosyalist Enternasyonal'in bir üyesidir.

(Gine ve Yeşil Burun’un Bağımsızlığı için Afrika Partisi, 18 Ocak 2023)


SYRİZA'nın kurucusu demokratik sosyalist bir parti olan Synaspismos’tur. Bunun dışında SYRİZA'nın içerisinde sosyal demokrasi, ekolojik sosyalizm ve Marksizm-Leninizm başta olmak üzere diğer sol ideolojileri benimseyen birçok grup ve üye bulunmaktadır. Koalisyon, söylem olarak sol popülizme de yakınlık göstermektedir. Düzen karşıtı olarak nitelendirilmekle birlikte, SYRİZA temel amacını sol görüşlerini terk etmeden geniş bir ilerici cephe haline gelmek olarak açıklamıştır.

SYRİZA, içerisinde düşük derecede Avrupa şüpheciliğini benimseyen gruplar olmakla birlikte, genel olarak Yunanistan'ın Avrupa Birliği'nde yer almasını desteklemekte ve Pro-Avrupacı bir tutum sergilemektedir. Avrupa Parlementosu'nda başkan yardımcılığı yapan ve aynı zamanda bir SYRİZA üyesi olan Dimitrios Papadimoulis, konu hakkında “Yunanistan’ın Avrupa Birliği ve euro bölgesinin saygın bir üyesi olması gerektiğini” söylemiştir. Aleksis Tsipras ise "herhangi bir Avrupa şüpheciliğini desteklemediklerini" açıklamıştır.

Koalisyon, Avrupa Solu Partisi'nin bir üyesidir.

(Radikal Sol Koalisyon, 22 Nisan 2023)


Fransa'daki sosyal hareketler arasında yer alan Owenizm, Fourierizm ve Saint-Simonianizm, ütopik sosyalizmin temellerini atmıştır. Birleşik Krallık'ta ise Çartizm, halktan güçlü bir destek alarak, hükümetin kabul ettiği bazı kararlar üzerinde etkili olmuştur.

Pierre-Joseph Prudhon, ilerleyen zamanlarda ortaya koyduğu görüşlerle anarşizmi ve mutualist ekonomiyi geliştirmiştir. Piyasaların gerekli olduğunu kabul etmekle birlikte, sermaye birikimi ve özel mülkiyetin toplumu yozlaştırdığını düşünmüştür. Bunun yerine, işçi kooperatiflerinin üretim araçlarını kontrol etmesini ve herkesin kaynakları kullanma konusunda eşit sorumluluğa sahip olmasını desteklemiştir. Emek-değer teorisine önem vermiş, işçi kooperatiflerinin ortak emek üzerinden ilerlemesi gerektiğini savunarak, emek sömürüsünü engellemeyi amaçlamıştır.

(Demokratik sosyalizm, 1 Mart 2024)

Coğrafya değiştir

Akdeniz ikliminde yetişen başlıca ağaçlar şunlardır:

Defne, okaliptüs, çam ve selvi gibi yaprak dökmeyen ağaçlar.

Çınar ve meşe gibi yaprak döken ağaçlar.

Zeytin, incir, ceviz ve üzüm gibi meyve ağaçları.

Bununla birlikte, çalı ve ot toplulukları da Akdeniz ikliminin bitki örtüsünde önemli bir yer kaplamaktadır.

Akdeniz'e kıyısı olmamasına rağmen iklim özelliklerinin görüldüğü bölgelerden Kaliforniya'da chaparral, Şili'de matorral, Kap Bölgesi'nde fynbos, Avustralya'da ise mallee ve kwongan çalılıklarına dayalı bir bitki örtüsü hakimdir. Kaliforniya ve Kap Bölgesi'ndeki doğal bitki örtüsünün bir kısmı, tarıma elverişli alanlar oluşturmak için tahrip edilmiştir. Ancak bu bölgelerdeki bitki çeşitliliği hala zengin olarak değerlendirilmektedir.

Akdeniz iklimi, sıcaklık ortalamalarına göre sıcak yaz Akdeniz iklimi, ılık yaz Akdeniz iklimi ve soğuk yaz Akdeniz iklimi olarak üçe ayrılmaktadır. Dünya üzerinde Akdeniz ikliminin görüldüğü bölgelerin çoğu, sıcak yaz Akdeniz iklimi özelliklerine sahiptir.

(Akdeniz iklimi, 25 Şubat 2023‎)


Trinidad ve Tobago, tropikal iklime sahiptir. Yılın ilk 5 ayı kurak geçerken, son 7 ayı yağışlı geçmektedir. Ortalama sıcaklık 25-30 °C arasındadır. Günlük sıcaklık farkı iç kesimlerde yüksekken, sahildeki fark deniz meltemleri tarafından yumuşatılmaktadır. Rüzgarlar ağırlıklı olarak kuzeydoğudan esmektedir.

Trinidad’ın kuzey sıradağları, ülkenin en yağışlı bölgeleri arasındadır. Burada hava çoğunlukla bulutlu olmakla birlikte sis örtüsüyle kaplıdır.

Tobago, 1963’te yaşanan Flora Kasırgası’ndan etkilenmiştir.

(Trinidad ve Tobago, 5 Mayıs 2022)

Ekonomi değiştir

İhracat ya da dışsatım, bir malın veya hizmetin yurt dışındaki alıcılara satılmasıdır. Devletler, tüzel kişilikler ve gerçek kişilikler tarafından gerçekleştirilir. İthalatın karşıtıdır ve dış ticaret dengesini oluşturan etkenlerden biridir.

İhracat, bir ülkenin en önemli döviz kaynakları arasında yer almaktadır.

Makroekonomide ihracat ve ithalat arasındaki fark, tüketim, yatırım ve devlet harcamalarıyla birlikte GSYİH'i oluşturan temel bileşenlerden biridir. İhracata yönelik dış talep, yabancı ülkelerdeki gelirin yükselmesiyle doğru orantılıdır. Üretici ülkenin para biriminin değeriyle ise ters orantılıdır.

Bir ülkeden ihraç edilen ürünler, eğer ithalatı yapan ülke yerli üreticileri korumayı amaçlayan bir politika izliyorsa ekonomik engellerle karşılaşabilmekte ve vergiye maruz kalabilmektedir. Bu politikanın ülkeler arasında gerginliğe yol açması halinde, Dünya Ticaret Örgütü devreye girmekte ve sorunun çözülmesi için çalışmaktadır. Ancak ihracatı yapan ülke, alınan kararlardan bazı durumlarda tatmin olmamakta ve diğer ülkenin ithal ürünleri üzerinde benzer bir politika izlemektedir.

İhracatın, ekonomik gelir elde etmek başta olmak üzere devletler ve şirketler için birçok avantajı bulunmaktadır. Bu avantajlardan bir kısmı aşağıdaki gibidir:

Diğer ülkelerde üretim operasyonları kurulması maliyeti ortadan kaldırılmaktadır. Bir ülkede üretilen mal ve hizmetler, ulaşım yoluyla diğer ülkelerde de kullanılabilmektedir.

Deneyim eğrilerinden yararlanılmakta ve ürün geliştirme yeteneği artırılmaktadır. Uluslararası pazarların şartları incelenmekte ve elde edilen sonuçlar iç piyasa başta olmak üzere birçok alanda değerlendirilebilmektedir.

Konum ekonomilerinin oluşmasına katkıda bulunulmakta ve değer zincirleri oluşturulmaktadır. Mekansal dağılım başta olmak üzere ürünleri birçok yönden etkileyen bileşenler incelenebilmekte ve verimin artırılması için sonuçlara ulaşılabilmektedir.

Bazı ürünleri üretmekte doğal avantajlara sahip olan ülkeler, düşük seviyede risk ve yüksek olmayan bir yatırımla bu avantajlarını satış getirisine çevirebilmektedir.

Temel yetkinliklerin oluşturulması sağlanmakta ve üretim kontrolünün uygulanmasına katkıda bulunulmaktadır. Daha başarılı ekonomi politikaları oluşturulmasında etkili olmaktadır.

(İhracat, 30 Nisan 2023)


2023 yılı verilerine göre Bahamalar'ın satın alma gücü paritesine göre gayri safi yurt içi hasılası 17.4 milyar dolar, nominal gayri safi yurt içi hasılası ise 14.1 milyar dolardır.

Bahamalar'ın gayri safi yurt içi hasılasının, yaklaşık %50'sini turizm, %22'sini vergiler, %15'ini bankacılık ve offshore finansal hizmetler, %5'ini ise tarım oluşturmaktadır.

Bahamalar'ın gerçekleştirdiği ihracatın %37'si rafine petrol ve tuz gibi mineral ürünlerinden, %26'sı kargo gemisi, yolcu gemisi, araba ve bot gibi ulaşım araçlarından, %12'si alüminyum, demir, çelik, bakır ve nikel gibi metallerden, %8'i kabuklu, yumuşakça ve balık gibi deniz ürünlerinden, %8'i stiren polimerleri ve ham plastik kaplamalardan, %2'si ise kimyasal ürünlerden oluşmaktadır.

ABD'ye 267 milyon dolar, Almanya'ya 160 milyon dolar, Singapur'a 138 milyon dolar, Polonya'ya 136 milyon dolar ve Tayland'a 95 milyon dolar yıllık ihracat gerçekleştiren Bahamalar'ın toplam ihracatı, 1 milyar doların üzerindedir.

Bahamalar'ın gerçekleştirdiği ithalatın %39'u rafine petrol, ham petrol ve petrol gazı gibi mineral ürünlerinden, %29'u yolcu gemisi, kargo gemisi, uçak, helikopter ve araba gibi ulaşım araçlarından, %8'i mekanik ve elektronik aletlerden, %3'ü demir, çelik ve alüminyum gibi metallerden, %3'ü kimyasal ürünlerden, %3'ü içecek, tahıl, meyve ve sebze gibi gıda ürünlerinden, %2'si ise et, sakatat ve balık gibi hayvansal ürünlerden oluşmaktadır.

ABD'den 2.6 milyar dolar, Güney Kore'den 875 milyon dolar, Almanya'dan 629 milyon dolar, Çin'den 474 milyon dolar ve Rusya'dan 394 milyon dolar yıllık ithalat gerçekleştiren Bahamalar'ın toplam ithalatı, 7 milyar doların üzerindedir.

Bahamalar, gıda ihtiyaçlarının %80'ini ithalatla karşılamakta, bu ithalatın çoğunluğunu da ABD'den gerçekleştirmektedir.

