Fizik felsefesi, klasik ve modern fiziğin içerisindeki teori ve yorumları inceleyen bir bilim felsefesi dalıdır. Fizik teorileri ve yorumlarından yola çıkarak sorduğu sorularla çeşitli cevaplara ulaşmayı amaçlamaktadır. Uzay ve zaman felsefesi, kuantum mekaniği felsefesi, termal ve istatistiksel felsefe gibi alt dallara ayrılmaktadır.

Zaman, fizik felsefesinin en önemli ilgi alanlarından birisidir.

Batı felsefesi ve teorik fizik arasındaki etkileşim, fizik felsefesinin temelini oluşturmaktadır.

Fizik felsefesinin sorgulama alanları değiştir

Fizik felsefesinin başlıca soruları uzay, zaman, kuantum mekaniği, termodinamik ve istatistiksel mekanik üzerinedir. Bunun yanında madde, enerji, uzam, parçacıklar, etki-tepki yasası gibi konularda da sorgulamalar gerçekleştirmektedir.

Fizik ve felsefe değiştir

Fizik ve felsefe arasındaki etkileşim, tarih boyunca kendisini göstermiştir. Antik Yunan'da doğa felsefesinin ortaya çıkmasıyla bu alanlar arasında başlayan ilişki, Bilimsel Devrim'in ardından ayrışmaları ve fizik felsefesinin kurulmasıyla devam etmiştir.

Fizik felsefesinin işlevi değiştir

Fizik felsefesi sayesinde, bilimsel yöntemin gelişmesine katkıda bulunulmakta ve yeni fizik çalışmaları için teorik zemin hazırlanmaktadır.

Klasik fizik ve modern fizikte tanımlanması zor olan kavramları açıklamak için çalışmalar gerçekleştirilmekte, aynı zamanda yeni sorgulama alanları açılmaktadır.

Kuantum mekaniği alanında özgür irade üzerine yapılan araştırmalar, determinizm ve indeterminizm gibi etik görüşleri üzerinden ilerlemektedir.

Fiziğin felsefeye etkisi değiştir

Thomas Kuhn, paradigma değişimleri ve eş ölçülmezlik[1] düşüncelerini geliştirirken fizik tarihinden yola çıkmıştır. Nikolas Kopernik'in Güneş merkezli bir astronomi modeli hazırlaması ve James Clerk Maxwell'in elektromanyetik alanı matematiksel hesaplamalarla göstermesi gibi durumları, paradigma olarak değerlendirmiştir.

Ernst Mach, bilim felsefesi çalışmalarının merkezine fiziğin kullandığı temel yöntemler olan deney ve gözlemi yerleştirmiştir. Bu görüşleri, mantıksal pozitivizmin gelişmesine öncülük etmiştir.

Isaac Newton'un evrenin yapısını parçacıkların hareketi ve konumlarındaki değişime bağlı olarak incelemesi, mutlakiyetçiliği savunmasında etkili olmuştur. Gottfried Leibniz ise, parçacıklar ve mesafeler arasındaki ilişki üzerinden yola çıkarak, ilişkicilik lehine argümanlar[2] öne sürmüştür.

Felsefenin fiziğe etkisi değiştir

Demokritos'un maddi bir evren anlayışı ortaya koyması ve atomculuğu geliştirmesi, sonraki dönemlerde fizikçilere[3] örnek olmuştur.

Albert Einstein, görelilik teorisi içerisinde pozitivizm ve empirizm gibi felsefi akımlara yer vermiş, aynı zamanda Immanuel Kant'ın düşüncelerinden[4] yararlanmıştır.

Tarihi değiştir

Antik Yunan değiştir

Demokritos, maddelerin atom adı verilen ve bölünemeyen parçacıklardan oluştuğunu düşünerek, fizik tarihini başlatan görüşlerden birine zemin hazırlamıştır. Leukippos'un kurduğu Atomculuk Okulu'nu takip ederek, evrendeki her şeyin materyalist etkileşimler üzerinden açıklanabileceğini savunmuştur. Demokritos'a göre evren, özellikleri bakımından birbirlerinden farklı olan sonsuz sayıdaki atomdan[5] oluşmuştur.

