Aganta Burina Burinata

Halikarnas Balıkçısı'nın ilk romanı

Aganta Burina Burinata, Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın 1946 yılında yazdığı ilk romandır.

Aganta Burina Burinata
Kitabın kapağı
YazarCevat Şakir Kabaağaçlı
ÜlkeTürkiye
TürRoman
Yayım1946
Sayfa192 sayfa

""Aganta Burina Burinata” Halikarnas Balıkçısı’nın romanda sıkça ve başlık olarak da kullandığı denizcilik tabirlerindendir. Bu terim, kaptanın denizcilere tüm yelkenler rüzgârla dolduğunda verdiği, açık denize doğru yol almalarına yönlendiren bir komuttur” [1]

“TS’de borina şeklinde geçen burina, “Dört köşe yelkenlerin yan yakalarına, alt tarafa doğru bağlanan halat.”. Taranan kaynaklardan anlamına ulaşılamayan burinata’nın komutun anlamı doğrultusunda “üst tarafa doğru bağlanan halat” olduğu söylenebilir. Bu bağlamda “Aganta Burina Burinata”, “Alt ve üst halatları tut.” Anlamında bir cümledir” [2]

“Halikarnas Balıkçısı’nın denizcilerin ve çiftçilerin hayatını anlatan Aganta Burina Burinata’yı Bodrum’daki son yıllarında kaleme almış olması biyografik açıdan özel bir önem taşır. Gerek doğrudan kendi hayatının belirgin izlerini taşıyan balıkçılık, çiftçilik, evlilikle ilgili ayrıntılar ve gerekse Halikarnas’ta geçirdiği sürgün hayatı sırasında tanıdığı kişileri roman karakteri olarak kullanması bu romana otobiyografik yapıt özelliği katmaktadır. Yaşantıların ve tanıklıkların bu romana yansımasına, hayat ile roman arasındaki biyografik paralelliklere geçmeden önce yazarın hayatındaki bazı ayrıntılara ilişkin bilgi vermek, biyografik yansımaların sağlam bir zemine oturtulabilmesi açısından gereklidir. Halikarnas Balıkçısı, bu romanında kendi hayatının tarihçesini kurgu üzerinden anlatmış değildir, belli noktalardan kendisiyle roman kahramanı arasında belirgin paralellikler kurmuştur. Bu bakımdan, Aganta Burina Burinata’ya doğrudan “otobiyografik roman” diyemesek bile yapıtın otobiyografik yansımaları ciddi şekilde taşıyan bir roman olduğunu söylememiz gerekir” [3]

Kahramanlar değiştir

  • Mahmut
  • Süleyman
  • Davut
  • Kara Hüseyin
  • Demir Ağa
  • Karamanoğlu
  • Zımba Yusuf
  • Ateşoğlu
  • Fatma
  • Bakkal Fehmi
  • Kara Ali Kaptan
  • Ayşe
  • Kozanoğlu Hüseyin
  • Kirpi Halil Usta
  • Elif Kız
  • Molla Efendi
  • Danacıların Hanife
  • Emine Kadın
  • Lostromo Yaşar
  • Zeynel Kaptan
  • Hakkı Reis
  • Dilli Düdük Huriye
  • Aliş, Kalafat Usta
  • Deli Zehra
  • Müftü Abdülvahhap
  • Tosun Ahmet
  • Gavur Ali
  • Hüseyin Dayı
  • Aşçı Yaşar
  • Halime Hala

