Zohar: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Metin37bb (mesaj | katkılar)
Iggydarsa (mesaj | katkılar)
Metin37bb tarafından gerçekleştirilen iyi niyetli değişiklik geri alındı. Gerekçe: Telif sorunu yaratacak metinleri direkt kullanmayin. (Twinkle)
8. satır:
'''Kaynağa Dair Geleneksel Görüş'''
Yahudi toplumu zamanla Moses de Leon'un Zohar'ın kaynağı ile ilgili iddiasını kabul etmiş ve küçük bir grup (Baladi Yemenite, Endülüs (Batı Seferatları) ve bazı İtalyan topluluklar) hariç kitap ikinci yüzyıldan kalma otantik bir mistisizm kitabı kabul edilmiştir. İspanya'da ortaya çıkışından yaklaşık elli yıl sonra hemen hemen tüm Kabalacılar kitaptan alıntılar yapmaya başlamıştır. Mistisizme eğilimli olmayan Yahudiler bile kitabın ölümsüzlük doktrini, filozofların öğretilerinden daha çok Talmudik Yahudiliğin ruhuyla uyuşan etik prensipleri ve insanın yüceltilmesi öğretilerinden etkilenerek onu kutsal bir kitap olarak görmeye başlamışlardır. Meymunides ve takipçileri insanı ancak aktif entelektinin gelişmişliği ölçüsünde ölümsüzlüğe yakınlaştırırken ve evrenin bir parçası olarak görürken Zohar bunu ahlaki davranışa bağlamış ve insanı evrenin üzerine çıkarmıştır.
 
== Zohar Kitabına Giriş ==
 
Baal HaSulam’ın Zohar’a Giriş Makalesi
 
Zohar kitabına giriş aslında evrenin içerisine girmektir. Tıpkı bir deniz altının suya dalması gibi, Zohar kişiyle birlikte realitenin inanılamaz derinliklerine iner.
 
Zohar Kitabına Giriş
 
1) Bu girişte sanki basitmiş gibi gözüken konuları netleştirmek istiyorum. Herkesin üzerinde durduğu konular ve bunları netleştirmek uğruna çok mürekkep akıtıldı. Ancak bu konuları netleştirecek somut ve yeterli bilgiye ulaşamadık. Sorular şöyle:
 
1. Özümüz nedir?
 
2. Gerçeğin uzun ve küçük halkalardan ibaret zincirinde rolümüz ne?
 
3. Kendimizi incelersek ne kadar yolsuz ve bozuk olduğumuzu görürüz. Ancak bizi yaratıp işleteni incelersek en yüce seviyede olma zorunluluğumuz var zira O’ndan dahayüceltilebilecek birisi yoktur. Gereklilikten dolayı mükemmellikten sadece mükemmel eylemler çıkar.
 
4. Aklımız O’nun tümüyle iyi oluğu düşüncesini gerekli kılıyor, yani kıyaslanamaz. Peki, o zaman nasıl olurda hayatları boyunca bir sürü ıstırap ve acı içinde hayatını geçiren yaratılan varlık yaratabilir? İyi olanın doğasında iyilik yapmak yok mu, ya da en azından zarar vermemek?
 
5. Nasıl olurda, sonsuz, başı sonu olmayan, ömrünün sonu olan, ölecek ve geçici varlıklar yaratır?
 
2) Tüm bunları netleştirmek uğruna, öncelikle biraz araştırma yapmalıyız. Tabi ki Tanrı korusun ki hiç bir şekilde algılanamayan, düşünülemeyen ve tümüyle yasak olan O’nun özü ile ilgili değil. Ancak, sorgunun gerektiği yer O’nun yaptıklarına yönelik sorgudur, Tora’nın yazdığı gibi: “babanın Tanrı’sı nı bil ve O’na hizmet et” ve birlik şiirinde yazdığı gibi: “Seniyaptıklarından biliriz.”
 
Soru 1: Yeni bir yaratılışı nasıl kafamızda canlandırabiliriz, yani yeni bir şeyi, O’nun parçası olmayan bir şeyi, zira aklı başında olan her kese barizdir ki O’nun parçası olmayan hiç bir şey yoktur? Kişi kendisinde olmayan bir şeyi verebilir mi?
 
Soru 2: Eğer O’nun yüceliği açısından dersek, O elbette yoktan var edebilir, yani O’nun içinde olmayan bir şeyi, ancak bu bir soruyu beraberinde getiriyor – O’nun içinde olmayan ve tümüyle yoktan ve yeni var edilen o realite nedir?
 
Soru 3: Kabalistlerin söyledikleriyle ilgili, kişinin ruhu Tanrı’nın bir parçasıdır, şöyle ki O’nun la ruh arasında bir fark yoktur, O “bütündür” ve ruh “parçadır”. Bu durumu dağdan oyup çıkartılmış bir kaya parçasına benzetirler, dağ “bütündür” ve kaya ise “parça”. Dolayısıyla sormalıyız: dağdan bu amaç için yapılan bir çekiç ile kopartılan parça, “bütünden” bir “parça” ayırıyor. Ancak O’nun la ilgili bunu nasıl hayal edebiliriz, O kendi özünden bir parça ayıracak, yani bir ruh, ve sadece O’nun özü olarak anlaşılabilecek?
 
3) Soru 4: Kötü Taraf ve kabuklar O’nun kutsallığının öteki ucudur, daha uzak bir ye yoktur, ancak nasıl olurda kutsallıktan alınarak yapılabilir ve dahası onu muhafaza edebilir?
 
Soru 5: Ölülerin canlanması konusu: Beden son derece değersiz bir şey olduğundan, doğuşundan ölüme mahkûmdur ve yok olup gömüleceği bellidir. Dahası, Zohar beden tümüyle çürümeden ve hala kalıntıları varsa, ruh Cennetteki yerine çıkamaz. Peki neden ölülerin canlandırılacağı günde neden geri dönmek zorunda? Yaratan ruhları beden olmadan memnun edemez miydi? Daha da kafa karıştırıcısı atalarımızın şu sözleri, ölüler kusurlarıyla dirilecekler ki başkasıyla karıştırılmasınlar ve akabinde O kusurlarını ıslah edecek. Şunu da anlamalıyız, başkalarıyla karışmamalarına Tanrı neden aldırsın ki, zira onları tekrar hatalarıyla canlandıracak ve Kendisi ıslah etmek zorunda olacak?
 
Soru 6: Atalarımızın dediklerine istinaden, adam yaratılışın merkezi, tüm üst dünyalar ve bu fiziksel dünya içindeki her şeyle onun için yaratıldı ve insana her şeyin kendisi için yaratıldığına inanması gerektiğine mecbur bıraktılar. Bunu anlamak zor, bu önemsiz varlık üst dünyaları bir kenara bırakalım ki onların yüceliği ölçülemez, yaratılışın bir tutamından fazlasını idrak edemezken, Yaratan neden Kendisini bu zahmete sokup da yarattı ki? Ayrıca insan neden böyle bir şeyi de istesin ki?
 
4) Bu soruları anlayabilmenin püf noktası sona başlayarak başlamaktır, yani yaratılışın amacına. Zira hiç bir şey süreç esnasında anlaşılmaz, ancak sonunda anlaşılır. Barizdir ki amaçsız bir eylem olmaz, sadece bir deli amaçsız hareket edebilir.
 
Biliyorum ki bazıları sırtlarına Tora ve sevabı yük olarak alır ve Yaratan evreni yarattı ve sonra da terk etti, çünkü yaratılanlar değersiz ve Yaratan’ın yüceliği gereği bizlerin gereksiz ve anlamsız hayatımızı izlemesinin bir anlamı yok. Elbette cahilce konuşmuşlar, zira kendimizi kötü niteliklerimizle kendimizin yarattığı kararına varmadan, alçak ve değersiz halimizle ilgili yorum yapamayız.
 
Bu arada Yaratan’ın her yönüyle mükemmel olduğuna karar veriyoruz, ancak bizi, tüm beğenilen ve tüm rezil nitelikleriyle beraber tasarlayan ve bedenlerimizi yaratan O, ancak elbette mükemmel bir ustadan mükemmel olmayan bir iş çıkmaz zira her iş yapanın şahididir. Eğer terzi kötübir elbise yaptıysa, elbisenin ne suçu olabilir ki?
 
Talmud’da (Taanit 20) şöyle yazar: Rav Elezar çok çirkin bir adamla karşılaşır. Sonra dedi ki: “Bu adam ne kadar çirkin.” Adam ceap verir: “Bu yarattığın şey ne kadar çirkin – diye beni yapan ustaya söyle.” Bu yüzden bizim değersiz ve alçaklığımızdan dolayı Yaratan’ın bize bakmadığını ve terk ettiğini iddia etmek sadece kişinin açıkça kendi cahilliğini göstermesidir.
 
Bir hayal etmeye çalışın, bir adamla tanıştınız, bir varlık yaratıyor ve tüm hayatını acı ve ıstırap geçirerek yaşamasını sağlıyor, bizim gibi ve dahası arkasını dönüp arkasından bakmıyor bile biraz yardım etmek için. Böyle bir kişiye gözümüzde nasıl aşağılık ve adi görürdük? O’nun la ilgili hiç böyle bir şey düşünülebilir mi?
 
