Franz Brentano: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Khutuck Bot (mesaj | katkılar)
k Bot: Kozmetik değişiklikler
Khutuck Bot (mesaj | katkılar)
k Bot: Otomatik yazım düzeltme
35. satır:
Brentano’ya göre bütün zihinsel fenomenler, “fiziksel fenomenler için sadece dışsal algı olanaklı iken onlar sadece içsel bilinçte algılanır” olmakta ortaktırlar (''Psychology'', 91). Yine Brentano’ya göre, bu iki algı biçiminden ikincisi, doğru olana ilişkin yanılmaz bir tanıklık sunar. Algı için kullanılan Almanca sözcüğün (''Wahrnehmung'') düz çevirisi “doğru-saymak” anlamına geldiği için, Brentano bunun dar/titiz anlamıyla yegane algı türü olduğunu söyler. İçsel algının içsel gözlemle birbirine karıştırılamaması gerektiğini belirtir, yani içsel algı, diğer bir zihinsel edime yönelmiş ve ona eşlik eden ikinci bir üst-mertebe edim gibi anlaşılmamalıdır. Burada söz konusu olan şey, içsel algının bu ilk edimle iç içe geçmiş olmasıdır: her edim öncelikle bir nesneye dönük olmakla birlikte ikincil bir nesne olarak ''ilineksel biçimde'' kendi kendisine de dönüktür. Bunun bir sonucu olarak, Brentano bilinçsiz ya da bilinçdışı zihinsel edimlerin olabileceği fikrini reddeder: her zihinsel edim ikincil bir nesne olarak kendi kendisine ilineksel biçimde dönük olduğu için, gerçekleşen her zihinsel edimin kendiliğinden farkındayızdır. Bununla beraber, farklı derecelerde yoğunluğa sahip edimlerimiz olabileceğini kabul eder. İlave olarak, nesnenin sunuluşundaki yoğunluğun derecesi ile, ikincil nesnenin, yani edimin kendisinin sunuluşundaki yoğunluğun derecesi birbirine eşittir. Bu sebeple, eğer çok düşük yoğunlukta bir zihinsel edime sahipsek, bu edime ilişkin ikincil bilincimiz de çok düşük bir yoğunlukta olacaktır. Buradan kalkarak Brentano, gerçekte ancak bilinçli ve çok düşük yoğunlukta bir zihinsel edim sahibi olduğumuz halde, bazen bilinçdışı bir zihinsel edime sahip olduğumuzu söylemeye meylettiğimiz sonucuna varır.
 
Brentano’ya göre bilinç, daima bir birlik biçimindedir. Bir dizi fiziksel fenomeni aynı anda algılamamız mümkün iken, belirli bir zaman anında ancak tek bir zihinsel fenomeni algılayabiliriz. Birden fazla zihinsel edime aynı anda sahip olduğumuz gibi göründüğü durumlarda, mesela bir yudum kırmızı şarabın tadına bakarken aynı sırada bir melodiyi dinliyor ve pencereden görünen güzel manzaranın keyfini çıkarıyor olduğumuz bir durumda, tüm bu zihinsel fenomenlerin hepsi tek birisinin içinde erirler, ortak bir bütünün kısımları haline gelirler.Eğer bu kısımlardan biri bu süre içinde sona ererse, mesela ben içkimi yuttuğum ve gözlerimi kapadığım ama müziği dinlemeye devam ettiğim durumda olduğu gibi, ortak bütün yine varolmaya devam eder. Brentano’nun bilincin birliğine dair görüşleri, yukarıda açıklandığı üzere, içsel gözlemin tamamen imkansızimkânsız olmasını içerir; yani bizler bir diğer zihinsel edime yönelmiş ve ona eşlik eden bir ikinci zihinsel edime sahip olamayız. Kişi daha önce sahip olmuş bulunduğu diğer bir zihinsel edimi hatırlayabilir ya da gelecekteki zihinsel edimleri tahmin edebilir/umabilir, ama bilincin birliğinden ötürü, biri diğerine yönelmiş iki tane zihinsel edime aynı anda sahip olamaz.
 