Bahamalar, diğer ülkelere göre daha düşük vergilendirme oranlarına sahip olması nedeniyle vergi cenneti olarak tanımlanmaktadır. Gelir vergisi, kurumlar vergisi, sermaye kazancı vergisi ve servet vergisi gibi birçok vergi, ülke sınırları içerisinde alınmamaktadır.

(Bahamalar, 24 Eylül 2023)

Uluslararası ilişkiler değiştir

Orta Doğu'da yer alan birçok ülke, dış politikalarını göz önünde bulundurarak savaşta güçlenmesini amaçladıkları taraflara ekonomik ve askeri destek sağlamıştır. Irak'ın savaşı sürdürmesinde Arap ülkelerinden aldığı ekonomik destek belirleyici olmuştur.

Suudi Arabistan'dan 30 milyar dolar, BAE ve Kuveyt'ten ise 8 milyar dolar destek alınmıştır. Ürdün, Irak'a gönderilen desteklerin ulaşması için lojistik yardımda bulunmuştur. Sudan, savaşta Irak'ın yanında yer almaları için küçük bir askeri birlik göndermiştir. Mısır ise, silah ihracatı gerçekleştirerek Irak'ın askeri ihtiyaçlarını karşılamıştır.

Libya Arap Cemahiriyesi, Suriye ve Etiyopya, İran'a silah ihracatı gerçekleştirmiştir. Pakistan, İran'a askeri yardımlarda bulunmakla birlikte, aynı zamanda diplomatik destek de sağlamıştır. Güney Afrika'nın, iki tarafa da silah ihracatı yaptığını gösteren kaynaklar bulunmaktadır.

Avrupa ülkeleri, savaş boyunca genel olarak taraflara silah ihracatında bulunmuştur. Batı Bloku'nda yer alan birkaç Avrupa ülkesi, savaşın gidişatını göz önünde bulundurarak taraflardan birine yaklaşırken, çoğunluğu her iki tarafa da silah satarak gelir elde etmeyi amaçlamıştır.

Romanya, Macaristan ve Polonya gibi Doğu Bloku ülkeleri, askeri ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Irak'a silah satmıştır. Sovyetler Birliği, Doğu Almanya ve Yugoslavya, savaş boyunca Irak'a açık destek vermekle birlikte, bazı durumlarda İran'la da bağlantıya geçmiştir. Kuzey Kore, İran'ın uzun süreli destekçilerinden biri olması nedeniyle, Sovyetler Birliği ve İran arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulması için aracılık yapmıştır. Doğu Almanya ise, İran'ın savaş sırasında Irak'tan ele geçirdiği Sovyet mühimmatları için yedek parça satışında bulunmuştur.

İsveç, savaşın başından itibaren İran'a deniz ve havada kullanılabilecek savaş mühimmatları satmıştır. İspanya ve Portekiz, her iki tarafa da birçok mühimmat satışı gerçekleştirirken, Norveç yangın söndürme ve kurtarma araçları satışında bulunmuştur.

Batı Bloku ülkeleri, savaş boyunca Irak'a 35 milyar dolar destek sağlamıştır. Birleşik Krallık, Fransa, İtalya ve Batı Almanya, Irak'ın askeri destek aldığı en önemli ülkeler olmakla birlikte, İran'a da açık olmasa bile silah ihracatında bulunmuşlardır.

Kuzey Kore savaş boyunca İran'ın en büyük destekçilerinden biri olmuş, Vietnam ise ABD'nin geri çekilirken bırakmak zorunda kaldığı silahları İran'a satmıştır. Çin, Japonya ve Güney Kore, her iki tarafa da birçok mühimmat satışında bulunmuştur.

Brezilya'nın her iki tarafa da silah ihracatı yaptığını gösteren kaynaklar bulunurken, Arjantin uzun bir süre boyunca İran'a savaş mühimmatları satmıştır. ABD, Irak'a ekonomik ve askeri destek vermekle birlikte, İran'la da İran-Kontra skandalıyla açığa çıkan görüşmeler gerçekleştirmiştir.

(Irak-İran Savaşı, 10 Eylül 2023)


Marksizm-Leninizm ve sol milliyetçiliği ön plana çıkararak, tarım sosyalizmi üzerine kurulu bir ekonomi geliştirmişlerdir. 1977 yılında gerçekleştirilen ilk kongrede, organizasyonun ismine "işçi partisi" tanımı eklenmiştir.

Angola Halk Cumhuriyeti döneminde ülke, Doğu Bloku üyeleriyle iyi diplomatik ilişkiler sürdürmüştür. Sovyetler Birliği, Doğu Almanya, Küba, Romanya ve Yugoslavya gibi ideolojik yakınlık gösterilen ülkelerle iş birliği içerisinde bulunmuştur.

Angola İç Savaşı sırasında Küba'dan yoğun bir askeri destek alınmıştır. Küba, gönderdiği birliklerle ülkeye gerçekleştirdiği müdahalenin yanında tank, zırhlı araç ve topçu yardımında bulunmuştur. Agostinho Neto ve Che Guevara arasında gerçekleşen görüşmeyle birlikte, Küba'nın verdiği destek artmıştır.

Yugoslavya, 14 milyar dolarlık bir ekonomik yardımda bulunmakla birlikte, Angola'ya diplomatik destek sağlamıştır. Sovyetler Birliği ve Kuzey Kore'nin Angola'da bulunan birlikleri, UNITA'ya karşı verilen savaşta doğrudan yer alarak ve askeri danışmanlık vererek MPLA'yı desteklemiştir. Doğu Almanya ve Romanya da, savaş boyunca Angola'nın yanında durmuştur.

Sovyetler Birliği, Angola İç Savaşı boyunca ülkede kayda değer bir etkinlik göstermiştir. MPLA’yla aralarındaki bağın güçlenmesi üzerine geçmişte iş birliği içerisinde bulundukları RDL'nin gizli bilgilerini paylaşmışlar ve grubun ortadan kalkmasını sağlamışlardır. MPLA içerisinde, Sovyetler Birliği'yle yakınlaşılmasını ve aşırı sol politikaları destekleyen üyeler, genel olarak Nito Alves'in liderliğindeki muhalifler olmuştur. Agostinho Neto'nun partide mutlak otoritesini kabul ettirmesi ve Sovyetler Birliği'ni de ikna etmesinin ardından, bu grup yok edilmiştir.

Çin-Sovyet ayrılığı boyunca Angola, Sovyetler Birliği'nin yanında yer almış ve Çin'e mesafeli yaklaşmıştır. Portekiz Sömürge Savaşları devam ederken UNITA'nın Maoizm'i benimsemesi ve Çin tarafından desteklenmesi başta olmak üzere birçok etken, iki ülkenin birbirinden uzaklaşmasına neden olmuştur.

Ronald Reagan döneminden başlayarak yaklaşık on beş yıl boyunca, MPLA'yı iktidardan indirme üzerine kurulu bir politika izlemeleri nedeniyle, Angola uzun bir süre ABD'ye karşı çıkmıştır. Cabinda Bölgesi'nde bağımsızlık elde etmek için savaşan FLEC'e verdikleri destek yüzünden, Fransa'yla kurulan diplomatik ilişkiler de mesafeli bir yapıya sahip olmuştur.

Angola İç Savaşı'nın ilerlemesiyle UNITA, aldığı uluslararası desteği artırabilmek için kendisini milliyetçi ve muhafazakar bir grup olarak yeniden yapılandırmıştır. Güney Afrika ve Zaire'yle kurulan diplomatik ilişkiler UNITA'ya verdikleri destek nedeniyle, İsrail'le kurulan diplomatik ilişkiler ise FNLA'ya verdikleri destek nedeniyle gergin bir yapı içerisinde devam etmiştir.

Marksizm-Leninizm'i benimseyen birçok grup ve siyasi parti, Angola tarafından desteklenmiştir. Sao Tome ve Principe’de MLSTP’nin iktidarda olduğu süre boyunca, Angola’nın gönderdiği birlikler ülkede iç güvenliği sağlamıştır. FLNC, Zaire'ye karşı verdiği savaşta kullandığı üslerin çoğunu Angola'da kurmuştur. Güney Afrika'da bağımsızlık elde etmek için SWAPO ve ırkçılığa karşı mücadele eden ANC'yle de iş birliği yapılmıştır.

(Angola, 27 Şubat 2024)

Felsefe değiştir

Bilim felsefesi değiştir

Fizik felsefesi, klasik ve modern fiziğin içerisindeki teori ve yorumları inceleyen bir bilim felsefesi dalıdır. Fizik teorileri ve yorumlarından yola çıkarak sorduğu sorularla çeşitli cevaplara ulaşmayı amaçlamaktadır. Uzay ve zaman felsefesi, kuantum mekaniği felsefesi, termal ve istatistiksel felsefe gibi alt dallara ayrılmaktadır.

Batı felsefesi ve teorik fizik arasındaki etkileşim, fizik felsefesinin temelini oluşturmaktadır.

Fizik felsefesinin başlıca soruları uzay, zaman, kuantum mekaniği, termodinamik ve istatistiksel mekanik üzerinedir.

Fizik ve felsefe arasındaki etkileşim, tarih boyunca kendisini göstermiştir. Antik Yunan'da doğa felsefesinin ortaya çıkmasıyla bu alanlar arasında başlayan ilişki, Bilimsel Devrim'in ardından ayrışmaları ve fizik felsefesinin kurulmasıyla devam etmiştir.

Fizik felsefesi sayesinde, bilimsel yöntemin gelişmesine katkıda bulunulmakta ve yeni fizik çalışmaları için teorik zemin hazırlanmaktadır.

Klasik fizik ve modern fizikte tanımlanması zor olan kavramları açıklamak için çalışmalar gerçekleştirilmekte, aynı zamanda yeni sorgulama alanları açılmaktadır.

Kuantum mekaniği alanında özgür irade üzerine yapılan araştırmalar, determinizm ve indeterminizm gibi etik görüşleri üzerinden ilerlemektedir.

Thomas Kuhn, paradigma değişimleri ve eş ölçülmezlik düşüncelerini geliştirirken fizik tarihinden yola çıkmıştır. Nikolas Kopernik'in Güneş merkezli bir astronomi modeli hazırlaması ve James Clerk Maxwell'in elektromanyetik alanı matematiksel hesaplamalarla göstermesi gibi durumları, paradigma olarak değerlendirmiştir.