Parmenides'in boşluk ve değişimin imkansız olduğu argümanına dayalı monist anlayışını eleştirmiştir. Her zaman değişim içerisinde olan atomların, hareket etmelerine ortam sağlayan bir boşlukta bulunduğunu savunmuştur. Leukippos'a benzer bir şekilde determinizmi evrenin işleyiş biçimi olarak görmüş, ancak nihai bir nedenin olduğu düşüncesini kabul etmeyerek[6] teleolojiyi reddetmiştir.

Antik Yunan’ın en önemli filozoflarından biri olan Aristoteles, doğa felsefesine önemli katkılarda bulunmuştur. MÖ 300’lü yıllarda Aristoteles fiziğini kurmuş ve “Fizik” kitabını yazarak doğa felsefesi çalışmalarını bir araya getirmiştir.

Doğa yasalarına ulaşmanın en etkili yolunun gözlem olduğunu savunmuştur. Hareketi, “doğal hareket” ve “doğal olmayan hareket” olarak ikiye ayırmıştır. Bir nesnenin doğal durumunu, hareketsiz olmak şeklinde ele almıştır. Boşlukta düzen bir cismin hızının sonsuz olacağını düşünmüş, bu nedenle boşluğun var olamayacağını dile getirmiştir.   ve   gibi formüller geliştirmiştir.

Empedokles’in geliştirdiği toprak, su, hava ve ateş olmak üzere dört elementten oluşan sistemi, sıcaklık-soğukluk ve kuruluk-ıslaklık eksenlerine yerleştirmiştir. Madde-form kuramını öne sürmüş, Herakleitos’un da yaptığı gibi ontoloji ve doğa felsefesi arasında bir ilişki kurmuştur.

Varlıkların, madde ve form olmak üzere iki temel unsurdan meydana geldiğini düşünmüştür. Maddi neden, formal neden, hareket ettirici neden ve ereksel neden olmak üzere, bir varlığın dört nedene ihtiyaç duyduğunu savunmuştur. Fiziksel nedenlerin arkasında metafiziksel nedenlerin olduğunu öne sürmüştür.

Güneş’in Dünya’dan daha büyük olduğunu tespit etmiş ve diğer yıldızların Dünya’dan çok daha uzakta olduğunu belirlemiştir. Optik üzerine de deneyler gerçekleştirmiştir.

Aristoteles fiziğindeki çalışmalar, yüzyıllarca kabul gören bir bilimsel paradigma olarak kalmış ve içerisindeki hatalar, kendisinden sonraki doğa filozofları ve fizikçiler tarafından düzeltilmiştir. Isaac Newton ve Galileo Galilei’nin çalışmalarıyla birlikte, Aristoteles fiziği geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiştir.

Aristoteles’ten sonra, doğa filozoflarından bağımsız olarak da fizik çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. MÖ 240 yılında Eratosthenes, Dünya’nın çevresini doğru bir şekilde tahmin etmiştir. Sisamlı Aristarkus ve Seleucialı Seleucus ise günümüzdekine çok yakın bir astronomi modeli öne sürmüştür.

Arşimet, geliştirdiği matematiksel formüllerle makara sistemi ve vida gibi pratik fiziksel icatlar gerçekleştirmiştir. Hipparkos, Güneş tutulmalarının olacağı zamanları hesaplamış, Ay ve Güneş’in Dünya’ya olan uzaklıklarını bulmaya çalışmıştır.

100’lü yıllarda Batlamyus, Greko-Romen coğrafyasını inceleyerek elde ettiği sonuçları kayıt altına almış ve Almagest kitabında gezegenlerin konumlarını hesaplamaya çalışarak yeni bir astronomi modeli geliştirmiştir.

Hint felsefesi ve Çin felsefesi de, doğa felsefesinin gelişmesine kayda değer katkılarda bulunmuştur.

İslam'ın Altın Çağı değiştir

Aristoteles'in kitaplarının Arapça'ya çevrilmesiyle, İslam'ın Altın Çağı'ndaki fizik çalışmalarının temelleri atılmıştır. İbn-i Heysem, ışığın göze ulaşma sürecini açıklamaya çalışmıştır. Avrupa'da optik alanında yaşanan ilerlemelere zemin hazırlaması nedeniyle, modern optiğin kurucusu olarak tanınmıştır. Empirizmin, tümevarımsal yöntem ve a-posteriori bilgi başta olmak üzere birçok esasının belirlenmesini sağlayarak, epistemoloji ve bilim felsefesine de önemli katkılarda bulunmuştur.