Mekan değiştir

Romanın en önemli mekânı denizdir. Giriş bölümünde mekân olarak Muğla’nın Bodrum ve Milas kentlerinin doğal güzelliklerinin betimlendiği Aganta Burina Burinata’da zengin bir mekânsal çeşitlilik bulunur. Mekân olarak deniz ve kara mekânı olarak ayrıma giden Halikarnas Balıkçısı, olayları çoğunlukla denizde, deniz gören kıyı ve sahil kasabalarında inşa etmiştir. Akdeniz’i olayların merkezine taşıyan Balıkçı, Akyol, Sicilya, Barselona, Güvercinlik, Karakaya Boğazı, Malaga, Milas, Napoli, Pire Limanı, Girit, Rodos, Tillos, Selanik, Tekirburnu, Palamut Bükü, Marsilya, Arşipel (Ege) Denizi, İzmir, İstanbul, Sali Adası, Apostol Adası, Mirabello Kıyıları, Sporad Adaları, Kandiye, Knidos, İskenderiye, Sıralık ve Zeytinlikahve gibi Akdeniz limanlarını, adaları ve sahilleri mekân olarak seçmiştir. Balıkçı’ya göre insan mekânın ürettiği bir değer olmakla birlikte, mekân insanın sosyal ve kültürel alışkanlıklarına, ekonomik uğraşına, yaşam biçimini şekillendiren bur unsurdur.

Zaman değiştir

Aganta Burina Burinata adlı romanda zaman, ana kahraman Mahmut’un çocukluk, ergenlik, delikanlılık, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinin denize olan tutkusu etrafında şekillenmiştir. Eserdeki zaman otuz yıllık uzun bir süreyi kapsar. Bu süre kronolojik bir düzende verilmektedir. Bu olayların yaşandığı dönemi ise eserdeki bu ifadeden hareketle öğrenmek mümkündür: “Memlekete dönmek, orada oturaklaşmak için para lazımdı. Aksiliğe bakınız ki o zaman İtalya bize Trablusgarp savaşını açtığı için Türk kayıkları Akdeniz’de gezemiyorlardı. Kala kala yabancı yolcu vapurlarında iş bulmak kaldı” [4].Trablusgarp Savaşı 1911 yılında başladığına göre Mahmut’un bu ifadesinden hareketle eserde anlatılan vakaların toplam süresi hesaplanırsa, eser, 1910’lu yıllarla 1940’lı yıllar arasındaki bir dönemde geçmiştir. Halikarnas Balıkçısı, Bodrum’a ilk kez 1925 yılında gitmiştir. Vaka zamanı itibarîdir. Romanda anlatma zamanına dair net bir ifade yoktur. Yazma zamanına bakılacak olursa eserin ilk baskısı 1946 tarihidir. 1946, yazarın hâlâ Bodrum’da bulunduğu bir zaman dilimine denk gelir. “Kurgusal olarak da Mahmut’un çocukluğundan başlayarak yetişkinlik devresine kadar başından geçen olayların ele alındığı bir eser olan Aganta Burina Burinata adlı romanda, okuyucuyu yazarın biyografisine sevk eden birçok ipucu bulunmaktadır. Bütün bunlardan sonra net olarak belirlemek zor olsa da eserin araya giren belirli bir mesafeden sonra anlatıldığı açıktır.” [5]

Üslup değiştir

Halikarnas Balıkçısı, yazım tekniğine önem vermez, dağınık, savruk fakat renkli ve şiirsel bir üslubu vardır. Denizi anlatırken coşkun, şiirsel bir dil kullanır.

Halikarnas Balıkçısı’nın dili doğal ve günlük konuşma dilidir. Edebi bir dil yaratma kaygısı yoktur. Bununla ilgili İlhan Berk “yazdıklarının konuşma diline yakınlığı, yazmayı ayrı bir dil olarak almayışı, dile yaslanmayışı, anlatıyı önemsememesi hep yaşama ters düşmek isteyişinden gelir sanki.” der. Berk’in sözlerinden Halikarnas Balıkçısının dile değil, yaşama, yaşamı aktarmaya daha fazla önem verdiği anlaşılır. Halikarnas Balıkçısı’nın kullandığı dil ile yaşam arasında bir bağ vardır.