Ernst Mach, bilim felsefesi çalışmalarının merkezine fiziğin kullandığı temel yöntemler olan deney ve gözlemi yerleştirmiştir. Bu görüşleri, mantıksal pozitivizmin gelişmesine öncülük etmiştir.

Isaac Newton'un evrenin yapısını parçacıkların hareketi ve konumlarındaki değişime bağlı olarak incelemesi, mutlakiyetçiliği savunmasında etkili olmuştur. Gottfried Leibniz ise, parçacıklar ve mesafeler arasındaki ilişki üzerinden yola çıkarak, ilişkicilik lehine argümanlar öne sürmüştür.

Demokritos'un maddi bir evren anlayışı ortaya koyması ve atomculuğu geliştirmesi, sonraki dönemlerde fizikçilere örnek olmuştur.

Albert Einstein, görelilik teorisi içerisinde pozitivizm ve empirizm gibi felsefi akımlara yer vermiş, aynı zamanda Immanuel Kant'ın düşüncelerinden yararlanmıştır.

Demokritos, maddelerin atom adı verilen ve bölünemeyen parçacıklardan oluştuğunu düşünerek, fizik tarihini başlatan görüşlerden birine zemin hazırlamıştır. Leukippos'un kurduğu Atomculuk Okulu'nu takip ederek, evrendeki her şeyin materyalist etkileşimler üzerinden açıklanabileceğini savunmuştur. Demokritos'a göre evren, özellikleri bakımından birbirlerinden farklı olan sonsuz sayıdaki atomdan oluşmuştur.

Parmenides'in boşluk ve değişimin imkansız olduğu argümanına dayalı monist anlayışını eleştirmiştir. Her zaman değişim içerisinde olan atomların, hareket etmelerine ortam sağlayan bir boşlukta bulunduğunu savunmuştur. Leukippos'a benzer bir şekilde determinizmi evrenin işleyiş biçimi olarak görmüş, ancak nihai bir nedenin olduğu düşüncesini kabul etmeyerek teleolojiyi reddetmiştir.

Antik Yunan’ın en önemli filozoflarından biri olan Aristoteles, doğa felsefesine önemli katkılarda bulunmuştur. MÖ 300’lü yıllarda Aristoteles fiziğini kurmuş ve “Fizik” kitabını yazarak doğa felsefesi çalışmalarını bir araya getirmiştir.

Doğa yasalarına ulaşmanın en etkili yolunun gözlem olduğunu savunmuştur. Hareketi, “doğal hareket” ve “doğal olmayan hareket” olarak ikiye ayırmıştır. Bir nesnenin doğal durumunu, hareketsiz olmak şeklinde ele almıştır. Boşlukta düzen bir cismin hızının sonsuz olacağını düşünmüş, bu nedenle boşluğun var olamayacağını dile getirmiştir.  ve  gibi formüller geliştirmiştir.

Empedokles’in geliştirdiği toprak, su, hava ve ateş olmak üzere dört elementten oluşan sistemi, sıcaklık-soğukluk ve kuruluk-ıslaklık eksenlerine yerleştirmiştir. Madde-form kuramını öne sürmüş, Herakleitos’un da yaptığı gibi ontoloji ve doğa felsefesi arasında bir ilişki kurmuştur.

Varlıkların, madde ve form olmak üzere iki temel unsurdan meydana geldiğini düşünmüştür. Maddi neden, formal neden, hareket ettirici neden ve ereksel neden olmak üzere, bir varlığın dört nedene ihtiyaç duyduğunu savunmuştur. Fiziksel nedenlerin arkasında metafiziksel nedenlerin olduğunu öne sürmüştür.

Güneş’in Dünya’dan daha büyük olduğunu tespit etmiş ve diğer yıldızların Dünya’dan çok daha uzakta olduğunu belirlemiştir. Optik üzerine de deneyler gerçekleştirmiştir.

Aristoteles fiziğindeki çalışmalar, yüzyıllarca kabul gören bir bilimsel paradigma olarak kalmış ve içerisindeki hatalar, kendisinden sonraki doğa filozofları ve fizikçiler tarafından düzeltilmiştir. Isaac Newton ve Galileo Galilei’nin çalışmalarıyla birlikte, Aristoteles fiziği geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiştir.

Aristoteles’ten sonra, doğa filozoflarından bağımsız olarak da fizik çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. MÖ 240 yılında Eratosthenes, Dünya’nın çevresini doğru bir şekilde tahmin etmiştir. Sisamlı Aristarkus ve Seleucialı Seleucus ise günümüzdekine çok yakın bir astronomi modeli öne sürmüştür.

Arşimet, geliştirdiği matematiksel formüllerle makara sistemi ve vida gibi pratik fiziksel icatlar gerçekleştirmiştir. Hipparkos, Güneş tutulmalarının olacağı zamanları hesaplamış, Ay ve Güneş’in Dünya’ya olan uzaklıklarını bulmaya çalışmıştır.

100’lü yıllarda Batlamyus, Greko-Romen coğrafyasını inceleyerek elde ettiği sonuçları kayıt altına almış ve Almagest kitabında gezegenlerin konumlarını hesaplamaya çalışarak yeni bir astronomi modeli geliştirmiştir.

Hint felsefesi ve Çin felsefesi de, doğa felsefesinin gelişmesine kayda değer katkılarda bulunmuştur.

Aristoteles'in kitaplarının Arapça'ya çevrilmesiyle, İslam'ın Altın Çağı'ndaki fizik çalışmalarının temelleri atılmıştır. İbn-i Heysem, ışığın göze ulaşma sürecini açıklamaya çalışmıştır. Avrupa'da optik alanında yaşanan ilerlemelere zemin hazırlaması nedeniyle, modern optiğin kurucusu olarak tanınmıştır. Empirizmin, tümevarımsal yöntem ve a-posteriori bilgi başta olmak üzere birçok esasının belirlenmesini sağlayarak, epistemoloji ve bilim felsefesine de önemli katkılarda bulunmuştur.

Biruni, hidrostatik dengeyi kullanarak bir yoğunluk hesaplama yöntemi geliştirmiş ve birçok nesnenin yoğunluğunu bulmuştur. Galileo Galilei ve Isaac Newton’un yoğunluk üzerine yaptığı çalışmaları etkilemiştir. İbn-i Sina’yla mektuplaşmalarında, Aristoteles’in boşluğun var olamayacağı yönündeki düşüncesine eleştiriler getirmiştir. Empirizmi çalışmalarında ön plana çıkararak bilim felsefesinin ilerlemesini sağlamıştır. İslam’ın içerisindeki mezhepleri ve dinler tarihini inceleyerek, din felsefesi alanında da görüşler ortaya koymuştur.

İbn-i Sina, nesnelerin doğal hareketlerine ters bir durum içerisinde bulunduklarında güç kazandığını dile getirerek, kuvvet ve eğilim tanımlarında bulunmuştur. Hareketin devamlılığını "meyil" olarak kullandığı eğilime bağlamış ve ivmenin, hava direnci gibi dış etkenlerin etkisiyle her durumda azaldığını düşünmüştür. Aristoteles fiziğinin içerisindeki hataların giderilmesi ve Newton fiziğine zemin hazırlanmasında büyük rol oynamıştır. İbn-i Sina, aynı zamanda olumsal varlıklar ve zorunlu varlıklar arasındaki bağlantıyı inceleyerek din felsefesi üzerine de çalışmıştır. Tanrı'nın varlığı üzerine, hareket ettirici nedenden yola çıkarak argümanlar geliştirmiştir. Öz ve varoluş arasında yaptığı ayrım, ontoloji üzerinde etkili olmuştur. Kitabü'ş-Şifa'yı yazarak bilim ve felsefe gibi alanlardaki çalışmalarını bir araya getirmiştir.

Ebu'l-Berekat Bağdadi, hareket ettirenin hareket edene bir eğilim verdiği görüşüyle ön plana çıkmış ve hareket edenin uzaklaşmasının, eğilimi azalttığını düşünmüştür. Düşen nesnelerin ivmesini, ardışık hız ve güç artışları üzerinden açıklamaya çalışmıştır.

Aristoteles'ten etkilenmekle birlikte, birçok konuda görüşlerini eleştirmiştir. İslam psikolojisinin kurucuları arasında yer alarak ruhun bedenden ayrı, ölümsüz bir yapıya sahip olduğunu düşünmüştür. Empirizmi, nesnelerin özü hakkında bilgi vermediği için yetersiz görmekle birlikte, açıklayıcı ve sürdürülebilir bir yöntem olarak gördüğü için savunmuştur. Zamanı a-priori olarak değerlendirmiş, "hareketin ölçüsü" değil, "varlığın ölçüsü" olarak almıştır.

İbn Bacce, mekanik üzerine araştırmalarda bulunmuş ve uygulanan kuvvete karşı her durumda bir tepki kuvveti oluştuğunu gözlemlemiştir. Nesnelerin hızının, hareket gücü ve ortam direnci arasındaki farka eşit olduğunu dile getirmiştir. Platon'un insan ruhu ve devlet yönetimi hakkındaki görüşlerinden etkilenen İbn Bacce, Aristoteles başta olmak üzere diğer Antik Yunan filozoflarının çalışmalarını da İslam teolojisiyle bir araya getirmeye önem vermiştir. Meşşailik'i benimseyerek doğru bilginin kaynağı olarak aklı ön plana çıkarmıştır.

Bu düşüncelerinin yanında, filozofların toplumla ilişkisini incelemiştir. İbn Bacce'ye göre filozoflar, içerisinde yaşadıkları toplumun mükemmel olması durumunda katılım göstermeli, sorunlu olması durumunda ise kendilerini soyutlamalıdırlar. Thomas Aquinas ve John Duns Scotus gibi skolastik filozoflar, din felsefesi başta olmak üzere birçok alanda İbn Bacce'yi örnek almıştır.

Avrupa’da Orta Çağ’ın sonlarına kadar, Aristoteles fiziği başta olmak üzere Antik Yunan’daki doğa felsefesi çalışmalarından yararlanılmıştır. Thomas Aquinas gibi skolastik filozoflar, Antik Yunan’daki gelişmeleri Hristiyan teolojisiyle bir araya getirmişlerdir. Arapça’dan bazı çeviriler yapılmış, ancak skolastik felsefenin Avrupa’da hakim olduğu dönem boyunca fizikte büyük bir ilerleme yaşanmamıştır.