Biruni, hidrostatik dengeyi kullanarak bir yoğunluk hesaplama yöntemi geliştirmiş ve birçok nesnenin yoğunluğunu bulmuştur. Galileo Galilei ve Isaac Newton’un yoğunluk üzerine yaptığı çalışmaları etkilemiştir. İbn-i Sina’yla mektuplaşmalarında, Aristoteles’in boşluğun var olamayacağı yönündeki düşüncesine eleştiriler getirmiştir. Empirizmi çalışmalarında ön plana çıkararak bilim felsefesinin ilerlemesini sağlamıştır. İslam’ın içerisindeki mezhepleri ve dinler tarihini inceleyerek din felsefesi alanında da görüşler ortaya koymuştur.

İbn-i Sina, nesnelerin doğal hareketlerine ters bir durum içerisinde bulunduklarında güç kazandığını dile getirerek, kuvvet ve eğilim tanımlarında bulunmuştur. Hareketin devamlılığını "meyil" olarak kullandığı eğilime bağlamış ve ivmenin, hava direnci gibi dış etkenlerin etkisiyle her durumda azaldığını düşünmüştür. Aristoteles fiziğinin içerisindeki hataların giderilmesi ve Newton fiziğine zemin hazırlanmasında büyük rol oynamıştır. İbn-i Sina, aynı zamanda olumsal varlıklar ve zorunlu varlıklar arasındaki bağlantıyı inceleyerek din felsefesi üzerine de çalışmıştır. Tanrı'nın varlığı üzerine, hareket ettirici nedenden yola çıkarak argümanlar geliştirmiştir. Öz ve varoluş arasında yaptığı ayrım, ontoloji üzerinde etkili olmuştur. Kitabü'ş-Şifa'yı yazarak bilim ve felsefe gibi alanlardaki çalışmalarını bir araya getirmiştir.

Ebu'l-Berekat Bağdadi, hareket ettirenin hareket edene bir eğilim verdiği görüşüyle ön plana çıkmış ve hareket edenin uzaklaşmasının, eğilimi azalttığını düşünmüştür. Düşen nesnelerin ivmesini, ardışık hız ve güç artışları üzerinden açıklamaya çalışmıştır.

Aristoteles'ten etkilenmekle birlikte, birçok konuda görüşlerini eleştirmiştir. İslam psikolojisinin kurucuları arasında yer alarak ruhun bedenden ayrı, ölümsüz bir yapıya sahip olduğunu düşünmüştür. Empirizmi, nesnelerin özü hakkında bilgi vermediği için yetersiz görmekle birlikte, açıklayıcı ve sürdürülebilir bir yöntem olarak gördüğü için savunmuştur. Zamanı a-priori olarak değerlendirmiş, "hareketin ölçüsü" değil, "varlığın ölçüsü" olarak almıştır.

İbn Bacce, mekanik üzerine araştırmalarda bulunmuş ve uygulanan kuvvete karşı her durumda bir tepki kuvveti oluştuğunu gözlemlemiştir. Nesnelerin hızının, hareket gücü ve ortam direnci arasındaki farka eşit olduğunu dile getirmiştir. Platon'un insan ruhu ve devlet yönetimi hakkındaki görüşlerinden etkilenen İbn Bacce, Aristoteles başta olmak üzere diğer Antik Yunan filozoflarının çalışmalarını da İslam teolojisiyle bir araya getirmeye önem vermiştir. Meşşailik'i benimseyerek doğru bilginin kaynağı olarak aklı ön plana çıkarmıştır.

Bu düşüncelerinin yanında, filozofların toplumla ilişkisini incelemiştir. İbn Bacce'ye göre filozoflar, içerisinde yaşadıkları toplumun mükemmel olması durumunda katılım göstermeli, sorunlu olması durumunda ise kendilerini soyutlamalıdırlar. Thomas Aquinas ve John Duns Scotus gibi skolastik filozoflar, din felsefesi başta olmak üzere birçok alanda İbn Bacce'yi örnek almıştır.