Bakış Açısı değiştir

Roman, karakter (kahraman) bakışı ile kaleme alınmıştır. Bu anlatımda yazarla kahraman özdeşleşir. Baki Asiltürk’e göre “Aganta Burina Burinata’daki “ben” anlatımı yazarın hayatından romana aktarılan diğer verilerle birlikte düşünüldüğünde otobiyografik özelliğe bürünmektedir”. Kahraman anlatıcı kırk yıllık bir aradan sonra çocukluk, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinde yaşadığı acı tatlı tecrübeleri, şimdiki zamana kadar getirerek anlatmaktadır. Eserde anlatılan olay, kişi, zaman ve mekânlar, olayların içinde bizzat yer alan Mahmut’un duygu ve düşünceleri eşliğinde aktarılmaktadır. Her şey onun duyuş ve düşünüş tarzına göre şekillenmektedir.

Olayların Gelişmesi değiştir

Bu kısım Adem Özbek'in "CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI HAYATI-ESERLERİ-SANATI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA" adlı doktora tezinden alınmıştır.

"Roman, “Aganta Burina Burinata”, “Çıngırağın Sesi”, “Mahalle Mektebinde”, “Eh! Artık Açık Deniz!”, “Hazır Olun, Fırtına Geliyor!”, “Artık Dünyada Bir Başına Kalmış Bir Denizciydim”, “Delikanlılık”, “A Canım Yurt Başkadır”, “Köylüler, Ortakçılar”, “Gene Denizcilerle Yüz Yüze Geldik”, “Yağmur Duası”, “Fırtına Kabarıyor” başlıklarının verildiği on iki bölümden oluşmaktadır.

Eserin ilk bölümü olan “Aganta Burina Burinata” başlıklı kısım giriş bölümü olarak kabul edilebilecek bir mahiyet göstermektedir. Bu bölümde kahraman anlatıcı konumundaki küçük Mahmut, yani Halikarnas Balıkçısı ağzından anlatılan pek çok mana birliği görülse de, Mahmut’un amcasının denizde ölmesi, olay halkasına vücut veren tek vakadır. Mahmut’un amcasının başına gelen şey ve ölüm sebebi bir merak unsuru olarak kullanılır ve bölüm sonuna kadar açıklanmaz. Bu olay dışında gelişen diğer mana birlikleri ise Mahmut’un denize olan düşkünlüğünü göstermeye hizmet etmektedir. Eser, başkahraman Mahmut ve ailesi hakkında bilgiler veren şu sözlerle başlamaktadır: Rahmetli babamı anarlarken, ‘Nur içinde yatsın’, ya da, ‘Toprağı bol olsun’, demezlerdi. Çünkü, babam denizde boğulmuştu. Ama, boğulan yalnız o muydu? Soyumuzdaki erkeklerin çoğu, denizde kalmıştı. Anam, kaptan kızıydı. Babama varınca kaptan karısı oldu. ‘Babamı doyasıya göremedim. Evlendim, kocamla iki aycağız sürekli yaşayamadım’ der, beni gösterir. ‘Buncağız da denizci olursa ne yaparım? Kaptan kızı, kaptan karısı olduğum yetmezmiş gibi bir de kaptan anası olmasam bari’ diye eklerdi (s. 7).

Eserine bu sözlerle başlayan romancı, bir deniz veya denizcinin hikâyesini anlatılacağını en başta bildirmiş olur. Bu kısa alıntı diğer taraftan çatışma unsurlarından birini de dikkatlere sunar. Ailesi, küçük Mahmut’un denizci olmasını istemez. Babasıyla bir iş için Milas’a gidecek olan Mahmut, Bodrum’dan “siftah”, yani ilk defa ayrılmaktadır. Yol boyunca ve durdukları yerlerde çeşitli simgesel nesne veya olaylar vasıtasıyla ön plana çıkarılan tek şey, Mahmut’un çocukluktan gelen deniz aşkıdır. Diğer çocuklar sokakta oynarken Mahmut’un denizi seyretmesi, oyuncak gemilerle oynaması, çırak olarak girdiği ayakkabı ustası olan eski bir deniz emektarından ilk deniz eğitimini alması, kahve duvarına asılı deniz temalı resimleri gözlemlemesi gibi mana birliklerinin tamamı Mahmut’un deniz tutkusunu ön plana çıkarmaktadır.