5) Dolayısıyla mantıken, yüzeyde olanlarla gerçeğin tersini anladığımızı söyleyebiliriz ve gerçekten asil ve değerli, son derece önemli ve bizi yapan ustaya layık olduğumuza karar verebiliriz. Eğer bedenimizde hata bulmak isterseniz, kendinize ne bahane verirseniz verin her şey Yaratan’da bitiyor, bizi içimizdeki doğayla yaratan O ve bariz ki bizi biz yaratmadık O yarattı.
 
Aynı zamanda içimizde yaratmış olduğu doğamızdan ve niteliklerimizden gelen tüm koşulları O bilir. Daha önce söylediğimiz gibi, eylemin sonunu düşünmeliyiz. O zaman her şeyi anlayabiliriz, şöyle denildiği gibi: “Bir aptala bitmemiş bir işi gösterme.”
 
6) Atalarımız bize Yaratan’ın yaratılışı başka hiç bir amaç için yaratmadığını söylerler, yaratılanlarını mutlu etmek. İşte bu noktaya aklımızı ve kalbimizi yönlendirmeliyiz, çünkü yaratılışın düşüncesi O’nun yaratılanlarına ihsan etmesidir, bunun içindir ki ruhları O’nun vermeyi düşündüğü miktar kadarını alma arzusu ile yarattı. Her hazzın ve mutluluğun ölçüsü, bunu almak isteyen arzunun ölçüsüne bağlıdır. Alma arzusu ne kadar büyük olursa o kadar büyük haz olur, ne kadar az olursa aldığından duyduğu haz da o kadar az olur.
 
Dolayısıyla yaratılışın düşüncesi, aşırı bir alma arzusunun yaratılışını gerektiriyor ki Yüce Yaratan’ın ruhlara vermek istediği muazzam hazza uygun olsun. Zira büyük bir haz büyük bir arzu ile el ele olmalıdır.
 
7) Bunu öğrenir öğrenmez ikinci soruyu tüm netliğiyle anlamış bulunuyoruz. Zira net olarak alacağımız kararları hangi gerçeğe oturtacağımızı öğrendik, bu O’nun özünün bir parçası değil, yoktan var olan. Şimdi yaratılışın düşüncesinin O’nun yaratılanlarına ihsan etmek istediği olduğunu kesin olarak bildikten sonra, O’nun ihsan etmek istediği ölçü kadar alma arzusunu yaratması vermek istediği haz ve mutluluk için gereklilikti. Dolayısıyla görüyoruz ki bu alma arzusu ruhların yaratılışından önce elbette O’nun özünde yoktu, zira O kimden alabilir ki, alma niteliği O’nda olan bir nitelik değil.
 
Bu doğrultuda ve yaratılışın düşüncesine göre görüyoruz ki alma arzusu dışında bir şeyin yaratılmasına gerek yoktu. Bu yeni varlık O’nun tüm yaratılışın düşüncesini vermek istediği şeylerle doldurmak için yeterliydi. Ancak yaratılışın düşüncesindeki tüm doyum, yani bize vermek istediği tüm iyilik, direkt O’nun özünden ruhlarda ki kocaman alma arzusuna gelir ve onları tekrar yaratma ihtiyacı duymaz çünkü zaten onlar var olandan var. Görüyoruz ki yeni olan yaratılan baştan sona sadece “alma arzusu”.
 
Şimdi Kabalistlerin üçüncü soru da sormak istediklerini anlayabiliriz. Ruhların Tanrı’nın bir parçası olduğunu söylemelerini merak etmiştik, tıpkı dağdan kopartılan bir kaya parçası gibi, aralarında bir fark olmadığını ama sadece bir tanesi “parça” ve diğeri “bütün”. Şunu merak ettik: dağdan bir aletle kesilen bir parça kaya ayrılabilir demek bir şey ama O’nun özüyle ilgili bunu nasıl diyebiliriz ki? Peki, ruhlar neyle O’nun özünden ayrıldı ve O’nun dışına çıkıp varlık haline geldiler?
 
Yukarıdan anlaşıldığı gibi nasıl bir balyoz fiziksel bir objeyi kırıp ikiye ayırıyorsa, manevi form değişikliği de ikiye ayırır. Örneğin, bir birini seven iki kişi birbirlerine tek bedenmiş gibi tutunurlar ve birbirlerinden nefret ederlerse doğu ve batı kadar birbirlerinden uzaktırlar. Ancak burada yakın ve uzak diye bir şey yok, sadece bir form benzerliği belirtiliyor, formlarının aynı olması, şöyle ki her biri diğerinin sevdiği şeyleri seviyor ve sevmediklerini sevmiyor, bu durumda sevgili olur birbirlerine tutunurlar.
 
Eğer aralarındaki formda değişiklik olursa, şöyle ki bir tanesi diğerinin nefret ettiği bir şeyi severse, o zaman formlarının farklı olduğu kadarıyla birbirlerinden uzaktırlar ve nefret ederler. Eğer, örneğin formları zıt olursa şöyle ki birinin sevdiği her şeyden diğeri nefret ederse ve sevdiği her şeyden diğeri nefret ederse o zaman birbirlerinden doğu ve batı kadar uzaktırlar, yani bir uçtan bir uca.
 
9) Görürüz ki maneviyatta form farklılığı iki şeyi bir birinden kesip ayıran bir balta gibidir ve aralarındaki mesafe form zıtlığına orantılıdır. Bu durumdan öğreniyoruz ki; haz alma arzusu ruhumuza işlenmiştir ve bu form Yaratan’da olmadığı için, zaten O kimden alabilir ki, ruhların sahip olduğu bu form farklılığı ruhları O’nun özünden ayırır, tıpkı bir baltanın bir kaya parçasını bir dağdan ayırdığı gibi. Bu farktan dolayı ruhlar Yaratan’dan ayrıldı ve varlıklar oldular. Ancak, ruhların O’nun ışığından edindiği her şey bize vardan var olan O’nun özünden gelir.
 
Dolayısıyla kaplarında (alma arzusunda) alabildikleri ışık kadarıyla Yaratan ile aralarında bir fark yoktur. Demektir ki alma arzusu olan kaplarına aldıkları ışıkla birlikte Yaratan’dan ayrı çünkü alma koşulundan dolayı form farklılığıyla alınmakta ve zaten bu koşul “bütün”den ayıran ve “parça” yapan koşul. Bu yüzden aralarında ki tek fark birisinin “bütün” diğerinin “parça” olmasıdır, bir dağdan kesip alınan bir parça kaya gibi. Bu konuyu çok iyi sindirin zira bu böyle yüce bir kavram üzerine daha fazla konuyu açmak imkansızdır.
 
 
10) Şimdi dördüncü soruyu anlayabiliriz: nasıl olurda O’nun Yüceliğinden bizleri pisleterek kabuklarda yaşatan bir koşul olabilir, zira bu O’nun Kutsallığının zıt ucu ve nasıl olur da O böyle bir şeyi destekler ve var olmasını sağlar? Elbette öncelikle pisliğimizin özünü ve kabukları anlamalıyız.
 
Bilin ki, yaratılış gereği ruhların özü büyük bir alma arzusu dedik. Yaratılışın düşüncesine göre tüm doyumu almaya razılar, ancak bu formda haz alamazlar zaten alabilseydiler sonsuza dek O’ndan ayrı kalırlardı, çünkü form farklılığı onları O’ndan ayırırdı.
 
Ruhun kabını ayıran bu durumu düzeltmek için, O tüm dünyaları yarattı ve iki sisteme ayırdı, şöyle yazdığı gibi: “Tanrı birini diğerine karşı yarattı,” bunlar ABYA olarak bilinen dört kutsal dünya ve karşılarında kirli olan ABYA dünyalarını yarattı. Kutsal ABYA dünyalarına ihsan etme niteliğini verdi ve kendileri için alma niteliğini ayırdı ve bu niteliği kirli olan ABYA dünyalar sistemine koydu. Bu yüzden Yaratan’dan ve kutsl tüm dünyalardan ayrı oldular.
 
Bu yüzden kabuklara “ölü” denir, şöyle yazdığı gibi, “ölülerin kurbanları (Psalms 106, 28)”. Kötü olanlar onlara çekim duyarlar, hocalarımızın dediği gibi: “Kötülere hayattayken ölü denir,” çünkü içlerindeki alma arzusunun Kutsallığa zıtlığı onları kutsallıktan ve Hayatın Hayatından uzak tutar ve onlar O’ndan bir uçtan bir uca uzaktır. Bu böyledir zira O almak ile hiç ilgilenmez, sadece ihsan eder, ama kabuklar sadece kendi zevkleri için almak ister ve bu durumdan daha büyük bir zıtlık yoktur. Zaten biliyorsunuz ki manevi mesafe biraz form farklılığıyla başlar ve form zıtlığı ile biter ve bu zıtlık uzaklığın hat safhasıdır.
 
11) Dünyalar sırasıyla bu fiziksel dünyanın gerçeğine indiler, yani bir bedenin ve ruhun olduğu yere, kötülüğün ve ıslahın zamanına. Beden kendi için alma arzusudur ve yaratılışın düşüncesi olan kökünden arı olmayan dünyalar sisteminden gelir, şöyle yazdığı gibi: “ve vahşi bir eşeğin sıpası, adam olacak!” (Job 11, 12) ve o sistemin otoritesi altında ilk on üç yıl boyunca kalır, bu kirlilik zamanıdır.
 