Orta Çağ Avrupası değiştir

Avrupa’da Orta Çağ’ın sonlarına kadar, Aristoteles fiziği başta olmak üzere Antik Yunan’daki doğa felsefesi çalışmalarından yararlanılmıştır. Thomas Aquinas gibi skolastik filozoflar, Antik Yunan’daki gelişmeleri Hristiyan teolojisiyle bir araya getirmişlerdir. Arapça’dan bazı çeviriler yapılmış, ancak skolastik felsefenin Avrupa’da hakim olduğu dönem boyunca fizikte büyük bir ilerleme yaşanmamıştır.

Bilimsel Devrim değiştir

1500’lü yıllardan itibaren, Reform'un gerçekleşmesi ve skolastik felsefeye karşı sorgulamaların artmasıyla, Avrupa’da fiziğin hızla ilerlediği yeni bir dönem başlamıştır.

Nikolas Kopernik, Sisamlı Aristarkus'un çalışmalarından da yararlanarak Güneş merkezli bir astronomi modeli oluşturmuş ve Dünya'nın diğer gezegenlerle birlikte Güneş'in etrafında döndüğünü öne sürmüştür. Johannes Kepler'in çalışmalarına zemin hazırlamış ve modern astronominin temellerinin atılmasını sağlamıştır.

Francis Bacon'un epistemoloji ve bilim felsefesi üzerine yaptığı çalışmalarla tümevarımı ortaya koyması, bilimsel yöntemin gelişmesini sağlamakla birlikte fiziği de yakından etkilemiştir.

Galileo Galilei, matematik ve fizik başta olmak üzere birçok alanla ilgilenmiştir. Evren hakkında kendisinden önceki filozofların ortaya koyduğu görüşleri incelemiş, bilimsel gelişmeleri göz önünde bulundurarak yaptıkları hataları düzeltmiştir. Doğa felsefesinin, deneysel yöntem ve matematiksel hesaplarla birleştirilmesi için çalışmalar gerçekleştirmiştir. Galilei göreliliği olarak tanımlanan bir teori ortaya koymuştur.

Jüpiter'in en büyük dört uydusunu keşfetmiş ve Venüs'ün evrelerini kendi yaptığı teleskopla incelemiştir. Güneş lekeleri üzerine analizlerde bulunmuştur. Cisimlerin düşme hızlarının, ağırlıklarıyla orantılı olmadığı sonucuna varan deneyler gerçekleştirmiştir. Hareketin, matematiksel tanımlarla açıklanmaya uygun olduğunu düşünmüş ve tutarlı özelliklerinin bulunduğunu dile getirmiştir. Salınım üzerine araştırmalar yapmış ve hidrostatik dengeyi keşfetmiştir. Aristoteles fiziğinde yapılan düzeltmelerde etkili olmuş, Isaac Newton'un hareket yasalarını geliştirmesi için gerekli altyapıyı hazırlamıştır.

René Descartes, fiziksel fenomenleri parçacıkların hareketlerine indirgemeye çalışarak tümdengelime dayalı bir yöntem izlemiştir. Bu yöntemi izlemesinde, deney yoluyla elde edilen bilgilerin yanıltıcı olduğunu ve doğru bilginin kaynağının akıl olması gerektiğini savunan rasyonalizm düşüncesi etkili olmuştur. Formal bilimler arasında yer alması nedeniyle matematiğe daha çok önem vermiş, fiziğin de matematiksel hesaplamalar üzerinden ilerlemesinin doğru olacağını düşünmüştür.

Kartezyen koordinat sistemi ve buna bağlı olarak analitik geometriyi geliştirmiş, cebir ve kalkülüs gibi alanlarda birçok matematikçiden daha önce çalışmalar ortaya koymuştur. Tanrı'nın varlığı üzerine ontolojik argümanı geliştirerek din felsefesi çalışmalarını akla dayandırmış, aynı zamanda zihin-beden ikiliğinden yola çıkarak düalist bir ontoloji önermiştir.