Bu noktada yazarın otobiyografisinden gelen açık yansımalar olduğunu belirtmek gerekir. Halikarnas Balıkçısı’nın babasının vazifesi gereği gittikleri Atina Faleron’da denizin dibini ilk defa görünce denizler âlemine nasıl bağlandığı hatırlanmalıdır. İsimler, mekânlar, olaylar, yazarın muhayyile süzgecinden geçtikten sonra, kurmaca bir dünyanın öğeleri olarak edebî esere vücut vermiştir. “Çıngarağın Sesi” adlı ikinci olay halkası ise eski bir çoban olan gariban Murat Dayı’nın oğlunu bir deniz seferine göndermesinin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen oğlundan bir haber alamamasını, küçük Mahmut’a anlatmasından ibarettir. Murat Dayı’nın gariban ve çaresiz hali bir köy ortamının pastoral havası içinde nakledilmektedir. Mahmut’un çıraklıktan alınarak Topal Hoca’nın mahalle mektebine başlaması üçüncü olay halkasını oluşturmaktadır. Bu halkadaki mana birlikleri de okulu bir türlü sevmeyen Mahmut’un, bütün bedeniyle denizlere ait olduğunu ön plana çıkarmaktadır. Diğer taraftan küçük Mahmut’un Ateşoğlu’yla beraber denizlere açılmaya başlaması da bu halkanın önemli parçaları olarak dikkat çekmektedir. Mahalle mektebinde öğretilenlerin hiçbiri Mahmut’un ilgisini çekmez. Hoca ders anlatırken Mahmut eline aldığı “sicimlerle, bu dülger bağı, bu kazık bağı, bu babarişka bağı, bu kamçı bağı diye (…) meşk” etmektedir (s. 54). Mahmut’un okulda öğretilenlere karşı ilgisizliği şu sözlerle yansıtılır: Bana öğretilen bu sultanları ve peygamberleri ben neyleyecektim? Bunlar benim akranım değillerdi. Sultan Bayezıdı Veli ile çelik çomak oynayamaz; Süleyman Aleyhisselamla da deniz kıyısı boyunca kayık yüzdüremezdim. Haydi Yunus Peygamber, Nuh Peygamber neyse. Hiç olmazsa birisi balık karnında, öteki de bütün hayvanlarla, arkın içinde denizcilik etmişlerdi. (…) Topal hoca öğrettiği tatsız tuzsuz şeyleri bir eşekarısı gibi zırıldatıp dururken ben pencereden mavi göğü görür ve uçan kuşların, esen rüzgârların özgürlüğünü tadardım.