1500’lü yıllardan itibaren, Reform'un gerçekleşmesi ve skolastik felsefeye karşı sorgulamaların artmasıyla, Avrupa’da fiziğin hızla ilerlediği yeni bir dönem başlamıştır.

Nikolas Kopernik, Sisamlı Aristarkus'un çalışmalarından da yararlanarak Güneş merkezli bir astronomi modeli oluşturmuş ve Dünya'nın diğer gezegenlerle birlikte Güneş'in etrafında döndüğünü öne sürmüştür. Johannes Kepler'in çalışmalarına zemin hazırlamış ve modern astronominin temellerinin atılmasını sağlamıştır.

Francis Bacon'un epistemoloji ve bilim felsefesi üzerine yaptığı çalışmalarla tümevarımı ortaya koyması, bilimsel yöntemin gelişmesini sağlamakla birlikte fiziği de yakından etkilemiştir.

Galileo Galilei, matematik ve fizik başta olmak üzere birçok alanla ilgilenmiştir. Evren hakkında kendisinden önceki filozofların ortaya koyduğu görüşleri incelemiş, bilimsel gelişmeleri göz önünde bulundurarak yaptıkları hataları düzeltmiştir. Doğa felsefesinin, deneysel yöntem ve matematiksel hesaplarla birleştirilmesi için çalışmalar gerçekleştirmiştir. Galilei göreliliği olarak tanımlanan bir teori ortaya koymuştur.

Jüpiter'in en büyük dört uydusunu keşfetmiş ve Venüs'ün evrelerini kendi yaptığı teleskopla incelemiştir. Güneş lekeleri üzerine analizlerde bulunmuştur. Cisimlerin düşme hızlarının, ağırlıklarıyla orantılı olmadığı sonucuna varan deneyler gerçekleştirmiştir. Hareketin, matematiksel tanımlarla açıklanmaya uygun olduğunu düşünmüş ve tutarlı özelliklerinin bulunduğunu dile getirmiştir. Salınım üzerine araştırmalar yapmış ve hidrostatik dengeyi keşfetmiştir. Aristoteles fiziğinde yapılan düzeltmelerde etkili olmuş, Isaac Newton'un hareket yasalarını geliştirmesi için gerekli altyapıyı hazırlamıştır.

René Descartes, fiziksel fenomenleri parçacıkların hareketlerine indirgemeye çalışarak tümdengelime dayalı bir yöntem izlemiştir. Bu yöntemi izlemesinde, deney yoluyla elde edilen bilgilerin yanıltıcı olduğunu ve doğru bilginin kaynağının akıl olması gerektiğini savunan rasyonalizm düşüncesi etkili olmuştur. Formal bilimler arasında yer alması nedeniyle matematiğe daha çok önem vermiş, fiziğin de matematiksel hesaplamalar üzerinden ilerlemesinin doğru olacağını düşünmüştür.

Kartezyen koordinat sistemi ve buna bağlı olarak analitik geometriyi geliştirmiş, cebir ve kalkülüs gibi alanlarda birçok matematikçiden daha önce çalışmalar ortaya koymuştur. Tanrı'nın varlığı üzerine ontolojik argümanı geliştirerek din felsefesi çalışmalarını akla dayandırmış, aynı zamanda zihin-beden ikiliğinden yola çıkarak düalist bir ontoloji önermiştir.

1600'lü yıllarda Christiaan Huygens, fiziksel problemleri parametre dizileri kullanarak idealleştirmiş ve matematiksel analizlerle birleştirerek, fiziksel fenomenlerin tanımına matematiksel kesinlikler getirmeyi başarmıştır. Bu sayede, matematiksel fiziğin temellerini atmış ve tarihteki en önemli uygulamalı matematikçilerden biri haline gelmiştir. René Descartes ve Marin Mersenne başta olmak üzere, yakın dönemlerde yaşadığı Hollandalı matematikçi ve filozoflardan etkilenmiştir.

Augustin-Jean Fresnel’in bulunduğu katkılarla günümüzde de geçerli hale gelen Huygens–Fresnel ilkesinin gelişmesine zemin hazırlamış ve ışığın dalga teorisini ortaya koymuştur. Sarkaçlı saati icat etmiş ve çalışma prensibi üzerine yazılar yazmıştır. Teleskoplarda gerçekleşen küresel sapmalar ve renk sapmalarını en düşük seviyeye indirmek amacıyla Huygens merceğini tasarlamıştır. Satürn’ün halkalarını doğru bir şekilde tanımlayarak Titan uydusunu keşfetmiştir.

Bilimsel Devrim'in en önemli fizikçilerinden biri olan Isaac Newton, doğa felsefesi ve klasik fizik arasındaki ayrımın netleşmesini sağlamıştır. Newton fiziğini kurmuş ve “Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri” kitabını yazarak klasik fizik çalışmalarını bir araya getirmiştir.

Christiaan Huygens’in çalışmalarından yararlanarak hareket yasaları ve evrensel kütleçekim yasasını geliştirmiş, ancak ışığın parçacık teorisini öne sürerek ondan ayrılmıştır. René Descartes ve Gottfried Leibniz'in görüşlerinin kıta felsefesini oldukça etkilediği bir dönemde, ortaya koydukları düşüncelerin sorgulanmasını sağlamıştır. Kartezyen mekaniğin, hareketin parçacıklar tarafından uygulanan anlık kuvvete bağlı olduğu varsayımını çürütmüştür. Nesnelerin gelecekteki hareketlerinin, o anda gerçekleştirdikleri hareketler, etkisi altında kaldıkları kuvvetler ve sahip oldukları kütle kullanılarak matematiksel hesaplamalarla belirlenebileceğini kanıtlamıştır.

Simon Stevin’in onlu sayı sisteminden yola çıkarak, sonsuz serileri incelemiştir. Cisimlerin ısı kaybı oranının, çevreleriyle aralarında bulunan sıcaklık farkıyla doğru orantılı olduğunu tespit ederek, soğuma yasasını geliştirmiştir. "Opticks" kitabında prizmanın, beyaz ışığı görünür spektrumu oluşturan renklere ayrıştırdığı gözlemine dayanan bir renk teorisi geliştirmiştir. Kırmızı ve mor uçlarını birleştirdiği bir renk çarkı hazırlamış, renk karışımlarının olası sonuçlarını incelemiştir. Aristoteles fiziğinin, ışığın doğası gereği saf olduğu ve maddelerle girdiği etkileşim sonucunda renkleri meydana getirdiği anlayışını ortadan kaldırmıştır.

Dünya’daki nesneler ve gök cisimlerinin aynı doğa yasalarına göre hareket ettiğini dile getirmiş, Johannes Kepler’in gezegensel hareket yasalarının, kendi geliştirdiği yerçekimi yasası ile tutarlı olduğunu savunmuştur. Gottfried Leibniz'le aralarındaki rekabetin temelini oluşturan kalkülüs üzerine çalışmış, fonksiyonların köklerinin hesaplanmasını sağlayan bir yöntem keşfetmiş ve binom açılımına kayda değer katkılarda bulunmuştur. Tanrı'nın varlığı üzerine kozmolojik argümanı desteklemiş ve Hristiyan teolojisiyle yakından ilgilenmiştir.

Isaac Newton'un düşünceleri, başlangıçta yalnızca İngiliz felsefesi üzerinde etkisini gösterebilmiştir. Bunun nedeni, kıta felsefesinin metafiziksel nedenlere dayalı açıklamaları ön plana çıkarması olmuştur. René Descartes ve Gottfried Leibniz'in etkisinin zaman içerisinde azalmasıyla, kıta felsefesinde Isaac Newton'un düşüncelerine ilgi duyulmuş ve metafiziksel açıklamalar terk edilmiştir. 1800'lü yıllardan itibaren, hareketin tanımı başta olmak üzere matematiksel fizik çalışmaları, genel kabul görmeye başlamıştır.

Kuantum mekaniği felsefesi, fizik felsefesinin kuantum teorisini inceleyen alt dalıdır.

Kuantum mekaniği felsefesinin temel tartışma konularından biri, kuantum nesnelerinin gözlemlenmelerine bağlı olarak birden fazla halde bulunabileceğini öngören süperpozisyon durumudur.

Elektronun içsel özelliklerinden biri olan dönüş, kuantum teorisinde kabul edildiği haliyle x ve y noktaları için +1 ve -1 değerlerini alabilmektedir. Bu noktalardan birinin gözlemlenmesi, diğerinin alabileceği değeri bozarak x ve y’nin değerlerinin doğru bir şekilde belirlenmesini engellemektedir. Bu durum belirsizlik ilkesinin ortaya çıkmasına yol açmakta, nokta eş zamanlı olarak +1 ve -1 değerlerini alarak süperpozisyon durumunu oluşturmaktadır.

Belirsizlik ilkesi, süperpozisyon üzerinden yola çıkarak niceliklerin başlangıç durumları bilinse bile sonuç durumlarının hiçbir şekilde kesin olarak belirlenemeyeceği görüşü üzerine kuruludur. Kuantum teorisinde olasılıklar, belirsizlik ilkesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Kuantum mekaniği felsefesinde, ölçüm problemi başta olmak üzere birçok konuda fiziksel sistemler, dalga fonksiyonları üzerinden incelenmektedir. Dalga fonksiyonlarının yapısı üzerine, kuantum mekaniği felsefesindeki tartışmalar devam etmektedir.

David Bohm dalga fonksiyonlarını, fonksiyonların türevlerini inceleyen doğrusal diferansiyel hareket denklemlerine bağlı olarak ele almıştır. Buna rağmen, dalga fonksiyonlarının bilinmesinin bütün sonuçlara ulaşılmasını sağlayamayacağını düşünmüştür.

Giancarlo Ghirardi, Alberto Rimini ve Tullio Weber ise, dalga fonksiyonlarını fiziksel sistemler için bir temel olarak kabul etmekle birlikte, her durumda doğrusal diferansiyel hareket denklemlerine bağlı olamayacağı yönünde değerlendirmiştir.

Albert Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen’in çalışmalarından yola çıkarak John Stewart Bell, kuantum teorisinde deneylerin sonucunu etkileyen bütün değişkenlerin hesaplanamadığı ve bazı gizli değişkenlerin de göz önünde bulundurulması gerektiği görüşüne dayanan bir teorem geliştirmiştir. Deneyler yoluyla bu teorem kanıtlanmaya çalışılmış, ancak kayda değer bir sonuca varılamamıştır.