1600'lü yıllarda Christiaan Huygens, fiziksel problemleri parametre dizileri kullanarak idealleştirmiş ve matematiksel analizlerle birleştirerek, fiziksel fenomenlerin tanımına matematiksel kesinlikler getirmeyi başarmıştır. Bu sayede, matematiksel fiziğin temellerini atmış ve tarihteki en önemli uygulamalı matematikçilerden biri haline gelmiştir. René Descartes ve Marin Mersenne başta olmak üzere, yakın dönemlerde yaşadığı Hollandalı matematikçi ve filozoflardan etkilenmiştir.

Augustin-Jean Fresnel’in bulunduğu katkılarla günümüzde de geçerli hale gelen Huygens–Fresnel ilkesinin gelişmesine zemin hazırlamış ve ışığın dalga teorisini ortaya koymuştur. Sarkaçlı saati icat etmiş ve çalışma prensibi üzerine yazılar yazmıştır. Teleskoplarda gerçekleşen küresel sapmalar ve renk sapmalarını en düşük seviyeye indirmek amacıyla Huygens merceğini tasarlamıştır. Satürn’ün halkalarını doğru bir şekilde tanımlayarak Titan uydusunu keşfetmiştir.

Bilimsel Devrim'in en önemli fizikçilerinden biri olan Isaac Newton, doğa felsefesi ve klasik fizik arasındaki ayrımın netleşmesini sağlamıştır. Newton fiziğini kurmuş ve “Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri” kitabını yazarak klasik fizik çalışmalarını bir araya getirmiştir.

Christiaan Huygens’in çalışmalarından yararlanarak hareket yasaları ve evrensel kütleçekim yasasını geliştirmiş, ancak ışığın parçacık teorisini öne sürerek ondan ayrılmıştır. René Descartes ve Gottfried Leibniz'in görüşlerinin kıta felsefesini oldukça etkilediği bir dönemde, ortaya koydukları düşüncelerin sorgulanmasını sağlamıştır. Kartezyen mekaniğin, hareketin parçacıklar tarafından uygulanan anlık kuvvete bağlı olduğu varsayımını çürütmüştür. Nesnelerin gelecekteki hareketlerinin, o anda gerçekleştirdikleri hareketler, etkisi altında kaldıkları kuvvetler ve sahip oldukları kütle kullanılarak matematiksel hesaplamalarla belirlenebileceğini kanıtlamıştır.

Simon Stevin’in onlu sayı sisteminden yola çıkarak, sonsuz serileri incelemiştir. Cisimlerin ısı kaybı oranının, çevreleriyle aralarında bulunan sıcaklık farkıyla doğru orantılı olduğunu tespit ederek, soğuma yasasını geliştirmiştir. "Opticks" kitabında prizmanın, beyaz ışığı görünür spektrumu oluşturan renklere ayrıştırdığı gözlemine dayanan bir renk teorisi geliştirmiştir. Kırmızı ve mor uçlarını birleştirdiği bir renk çarkı hazırlamış, renk karışımlarının olası sonuçlarını incelemiştir. Aristoteles fiziğinin, ışığın doğası gereği saf olduğu ve maddelerle girdiği etkileşim sonucunda renkleri meydana getirdiği anlayışını ortadan kaldırmıştır.

Dünya’daki nesneler ve gök cisimlerinin aynı doğa yasalarına göre hareket ettiğini dile getirmiş, Johannes Kepler’in gezegensel hareket yasalarının, kendi geliştirdiği yerçekimi yasası ile tutarlı olduğunu savunmuştur. Gottfried Leibniz'le aralarındaki rekabetin temelini oluşturan kalkülüs üzerine çalışmış, fonksiyonların köklerinin hesaplanmasını sağlayan bir yöntem keşfetmiş ve binom açılımına kayda değer katkılarda bulunmuştur. Tanrı'nın varlığı üzerine kozmolojik argümanı desteklemiş ve Hristiyan teolojisiyle yakından ilgilenmiştir.