Denizden gelen dalgalarsa, kalabalık umutlarla zengin bir denizci yaşamıyla geleceğini muştulayan seslerle dopdoluydu. İşte o zaman demir parmaklıklar ardında kurtuluşu ve özgürlüğü gören mahpuslar gibi, gönlüm uzar, uzardı da, onun kendini denize verişi, âdeta bir yalvarış, bir dua olurdu (s. 55). “Eh! Artık Açık Deniz” başlıklı dördüncü bölümü Mahmut’un artık açık denizlere açılmaya başladığı görülmektedir. Bu bölümün ana halkası olarak, Mahmut’un ailesinden güçlükle kopardığı izin sonrası amcası Hakkı Kaptan’ın gemisine tayfa olarak yazılmasıdır. Başkahraman Mahmut denizci olma yolunda önündeki engelleri tek tek aşmaktadır. Kendisini tayfa olarak kabul etmesi için amcasını ikna etmesi, bu konuda ailesinden zorla izin alması, liman dairesine giderek gemici tezkeresi alması gibi mana Benzerliği görmek için Mavi Sürgün adlı eser bu dikkatle okunabilir. birlikleri, Mahmut’un denizlere açılıp, gemide yıldızlar altında geçirilecek ilk deniz gecesini besleyen küçük olay parçalarıdır. Mahmut’un liman dairesindeki izlenimleri onun kişiliğini bildirmeye yönelik satırla olarak dikkat çeker: Ertesi günü, canımı dişime aldım ve korkulu bir düş görüyormuşum gibi, liman dairesinin karanlık merdivenini tırmanmaya koyuldum. Liman başkanı bir masanın başında oturuyordu. Gidip önüne durdum. Eh ne diyelim? Orada insan gönlünün, dağları yerinden oynatacak atılış ve fırlayışının, masmavi özgür havasını boğan ağır bir kırtasiyecilik vardı. Sanki tomar tomar kâğıtlar, kalın kalın defterler, hokkalar, kalemler, mühürler büyüdüler, büyüdüler de gelip gövdelerinin bütün yüküyle deve gibi üstüme abandılar. En aydın umutlarımın kırtasiyeciliğin kara mürekkebiyle kapkara edileceklerinden korktum. Liman başkanının sesinde bile kırtasiyeciliğin tatsız ve tuzsuz hışırtısı vardı. Nerede o Kör Halit’in hanında gördüğüm eli zıpkınlı dinç ve doğru Denizler Tanrısı Poseydon-, nerede şu karşımda oturan gözü gözlüklü, göğsü aksırıklı ve tıksırıklı cılız adam? Poseydon’un saçı sakalı mis gibi deniz suyu sızıyordu (s. 90).

Burada yine yazarın biyografisine atıf yapmak gerekecektir. Halikarnas Balıkçısı’nın gerçek yaşamında da bu tarz işlerden, yani amirli memurlu, damgalı mühürlü, yazılı çizili, hiyerarşik bir düzen içinde lüzumsuz ve işe yaramayan, bürokrasi gerektiren işlerden hoşlanmadığını biliyoruz. Bu yönünü eserinde, bir liman dairesinde ortaya koyduğu anlaşılmaktadır.

Beşinci olay halkası, ilk deniz seferini yapan Mahmut’un bundan beş on gün sonra denizlerde yaşadığı ilk hortum tehlikesini anlatmaktadır. Atlatılan bu ilk tehlikeli deniz seferinden üç hafta sonra dümenler İzmir’e çevrilmiştir. Burada annesinden ilk mektubu alan Mahmut, babasının kendini takip eden ruhuyla konuşmaktadır. Babası adım adım Mahmut’u takip eder ve ona neden denizci olduğunu sorar. Mahmut “belki budalalık ettim. Başka türlü yapmak elimde değildi. Kaderim böyleymiş. Sen acınma baba. Ben memnunum” (s 108) diyerek, denizci olmayı insanın kişiliği, tabiatı veya kaderiyle bağdaştırmaktadır. Bu bölümün mana birliklerinden en önemlisi, Mahmut’un, amcasına ait gemiden kovulmasıdır. Mahmut’un amcası gemi tayfalarından birini, yemek yaparken yağı çok kullanıyor diye, başına zeytinyağı şişesi vurarak yaralayınca, Mahmut’un gözü döner ve amcasını fena halde döver. Bunun üzerine Mahmut eline tutuşturulan yarım aylığıyla kapı dışarı edilir.