Kopenhag yorumu, kuantum mekaniği felsefesinin belirsizlikleri göz önünde bulundurarak, gözlem sonuçlarının olasılıklar üzerinden hesaplanması gerektiğini savunan yorumlarından biridir. Sadece belirli büyüklüklerin ölçülebilir olduğunu öne süren Kopenhag yorumu, parçacıkların konumu ve momentumu aynı anda ölçülmeye çalışıldığında ortaya belirsizliklerin çıkacağını savunmaktadır.

Born kuralı adı altında bir formül dizisi geliştirerek olasılıkların hesaplanması için bir yöntem ortaya koymaya çalışan Kopenhag yorumu, nesnelerin eş zamanlarda doğru olarak ölçülemeyen belli tamamlayıcı özelliklere sahip olduğu görüşüne dayanan tamamlayıcılık ilkesini doğru kabul etmektedir.

Schrödinger denklemiyle yakından bağlantılı olan Kopenhag yorumu, kuantum teorisindeki ölçüm probleminin en önemli örneklerinden birini ortaya koymuştur. Kuantum sistemlerinde ölçümlerden sonra değişiklikler yaşandığı, bu nedenle ölçümlerin geri alınamayacağı ve ölçüm sonuçları dışındaki gerçekliklerin de kabul edilemeyeceği gibi görüşlerle temellendirilmiştir.

Everett yorumu gibi Kopenhag yorumunu eleştiren bazı diğer kuantum teorisi yorumları ise, olasılığın rolüne karşı çıkarak felsefi açıdan daha determinist bir tutum sergilemektedir. Kuantum teorisi araştırmalarında klasik fiziğe dayalı bir evren üzerinden hareket edilmemesi gerektiğini savunan Everett yorumu, kuantum kozmoloji alanının geliştirilmesinde etkili olmuştur.

Everett yorumu, süperpozisyon durumlarının nesnelerin birçok dünyadaki gerçekliklerini tanımladığını savunmuştur. Ölçüm problemini, kuantum sistemlerinin gözlemlenebilirliğinin, izolasyonlarının mükemmel olmadığını gösterdiğini ve kuantum özelliklerinin zamanla ortadan kalkacağını öne süren dekoherans yoluyla çözmeye çalışmaktadır.

Roland Omnes gibi bazı fizikçiler, kuantum mekaniği felsefesinde etkili olan bu yorumlar arasında deneysel olarak ayrım yapılamayacağını dile getirmiştir.

Kuantum teorisinin yol açtığı felsefi etkilerin tartışıldığı bir başka konu da, deneylerde sabit sonuçlara ulaşılmasını engelleyen nedenin ontolojik ve epistemolojik niteliği üzerinedir. Bu konu hakkındaki görüşler, nedenin epistemolojik olduğunu savunanlar, nedenin ontolojik mi yoksa epistemolojik mi olduğunun bilinemeyeceğini düşünenler ve nedenin ontolojik olduğunu savunanlar olarak üçe ayrılmaktadır.

Max Planck, Erwin Schrödinger ve Paul Dirac başta olmak üzere birçok büyük fizikçi, bu nedeni epistemolojik bir sorun olarak görmüşler ve bilgi eksikliğinden kaynaklandığını düşünmüşlerdir. EPR paradoksu ve doğrusal diferansiyel hareket denklemleri yoluyla kanıtlanmaya çalışılan bu görüş, genel kabul görmekle birlikte, bilimsel realizmin yansımalarını içermektedir.

Belirsizlik ilkesinin, parçacıkların konumları ve momentumlarının aynı anda bilinemeyeceği düşüncesinden yola çıkan bazı filozoflar, nedenin kaynağının epistemolojik ve ontolojik kimliği üzerine yorum yapılamayacağını düşünmüşlerdir. Ian Barbour, deneysel verilerin sınırlara sahip olduğu düşüncesinden yola çıkarak, determinizmi bilimin önsel bir koşulu olarak görmemiş ve bilimsel realizme çeşitli eleştiriler getirmiştir.

George Berkeley'in idealizminden etkilenen ve indeterminizmin, kuantum teorisinin doğal bir özelliği olduğunu savunan fizikçiler ise, nedenin kaynağını ontolojik olarak yorumlamışlardır. Schrödinger denklemi ve süperpozisyon durumlarının birden fazla ontolojik gerçekliğin varlığına işaret ettiğini düşünerek, klasik fizikle yöntemsel bir ayrılığa gidilmesini desteklemişlerdir.

Kuantum teorisinde elde edilen sonuçlar, bilim felsefesi tartışmalarında determinizm ve indeterminizmin rolü, etik tartışmalarında ise özgür iradenin varlığı başta olmak üzere birçok konu hakkındaki görüşler için temel sağlamaktadır. Bu durum da, kuantum mekaniği felsefesinin önemini gösteren etkenler arasında yer almaktadır.

Termal ve istatistiksel felsefe, fizik felsefesinin klasik termodinamik ve istatistiksel mekanik teorilerini inceleyen alt dalıdır.

Isaac Newton, fizik felsefesinin diğer alt dallarında olduğu gibi termal ve istatistiksel felsefe üzerine de birçok çalışma gerçekleştirmiştir. Newton mekaniği, fiziksel süreçlerin doğa yasalarına göre değerlendirilmeleri durumunda ileri veya geri hareket etmediği görüşü üzerine kuruludur.

Fiziksel süreçlerin teorik olarak tersine dönebileceğini ve geçmişteki fiziksel durumlardan yola çıkarak gelecekteki fiziksel durumlar üzerine belirlemeler yapılabileceğini savunan Newton mekaniği, geçmiş ve gelecek arasında, doğa yasaları tarafından belirlenmiş bir fark olmadığını öne sürmektedir.

Zamansal asimetrilerin termodinamik üzerinden açıklanmaya çalışılması da, termal ve istatistiksel felsefenin ön plana çıktığı bir diğer konudur. Newton mekaniği, nesneleri oluşturan bütün parçacıkları inceleyerek sonuçlara ulaşmaya dayalı bir yöntem geliştirmiştir.

Newton mekaniği tarafından ortaya konulan bu görüşler, günlük deneyimlerle çeliştikleri gerekçesiyle eleştirilere maruz kalmıştır. Epistemik erişim asimetrisi ve müdahale asimetrisi gibi birçok felsefi görüş, Isaac Newton’un teorilerine karşı eleştiriler getirmiştir.

Isaac Newton’un bütün parçacıkları incelemeye dayalı yöntemi karşısında, pratik olmaları nedeniyle büyük ölçekli çıkarımlar yapılması ve ısı üzerinden hareket edilmesi gerektiği görüşleri giderek daha çok kabul edilmiştir. Bunun sonucunda, düzensizliğin giderek artması üzerine kurulu olan entropi tanımlanmış ve termodinamik yasalarına eklenmiştir.

Ludwig Boltzmann başta olmak üzere bazı fizikçiler, Newton mekaniği ve termodinamik yasaları arasındaki bağlantıyı inceleyerek birleşme noktaları oluşturmaya çalışmışlardır. Evrenin başlangıcında entropinin çok düşük bir değerde olduğunu öne sürmüş ve büyük ölçekli çıkarımların parçacıkların hareketleriyle değil, parçacıkların toplamının oluşturduğu özel yörüngeyle bağlantılı olduğunu dile getirmişlerdir.

Termal ve istatistiksel felsefe içerisinde tartışılan konulardan biri de, evrenin başlangıç koşullarında olasılıkların dağılımıdır. Evrenin başlangıç koşullarının kendi içerisinde olasılıklara sahip olmasının bir çelişki ortaya çıkaracağı görüşü ön plana çıkmakla birlikte, birden fazla başlangıç koşulu üzerinden açıklamalar getirmeye çalışan görüşler de bulunmaktadır.

(Fizik felsefesi, 1 Nisan 2024)


Klasik görüş ya da ürün olarak bilime göre bilim, evreni anlamak için tek geçerli yoldur ve birikimsel bir şekilde ilerler. Auguste Comte ve Ernst Mach'ın pozitivizminden etkilenen klasik görüşçüler, Viyana Çevresi'ni kurarak mantıksal pozitivizmi geliştirmişlerdir. Rudolf Carnap'ın ortaya koyduğu ve Hans Reichenbach'ın da katkıda bulunduğu klasik görüşün temel varsayımları aşağıdaki gibidir:

Bilim, olgular ve mantık arasındaki ilişkiye dayanmaktadır. Deney ve gözlem sayesinde elde edilen veriler, bilimsel yöntemin temelini oluşturmaktadır. Bu veriler kullanılarak teoriler geliştirilmekte, ardından teoriler doğada kendilerini destekleyen örnekler kullanılarak doğrulanmaktadır.

Bilim, tümevarım ve nedensellik üzerinden tarih boyunca düzenli bir şekilde ilerlemiştir. Evren hakkında sorguladığımız her şeyi açıklayabilme potansiyeline sahip olan bilim, mükemmel hale gelecektir. Doğa bilimleri ve sosyal bilimler zaman içerisinde birbirlerine yakınlaşacak, sonuç olarak sosyal fizik adı altında birleşecektir.

Doğa bilimleri, tarihsel gelişimini sosyal bilimlere göre daha hızlı sürdürmüştür. Bu nedenle, ortak bir bilimsel yöntemin oluşturulmasında doğa bilimlerinden yararlanılmalıdır.

Bilim, elimizdeki en iyi bilgi kaynağını oluşturan ve kesinlikle doğru kabul edilmesi gereken sonuçlara ulaşmaktadır.

Matematiksel modellemeler ve sembolik mantığın kullanılması, felsefe için önemlidir.

Karl Popper, klasik görüşün çoğu varsayımına yakınlık göstermekle birlikte tümevarım ve doğrulanabilirliği eleştirmiştir:

Doğa bilimlerinde, tümevarım ve doğrulanabilirliğin bir arada sağlanması mümkün değildir. Deney ve gözlem yoluyla doğanın ancak bir bölümü incelenebilir, geliştirilen teoriler de bu bölümün özelliklerini yansıtır. Bundan dolayı, her koşulda doğru kabul edilemezler.

Bilim, tümdengelim ve yanlışlanabilirlik üzerinden ilerlemelidir. Evrensel niceleme statüsündeki teorilerin, doğada kendileriyle çelişen herhangi bir örnek bulunması durumunda gözden geçirilmeleri ve terk edilmeleri gerekir.