Isaac Newton'un düşünceleri, başlangıçta yalnızca İngiliz felsefesi üzerinde etkisini gösterebilmiştir. Bunun nedeni, kıta felsefesinin metafiziksel nedenlere dayalı açıklamaları ön plana çıkarması olmuştur. René Descartes ve Gottfried Leibniz'in etkisinin zaman içerisinde azalmasıyla, kıta felsefesinde Isaac Newton'un düşüncelerine ilgi duyulmuş ve metafiziksel açıklamalar terk edilmiştir. 1800'lü yıllardan itibaren, hareketin tanımı başta olmak üzere matematiksel fizik çalışmaları, genel kabul görmeye başlamıştır.

Kuantum mekaniği felsefesi değiştir

Kuantum mekaniği felsefesi, fizik felsefesinin kuantum teorisini inceleyen alt dalıdır.

Kuantum mekaniği felsefesinin temel tartışma konularından biri, kuantum nesnelerinin gözlemlenmelerine bağlı olarak birden fazla halde bulunabileceğini öngören süperpozisyon durumudur.

Elektronun içsel özelliklerinden biri olan dönüş, kuantum teorisinde kabul edildiği haliyle x ve y noktaları için +1 ve -1 değerlerini alabilmektedir. Bu noktalardan birinin gözlemlenmesi, diğerinin alabileceği değeri bozarak x ve y’nin değerlerinin doğru bir şekilde belirlenmesini engellemektedir. Bu durum belirsizlik ilkesinin ortaya çıkmasına yol açmakta, nokta eş zamanlı olarak +1 ve -1 değerlerini alarak süperpozisyon durumunu oluşturmaktadır.

Belirsizlik ilkesi, süperpozisyon üzerinden yola çıkarak niceliklerin başlangıç durumları bilinse bile sonuç durumlarının hiçbir şekilde kesin olarak belirlenemeyeceği görüşü üzerine kuruludur. Kuantum teorisinde olasılıklar, belirsizlik ilkesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.

Kuantum mekaniği felsefesinde, ölçüm problemi başta olmak üzere birçok konuda fiziksel sistemler, dalga fonksiyonları üzerinden incelenmektedir. Dalga fonksiyonlarının yapısı üzerine, kuantum mekaniği felsefesindeki tartışmalar devam etmektedir.

David Bohm dalga fonksiyonlarını, fonksiyonların türevlerini inceleyen doğrusal diferansiyel hareket denklemlerine bağlı olarak ele almıştır. Buna rağmen, dalga fonksiyonlarının bilinmesinin bütün sonuçlara ulaşılmasını sağlayamayacağını düşünmüştür.

Giancarlo Ghirardi, Alberto Rimini ve Tullio Weber ise, dalga fonksiyonlarını fiziksel sistemler için bir temel olarak kabul etmekle birlikte, her durumda doğrusal diferansiyel hareket denklemlerine bağlı olamayacağı yönünde değerlendirmiştir.

Albert Einstein, Boris Podolsky ve Nathan Rosen’in çalışmalarından yola çıkarak John Stewart Bell, kuantum teorisinde deneylerin sonucunu etkileyen bütün değişkenlerin hesaplanamadığı ve bazı gizli değişkenlerin de göz önünde bulundurulması gerektiği görüşüne dayanan bir teorem geliştirmiştir. Deneyler yoluyla bu teorem kanıtlanmaya çalışılmış, ancak kayda değer bir sonuca varılamamıştır.

Kopenhag yorumu, kuantum mekaniği felsefesinin belirsizlikleri göz önünde bulundurarak, gözlem sonuçlarının olasılıklar üzerinden hesaplanması gerektiğini savunan yorumlarından biridir. Sadece belirli büyüklüklerin ölçülebilir olduğunu öne süren Kopenhag yorumu, parçacıkların konumu ve momentumu aynı anda ölçülmeye çalışıldığında ortaya belirsizliklerin çıkacağını savunmaktadır.

Born kuralı adı altında bir formül dizisi geliştirerek olasılıkların hesaplanması için bir yöntem ortaya koymaya çalışan Kopenhag yorumu, nesnelerin eş zamanlarda doğru olarak ölçülemeyen belli tamamlayıcı özelliklere sahip olduğu görüşüne dayanan tamamlayıcılık ilkesini doğru kabul etmektedir.