 
Tora ve Sevap yoluyla on üç yaşı itibariyle Yaratanına memnunluk getirmek için tutar, akma arzusunu arındırır ve zamanla ihsan etmeye çevirir ve bu yolla kutsl bir ruh ona yaratılışın düşüncesi olan kökünden gelir. Sonrasında kutsal dünyaların sisteminden geçer ve bedende kıyafetleşir. Bu zaman ıslah zamanıdır.
 
 
Böylelikle kutsallığın derecelerini Sonsuzlukta ki yaratılışın düşüncesinden edinir, ta ki kişiye yardım edilene kadar ve o zaman kendi için alma arzusu Yaratan’a memnunluk vermek için ihsan etmeye döner ve asla kendisi için olmaz. Bu şekilde kişi Yaratanıyla form eşitliği edinir çünkü ihsn etmek için almak saf ihsan etmek olarak kabul edilir.
 
Masehet Kiduşin’de şöyle der, önemli bir adama bir şey verir – ona şöyle der – bununla kutsal oldun. Zira Yaratan’a mutluluk vermek için almak mutlak ihsan ve vermek olarak bilinir. Bu koşulda kişi Onunla tümüyle bütünleşir, zira manevi birleşme form eşitliğidir, hocalarımızın dediği gibi “kişi Ona değil Onun niteliklerine tutunur,” ve bu koşulda adam yaratılışın düşüncesindeki o haz ve mutluluğun sükunetini edinir.
 
12) Böylelikle yaratılışın düşüncesinin ruhumuza işlenmiş olan alma arzusunun ıslahı olduğunu net bir şekilde açıkladık. Bunun için O iki tane dünyalar sistemi yarattı, biri birine karşı olarak, ruhlar buradan geçerler ve ikiye ayrılırlar, beden ve ruh, bir birlerinde kıyafetleşirler.
 
Torah ve Sevaplar (Mitzvot) vasıtasıyla alma arzusunu sonunda ihsan etmeye çevirirler ve böylelikle yaratılışın düşüncesinde ki tüm hazzı alabilirler. Bununla birlikte Onunla gerçek bir bütünlük edinirler çünkü Torah ve Sevap ile Yaratan’la form eşitliği edinirler. Sonrasında kötü olan Öteki Tarafa gerek kalmaz ve tümüyle dünyadan silinir ve ölüm sonsuz dek ortadan kalkar. Dünyaya ve kişiye yetmiş yıllık hayatında geçen altı bin yıldır verilen tüm çalışma sadece onları son ıslaha getirebilmek ve yukarıda bahsi geçen form eşitliğine gelebilmek için.
 
Şimdi kabuklar ve kirli dünyaların oluşumu ve Onun Yüceliğinden indirilmesi tümüyle net, bedenlerin yaratılması için bu gerekliydi ve akabinde Tora ve Sevaplar ile ıslah edilebilir oluyorlar. Eğer bedenlerimiz bozuk alma arzusuyla kirli dünyalardan aşağı gelmeselerdi asla ıslah etme fırsatımız olmazdı çünkü kişi içinde olmayan bir şeyi ıslah edemez.
 
13) Elbette hala nasıl olurda alma arzusunun yaratılışın düşüncesi denilen yerden, sonsuzlukta ve bütünlüğün tarif bile edilemediği o seviyeden, alçak ve rezil olarak geldiğini anlamamız lazım. Elbette ruhları yaratma düşüncesiyle, Onun düşüncesi her şeyi tamamlar, zira O bizim gibi hareket etmek zorunda değildir. Bu düşünce vasıtasıyla tüm ruhlar ve dünyalar tüm hazlarıyla ve Onun planladığı tüm sükûnetle son formları olan son ıslahta hemen yaratıldı, şöyle ki ruhlardaki alma arzusunun tümüyle ıslahından sonra ve saf ihsan etme koşulunda, tıpkı Yaratanları gibi.
 
Şöyle ki Onun Sonsuzluğu, geçmiş ve şimdi birdir, gelecekte şimdi gibidir ve zaman diye bir şey yoktur. Bu yüzden bozuk ve ayrı bir alma arzusunun Sonsuzlukta hiç yeri olmadı.
 
Tam tersine, o form benzerliği, son ıslahta ifşa olma kaderi olmasına rağmen Sonsuzlukta hemen ifşa oldu. Atalarımız bununla ilgili şöyle der: “Dünya yaratılmadan önce O ve Onun adı birdi.” Alma arzusunun yaratılışın düşüncesinden ayrı olarak formlaşması henüz ruhların realitesinde ifşa olmamıştı, hatta Yaratan’a form eşitliğinde tutunuyorlardı, “O ve Onun adı birdir” koşulunda.
 
 
 
14) Dolayısıyla gereklilikten dolayı ruhun üç hali vardır:
 
 
1. hal – Sonsuzluktaki yaratılışın düşüncesindeki, Son Islah denilen hali.
 
2. hal – Yukarıda adı geçen iki sistem vasıtasıyla ruh ve beden olarak altı bin yıllık dönemdeki halleri, bu safhada Torah ve Sevaplar denilen manevi çalışma verilmişti ki alma arzularını değiştirip kendilerine değil ama Yaratan’a memnunluk getirmek için ihsan etme formunu alabilsinler. Altı bin yıldaki mevcudiyetleri yukarıda adı geçen iki sistem tarafından beden ve ruh olarak ayrılırlar, bu dönem Torah ve Sevapların onlara verildiği dönemdir ki alma arzularını ihsan etmeye Yaratan’a memnunluk getirmek için değiştirsinler ve alma arzuları asla kendileri için olmasın. Bu dönemde bedenlerde hiç ıslah olmayacak, sadece ruhlarda. Bu şu demek, kendileri için her türlü alma koşulunu ortadan kaldırmaları ve ruhun formu olan ihsan etme arzusunda kalmaları gerekmektedir. Haktan yana olanlar bile bu dünyadan ayrılıp bedenleri toprakta çürümeden Cennet’te mutlu olamayacaklar.
 
3. hal – Bu koşul ruhların Son Islah’ta var olmaları, ölülerin canlanmasından sonra. O zaman bedenlere tam ıslah gelecek ve o zaman beden tümüyle kendi için alma formundan tümüyle ihsan etmeye dönecek ve ancak o zaman yaratılışın düşüncesindeki tüm haz, mutluluk ve iyiliği almaya layık olacak. Böylelikle Yaratan’la mutlak olarak bütünlük edinirler zira şimdi ihsan etmekten sonsuz mutluluk duyar. Kısaca bu andan itibaren bu 3 hali tanım olarak kullanacağım yani, 1. Hal, 2. Hal ve 3. Hal. Burada anlatılan her hali iyi hatırlayın.
 
 
15) Yukarıdaki üç hali incelediğiniz zaman, her biri diğeri için gereklilik durumundadır, öyle ki biri iptal olursa diğerleri de iptal olur.
 
Eğer örneğin, üçüncü halde almayı ihsan etmeye çevirmek materyalleşmeseydi, o zaman birinci hal de materyalleşemezdi.
 
Bunun nedeni mükemmelliğin orada materyalleşmemesi, çünkü gelecekteki üçüncü hal zaten orada sanki varmış gibi materyalleşmişti. Orada görünen tüm mükemmellik gelecekten şimdiki zamana doğru yansımasıdır, ancak gelecek iptal edilebilseydi şimdiki zaman da olamazdı. Bu yüzden üçüncü hal birinci halin gerekliliğini sağlamaktadır.
 
Dahası, ikinci halden bir şey iptal olursa, birinci koşul nasıl var olabilir ki? Zira o halde tüm bozulma ve ıslah ve derecelerden yükselme gerçekleşecek. Dolayısıyla üçüncü hal nasıl o zaman gerçekleşebilir? Bu yüzden ikinci hal üçüncü halin var olabilmesi için bir gereklilik.
 
Sonsuzlukta birinci halin var oluşu da üçüncü haldeki mükemmelliğin var oluşunu içermekte. Bu yüzden kesinlikle ikinci ve üçüncü haller hiç eksiksiz tüm mükemmellikleriyle materyalleşecek.
 
Dolayısıyla, birinci hal iki zıt sistemin ikinci halde var olmasına olanak kılar ki arı olmayan sistem tarafından kirletilen beden alma arzusunda var olabilsin ve kendisini ıslah edebilsin. Arı olmayan dünyaların sistemi olmasaydı, o alma arzusu olmazdı ve ıslah edemezdik ve üçüncü hale gelemezdik zira “kişi içinde olmayanı ıslah edemez.” Dolayısıyla arı olmayan sistem birinci halden nasıl doğdu sormamız lazım çünkü birinci hal materyalleşmesini ikinci halde gerekli kılıyor.
 
 
16) Dolayısıyla kişi seçimin kendisinden nasıl alındığına şaşmamalı, zira kendimizi tamamlayıp üçüncü hale gelmemiz gerekmektedir çünkü bu hal zaten birinci halde mevcut. Ancak şöyle ki üçüncü hale gelebilmemiz için Yaratan bize ikinci halde iki yol ayarlamıştır:
 
A) Manevi yol olan Torah ve Sevaplar.
 
B) Istırap Yolu, çünkü acı bedeni rafine eder ve alma arzumuzun formunu Ona tutunmak için ihsan etmeye çevirir. Hocalarımızın dediği gibidir – “Tövbe edersen, iyi, etmezsen, senin üzerine Haman gibi bir kral getireceğim ve o seni tövbeye getirir”. Hocalarımız şöyle dedi: “Bağışlanırlarsa, zamanı hızlandıracağım, yoksa, zamanında”.
 