Brentano bizim aynı nesneye farklı biçimlerde yönelmiş olabileceğimizi belirtir ve buna uygun olarak zihinsel fenomenlerin üç türünü ayırt eder: sunumlar, yargılar ve aşk ile nefret fenomenleri. Yine de bunlar üç ayrı/kopuk sınıf değildir. Sunumlar edimlerin en temel türüdür; ister hayal ediyor olalım ister görüyor, hatırlıyor veya isterse beklenti içinde olalım, bir nesneye yönelmiş olduğumuz her durumda bir sunuma sahibizdir. Brentano kendi ''Psychology''’sinde, iki sunumun, ancak yönelmiş oldukları nesne bakımından ayrı olabileceklerini kabul etmişti. Bununla beraber, daha sonra bu görüşünü değiştirdi, ve mesela zamansal kipler gibi çeşitli kipler bakımından da ayrı olabileceklerini savundu. Diğer iki kategori olan yargılar ve aşk ile nefret fenomenleri, sunumların üzerinde temellenirler. Bir yargıda bizler, bize sunulan nesnenin varlığını onaylar veya reddederiz. Dolayısıyla, bir yargı, bir sunuma ilave olarak kabul veya redde ilişkin bir niteliksel kipten ibarettir. Brentano’nun “aşk ve nefret fenomenleri” diye adlandırdığı üçüncü kategori, duyguları, hisleri, arzuları ve irade edimlerini içerir. Bu edimlerde bir nesneye yönelik olumlu veya olumsuz hisler içinde oluruz.
52. satır:
Yönelimsellik-tezine dair Brentano’nun başlangıçtaki formülasyonu, yönelimsel nesnenin ontolojik statüsüne ilişkin bu sorunları ele almaz. Brentano’nun öğrencileri içinde, bu zorlukların üstesinden gelmeye yönelik ilk girişim, edimin içeriği ile nesnesi arasında bir ayrıma giden Twardowski’den gelmiştir, ki bunlardan ilki (yani içerik) edime içkindir, ikincisi (yani nesne) ise değildir. Bu ayrım Brentano Okulunun diğer üyelerini de derinden etkilemiştir; özellikle de yönelimsellik kavramını en merkeze alan ikisini, Meinong ve Husserl’i.
 
Meinong’un nesneler kuramı, en iyi, Brentano’nun anlatımındaki ontolojik güçlüklere karşı bir tepki olarak anlaşılabilir. İçkin bir içerik kavramını onaylamak yerine Meinong, yönelimsel ilişkinin daima zihinsel edim ile bir nesne arasında bir ilişki olduğunu savunur. Kimi durumlarda yönelimsel nesne mevcut değildir, ama böyle durumlarda bile zihinsel edime dışsal olan ve bizim kendisine yöneldiğimiz bir nesne vardır. Meinong’a göre namevcut nesneler bile belli bir anlamda gerçektirler. Onlara yönelimsel bir tarzda dönük olabildiğimiz için, onların bir şekilde var olmaları gerekir. Bu tarz varolan nesnelerin hepsi mevcut değildir/var değildir, onların bir kısmı hatta hiç var olmazlar, zira varlıkları birer mantıksal imkansızlıktırimkânsızlıktır, yuvarlak kareler gibi. Yönelimsellik kavramı bundan başka, Husserlci fenomenoloji içinde de merkezi bir rol oynamıştır. Bununla beraber, kendi fenomenolojik indirgeme yöntemini uygulamak suretiyle Husserl, ‘noema’ kavramını gündeme getirerek dönüklük/yöneliklik (''directedness'') sorununu ele alır ki bu kavramın Frege’deki ‘duyum’ (''sense'') kavramına benzer bir işlevi vardır.
 
Brentano, öğrencilerinin bu zorlukları çözmek için yaptığı bu girişimlere pek ilgi göstermedi, bilhassa da onların temel aldıkları ontolojik varsayımlarını reddetmesi sebebiyle. Asla yönelimsel nesnenin edime içkin olduğunu söylemek gibi bir niyeti bulunmadığını belirtmek konusunda acele davrandı. Brentano kendi konumuna dair bu yorumun açıkça saçma olduğunu düşündü, çünkü “bir adamın bir ''ens rationis''’e evlenme teklif edip de bu sözünü gerçek bir kişi ile evlenmek suretiyle yerine getirdiğini söylemek aşırı derecede çelişkili” olacaktır (''Psychology'', 385). Bu yüzden, yönelimselliği ilişkinin istisnai bir biçimi olarak görmeyi önerdi. Bir zihinsel edim, bir nesne ile sıradan bir ilişki içinde değildir, ama bir yarı-ilişki (''quasi-relation'' - ''Relativliches'') içindedir. Bir ilişkinin mevcut olabilmesi için, ilişkiye girenlerin ikisinin de mevcut olmaları gerekir. Ancak ve ancak, eğer ''a'' ve ''b'' diye iki kişi mevcutsa (ve ''a'' gerçekten de ''b''’den uzunsa), bir ''a'' kişisi bir ''b'' kişisinden uzun olabilir. Brentano, bunun yönelimsel yarı-ilişki için sağlanmadığını varsayar. Bir zihinsel fenomen bir nesne ile, onun mevcut olup olmamasından bağımsız bir şekilde, bir yarı-ilişki içinde olabilir. O halde, zihinsel edimler Paris gibi mevcut nesnelerle olduğu kadar, Altın Dağ gibi namevcut nesnelerle de bir yarı-ilişki içine girebilirler. Brentano’nun sonraki açıklamalarının, yönelimsel nesnenin ontolojik statüsüne ilişkin soruna bir çözüm getirebildiğini söylemek güçtür. Daha çok, bu zorlukları yeniden formüle eden yeni bir terim öne sürdüğü söylenebilir.
"https://tr.wikipedia.org/wiki/Franz_Brentano" sayfasından alınmıştır