Schrödinger denklemiyle yakından bağlantılı olan Kopenhag yorumu, kuantum teorisindeki ölçüm probleminin en önemli örneklerinden birini ortaya koymuştur. Kuantum sistemlerinde ölçümlerden sonra değişiklikler yaşandığı, bu nedenle ölçümlerin geri alınamayacağı ve ölçüm sonuçları dışındaki gerçekliklerin de kabul edilemeyeceği gibi görüşlerle temellendirilmiştir.

Everett yorumu gibi Kopenhag yorumunu eleştiren bazı diğer kuantum teorisi yorumları ise, olasılığın rolüne karşı çıkarak felsefi açıdan daha determinist bir tutum sergilemektedir. Kuantum teorisi araştırmalarında klasik fiziğe dayalı bir evren üzerinden hareket edilmemesi gerektiğini savunan Everett yorumu, kuantum kozmoloji alanının geliştirilmesinde etkili olmuştur.

Everett yorumu, süperpozisyon durumlarının nesnelerin birçok dünyadaki gerçekliklerini tanımladığını savunmuştur. Ölçüm problemini, kuantum sistemlerinin gözlemlenebilirliğinin, izolasyonlarının mükemmel olmadığını gösterdiğini ve kuantum özelliklerinin zamanla ortadan kalkacağını öne süren dekoherans yoluyla çözmeye çalışmaktadır.

Roland Omnes gibi bazı fizikçiler, kuantum mekaniği felsefesinde etkili olan bu yorumlar arasında deneysel olarak ayrım yapılamayacağını dile getirmiştir.

Kuantum teorisinde elde edilen sonuçların, etik ve bilim felsefesinde determinizm başta olmak üzere birçok konu hakkındaki görüşler için temel sağlaması da, kuantum mekaniği felsefesinin önemini gösteren bir diğer etkendir.

Termal ve istatistiksel felsefe değiştir

Termal ve istatistiksel felsefe, fizik felsefesinin klasik termodinamik ve istatistiksel mekanik teorilerini inceleyen alt dalıdır.

Isaac Newton, fizik felsefesinin diğer alt dallarında olduğu gibi termal ve istatistiksel felsefe üzerine de birçok çalışma gerçekleştirmiştir. Newton mekaniği, fiziksel süreçlerin doğa yasalarına göre değerlendirilmeleri durumunda ileri veya geri hareket etmediği görüşü üzerine kuruludur.

Fiziksel süreçlerin teorik olarak tersine dönebileceğini ve geçmişteki fiziksel durumlardan yola çıkarak gelecekteki fiziksel durumlar üzerine belirlemeler yapılabileceğini savunan Newton mekaniği, geçmiş ve gelecek arasında, doğa yasaları tarafından belirlenmiş bir fark olmadığını öne sürmektedir.

Newton mekaniği tarafından ortaya konulan bu görüşler, günlük deneyimlerle çeliştikleri gerekçesiyle eleştirilere maruz kalmıştır. Epistemik erişim asimetrisi ve müdahale asimetrisi gibi birçok felsefi görüş, Isaac Newton’un teorilerine karşı eleştiriler getirmiştir.

Zamansal asimetrilerin termodinamik üzerinden açıklanmaya çalışılması da, termal ve istatistiksel felsefenin ön plana çıktığı bir diğer konudur. Newton mekaniği, nesneleri oluşturan bütün parçacıkları inceleyerek sonuçlara ulaşmaya dayalı bir yöntem geliştirmiştir.

Isaac Newton’un bu yöntemi karşısında, pratik olmaları nedeniyle büyük ölçekli çıkarımlar yapılması ve ısı üzerinden hareket edilmesi gerektiği görüşleri giderek daha çok kabul edilmiştir. Bunun sonucunda, düzensizliğin giderek artması üzerine kurulu olan entropi tanımlanmış ve termodinamik yasalarına eklenmiştir.

Ludwig Boltzmann başta olmak üzere bazı fizikçiler, Newton mekaniği ve termodinamik yasaları arasındaki bağlantıyı inceleyerek birleşme noktaları oluşturmaya çalışmışlardır. Evrenin başlangıcında entropinin çok düşük bir değerde olduğunu öne sürmüş ve büyük ölçekli çıkarımların parçacıkların hareketleriyle değil, parçacıkların toplamının oluşturduğu özel yörüngeyle bağlantılı olduğunu dile getirmişlerdir.