Bu şu demek, eğer birinci yol vasıtasıyla bağışlanırsak, yani Torah ve Sevaplar ile, o zaman ıslahımızı hızlandırırız ve ıslaha zorlanarak ve zamana yayılmış acı ıstırabına gerek kalmaz. Etmezsen – “zamanında”. Bu şu demektir anca acı ıslahımızı tamamladıktan sonra ve ıslah bize zorla yaptırtırlınca. Genel olarak Istırabın Yolu aynı zamanda ruhların Cehennemdeki cezalarıdır. Ancak Islahın Sonu, yani üçüncü hal, birinci halden dolayı gerçekleşmek zorunda, öyle ya da böyle. Seçimimiz sadece Istırabın Yolu ya da Torah ve Sevabın yolu. Dolayısıyla ruhun üç halinin nasıl birbiriyle ilişkili ve birbirleri için gerekli olduğunu açıkladık.
 
 
17) Yukarıdaki anlatılanlardan üçüncü soruyu tümüyle anlıyoruz, şöyle ki kendimizi incelediğimiz zaman kendimizin ne kadar yolsuz ve alçak olduğunu görürüz. Ancak bizi Yaratan’ı incelediğimiz zaman, çok yüce varlıklar olmamız gerekiyor çünkü Ondan daha yücesi yok ve doğası bütün olandan bir iş çıkarsa elbette bütün bir iş çıkar.
 
Şimdi bedenimizin tüm yaşadığı ufak tefek olaylarla ve sahip olduklarıyla aslında gerçek bedenimiz olmadığını anlıyoruz, zira gerçek bedenimiz, sonsuz ve bütün olan bedenimiz sonsuzlukta zaten var, üçüncü halden aldığı ilk yaratıldığı mükemmelliğiyle, yani ihsan etmek için alma koşulunda, yani Yaratan ile form eşitliğinde.
 
Eğer ilk halimiz o bedenin kabuğunu alçak ve iğrenç bir formla ikinci halde almamızı gerekli kılıyorsa ki bu kendisi için alma arzusu, bizi sonsuzluktan ayrı tutan ve ıslah etmemiz gereken şey, nasıl olsa sonsuz bedenimizi üçüncü halde edineceğimizden şikâyetçi olmamıza gerek yok. Yapmamız gereken çalışma geçici ve müsrif bir bedenden başka bir bedende yapılamaz, zira “kişi içinde olmayanı ıslah edemez”.
 
Dolayısıyla, biz zaten o mükemmel, değerli safhada mükemmel yaratıcıya ikinci halimizde adapte olmuş durumdayız çünkü bu beden bizi hiç bir şekilde defolu kılmıyor zira vakti dolunca ölüp gidecek ve buradaki zamanı sadece iptalini gerekli kılacak zaman kadar ve sonrasında sonsuz formunu alacak.
 
 
18) Bununla birlikte beşinci soruyu da açıklamış bulunuyoruz: nasıl olurda sonsuz olandan geçici ve gereksiz oluşumlar yaratılsın? Ancak görüyoruz ki olması gerektiği gibi yaratılınmış, Onun sonsuzluğuna layık, yani mükemmel ve sonsuz varlıklar. Sonsuz var oluşumuzun gerekliliği uğruna bedenin kabuğu bize geçici ve israf dolu bir iş yapmak için verildi ve verilmeseydi Hayatların Hayatı sonsuza dek ayrı kalırdık.
 
Daha önce madde 13′de bedenimizin bu formu, sadece kendimiz için alma arzu, yaratılışın düşüncesinde hiç olmayan bir şey, zira orada üçüncü halde yaratıldık, ancak ikinci koşulda gerekliliktir çünkü ıslah edebilmemizi sağlamaktadır.
 
Dünyada insan dışındaki diğer varlıkları uzun uzun düşünmemeliyiz, zira insan yaratılışın merkezidir. Tüm diğer yaratılanların kendi başlarına değeri yoktur, sadece insanı bütünlüğe getirmede faydalıdırlar. Bu yüzden insanla birlikte yücelir ya da düşerler ve kendilerine yönelik hiç bir hesap yoktur.
 
19) Bununla birlikte dördüncü soruyu da aradan çıkarmış oluyoruz: zira iyinin niteliği ihsan etmektir, nasıl olurda baştan hayatları boyu acı ve ıstırap geçiren varlıklar yaratır ki? Önce dediğimiz gibi, tüm ıstırap ilk halimizden gelen bir gereklilik çünkü bütün olan sonsuz halimiz gelecekteki üçüncü halden geliyor ve bizi yaTorah’nın Yolu (Işığın Yolu) ya da Istırabın Yolu ile sonsuz halimize üçüncü hale getirecek (15. Bölüm).
 
Ancak bu ıstırap sadece bedenin kabuğunda hissediliyor ve kaderi yok olup gömülmek. Bu bize kendi için alma arzusunun dünyadan silinip yok olacağını veihsan etmeye döneceğini öğretmektedir. Yaşadığımız acılar alma arzusunun hiç bir şey olmadığını ve zararlı olduğunu görmemizi sağlıyor. Elbette, tüm insanoğlu kendisi için alma arzusunu yok edip sildikten sonra ve dostlarına ihsan etme arzusundan başka bir arzusu olmayınca dünyada kötülük ve endişe kalmayacak. Hepimiz sağlıklı ve sükunet dolu bir hayatın teminatıyla yaşarız çünkü bu koşulda hepimizin ihtiyacını tüm dünya karşılamak için hazırda bekliyor olur.
 
Elbette, herkesin sadece kendi için alma arzusu olunca, ıstırabın kaynağı da bu olur; acılar, savaşlar ve katliamlar kaçınılmaz olur. Bedenimizi bir sürü yara ve hastalıklarla zayıflatırlar ve görürüz ki dünyada ki tüm ıstıraplar gözler önüne her şeyi sermek için ki bedenin kötü kabuğunu etkisizleştirelim ve tümüyle ihsan etme formunu alalım. Söylediğimiz gibi, Istırabın Yolu da kişiyi arzulanan forma getirebilir. Unutmayalım ki insan ve insan arasındaki Mitzvot (Sevaplar) insan ile Tanrı arasındaki Mitzvor’tan önce gelir çünkü dostuna ihsan etmek kişiyi Yaratanına ihsan etmeye getirir.
 
20) Tüm söylediklerimizden sonra, ilk sorunun çözümüne geldik: özümüz ne? Özümüz realitedeki tüm detaylardır ve bu alma arzusundan başka bir şey değildir, ancak ikinci haldeki gibi değil sonsuzluktaki ilk hali gibi durmaktadır, yani sonsuz formunda, Yaratan’a memnunluk getirmek için alma koşulundadır.
 
Henüz üçüncü hale gelmemiş olmamıza rağmen, sınırlı zamanımızda, özümüzü değiştirmemektedir çünkü üçüncü halimiz birinci halden kaynaklanan bir gerekliliktir. Dolayısıyla “Alınacak her şey, alınmış kabul edilir.” Sınırlı olan zaman sadece zamanında tamamlayıp tamamlayamayacağına yönelik olan tereddüttür.
 
Bununla ilgili hiçbir tereddüdümüz olmadığından, sanki üçüncü hale gelmiş gibiyizdir ve bize verilen beden şu anki bozuk haliyle özümüzü hiç lekelemez çünkü sahip olduğu her şey arı olmayan tüm sistemle geldiği yerle yok olacak. “Yakılacak olan her şey, yakılmış kabul edilir,” sanki hiç yokmuş gibi kabul edilir.
 
Elbette o bedende kıyafetleşen ruhunda özü elbette sadece alma arzusundan yaratıldı, ama kutsal ABYA dünyalarından gelen ihsan etme arzusu sonsuza kadar vardır. Bu yeni ihsan etme formu Hayatların Hayatı ile eşitlenir ve asla değiştirilemez.
 
 
21) Felsefeciler, akılın ruhun özü olduğuna ve sadece öğrendikleriyle geliştiğini ve var olduğunu söylemeleri sizi yanıltmasın. Ek olarak ruhun bedenden ayrıldıktan sonra devamının sadece edindiği bilgi ile devam ettiğini ve bilgisel nosyonlardan mahrumsa devam edecek bir yolu olmadığı sorusu var. Torah’nın fikri böyle değildir. Kalbimizde böyle bir şeyi kabullenememektedir ve her kim biraz bilgi edinmeye yönelik çaba sarf ederse bilir ve hisseder ki zihin sahip olunan bir şeydir sahip olan değil.
 
 
Ancak söylediğim gibi, yenilenen yaratılışın maddesi, hem ruhani hem de materyal objelerin maddesi sadece alma arzusudur. Ruh tümüyle ihsan etme arzusudur dememize rağmen, bu ıslah olarak manevi dünyadan aldığı ışığı geri yansıtarak olur.
 
Elbette, ruhun özü de bir alma arzusu. Dolayısıyla bir formla diğeri arasında ki fark rızasındadır, zira arzu ihtiyacı oluşturur ve ihtiyaçtan düşünceler doğar ki alma arzusunun gerekli duyduğu ihtiyaçları elde edebilelim.
 
Tıpkı insanların farklı arzuları olduğu gibi, ihtiyaçları da, düşünceleri de ve fikirleri de farklıdır. Örneğin arzuları hayvansal arzularla sınırlı olanların ihtiyaçları, düşünceleri ve fikirleri tümüyle hayvansaldır. Akıl ve mantıklarını insan gibi kullanmalarına rağmen, kölenin kendi sahibi olması yeterlidir. Ancak hayvansal bir akıldır çünkü akıl hayvansal arzuların hizmetine köledir.
 