Auguste Comte'un doğa bilimleriyle uyumlu olan bazı düşünceleri ve Karl Popper'ın yanlışlanabilirliği, bilim çevreleri içerisinde genel kabul görmektedir. Viyana Çevresi'nin mantıksal pozitivizmi, 1930'lu yıllarda kayda değer bir desteğe sahip olmakla birlikte, sonradan eleştirilmiştir.

Klasik görüşün eleştirisi ya da etkinlik olarak bilime göre bilim, evreni anlamak için geçerli yollardan biridir ve devrimsel bir şekilde ilerler. 1960'lı yıllarda Thomas Kuhn'un paradigma değişimleri ve eş ölçülmezlik düşüncelerini geliştirmesi, klasik görüşün sorgulanmasını sağlamıştır. "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" kitabını yazarak, bilim felsefesine tarihselci bir yaklaşım getirmiştir. Stephen Toulmin'in biyoloji tarihi üzerine yaptığı araştırmalar da, paradigma değişimlerinin açıklanmasında etkili olmuştur. Klasik görüşün eleştirisinin temel varsayımları aşağıdaki gibidir:

Bilim, paradigma değişimleri üzerinden ilerleyen ve belirli tarihsel dönemlerde sıçramalar yaşayan bir süreçtir. Bilim tarihi ve bilim felsefesi arasındaki ilişki güçlendirilmelidir.

Bilim, teorilerin geliştirilmesi sürecinde mantık ve dil yapısının sağladığı imkanlardan yararlanmaktadır. Bu alanların tarih boyunca değişim göstermesi nedeniyle, eş ölçülmezlik geçerlidir ve teoriler kendi aralarında kıyaslanamazlar.

Evren hakkında sorguladığımız şeylerin ancak bir bölümü bilim sayesinde açıklanabilir. Doğa bilimleri ve sosyal bilimler, zaman içerisinde yeni araştırma alanlarının ortaya çıkmasıyla detaylanacaktır.

Bilim insanlarının geliştirdikleri teorilerde psikolojik durumlarının, içerisinde bulundukları sosyolojik yapıların, yaşadıkları tarihsel dönemlerin ve felsefi görüşlerinin etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle, ulaşılan sonuçlar öznel etkiler içermektedir ve belirli koşullarda, uzlaşmaya dayalı olarak kabul edilmelidir.

Imre Lakatos, Karl Popper'ın yanlışlanabilirlik ve Thomas Kuhn'un paradigma değişimleri alanında ortaya koyduğu görüşleri sentezlemeye çalışmıştır. Bilimsel yöntem hakkındaki düşüncelerinde klasik görüşten etkilenmiş, teoriler arasındaki değişimi açıklamak için ise klasik görüşün eleştirisinden yararlanmıştır.

Paul Feyerabend, klasik görüşün eleştirisinin varsayımlarını daha da ileriye götürmüştür. Yönteme Karşı ve Özgür Bir Toplumda Bilim'i yazarak epistemolojik anarşizmi geliştirmiştir:

Bilim, kendi içerisindeki tarihsel dönemlerde olduğu gibi, diğer bilgi kaynaklarıyla arasında da eş ölçülmezdir. Din, felsefe ve sanat gibi alanlarla yaklaşık aynı öneme sahiptir.

Bilim, düzensiz olarak ilerleyen bir yapıdadır ve öznel etkiler içermesi nedeniyle görecelidir. Bilimsel yöntem yoktur ve belirlenmeye çalışılması, yalnızca kısıtlamalar geliştirilmesine neden olur.

Thomas Kuhn'un paradigma değişimleri, bilim çevreleri içerisinde genel kabul görmektedir.

Bilim insanları, belirli bir bilimsel yönteme sahip olmadıkları dönemde geçerli olduğunu düşündükleri teorileri bir arada kullanırlar. Bu teorilerin arasından birinin, gerçekliği açıklama konusunda diğerlerine göre ön plana çıkmasıyla, paradigma belirlenir ve olağan bilim dönemine girilir.

Olağan bilim dönemi: Bilim insanları, geliştirdikleri paradigma içerisinde çalışmalar yapar ve araştırmalar ortaya koyarlar.

Bunalımlar dönemi: Bilim insanları, doğru kabul ettikleri paradigmayla açıklayamadıkları bir örnekle karşılaşırlar. Olağanüstü araştırma kabul edilen bu örnek, aralarındaki ilk görüş ayrılıklarını başlatır ve örnek sayısının artmasıyla, çalışmalarının bazı durumlarda yetersiz kaldığını görürler.

Bilimsel devrim dönemi: Bilim insanlarının bir bölümü, yeni bir paradigma geliştirmek üzere ayrılır ve zaman içerisinde gördükleri destek artar. Bilimsel devrimin gerçekleşmesiyle, eski paradigma geçersiz hale gelir.

Yeni paradigma dönemi: Bilimsel devrim sonucunda, yeni paradigmayla olağan bilim dönemine geri dönülür.

(Bilim felsefesi, 2 Şubat 2024)

Epistemoloji değiştir

Sosyal epistemoloji: Bilgi yüklemelerinde bireyler arasındaki ilişkiler ve inançların sosyal bağlamlardaki yerini araştırır.

Formal epistemoloji: Bilgi yüklemelerinde karar, mantık, olasılık ve hesaplanabilirlik gibi kavramların etkisini araştırır.

Metaepistemoloji: Epistemolojinin konusu, yöntemleri ve amaçlarını araştırır. Epistemoloji alanında bilgi edinmek için sorulan soruların ve bu sorulara verilen cevapların gerekliliği ve doğruluğu üzerinde durur.

Evrimsel epistemoloji: İnsanlar ve hayvanlarda, bilginin ve bilişsel mekanizmaların geçirdiği evrimsel süreçleri araştırır.

Uygulamalı epistemoloji: Araştırma sistemlerinin doğru bilgiye erişmede işe yarayıp yaramadığını araştırır.

Doğru bilginin mümkün olmadığını savunan görüşler, duyuların insanı aldatması, bilginin göreceli olması ve her şeye şüpheyle yaklaşılması gerektiği gibi bakış açılarıyla, herkesin doğru kabul edebileceği kesin bilgilere ulaşılamayacağını savunmuşlardır. Antik Yunan’da, zenginlerin çocuklarına para karşılığında eğitim veren sofistler ve şüpheyi bir sistem olarak ortaya koyan septikler, doğru bilginin mümkün olmadığını savunan filozoflar arasında yer almaktadır.

Sofizm, bilgiye ulaşma yolunda temel kaynağın duyular olduğunu ve duyuların verdiği bilgilerin de aldatıcı olduğunu savunmuş, bu nedenle bilginin herkes için farklı olabileceğini öne sürmüştür. Rölativizme öncülük eden sofistler, felsefe tarihi boyunca birçok eleştiriye de maruz kalmıştır.

Başlıca temsilcileri: Protagoras ve Gorgias

Septisizm, şüpheyi bir sistem haline getirerek, bilgi üzerine doğru-yanlış şeklinde bir ayrım yapmayı reddetmiştir. Hiçbir konuda yargıda bulunulmaması gerektiğini savunan septikler, bu anlayışlarına “epokhe” ismini vermişlerdir.

Başlıca temsilcileri: Pyrrhon ve Timon

Doğru bilginin mümkün olduğunu savunan dogmatizm ise, “bilginin kaynağı nedir” sorusuyla kendi içerisinde birçok farklı görüşe ayrılmaktadır.

Rasyonalizm, bilgiye akıl yoluyla ulaşılabileceğini ve algılarla elde edilen bilgilerin genel-geçer olamayacağını savunmaktadır. Sokrates’in Atina sokaklarında insanlara sorduğu sorularla, doğuştan getirdiklerine inandığı bilgiyi açığa çıkartma çabası, rasyonalizmin tarihteki ilk örneğidir. Platon ise ontolojide idealar ve görüntüler dünyası arasında yaptığı ayrımı temel alarak, idealar dünyasından gelen bilgilerin doğru, görüntüler dünyasında elde edilen bilgilerin ise aldatıcı olduğunu dile getirmiştir. Aristoteles, diğer rasyonalist filozoflardan farklı olarak doğuştan bilgiye değil, doğuştan bilme potansiyeline vurgu yapmıştır. Duyulardan bağımsız, sadece akla dayalı bilginin var olamayacağını savunarak Platon’u eleştirmiştir.

Farabi, dine dayalı bir rasyonalizm anlayışı geliştirmiştir. Aristoteles'ten etkilenmiş, aklın hem Tanrı'nın varlığının hem de kendi varlığının bilincinde olduğunu düşünmüştür. René Descartes şüphecilikten yola çıkarak doğuştan gelen bilgi ve duyulardan elde edilen bilgi tanımlarını yapmış, doğuştan gelen bilgilerin apaçık olduğunu dile getirmiştir. Georg Wilhelm Friedrich Hegel ise, doğru bilgiye mantık yoluyla ulaşılabileceğini savunmuş, rasyonalizme bağlı olarak diyalektik kavramını ortaya koymuştur.

Başlıca temsilcileri: Sokrates, Platon, Aristoteles, Farabi, René Descartes ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel

Empirizm, bilgiye deney yoluyla ulaşılabileceğini ve doğuştan gelen hiçbir bilginin olamayacağını öne sürmektedir. Francis Bacon'un bilim felsefesinden etkilenmiştir.

John Locke, insan zihnini boş bir levha olarak nitelendirmiştir. Dış deneyle elde edilen bilgilerin iç deneyle işlendiğini düşünmüş, duyulardan elde edilen bilgileri yalın tasarım ve bu bilgilerin akıl yoluyla birleştirilmesiyle ortaya çıkan daha büyük bilgileri karmaşık tasarım olarak nitelendirmiştir. David Hume, dış deney yerine izlenimler, iç deney yerine ise fikirler tanımlarını kullanmıştır.

Başlıca temsilcileri: Francis Bacon, John Locke ve David Hume

Sensüalizm, John Locke ve David Hume gibi İngiliz empiristlerinin dışarıdan elde edilen bilginin zihinde işlendiği görüşüne karşı çıkmaktadır. Duyu organlarının elde ettiği veriler dışında hiçbir bilgi elde edilemeyeceğini savunmakta ve İngiliz empirizmine göre daha duyumcu bir tutum sergilemektedir.