Altıncı bölüm Mahmut’un artık amcasından ayrılmış ve bir başına denizler âleminde varlık göstermeye başladığını anlatmaktadır. Bir başka gemiye tayfa olarak giren Mahmut, birçok gemi değiştirerek denizciliğe devam etmektedir. Gemiden gemiye, kaptandan kaptana, seferden sefere gide gele yıllar” geçer (s. 113). Kıt kanaat yoksul bir denizci hayatı sürmeye başlayan Mahmut’un, hayallerinin peşinde delikanlılık çağına girmiştir. Delikanlılık çağına giren Mahmut, artık nerde ve nasıl olduğuna bakmadan birçok kayıkta (gemide) çalışmaya devam etmektedir. “Delikanlılık” başlıklı yedinci bölümde, Mahmut’un ergenliğin getirdiği erkeklik dürtüleri etrafındaki bazı mana birlikleri bir tarafa bırakılacak olursa, yazarın, sanki, ani bir rota değişikliğiyle dümeni İstanbul ve Marsilya’ya çevirmesi oldukça dikkat çeker. Hiç durmadan çalışmasına karşın ancak karnını doyurabilen Mahmut, o sıralarda bir Marsilya seferi yapmakta olan ve lüks yolcular taşıyan bir gemiye ateşçi olarak girer. Burada Bodrum’dan arkadaşı olan Bodrumlu Pahos’a rastlar. Pahos gemide garsonluk yapmaktadır. Mahmut, Pahos’un yardımıyla gemideki yapay ihtişamı gözlemleme fırsatı bulur. Bu olay halkasına kadar tamamen deniz, köy, kasaba ve denizci, köylü, işçi etrafında geçen olaylar, birdenbire renk değiştirir ve şehrin pırıltılı ve bir o kadar yozlaşmış çehresine bürünür.

Yazar iki ayrı dünyayı karşılaştırmak istercesine olayları farklı bir bakış açısından görmeye başlar. Köy-kent veya fakirlik-zenginlik mukayesesi etrafında şekillenen yedinci bölümden sonra, “A canım, Yurt Başkadır” başlığıyla yer alan sekizinci bölümde Mahmut köyüne döner. Annesini ölmüş, evini de bir harabeye dönmüş şekilde bulan Mahmut, Ateşoğlu’nun kızı olan çocukluk aşkı Fatma’yı da tanınmaz halde bulmuştur. Fatma, İsmail Çavuş’un zamparalığının kurbanı olarak bir kavga sırasında yüzü gözü tanınmaz bir hâle geldiği için Mahmut’un ısrarlı evlilik teklifini kabul etmez ve ortadan kaybolur. Bunun üzerine babasının eski arkadaşlarından Zeynel Kaptan’ın kızı Ayşe’yle evlenen Mahmut, deniz ve şehir hayatının türlü hallerini gördükten sonra köy hayatını yaşamaya başlar.

Eserin sekizinci bölümünü meydana getiren mana halkalarının, renkli, canlı ve hareketli bir tablo hâlinde köy yaşamını resmettiğini ifade etmek gerekir. Deniz yaşamının zorlukları gözler önüne serildikten sonra, yedinci bölümde kent hayatı gözler önüne serilmişti. Bu bölüm ise köy hayatının zor şartlar altında da olsa deniz yaşamına nispeten daha yaşanabilir olduğunu anlatmaktadır. Öte taraftan deniz insanlarının çıkarsız ve yalansız hayatlarını köy veya kara insanlarında bulmanın zorluğu da ifade edilmektedir.

Dokuzuncu olay halkası, Mahmut’un karısı Ayşe’nin köyünde geçen olaylar anlatılmaktadır. Bu bölümün esas olay halkasını, Mahmut’un ortakçılardan mahsulleri alması için üç saat uzaklıktaki bir köye gitmesi oluşturmaktadır. Mahmut bir eşek sırtında köye varır. Ortakçılar Mahmut’u bir ağa gibi karşılar. Bu yıl ellerinde “aşa koyacak kadar değil, kandilde yakacak kadar bir yağ” kalmamıştır. Ezile büzüle Mahmut’a yalvarırlar. Mahmut karısının kızacağını bile bile “peki, bu yıl bir şey almayacağım, bu getirdiklerimi de alıkoyun” der ve Ayşe’ye (karısına) olanları anlatır. Toprak sahibi olan karısı Ayşe, ortakçıları için, “Bu ortakçılar haniden beri kapımızın köpekleridir. Onlara hoşt deyip sopayı çalmalı. O zaman kuçu kuçu dediğin vakit arkadan gelirler. Korkma, ölmezler” (s.177) gibi aşağılayıcı sözler söyler. Mahmut, hem köylülerin kendisini ağa yerine koyup yalvarmalarını hem de karısının ortakçılara karşı sergilediği küçümseyici tutumu, denizcilerin alçak gönüllü, mütevazı, vakur ve tokgözlü duruşlarıyla karşılaştırmadan edemez.