Alma arzusu insansal arzuların formunu alanlar, örneğin başkalarına hükmetmek ve itibar sahibi olmak hayvanda yoktur, düşünce ve fikirlerinin çoğu sadece bu arzuyu ellerinden geldiğince tatmin etmekle geçer. Arzularının çoğu bilgi için olanlar, ihtiyaçlarının çoğu, düşünceleri ve fikirleri bu arzuyu olabildiğince tatmin etmek içindir.
 
 
22) Bu üç arzu genelde herkeste vardır ama farklı miktarlarla karışıktır ve bu yüzden kişiden kişiye değişir. Fiziksel niteliklerden manevi nitelikleri ve verilen değeri anlayabiliriz.
 
 
23) İnsan ruhları, manevi olanları dahil, geldikleri üst dünyalardan alınan ışığın geri yansıyan kıyafetiyle sadece Yaratan’a memnunluk ihsan etme arzuları vardır ve bu arzu onların özüdür. Şöyle ki insan bedeninde kıyafetlendikten sonra tüm ihtiyaç, arzu ve düşünceleri, arzularının miktarı kadar Yaratan’a memnunluk ihsan etme arzusunu tatmin etmek çalışır.
 
 
24) Bedenin özü kendisi için alma arzusudur ve tüm ortaya çıkan halleri ve sahip oldukları ve hazları, dünyadan yok edilmek için yaratılan ve üçüncü haldeki bütün Son Islah haline gelmesi için yaratılan o bozuk alma arzusuna aittir, bu yüzden geçici ve ölümlüdür. Tüm sahip olduklarıyla, kaçışan bir gölge gibi, gittiğinde hiç bir şey bırakmaz.
 
Ruhun özü alma arzusu olduğundan tüm ortaya çıkardıkları, sahip oldukları ve hazları, gelecekteki üçüncü halde sonsuz hali olan ihsan etme arzusunun haz ve varlığıyla yaşıyor ve bu yüzden de sonsuz ve değiştirilemez. Ruh tüm dahil ettikleriyle sonsuzdur ve sonsuz kadar var olur. Bedenin ayrılması ruh için eksiklik değildir. Hatta tam tersi, bedenin bozuk halinin olmaması ruha daha da güç verir ve Cennete yükselmesini sağlar. Bu doğrultuda görüyoruz ki ruhun edindiği kavramlar ve var oluşu felsefecilerin dedikleri gibi değil, ancak sonsuzluğu özünde var yani ihsan etme arzusunda. Edindiği koşul ise ödülü, özü değil.
 
 
25) Bu durumdan sonra beşinci sorunun tam çözümüne gelmekteyiz: beden son derece kötü olduğu için ruh bedenin içinde yerde çürümeden yer alamaz, neden ölülerin canlandırılmasında geri dönüyor? Ayrıca atalarımızın şu sözleri var: “Ölüler bozukluklarıyla birlikte canlandırılacaklar ki başkasıyla karıştırılmasınlar.”
 
 
Yaratılışın düşüncesi olan ilk halden net olarak anlayabilirsiniz. Zira dedik ki yaratılışın düşüncesi yaratılanlarına mutluluk vermek olduğundan bir hayli abartılı bir alma arzusu yaratmış olmalı ki o düşüncedeki muazzam zevkleri alabilsin. Zira büyük bir arzu ve büyük bir haz bir birini tamamlarlar. Burada dediğimiz gibi, bu abartılı alma arzusu Onun yarattığı yeni madde, zira yaratılışın düşüncesini gerçekleştirmek için daha başka bir şeye ihtiyacı yok. Mükemmel işçinin doğasında gereksiz bir şey yapmasına ihtiyaç yoktur, şiirde yazıldığı gibi: “yaptığın işte hiç bir şey unutulmadı, ne çıkardın ne de ekledin.”
 
Dediğimiz gibi, bu abartılı alma arzusu kutsal sistemden tümüyle ayırtıldı ve kirli dünyalar sistemine verildi ve bu dünyada bedenler ve hayatları olarak oluştu. Adam on üç yaşına gelip Torah ve Sevaplar yaparak kutsal bir ruh edinene kadar, kutsal dünyalar sistemiyle edindiği ruhun büyüklüğüne göre yetiştirilir.
 
Yukarıda ayrıca dedik ki bize Tora ve Sevaplarda çalışmak için verilen altı bin yıl boyunca bedene ıslah gelmez yani abartılı alma arzusuna. Çalışmamızla gelen tüm ıslah sadece Nefeş kadar eder ve kişi manevi derecelerden bununla yükselir yani ihsan etme niteliğiyle ruhunu geliştirir.
 
Bu yüzden beden ölüme mahkûmdur, gömülse de gömülmese de, çünkü hiç bir şekilde ıslah olmamıştır. Ancak elbette bu şekilde kalamaz zira abartılı alma arzusunu yok ederse, Tanrı korusun, yaratılışın düşüncesi gerçekleşmeyebilir. Şöyle ki yaratılanlara ihsan etmek istediği tüm büyük hazlar alınamaz olur, “büyük alma arzusu ile büyük haz el ele gider.” Arzu azaldıkça alınan haz da azalır.
 
 
26) Önce dediğimiz gibi yaratılışın düşüncesinin gerçekleşmesi için birinci hal üçüncü hali gerekli kılmaktadır ki yaratılışın düşüncesi gerçekleşsin ve hiç bir koşul eksik kalmasın. Dolayısıyla, birinci hal ölülerin canlanmasını gerekli kılmaktadır. Şöyle ki büyük alma arzusu ikinci halde çürüyüp yok olduktan sonra tekrar o büyük ölçüde, kısıtlamasız ve tüm bozukluklarıyla canlandırılmalı.
 
 
O zaman çalışma büyük alma arzusunun ıslahı için yenilenir. Bu durumda kazancımız ikiye katlanır:
 
Bu durumda yaratılışın düşüncesindeki tüm haz ve mutluluğu ve sükuneti hissedebilecek bir yerimiz olur çünkü büyük bir alma arzusuna sahip bedenimiz ile haz el ele gider.
 
Bu durumda almak sadece Yaratan’a memnunluk ihsan etme formunda olacağından, almamız tümüyle ihsan etmek olarak kabul edilecek. Bu durum bizi form eşitliğine getirir ve bu üçüncü halimiz olan bütünleşmek. Dolayısıyla görüyoruz ki birinci hal ölülerin canlandırılması durumunu gerekli kılmaktadır.
 
27) Elbette ölülerin canlanması Islahın Sonuna doğru ancak gerçekleşebilir, yani ikinci safhanın sonuna doğru. Zira büyük alma arzusunu fesih ettikten sonra ve ihsan etmeyi, ruhun muhteşem dereceleri olan Nefeş, Ruah, Neşama, Haya, Yehida, safhalarından geçerek alma arzusunu indirgeyip en yüce mükemmelliğe gelip artık alma arzusundan zarar görmeyip kutsallıktan ayrı kalmadığımızda.
 
Aslında alma arzusunu aşıp ona ihsan etme formunu veriyoruz. Elbette bu ondan ayırmak istediğimiz tüm bozuk arzularla yapılabilir. Şöyle ki önce tümüyle ayırmalıyız, hiç bir şey kalmayana kadar. Daha sonra tekrar geri alıp orta çizgide kullanabiliriz. Ancak tümüyle ayırana kadar orta çizginin formunda uygulamak mümkün değildir.
 
28) Hocalarımız şöyle dedi: “Ölüler hatalarıyla canlandırılacak ve iyileştirilecekler.” Demektir ki aynı beden canlandırılacak, yani büyük alma arzusu hiç bir kısıtlama olmadan, tıpkı arı olmayan dünyaların altında beslenip Torah ve Mitzvot ile ıslah olmamış önceki hali gibi. Bu yüzden hatalarıyla canlandırılacaklar denilmekte.
 
Sonrasında yeni bir çalışma safhasına başlıyoruz – tüm o kocaman alma arzusunu ihsan etme formuna getiriyoruz. O zaman iyileşiyor çünkü form eşitliği ediniyor. Bunun nedeni şu, “kimse başka bir şey olduğunu söyleyemez”. Yani onunla ilgili yaratılışın düşüncesindeki formundan başka bir formda olduğu söylenemez, zira aynı büyük alma arzusu yaratılışın düşüncesindeki hazineyi alma yönünde.
 
Sadece geçici olarak arındırılması için kabuklara teslim edilmiş durumda. Ama sonunda farklı bir beden olmamalı. Zira her hangi bir şekilde küçültülürse tümüyle farklı olur ve ilk haldeki yaratılışın düşüncesindeki mükafatı almaya layık olmaz.
 
 
29) Şimdi yukarıdaki ikinci soruyu çözebiliriz: hayatımızın kısa sürecinde yaratılış zincirinin minicik halkaları olarak bu realitede rolümüz ne? Hayatımızın yetmiş yılındaki çalışma dört safhaya ayrılır:
 
1. safha – Aşırı alma arzusunu sınırlama olmadan tümüyle edinmek, tüm bozukluğu ile dört arı olmayan ABYA dünyalarından. Eğer bu bozuk alma arzusu olmazsa ıslah edemeyiz, çünkü “kişi içinde olmayanı düzeltemez”.
 