Başlıca temsilcileri: Étienne Bonnot de Condillac

Kritisizm, bilginin kaynağının hem akıl hem de deney olduğunu söyleyerek rasyonalizm ve empirizmi eleştirmektedir. Immanuel Kant’ın düşüncelerine dayanan bu görüş, bilgileri deney öncesi anlamına gelen a priori ve deney sonrası anlamına gelen a posteriori olarak ayırmaktadır.

Başlıca temsilcileri: Immanuel Kant

Entüisyonizm, bilginin kaynağının sezgi olduğunu savunmaktadır. Gazzali’nin bilgiye iman yoluyla ulaşılabileceğini savunan “kalp gözü” anlayışı ve Henri Bergson’ın olayların bir bütün olarak değerlendirilmesine dayalı “yaşam atılımı” kavramına dayanmaktadır.

Başlıca temsilcileri: Gazzali ve Henri Bergson

Pozitivizm, bilginin kaynağının bilimin konu aldığı olgular olduğunu öne sürmektedir. Auguste Comte’un düşüncelerine dayanan bu görüş, insanlık tarihini üçe ayırarak içerisinde bulunduğumuz dönemi pozitif dönem olarak adlandırmaktadır. Bu dönemde bilgi elde edilen temel kaynağın da doğa yasaları olduğunu savunmaktadır. Bilimle doğrudan ilişkili bir görüştür.

Başlıca temsilcileri: Auguste Comte

Analitik felsefe, bilgiye ulaşmada dil çözümlemelerini ön plana çıkarmaktadır. Ludwig Wittgenstein, Rudolf Carnap ve Hans Reichenbach gibi bilimle yakından ilgilenen filozoflar tarafından, bilimin doğru bir şekilde ifade edilebilmesi için felsefeyi bir araç olarak kullanmak amacıyla geliştirilmiştir. Metafizik gibi sadece düşünceye dayalı felsefe alanlarını eleştirmektedir.

Başlıca temsilcileri: Ludwig Wittgenstein

Pragmatizm, bilgiyi pratik değeri ve sağladığı fayda üzerinden değerlendirmektedir. Ezeli ve ebedi bilginin olmadığını, ancak içerisinde bulunulan durumda işe yarayan bilginin doğru kabul edilebileceğini savunmaktadır. William James ve John Dewey’in çalışmaları, bu görüşün temelini oluşturmuştur.

Başlıca temsilcileri: William James ve John Dewey

Fenomenoloji, bilgiye fenomenlerin özünün kavranmasıyla ulaşılabileceğini dile getirmektedir. Edmund Husserl’in savunduğu bu görüş, pozitivizmin sadece olgularla bilgiye ulaşılabileceği fikrini eleştirmekte, olgu bilimleri ve öz bilimleri arasında bir ayrım yapmaktadır.

Başlıca temsilcileri: Edmund Husserl

(Epistemoloji, 8 Nisan 2024‎)

Estetik değiştir

Yansıtma olarak sanat, taklit kuramı ya da mimesis kuramı, sanatçıların doğayı taklit etmesi sonucunda sanatın oluştuğunu öne sürmektedir. Platon ve Aristoteles'in sanat üzerine ortaya koyduğu görüşlere dayanmaktadır.

Platon, ontolojide idealar ve görüntüler dünyası arasında yaptığı ayrımı temel alarak, sanatın görüntüler dünyasının bir taklidi olduğunu dile getirmiştir. Aristoteles ise, sanatın doğanın taklidi olduğuna katılmakla birlikte, sanatçının olanı değil olması gerekeni yansıtmakla sorumlu olduğunu düşünmüştür.

Başlıca temsilcileri: Platon ve Aristoteles

Yaratma olarak sanat, sanatçıların doğayı yeniden yaratması sonucunda sanatın oluştuğunu savunmaktadır. Benedetto Croce'nin doğanın sanatçı için model değil, esin kaynağı olması gerektiği görüşü üzerine kuruludur.

Yaratma olarak sanat, doğa ve hayal gücünün birleşimi yoluyla mükemmelliğe ulaşmayı amaçlayan idealist bir sanat anlayışı ortaya koymaktadır.

Başlıca temsilcileri: Benedetto Croce

Oyun olarak sanat, gündelik yaşamdan uzaklaşma ve özgür bir dünya oluşturma amacıyla sanatın yapıldığını öne sürmektedir. Friedrich Schiller, sanatın insanı zamandan uzaklaştıran bir etkinlik olarak, fayda beklentisi olmadan yapılması gerektiğini savunmuştur.

Başlıca temsilcileri: Friedrich Schiller

Platon, görüntüler dünyasındaki güzeli idealar dünyasına dayandırmıştır. Özgün ve sürekli olan bir güzel anlayışı ortaya koymuştur.

Aristoteles, güzelin matematiksel olarak ölçülü ve kurallı olduğunu savunmuştur.

Plotinus, ilahi aklın evrende ışıması sonucunda güzelin oluştuğunu dile getirmiştir.

Immanuel Kant, etikte iyiliğin karşılık gözetilmeden yapılması gerektiği görüşünü temel alarak, güzelden de beklenti içerisinde olunmadan hoşlanılması gerektiğini düşünmüştür. Objenin amacına uygun olması şeklinde değerlendirdiği güzeli, subjektif olarak ele almıştır.

Friedrich Schiller, güzelliği duygusal güzellik ve akli güzellik olarak ikiye ayırmıştır.

Hegel, tabiatın soyut bütünlüğünün duyusal görünüşünün güzeli oluşturduğunu savunmuştur.

Estetik ve sanat felsefesi, bazı durumlarda birbirlerinin yerine kullanılmakla birlikte, aralarında farklılıklar bulunan iki felsefe dalıdır.

Estetik, felsefenin güzeli inceleyen dalıdır. Doğal güzellik ve sanatsal güzellik, estetiğin konusudur. Sanat felsefesi ise, felsefenin yalnızca sanatsal güzelliği inceleyen dalıdır. Bu durumda, estetiğin inceleme alanının sanat felsefesine göre daha geniş olduğu söylenebilmektedir.

Sanat felsefesinin diğer inceleme alanları arasında sanatın toplumdaki yeri ve işlevi, sanatın insan üzerindeki etkisi ve sanatsal eserlerin anlamları gibi konular da yer almaktadır.

(Estetik, 9 Ağustos 2023)

Ontoloji değiştir

Varlığın gerçekte bulunmadığını savunan görüşler, varlık üzerine gerçeklik-gerçek dışılık şeklinde bir ayrım yapmayı reddetmiş ve varlıklar hakkında nesnel bir kabul yapılamayacağı için gerçekliğinin belirlenemeyeceğini dile getirmişlerdir. Nihilizm, varlığın var olduğu görüşünü ve yapılan sınıflandırmaları reddetmiştir.

Antik Çin’de ortaya çıkan Taoizm, varlığın kabul edildiği haliyle bulunmadığını savunmaktadır. Tao öğretisi dışındaki her şey, bu görüş tarafından gerçek dışı olarak değerlendirilmektedir.

Varlığın gerçekte bulunduğunu savunan realizm ise “varlık nedir” sorusuyla kendi içerisinde birçok farklı görüşe ayrılmaktadır.

Varlığın oluş halinde olduğu görüşü, her şeyin sürekli değiştiğini, hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığını ve varlığın durağan olmayıp oluş süreci içerisinde bulunduğunu savunmaktadır. Heraklitos, bu görüşü "aynı derede iki kere yıkanılmaz" sözüyle örneklendirmiştir.

Başlıca temsilcileri: Heraklitos ve Alfred North Whitehead

Varlığın idea halinde olduğunu savunan idealizm, nesnelerin ve gerçeklik alanının düşünceye bağlı olarak geliştiğini öne sürmektedir. Platon, gerçekliği idealar dünyası ve görüntüler dünyası olarak ikiye ayırmış, varlığın özünün idealar dünyasında olduğunu savunmuştur. Mağara benzetmesini geliştirmiştir.Aristoteles, madde-form kuramını ortaya koymuş ve Platon'un gerçekliğin görüntüler dünyasının dışında olduğu düşüncesini eleştirmiştir.

Farabi, mümkün varlıkların zorunlu varlık olan Tanrı'dan meydana geldiğini savunarak dine dayalı bir idealizm anlayışı geliştirmiştir. Georg Wilhelm Friedrich Hegel, var olmanın temeline geist kavramını yerleştirmiş ve varlığın değişmesini diyalektik üzerinden açıklamıştır. George Berkeley ise, empirizmi savunmasına rağmen, var olmayı algılanmaya indirgeyerek idealist bir bakış açısı sergilemiştir.

Başlıca temsilcileri: Platon, Aristoteles, Farabi, Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve George Berkeley

Varlığın madde halinde olduğunu savunan materyalizm, düşünceden bağımsız ve maddi etkileşimlere dayalı bir varlık anlayışı ortaya koymaktadır. Materyalizme göre akıl, maddeye bağlı olarak çalışmaktadır. Mekanik materyalizm ve diyalektik materyalizm olarak kendi içerisinde ikiye ayrılmaktadır.

Demokritos, varlığın sonsuz sayıda atomdan meydana geldiğini savunmuş, evreni mekanik ve determinist bir bakış açısıyla incelemiştir. Thomas Hobbes'un maddenin hareketi üzerine ortaya koyduğu görüşler de, mekanik materyalizmin gelişmesinde etkili olmuştur.

Karl Marx ise, varlığın düşünceden bağımsız olduğunu savunan materyalizm ve karşıtların birbirine dönüşmesi yoluyla değişimin meydana geldiğini öne süren diyalektiği bir araya getirerek, diyalektik materyalizmi kurmuştur.

Başlıca temsilcileri: Demokritos, Thomas Hobbes ve Karl Marx

Varlığın hem idea hem de madde halinde olduğunu savunan düalizm, aklın düşünen ve maddenin yer kaplayan öz olduğunu öne sürmekle birlikte, bu özleri birbirine indirgenemez olarak kabul etmektedir. René Descartes’ın çalışmaları, bu görüşün temelini oluşturmuştur.

Başlıca temsilcileri: René Descartes

Varlığı fenomen olarak kabul eden fenomenoloji, bilinç ve varlık arasında öze yönelmeye dayalı bir ilişki kurmaktadır. Paranteze alma yöntemiyle varlığın değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Edmund Husserl’in çalışmaları, bu görüşün temelini oluşturmuştur.