Onuncu bölüm, üç yıllık bir köy yaşantısıyla iyiden iyiye bir köylü olan Mahmut’un, karısının hısımlarından birinin düğünü için Bodrum’a gitmesi etrafında şekillenir. Bodrum’a gider gitmez denizle yeniden karşılaşan Mahmut’un “deniz özlemi yeniden” uyanır (s. 186). Bu olay halkasını, Mahmut’un bir iç muhasebesi olarak değerlendirmek de mümkündür. Mahmut karaya bağlı bu yaşamı benimseyemediğini, gönlünün yine deniz diye tutuştuğunu fark etmeye başlamaktadır.

On bir ve on ikinci bölümlerin birbirini tamamladığını belirtmek gerekir. Mahmut’un deniz özlemi iyece gün yüzüne çıkmaya başlar. Bu durumu fark eden karısı Ayşe, kocasının denizlere dönmemesi için ona öğütler vermeye ve verdirmeye başlar. Ancak, Mahmut, içinde küllenen deniz aşkının yeniden alevlenmesine engel olamayacaktır. Yüreğindeki dinmek bilmeyen ateşi, karısına acıdığı için söndürmeye uğraşan Mahmut, “fırtınanın kabardığını” fark etmektedir. Son olay halkası Mahmut’un “varını yoğunu” karısı Ayşe’ye bırakarak denizlere açılmasını anlatmaktadır. Ayşe, Mahmut’un gitmemesi için muskalar yazdırıp dualar okutmak da dâhil her şeyi yapmasına rağmen başarılı olamamıştır. Mahmut, “ilk limanda kayığın birisine gemici yazılır” ve “Aganta!..” komutuyla kendini açık denizlerin koynunda bulur."[6]

Kaynakça değiştir

  1. ^ Ece SAATÇİOĞLU (Mart 2016). "HALİKARNAS BALIKÇISI'NIN AGANTA BURİNA BURİNATA ROMANINI EKOELEŞTİREL BAKIŞLA OKUMAK". Makale. CBÜ SOSYAL BİLİMLER DERGİSİ. 22 Nisan 2023 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Ocak 2024. 
  2. ^ "Türk Edebiyatında Roman İsimlerinin Söz Dizimsel Açıdan İncelenmesi (1872'den1955 Yılına Kadar)". Makale. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. 2021. 7 Ocak 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 7 Ocak 2024.  Geçersiz |display-yazarlar=Ebru Güvenen (yardım)
  3. ^ "HALİKARNAS BALIKÇISI'NIN AGANTA BURİNA BURİNATA ROMANINDA OTOBİYOGRAFİK YANSIMALAR VE TANIKLIKLAR" (PDF). Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları. 2015. 7 Ocak 2024 tarihinde kaynağından arşivlendi (PDF). Erişim tarihi: 7 Ocak 2024. 
  4. ^ Halikarnas Balıkçısı (2023). Aganta Burina Burinata. Bilgi Yayınevi. s. 115. 
  5. ^ Adem Özbek. Cevat Şakir Kabaağaçlı Hayatı-Eserleri-Sanatı Üzerine Bir Araştırma. Yayımlanmış Doktora Tezi. T.C. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. 
  6. ^ Adem Özbek (Aralık 2018). CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI HAYATI-ESERLERİ-SANATI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA. Doktora Tezi. T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ. ss. 202-207.