Dolayısıyla, doğuştan verilen alma arzusu yeterli değildir ve sadece arı olmayan kabuklar için en az on üç yıl kundaklık yapar. Şöyle ki kabuklar onu kontrol etmek zorunda olup ışıklarını verirler zira ışıkları alma arzusunu arttırır. Bunun nedeni kabukların alma arzusuna sağladığı doyum alma arzusunu daha da arttırır.
 
Örneğin, bir bebek doğduğu zaman, çok küçük şeyler için arzusu vardır fazlası için değil. Ancak, Kötü Eğilimin ölçüsü arttıkça hemen büyür iki kat daha fazlasını ister. Kötü eğilim iki kat fazlasını ona verince de, dört kat fazlasını ister. Bu durumu Tora ve Mitzvot ile aşıp ihsan etmeye çeviremezse hayatı boyunca artar ta ki arzularının yarısını bile edinemeden ölene kadar. Bu durumda Kötü Tarafın ve kabukların elindedir ve bu tarafın rolü alma arzusunu büyütmek, abartmak ve her koşulda kontrolden çıkarmaktır, böylelikle kişi düzeltmek için çalışabileceği tüm materyale sahiptir.
 
 
30) 2. safha – On üç yaş itibariyle. O zaman kalpteki noktası, kutsallığın arka tarafı olarak bilinir ve güç kazanır. Doğuştan alma arzusuyla kıyafetlendirilmesine rağmen sadece on üç yaşından sonra uyanmaya başlar ve ancak ondan sonra kutsal dünyalar sistemine girmeye başlar ve bu manevi çalışma ve sevabına (Torah ve Mitzvot) bağlıdır.
 
Esas amacı manevi alma arzusunu edinmek ve daha da geliştirmektir çünkü kişinin doğumundan bu yana sadece materyal şeylere yönelik alma arzusu vardır. Bu yüzden kişi on üç yaşını doldurana kadar aşırı alma arzusuna sahip olmasına rağmen henüz arzusunun tam gelişimini tamamlamamıştır çünkü alma arzusunun gelişimi sadece manevi alma arzusuyla ilişkilidir.
 
Eğer, örneğin on üç yaşına basmadan önce dünyevi hayatın tüm zenginliklerini arzulayacağına ki dünyevi şeyler fanidir ve kaçışan gölgeler gibidirler, aşırı alma arzusunu edindiği zaman tüm üst dünyaların sonsuzluğunu, zenginliğini ve hazlarını yutmak ister ve tüm bu zevklerin sonu yoktur kişi sonsuza dek bunlara sahip olur. Bu yüzden aşırı alma arzusunun çoğu sadece manevi arzu ile tamamlanabilir.
 
31) Manevi edinim sahibi atalarımız şöyle der – “Sülüğün iki kızı vardır, ver ver diye bağırırlar” (Atasözleri 30, 15)”: “Sülük Cehennem demektir. Kötüler de o Cehennemde yakalanırlar ve köpekler gibi bağırırlar “hav, hav” (ver, ver), şöyle ki “Bize hem bu dünyanın hem de bir sonraki dünyanın zenginliğini ver” diye.
 
Ancak ilkinden çok daha önemli bir derecedir, çünkü alma arzusunun tümünü edinmek ve manevi çalışması için gerekli olan her şeyi barındırır ve bu dereceden O’nun rızası için denilen seviyeye gelir. Atalarımızın söylediği gibi “Kişi manevi çalışmayı ve sevabı ilk önce kendisi için tutmalıdır ve bu koşuldan O’nun rızası denilen koşula gelir.”
 
Bu yüzden on üç yaşını aştığı derece kutsal kabul edilir. Bu koşul kutsallığa hizmet eden, Yaratan’a, bir hizmetkâr gibidir çünkü kişiyi O’nun rızası için derecesine getirir ve kişi Tanrısallığa özlemi edinir. Elbette insan O’nun rızası için denilen koşula gelmek için her türlü önlemi almalı yoksa kişi kirli hizmetkâr denilen koşula düşer ve bu kutsallığın tam tersidir ve kişinin sürekli kafasını karıştırır ki kişi hiç bir zaman O’nun rızası için denilen seviyeye gelemesin. Bununla ilgili şöyle denir “Sahibinin tahtına mirasçı hizmetkâr (Atasözleri 30,23)”, “sahibinin yanına kimseyi yaklaştırmaz, yani Yaratan’a.”
 
Bu safhanın son derecesi kişinin Yaratan’a tümüyle sevgiyle bağlanmasıdır, tıpkı dünyevi hayatta birisine âşık olması gibidir ve gece gündüz kişinin gözleri sadece sevdiğini görür, şairin yazdığı gibi: “O’nu hatırladığım zaman gözüme uyku girmez.” Bu kişiyle ilgili şöyle denir: “ama hazla dolan bir arzu hayat ağacıdır (Atasözleri 13,12)”. Zira, ruhun beş derecesi hayat ağacıdır ve beş yüz yıl boyunca devam eder, her derece yüz yıldır ve anlamı kişinin tüm beş safha olan NRNHY (Nefeş, Ruah, Neşama, Haya, Yehida) koşullarını alabilmesidir ve bunlar üçüncü bölümde açıklanacak.
 
32) 3. safha – Manevi çalışmanın Lişma olarak yapılması, yani sadece ihsan etmek için ve ödül almamak için, bu çalışma kendi için alma arzusunu arındırır ve ihsan etmeye çevirir. Alma arzusunu ıslah ettiği dereceye kadar ruhun beş parçası olan NRNHY’yi edinmeye layık olur. Bunun nedeni sadece ihsan etme niteliğine uygun oldukları için ve alma arzusu kontrol sahibi olduğu sürece bedende kıyafetleşemez zira alma arzusu ruhun zıttı dır veya farklı olsa bile kıyafetleşemez.
 
Kıyafetlenme ve form eşitliği el ele giderler. Sadece ihsan etme niteliği edinip başka hiç bir şeye ihtiyacı olmadığı zaman kişi üst NRNHY seviyesi ile form eşitliğine geldiğini görür ve bu seviyenin kökü yaratılışın ilk safhasındaki Sonsuzluktur ve Tanrısal ABYA’dan aşamalarla kişide kıyafetleşir.
 
4. safha – Ölülerin canlanmasından sonraki safhadır. Yani alma arzusunun tümüyle öldürülüp gömülerek ayırtıldığı koşuldan sonra şimdi en kötü haliyle tekrar canlandırılır, manevi edinim sahibi hocalarımızın dediği gibi: “Ölüler kötülükleriyle canlandırılacak.” Sonrasında ihsan etmek için alma koşuluna döndürülecek. Ancak, bazı özel bireyler vardır onlara bu çalışma bu dünyada yaşarken verilmiştir.
 
33) Geriye altıncı sorgu kaldı. Hocalarımız dedi ki tüm dünyalar adam için yaratıldı. Adam denilen şey evren denilen realiteye bakıldığında, üst dünyaları bırakın bir kenara, sadece bir tutam, Yaratan her şeyi adam için yaratma zahmetine girmesi biraz garip. Daha da garibi adamın bu kocaman manevi dünyalara neden ihtiyacı olabilir ki?
 
Şunu bilmelisiniz ki Yaratanımızın, O’nun yarattığı varlıklara ihsan etmekten alacağı mutluluk yaratılan varlıkların Onu ne kadar hissedebildiğine bağlı, ne kadar iyilik yapan ve yaratılanlara mutluluk veren. Zira o zaman onlardan büyük haz duyar, tıpkı bir babanın çok sevdiği oğluyla oyun oynadığı ve oğlunun da ne kadar babasının yüceliğini ve enginliğini fark etmesi gibi ve babası onun için hazırladığı hazineyi oğluna gösterir. Şöyle yazdığı gibi: “Sevgili oğlum Efrayim, onun hakkında her konuşmam sevgiyle ve onu hep içtenlikle anıyorum: tüm içim onun için sızlar ve Yaratan der ki elbette ona merhametim olacak (Jeremiah 31, 19)”.
 
Bu sözleri dikkatli okuyun ve Yaratan’ın güzelliklerinin ve her türlü yüceliğinin bütünlük hissi olanlar tarafından nasıl hissedilip fark edildiğini öğrenin ve Onun yaratılanlar için hazırladıklarını ve onlara nasıl bir babanın oğluna sevgiyle yaklaştığı gibi yaklaştığını görün. Bu konuyu daha da derinlemesine açmamıza gerek yok, sadece Onun mutluluğu ve tatminliği için ve bütünlüğü hissedenler için, tün dünyaları hem aşağıdakiler hem de yukarıdakileri yaratmasına değen bir davranıştı.
 
34) Yaratılanlarını yukarıda anlatılan yüceliğe getirmeye hazırlamak için Yaratan birbirini doğurup geliştiren dört safha düşündü. Bunlara: “cansız, bitkisel, hayvansal ve konuşan” ve elbette bunlar üst dünyaların alma arzusu olarak ayrıldığı dört safha. Alma arzusunun büyük bir kısmı dördüncü safhada, hepsinin birden materyalleşmesi imkânsızdır, ama kendisinden önceki üç safha onu aşamalı olarak açar ve geliştirir, ta ki formu tamamlanana kadar.
 