Fenomenoloji, varlığın özüne üç tür paranteze alma işleminin ardından ulaşılacağını öne sürmektedir:

Tarihsel paranteze alma: Varlıklar, pratik özellikleri ve çevrelerinden ayrılır.

Varoluşla ilgili paranteze alma: Varlıklar, gerçekten olup olmadıkları sorusundan ayrılır.

İdelerle ilgili paranteze alma: Varlıklar, zaman ve mekandan ayrılır.

Başlıca temsilcileri: Edmund Husserl

1800'lü yılların sonlarından itibaren, bireyin kendi özünü varoluşundan sonra oluşturduğunu savunan varoluşçuluk ve varlığı sağladığı fayda üzerinden değerlendiren pragmatizm gibi yeni ontoloji görüşleri ön plana çıkmaya başlamıştır.

(Ontoloji, 4 Kasım 2023)

Felsefe tarihi değiştir

Herakleitos, kendisinden sonraki antik filozofların üzerinde büyük bir etki bırakmıştır. Protagoras gibi sofistler, Herakleitos'un her şeyin aktığı öğretisi ve görecelilik fikrinden etkilenmiştir. Stoacılar da Herakleitos'un fikirlerini takip etmiştir. Marcus Aurelius, Herakleitos'tan etkilenerek kişinin başkalarının fikirlerini tam anlamıyla kabul etmemesi gerektiğini söylemiştir. Pyrrhonizm de Aenesidemus tarafından karşıtların görünüşü hakkındaki fikirleri nedeniyle Herakleitos'un felsefesine giden bir yol olarak tanımlanmıştır.

Sokrates, gençliğinde Kratylos'tan aldığı derslerle oluş dünyasının akış içerisinde olduğu fikrini benimsemiştir. Bu yaklaşım, Herakleitos'un fikirleriyle benzer olarak değerlendirilmektedir. Platon, Kratylos'un hiçbir şeyin sağlıklı olmadığını ve her şeyin gidiş içerisinde olduğunu düşündüğünden bahsetmektedir.

Antisthenes'in, belirsizliğini korumasına rağmen antik bir eserde Herakleitos'un öğrencisi olduğu yazmaktadır.

Parmenides, Herakleitos'un değişimle ilgili yaklaşımını şiirinde sert bir şekilde eleştirmiştir:

"Aynı olduğunu ve olmadığını ve her şeyin zıt yönlerde hareket ettiğini düşünen, ayırt etmeyen kalabalıklar!"

Platon, ilerleyen zamanlarda bu iki filozofun fikirlerini uzlaştırmaya çalışmıştır. Batı felsefesinde Herakleitos ve Parmenides'in yer bulması, Platon sayesinde gerçekleşmiştir.

Hristiyan felsefesi üzerinde etkili olan isimlerden Hippolytus, Herakleitos'un fikirlerine şiddetle karşı çıkarken, Justin Martyr daha olumlu bir yaklaşım sergilemiştir.

Montaigne, Herakleitos ve Demokritos'un fikirlerine dayanan insan meselelerine dair iki arketip önermiş, kendi yazılarında Demokritos'un yaklaşımını sergilemiştir.

Hegel, felsefenin kökenini Herakleitos'a dayandırmış ve kendi düşüncelerini buna göre şekillendirmiştir.

Friedrich Nietzsche, Herakleitos'u Anaksimandros'un karamsarlığı karşısında başarılı yaklaşımlar sergilediği gerekçesiyle övmüştür.

Carl Jung, Herakleitos'un tüm psikolojik yasaların en harikası olarak tanımladığı her şeyin kendi karşıtına dönüşmesi yasasını analitik psikoloji içerisinde incelemiştir.

Bertrand Russell, Herakleitos'u bir proto-empirist olarak görmüş ve fikirlerini desteklemiştir.

(Heraklitos, 8 Şubat 2023)

Doğa bilimleri değiştir

Biyoloji değiştir

Bu değişimler, neden olan çevre koşulları ortadan kalkınca eski haline döner.

Modifikasyonlar, geçici ve kalıcı olarak ikiye ayrılmaktadır. Geçici modifikasyonlara güneşlenme sonucunda tenin bronzlaşması ve antrenmanların kaslarda neden olduğu gelişim örnek verilebilirken, ampütasyon ve organ nakli gibi olaylar ise kalıcı modifikasyonlar arasında yer almaktadır.

Lamarck'ın canlının vücudunu oluşturan parçalarda çevrenin etkisiyle medyana gelen değişim ve bu değişimin canlı üzerindeki etkisi üzerine yaptığı araştırmalar, modifikasyona örnektir.

Ortanca çiçeği asidik toprakta kırmızı, bazik toprakta mavi renkte çiçek açar.

Tek yumurta ikizleri büyüdükleri ortama göre boy ve kilo farkı gösterir.

Karahindiba bitkisinin dağlarda yetişenleri kısa, ovalarda yetişenleri uzun boylu olur.

(Modifikasyon, 15 Kasım 2022)


Gıda mühendisliğinin birçok ülkede artan nüfusun beslenme ihtiyacını karşılamak için bir seçenek olarak görülmesi, bu mühendislik dalının gelişmesine katkı sağlamıştır. Gıdaların üretim maliyetinin azaltılması için üç boyutlu gıda baskısı, gıdaların daha uzun süre kullanımını sağlamak için süt pastörizasyonu ve gıdaların kalitesini artırmak için biyosensörler gıda mühendisliğinin yaptığı çalışmalara örnektir. Gıdaların soğutulması ve ambalajlanması konusunda biyoteknoloji, insan sağlığı konusunda ise tıp, veteriner tıp, kimya ve biyoloji gibi bilim dallarıyla birlikte çalışmalar yapılmaktadır.

(Gıda mühendisliği, 16 Ocak 2021)

Fizik değiştir

Alan Guth ve Alexei Starobinsky, 1980'de karanlık enerjiye benzer bir negatif basınç alanının evrenin Büyük Patlama'dan sonraki ani genişlemesini tetiklediğini öne sürmüştür.

Sonraki süreçte yapılan gözlemlerle evrendeki madde ve enerjinin toplamının kritik yoğunlukla uyuştuğu kanıtlanmış, madde yoğunluğunun kritik değerin yaklaşık %30'unu oluşturduğu tespit edilmiştir. 2003'ten itibaren WMAP'ten alınan veriler, daha hassas ölçümlerin yapılmasına katkı sağlamıştır.

NASA verilerine göre evrenin %5’inin madde, %27’sinin karanlık madde ve %68’inin karanlık enerjiden oluştuğu düşünülmektedir. Planck uydusu detaylı karanlık enerji oranını %68,3 olarak ölçerken, farklı veriler de mevcuttur. Evrendeki karanlık enerji oranı, Büyük Patlama’dan beri artmaya devam etmektedir.

Karanlık enerji, diğer enerji formlarından çok kozmolojik sabitle benzerlik göstermektedir. Kozmolojide basınca bağlı enerji yoğunluğunu temsil eden   parametresi madde ve karanlık madde için 0, enerji formları için   ve kozmolojik sabit için -1 olarak kabul edilmektedir. Karanlık enerji için alınan   parametresi ise -1’e çok yakın bir değerdir. Bu durumda karanlık enerjinin sabit negatif basıncı, evrenin genişlemesinin giderek hızlanmasını sağlayan temel etken olmaktadır.

(Karanlık enerji, 25 Ocak 2023)

Formal bilimler değiştir

Matematik değiştir

Bir a asal sayısı (a+2) biçiminde yazıldığında asal ya da yarı asal oluyorsa a değeri, Chen asalı olarak adlandırılmaktadır. İkiz asallarda, küçük sayı aynı zamanda Chen asalıdır.

Asal örnekler:

a = 5   5 + 2 = 7

a = 11   11 + 2 = 13

Yarı asal örnekler:

a = 2   2 + 2 = 4   2 × 2 = 4

a = 7   7 + 2 = 9   3 × 3 = 9

Bir a doğal sayısı (2a – 1) biçiminde yazıldığında hesaplanan değer Mersenne sayısı, aynı zamanda asal oluyorsa Mersenne asalı olarak adlandırılmaktadır. Mersenne asalları hesaplanırken, a doğal sayısı da asal olarak alınmaktadır. Ancak a doğal sayısının asal olduğu bazı durumlarda, bileşik Mersenne sayıları hesaplanabilmektedir. Bilinen en büyük asal sayı olan 282,589,933 − 1, Mersenne asalıdır.

Bileşik Mersenne sayıları:

211 – 1 = 2047

(Asal sayı, 3 Şubat 2023)

Sanat değiştir

Edebiyat değiştir

São Tomé ve Príncipe, edebiyatta Lusofon Afrika içerisindeki en gelişmiş ülkelerden biri olarak kabul edilmektedir. Ada edebiyatının ilk eserleri, Caetano da Costa Alegre tarafından Visao şiir koleksiyonu içerisinde yazılmıştır. Sara Pinto Coelho gibi bazı yazarlar, bu dönemden sonraki edebi çalışmaları sürdürmüşlerdir.

1900’lü yıllarda Francisco José Tenreiro, São Tomé ve Príncipe edebiyatı için bir dönüm noktası olmuştur. Yeşil Burun Adaları’nda yayınlanan Claridade isimli dergiye katkıda bulunmuş ve Afro-Amerikan kültürüyle ilgili şiirler ve halk şarkıları hazırlamıştır. Manuela Margarido ve Alda Espírito Santo gibi kadın yazarlar döneminde ada edebiyatı, Portekiz’e karşı verilen bağımsızlık mücadelesi ve milliyetçi düşünceleri merkeze almıştır. Olinda Beja ve Conceição Lima gibi yazarlar ise bağımsızlıktan sonraki dönemde ön plana çıkmıştır.

São Tomé ve Príncipe edebiyatı, temel olarak Portekizce ve İngilizce üzerine kurulmuş olmakla birlikte yerel dillerde de eserler içermektedir.

Okuryazarlık oranları, diğer Lusofon Afrika ülkeleri ile karşılaştırıldığında São Tomé ve Príncipe’de oldukça yüksektir.

(Sao Tome ve Principe, 14 Nisan 2023)

Kaynakça değiştir

  1. ^ "Philosophyball Wiki". Erişim tarihi: 13 Kasım 2023. 
  2. ^ "Polcompball Wiki". Erişim tarihi: 13 Kasım 2023.