Termal ve istatistiksel felsefe içerisinde tartışılan konulardan biri de, evrenin başlangıç koşullarında olasılıkların dağılımıdır. Evrenin başlangıç koşullarının kendi içerisinde olasılıklara sahip olmasının bir çelişki ortaya çıkaracağı görüşü ön plana çıkmakla birlikte, birden fazla başlangıç koşulu üzerinden açıklamalar getirmeye çalışan görüşler de bulunmaktadır.

Kaynakça değiştir

  1. ^ "Thomas Kuhn". Stanford Encyclopedia of Philosophy. 31 Ekim 2018. 13 Ağustos 2018 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Ocak 2024.
    • Kuhn wanted to explain his own experience of reading Aristotle, which first left him with the impression that Aristotle was an inexplicably poor scientist. But careful study led to a change in his understanding that allowed him to see that Aristotle was indeed an excellent scientist. This could not simply be a matter of literally perceiving things differently. Kuhn took the incommensurability that prevented him from properly understanding Aristotle to be at least partly a linguistic, semantic matter.
    • These exemplars of good science are what Kuhn refers to when he uses the term ‘paradigm’ in a narrower sense. He cites Aristotle’s analysis of motion, Ptolemy’s computations of plantery positions, Lavoisier’s application of the balance, and Maxwell’s mathematization of the electromagnetic field as paradigms.
     
  2. ^ "Fizik Felsefesi". Philosophy of Physics. Encyclopedia Britannica. 1 Haziran 2021. 16 Ocak 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 26 Ocak 2024.
    • Relationism, as this view of the nature of space is called, asserts that space is not an independently existing thing but merely a mathematical representation of the infinity of different spatial relations that particles may have to each other. In the opposing view, known as absolutism, space is an independently existing thing, and what facts about the universe there may be do not necessarily coincide with what can in principle be established by measurement.
    • The relationist critique of absolute space originated with the German philosopher Gottfried Wilhelm Leibniz, and the defense of absolutism began, not surprisingly, with Newton himself, together with his philosophical acolyte Samuel Clarke.
     
  3. ^ "Atomculuk". Atomism. Encyclopedia Britannica. 3 Kasım 2023. 19 Ocak 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 26 Ocak 2024.
    • In the history of atomism the 17th century occupies a special place for two reasons: it saw the revival of Democritean atomism, and it saw the beginning of a scientific atomic theory.
    • This reintroduction of Democritus was well timed. Because of its quantitative character, Democritus’s atomism invited for its elucidation the application of mathematics and mechanics, which in the 17th century were sufficiently developed to answer this invitation.
     
  4. ^ "Einstein'ın Bilim Felsefesi". Einstein’s Philosophy of Science. Stanford Encyclopedia of Philosophy. 13 Eylül 2019. 13 Nisan 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 25 Ocak 2024.
    • Einstein’s own philosophy of science is an original synthesis of elements drawn from sources as diverse as neo-Kantianism, conventionalism, and logical empiricism, its distinctive feature being its novel blending of realism with a holist, underdeterminationist form of conventionalism. Of special note is the manner in which Einstein’s philosophical thinking was driven by and contributed to the solution of problems first encountered in his work in physics.
     
  5. ^ Bertrand Russell. "Atomculuk". Batı Felsefesi Tarihi - İlkçağ Felsefesi. A History of Western Philosophy - Ancient Philosophy. ss. 134-149. 
  6. ^ "Antik Yunan'da Bilim". Antik Yunan'da Evrim Teorisi: Evrimin Temellerinin İlk Olarak Yeşerdiği Medeniyete Bir Bakış. Evrim Ağacı. 12 Aralık 2020. Erişim tarihi: 16 Mart 2024.
    • Atomcu felsefe anlayışında bir konuda fikir ayrılığı yaşanmıştır. Demokritos, atomların rastgele bir araya gelerek canlılığı ve evreni oluşturduğunu savunur. Buna karşın Leukippos, atomların bilinçli bir güç tarafından belli bir amaca hizmet edecek şekilde bir araya geldiğini savunmaktadır. Leukippos’a göre hiçbir şey yoktan var olmaz ve hiçbir şey rastlantı ile birlikte meydana gelmez.