35) Alma arzusunun ilk safhası, cansız seviye, alma arzusunun fiziksel materyal olarak dünyamızda ilk oluşumu, cansız seviyenin tümünü dâhil eden genel bir hareket vardır. Ancak ayrıntılarda bu hareketler bariz değildir. Bunun nedeni alma arzusunun hareket etme ihtiyacı olmasıdır ki ihtiyacı olanı edinebilsin. Alma arzusu küçük olduğundan tüm cansız seviyeyi birden kontrol eder ancak ayrıntılar üzerindeki gücü farkedilemezdir.
 
36) Bitkisel bu seviyeye eklenir ve alma arzusunun ikinci safhasıdır. Alma arzusunun boyutu cansız seviyeden daha büyüktür ve alma arzusu o kategoride bulunan tüm ayrıntıları kontrol eder, çünkü her ayrıntının kişisel hareketi vardır, yukarı ve yanlara güneşin ışığına doğru hareket ederler. Her birinde yemek, içmek ve atıkların ihraç edilmesi her biri tarafından anlaşılır. Ancak hala bağımsızlık ve bireysellik hissi her birinde eksiktir.
 
37) Bunun üzerine hayvansal kategori gelir, bu alma arzusunun üçüncü safhasıdır. Ölçüsü büyük bir dereceye kadar tamamlanmıştır, zira bu alma arzusu her birinde bağımsızlık hissi yaratmaktadır ve her biri için ayrı bir hayat hissi verir. Ancak henüz başkalarını hissetme durumu yoktur, yani başkalarının acı ve mutluluklarına vs paydaş olabilecek hazırlıkları yoktur.
 
38) Hepsinin üzerine insan gelir, bu alma arzusunun dördüncü safhasıdır. Bu son bütün ölçüdür ve alma arzusu diğerlerini hissedebilmeyi dâhil eder. Eğer üçüncü safhadaki alma arzusu ile dördüncü safhadaki alma arzusu arasındaki farkı tam olarak bilmek istiyorsanız size şöyle söyleyebilirim ki bir varlığın tüm evrene bedel olduğudur. Zira hayvansal seviyedeki alma arzusu diğerlerini hissedebilme yeteneğinden mahrumdur, sadece ihtiyaçlarını ve arzularını sadece kendi içinde var olduğu şekilde üretebilir.
 
Ama insan, diğerlerini hissedebilir, başkalarının sahip olduğu şeylerede ihtiyaç geliştirir ve başkalarının sahip olduklarına da sahip olmak için kıskançlık duygusuyla doludur. Belli bir payı aldıktan sonra, bu payı iki katına çıkartmak ister bu yüzden ihtiyaçları sürekli artar ta ki tüm dünyayı yutmak isteyene kadar.
 
39) Yaratan’ın arzusunun yaratılan varlıklara ihsan etmek ve yaratılanların O’nun özelliğini ve yüceliğini bilmeleri ve hazırladığı tüm haz ve mutluluğu almaları için olduğunu anlattık, şöyle yazdığı gibi: “Efraim benim sevgili oğlum, değerli evladım (Jeremiah 31, 19)”. Net olarak görüyoruz ki ne kadar ışıkla parlasalar bile, bu dünya, ay veya güneş gibi yaratılan büyük şeyler için değil ve bitkiler ya da hayvanlar için de değil çünkü onlar başkalarını hissedemezler kendi türlerine ait olanları bile. Bu yüzden Tanrısal olan O’nun ihsanı nasıl onlar için olabilir ki?
 
Adam kendi başına, kendi türünden olan diğerlerini hissedebilmek için hazırlandıktan sonra, manevi çalışma ve ıslahı ile ilgilenerek alma arzusunu ihsan etmeye çevirerek Yaratanıyla form eşitliğine gelir. Sonrasında kendisi için üst dünyalarda hazırlanan dereceleri, NRNHY olarak adlandırılan, dereceleri edinir ve bununla birlikte yaratılışın düşüncesini edinmeye layık olur. Ne de olsa dünyaların yaratılmasındaki niyet sadece insan için olmasıdır.
 
40) Biliyorum ki bazı felsefeciler için bu kabul edilemez bir şey. Zira onlar için insan alçak ve değersiz bir varlık olarak muazzam yaratılışın merkezi olamaz. Ancak onlar bir turpun içinde doğmuş kurt gibidirler ve Yaratan’ın dünyasının turpun içi kadar acı ve karanlık olduğunu sanırlar. Ancak turpun dışına çıkar çıkmaz hayret eder ve der ki: “Ben tüm dünyayı içinde yaşadığım turp sanıyordum ve şimdi önümde muazzam güzellikler içeren bir dünya görüyorum!”
 
Bu kendi için alma arzusu doğasında doğup da alma arzusunun kabuğu içinde hayatını yaşayanlarla aynı durumdur zira şifa olarak bilinen Islah ve Işığın tadını tadıp bu kabuğu kırarak Yaratan’a ihsan etmeye gelebilirler. Elbette kişi hayatının boş ve değersiz olduğunu önce tayin etmelidir, zira alma arzusunda hayat gerçekten böyledir ve bu muazzam evrenin kendisi için yaratıldığını idrak edemez.
 
Elbette eğer tüm saflıklarıyla Yaratan’a memnunluk getirmek niyetiyle Işık ve Islah ile ilgilenseydiler ve içinde doğdukları alma arzusunun kabuğunu kırmaya çalışsalardı gözleri hemen açılır ve ihsan edebilmeyi edinirlerdi ve gözleri tüm güzellikleri ve hazları kelimelerin tarif edemeyeceği boyutta erdemliğin ve idrakin berraklığıyla onlar için hazırlanan manevi dünyaları görürdü. O zaman kendileri de edinmiş atalarımız gibi şöyle delerdi: “İyi bir misafir ne der? Ev sahibi yaptığı her şeyi sadece benim için yapmış.”
 
41) Hala Yaratan’ın yarattığı tüm o üst dünyalara insanın neden ihtiyaç duyabileceğini netleştirmek gerekmektedir. İnsanın bu dünyalara ne ihtiyacı olabilir ki? Dünya denilen realitenin genel olarak beşe ayrıldığını aklınızda bulundurun: Adam Kadmon, Atzilut, Beria, Yetzira, Assiya. Elbette her birinde sonsuz detaylar vardır ve bunlara beş Sefirot denir – Keter, Hohma, Bina, Tiferet, Malhut. Zira Adam Kadmon dünyası Keter, Atzilut dünyası Hohma, Beria dünyası Bina ve Yetzira Tiferet ve son olarak Assiya Malhut olarak bilinir.
 
Bu beş dünyanın içinde kıyafetlenen Işıklara da YHNRN denir, Adam Kadmon dünyasında Yehida Işığı yansır, Haya Işığı Atzilut dünyasında yansır, Neşama Işığı Beria dünyasında, Ruah Işığı Yetzira ve Nefeş Işığı da Assiya dünyasında yansır.
 
Tüm bu dünyalar ve içlerindeki her şey kutsal isim olan Yod Hey Vav Hey adında dâhildir ve Yod harfinin ucu. İlk dünya olan Adam Kadmon’da hiç bir algımız yoktur. Bu yüzden Yod harfinin ucu bunu ifade eder, bu yüzden bundan bahsetmeyiz ve sadece dört dünya olan ABYA dünyalarından bahsederiz. Yod harfi Atzilut, Hey harfi Beria, Vav harfi Yetzira ve alt Hey ise Assiya.
 
42) Şimdi tüm maneviyatın beş dünyada dâhil olduğunu ve sonsuzluktan bu dünyaya geldiğini açıkladık. Şöyle ki her biri diğerini içinde barındırır ve her dünyanın içinde beş dünya vardır, beş Sefirot – Keter, Hohma, Bina, Tiferet, Malhut, beş Işık – NRNHY kıyafetlenir, her biri beş dünyaya tekabül eder.
 
Beş Sefirot KHBTM dışında her dünyada dört manevi kategori vardır – Cansız, Bitkisel, Hayvansal, Konuşan – ve insanın ruhu konuşan derece olarak kabul edilir ve hayvansal seviye o dünyanın melekleri olarak kabul edilir. Bitkisel kategori kıyafetler olarak bilinir ve Cansız seviye ise odalar. Her biri diğeri üzerine kıyafetlenir – Konuşan seviye insanların ruhudur ve beş tanrısal Sefirot’ta kıyafetlenir – KHBTM. Hayvansal, melekler ruhları kıyafetlendirir, bitkisel seviye kıyafetlerdir ve melekleri kıyafetlendirir ve Cansız seviye – odalardır ve hepsinin etrafında döner.
 
Kıyafetlenme birbirlerine hizmet edip etraflarında yer alıyorlar demektir, tıpkı fiziksel Cansız, Bitkisel, Hayvansal ve bu dünyanın Konuşan seviyeleri için dediğimiz gibi ve Cansız, Bitkisel ve Hayvansal seviyeler bağımsız oluşmadı sadece dördüncü kategori olan adam gelişip onlar vasıtasıyla yücelsin diye varlar. Bu yüzden tüm amaçları insana hizmet etmek ve faydalı olmaktır.
 
Tüm manevi dünyalarda da böyledir. Üç kategori – Cansız, Bitkisel, Hayvansal – o dünyada sadece o dünyadaki Konuşan seviye olan insan ruhuna hizmet edip faydalı olmak için geliştirildiler. Bu yüzden hepsi insanın ruhu üzerine kıyafetlenirler yani ona hizmet ederler.
 
43) İnsan doğar doğmaz kutsal bir ruh alır. Ancak bu bu esas bir ruh değildir, arkası olarak bilinir, yani son kategorisi ve küçüklüğünden dolayı bilinen “nokta.” Bu nokta kişinin kalbinde kıyafetlenir yani alma arzusunda ve alma arzusu adamın kalbidir.
 
Bu kuralı bilin çünkü genelde realite bulacağınız her şeyi, en küçük parçayı bile, tüm dünyalarda da bulacaksınız. Tıpkı realitede beş dünyanın olduğu gibi, bunlar beş Sefirot KHBTM, her dünyanın en ufak parçasında da beş Sefirot KHBTM bulunur.
 
Bu dünyanın Cansız, Bitkisel, Hayvansal ve Konuşan (CBHK) olarak ayrıldığını söylemiştik. Bu dört seviye dört Sefirot HBTM’a denk gelir. Cansız – Malhut, Bitkisel – Tiferet, Hayvansal – Bina, Konuşan – Hohma ve hepsinin kökü Keter’e karşılıktır. Elbette CBHK’da ki en küçük varlığın iç kategorilerinde bile CBHK seviyeleri vardır, şöyle ki bir kişide bile CBHK vardır ki bunlar kişinin alma arzusunun dört seviyesidir ve kutsal olan o nokta orada kıyafetlenir.
 
44) On üç yaşından öncesine kadar kalpteki noktasını fark etmek mümkün değildir. Ama on üç yaşından sonra Işık (Manevi Çalışma) ve Islah (Niteliği İhsan Etmeye çevirmek) ile hiç bir niyeti olmadan bile ilgilenmeye başlasa, yani ne sevgi ne de korku hissi olmadan ki Kral’a hizmet eden birisinde bunlar olmalı, hatta Lo Lişma (O’nun rızası için değil) bile çalışsa, kalpteki nokta büyür ve eylemini ifşa eder.
 
Mitzvot’un (Sevaplar, Islahlar) yöne ihtiyaçları yoktur ve niyetsiz olsalar bile alma arzusunu ıslah edebilir ama sadece ilk derece olan Cansız seviyede. İçindeki cansız seviyeyi arındırdığı kadarıyla kalpteki noktanın altı yüz on üç organını inşa eder ve buna Tanrısal Nefeş’in Cansız seviyes denir, bu organlardan iki yüz kırk sekiz tanesi eylemle yapılan sevaplar (ıslahlar) olarak bilinir ve üç yüz altmış beş manevi bağlantı ve eklemleri ise pasif sevaplar olan yapılması yasak olan sevaplardır ve bunlar tutulunca Tanrısal Nefeş’in bütün bir Partzuf’u (manevi yüz) olur. O zaman Nefeş yükselir ve manevi Assiya dünyasına yükselerek Malhut’u kıyafetlendirir.
 
Cansız, Bitkisel ve Hayvansal seviyelerin tüm manevi parçaları Assiya’nın MalhutNefeş Partzufuna hizmet ve yardım eder, şöyleki ruhun eğittiği kadarıyla. Bu manevi nosyonlar manevi besin olurlar ve büyüyüp çoğalması için güç verir, ta ki Assiya’nın Malhut sefirasının tüm ışığını arzulanan tüm mükemmellikle insanın bedenine çekip aydınlatana kadar. Bu bütün Işık kişiye Manevi Çalışmasında ve Islahında ilerlemesi için yardımcı olur ve diğer dereceleri edinmesini sağlar. Sefirasına tekabul etmektedir ve oraya yükselen insanın
 
Söylediğimiz gibi, insanın bedeni doğar doğmaz, Nefeş Işığı’nın bir noktası içinde doğup kıyafetlenir ki Tanrısal olan Nefeş’in Partzuf’u kişide doğduğu zaman o nokta orada bulunsun ve onunla bir üst derecede doğar, yani Assiya dünyasının Ruah Işığı’nın son derecesi ve Nefeş Partzufunda kıyafetlenir.
 
Her derecede böyledir. Yeni doğan her dereceyle, bir sonraki derecenin son derecesi yüksekliğiyle ortaya çıkar. Zira bu üst ve alt arasındaki bağlantı noktasıdır ta ki merdivenin son derecesine kadar. Sadece o üst seviyenin noktasından bir sonraki dereceye çıkabilir.
 
45) Yukarıda anlatılan Nefeş Işığı, Tanrısal Assiya dünyasının cansız seviyesinin Işığı olarak bilinir. Bu insanın bedenindeki alma arzusunun arı cansız seviyesine denk gelir. Maneviyatta dünyamızdaki Cansız seviye gibi aydınlatır, şöyleki parçaları bağımsız hareket etmez, tüm parçaları aynı şekilde saran genel bir hareket vardır. Assiya’nın Nefeş Partzufunun Işığıyla da aynı şekildedir, altıyüzonüç organı olmasına rağmen ki bu organlar ışığı almanın formlarıdır ve değişimler bariz değildir sadece tüm parçaların hepsini ayırt etmeden eşit şekilde saran genel bir ışık vardır.
 
46) Unutmayınız ki Sefirot (Sefiralar) Tanrısaldır ve Adam Kadmon dünyasında ki Keter’den Assiya dünyasındaki Malhut’a kadar aralarında bir fark olmamasına rağmen, algılayan açısında aralarında çok büyük fark vardır. Zira Sefirot ışıklar ve kablar olarak bilinir. Sefirot içindeki Işık ise saf Tanrısallık olarak bilinir. Ancak alt dünyaların her birinde KHBTM olarak adlandırılan kablar – Beria, Yetzira, Assiya, Tanrısal değillerdir. Onlar daha ziyade içlerinde sonsuzluğun Işığını gizleyen örtülerdir ve alıcılara belli ölçüde arılık derecelerine göre aktarırlar.
 
Bu açıdan, Işık bir olmasına rağmen, hala Işıkları Sefirot’da NRNHY olarak adlandırıyoruz çünkü Işık kabların niteliklerine göre ayrılır. Malhut, en bayağ olarak bilinir ve Sonsuzluğun Işığını tümüyle gizler. Alıcılara aktarabileceği Işık sadece insanın cansız bedeni olarak bilinen kısmın ıslahı için yeterli olan ışıktır. Buna Nefeş denir.
 
Tiferet kabı Malhut kabından arıdır ve Sonsuzluktan aktardığı ışık insanın bitkisel seviyedeki bedeninin arınmasına denk gelir çünkü orada Nefeş ışığından daha fazla ışık aktiftir. Bu ışığa Ruah denir.
 
Bina kabı, Tiferet kabından daha arıdır ve ilettiği Işık insanın bedeninin hayvansal seviyesini arındırmasına denk gelir ve adı Neşama ışığıdır.
 
Kabların en arı olanı Hohma’dır. İlettiği ışık insanın bedeninin konuşan seviyesini arındırmak içindir. Bu ışığın adı Haya’dır ve yapabileceklerinin ölçüsü yoktur.
 
Yazar: Michael Laitman
 
 
Kaynak: www.kabala.info.tr
 
 
== Zohar'i Aciklamak ==
Zohar’ı Açıklamak
 
 
 
Kabalist Haya’nın Vizyonu
 
 
 
Zohar hayata yeni bir perspektif getirir: çektiğimiz tüm acılar, sıkıntılar ve ıstıraplar sadece kişisel kusurlarımızın farkına varmak içindir. Bütünlüğün algılandığı bir realite seviyesine yükselmek için içselliği dışsallığa tercih etmemiz gerekir, bu yüzden Kabala ilmini hayatımıza entegre etmenin fırsatlarını bulmamız gerekir. Bunu yaparsak, yükseliriz, tıpkı Kabalist Haya gibi, yüksek manevi bir seviyeye, gerçekten içinde yaşadığımız realiteye. Bu koşulda bizden önceki Kabalistler gibi oluruz ve tüm ruhların bir olduğu mükemmelliği keşfederiz.
 
 
 
Manevi dünyada var olabilmek için, ruhun nitelikleri Yaratan’ın niteliklerine eşit olmalıdır. Bunun olabilmesi için, ruh sevgi ve ihsan etme niteliğini geliştirmelidir. O yüzden kendisini ıslah etmemiş bir ruha gitmesi söylenir, fiziksel dünyanın algısına, fiziksel bir bedende yeniden doğmaya, büyümeye ve kendi başına ayakta durmaya ki hangi yolu seçeceğine karar versin.
 
 
 
Zohar derki güzel bir hayat yaşamak için, egoizmimizin üzerine çıkmayı bu dünyada yaşarken öğrenmemiz ve Yaratan’ın doğasını edinmemiz lazım, sevgi ve ihsan etmek. Birbirimizi sevmeyi öğrendiğimiz zaman, daha yüce bir var oluş seviyesine yükseliriz ve Yaratan’a benzeriz.
 
 
 
Zohar en gizemli olanıdır, aynı zamanda Kabala’da ki en önemli kitap. Son zamanlarda giderek netleşen şu ki Zohar, 18 yüz yıl önce yazılmıştır ve bizim zamanımız için hazırlanmıştır. Kabalist Yehuda Aşlag (Baal HaSulam) tekrar bizlere bu kitabı açtı ve kalbimizin uzun zaman önce unuttuğunu uyandırdı.
 
 
 
Yazar: Michael Laitman
 
Kaynak: www.kabala.info.tr
 
== Kaynak ==
"https://tr.wikipedia.org/wiki/Zohar" sayfasından alınmıştır