Sovyetler Birliği'nde kolektivizasyon: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Takabeg (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
Charismaniac (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
1. satır:
{{Eksik}}
[[Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği|Sovyetler Birliği]] kollektivizasyon politikasıdır. [[1928]] ve [[1933]] yılları arasında{{fact}}; kollektif çiftliklerde ve devlet çiftliklerinde toprak ve emeği güçlendirmek için yapılan çalışmalardır.
 
Stalin'in sıkı denetimi altında olan yeni parti liderliğinin 1928-1929'da başlattığı Kollektivizasyon, aşırı hızlı sanayileşmeden iba­ret olsaydı bile görülmemiş bir olay olurdu. Ama bu muazzam ekonomik hamle tahıl tedarikinin giderek zorlaştığı bir sırada gerçekleşti. Dahası, tarımda da bu kadar köklü bir yeniden yapılanmaya girişilmedikçe sanayileşmenin tehdit altında oldu­ğu düşünülüyordu. Sınai yöntemlerin tarıma uygulanmasıyla sanayide olduğu gibi tarımda da büyük bir atılım gerçekleşece­ğine inanılıyordu. Tarımın sanayileşmesi kırsal ekonomide devrim yapmanın en kestirme yolu olarak görülüyordu. Maki­neler bir kez sabanların (bazı durumlarda kara sabanın) yerini alınca, hızla göz kamaştırıcı sonuçlar alınmaya başlayacaktı. <ref> ''Sotsialistiçeskoe Zemledelie'' ("Sosyalist Tarım"), 10 Ağustos 1940. 90</ref>
 
1939 sonuna gelindiğinde [[kalhoz]] üyelerinin (kalhozniki) sayısı 29 milyondu, bu da çalışan nüfusun % 46,1'ine denk geliyordu. Bunlara, savhozlarda (devlete ait tarım işletmeleri) ve benzer tarımsal işletmelerde çalışan 1.760.000 kişi ile Makine Traktör İstasyonlarında (MTS) görevli 530.000 çalı­şanı da eklememiz gerekir. Ne var ki tarımın toplumsal yapı­sı ve üretim sistemi, işçilerin önceden mevcut bir fabrika ve iş sistemine dâhil oldukları sanayiden çok farklıydı. Tarımın üreticilerin rızasını almadan, zorlayıcı bir bürokratik kararla "yeniden yapılandırılması" muazzam bir köylü kitlesinin mülksüzleşmesiyle sonuçlandı. Bu politikanın öngörülmeyen sonuçları Sovyet tarımı ve devleti üzerinde son güne kadar ağırlığını hissettirecekti. Bir tarım dergisinde yayımlanan başyazı çok önemli bir sendroma işaret eder. Rostov yönetim birimindeki Matveyeva- Kurganskiy MTS'sinin sekreteri Yoldaş Krivtsov bu yazıda traktör tugayları arasında yeterli siyasi çalışma yapmamakla eleştiriliyordu. Siyasi çalışma olmadan hasat kampanyasında başarılı olunması imkânsızdı. Yazıdan, traktör sürücülerinin kendileri için hazırlanan gazeteleri okumadıkları, hükümet kararnamelerinden bihaber oldukları ve normları tutturmaları halinde hasadın ilk on beş yirmi gününde çift maaş almaya hak kazandıklarını bilmedikleri anlaşılmaktadır.<ref>Sovyet Yüzyılı, Moshe Levin, İletişim Yayınları / Tarih Dizisi</ref>
 
Dergi, Merkez Komite Sekreteri Andreyev'in XVIII. Parti Kongresi'ndeki konuşmasında, tarımın kendi imkânlarıyla ayakta kalabileceğine inananlara yaptığı uyarıyı herkese duyur­maya çalışıyordu. Andreyev haklıydı: "Devletleştirilen" tarımın ajitasyon ve propagandadan ibaret olmayan yoğun bir siyasi müdahale olmaksızın doğru düzgün işlemesi mümkün değildi. Ona göre, izlenecek politika üreticilere güçlü bir baskı uygula­maya hazır olmayı da gerektiriyordu. Bir bakanlık icra edilecek kararlar çıkararak birimlerini nasıl yönetiyorsa, tarım da aynen öyle, yerel devlet ve parti organları tarafından yönetilmeliydi. Bu, Tarım Komiserliğinin tek tek kalhozlara ya da savhozlara varana dek her düzeyde, devlet ve partinin de komiserlik üze­rinde baskı uygulaması ve parti, polis ve yerel mülkî idare aracı­lığıyla üreticilere doğrudan baskı yapılması demek oluyordu.
 
Bunun bir yolu, tek tek her ilçede tarımsal üretimin aşama­ları için merkez tarafından hazırlanan ya da onaylanan ayrıntı­lı planların oluşturulmasından geçiyordu. Devletin yürüttüğü bir kampanya gibi görülen mevsimlik çalışmaları denetlemek için, yığınla görevlinin, kaç defa gerekiyorsa o kadar, çekirge sürüleri misali ilçeleri ve kalhozları istila etmesi gerekiyordu. Harman dövme aşamasına özel bir önem veriliyordu: Bu kritik aşamada, daha köylüler kendi paylarını almadan, devletin tahıl payını toplamak için devlet görevlileri ve özel ekipler gönderiliyordu. Beklenen hasadı değerlendirmek için oluştu­rulan özel komisyonlar piramidinin tutumu daha da kalleş- çeydi; bunlar, bir sonraki hasadın büyüklüğünü önceden "ilan etmek" ve köylüleri bu şişirilmiş tahminlere göre vergilendir­mek için sık sık istatistik hilelerine başvuruyordu. Biriken bütün bu baskılar, toprağı dürüstçe işleme şevkini kırıyor ve köylünün toprağa ve tarla işlerine olan doğal bağlılığının zayıflamasına, hatta yok olmasına yol açıyordu. Köylüler artık enerjilerinin büyük kısmını kendi küçük tarlalarına saklama eğilimindeydiler. Bunlar olmasa sadece köylüler değil ülkenin tamamı açlıktan kırılırdı. Gülünç boyutlarına rağmen, bu tar­lalar kırsal kesimin ve kentlerin beslenmesinde hayati bir rol oynadı. Köylülerin kendilerini bir sınıf, köylerini varlığını sür­dürebilir cemaatler olarak korumak için ellerinde kalan tek şey buydu.
Yıllar sonra, Stalin sonrası dönemde ve tarımsal üretimi yeniden canlandırmayı amaçlayan pek çok reforma ve iyileş­meye rağmen, otuzlu yılların bu iradeci tarım politikasının mirası utandırıcı bir bedel ödetmeye devam ediyordu: Hâlâ önemli bir kırsal nüfusa sahip olmasına ve "kolektifler"in elin­deki uçsuz bucaksız tarlalara ve traktör filolarına rağmen, ülke ABD'den tahıl ithal etmek zorundaydı.
 
Sovyet tarımı, kontrolden çıkan bir modernleştirme girişi­minin dramatik bir örneğidir. Devlet kendisine, bütün tarımı tepeden yönetme görevini yüklemişti. Halkın büyük bölümü - köylülük- üretim görevlerini ayaklarını sürüyerek yerine geti­riyordu. Ve bu bile, kontrol, teşvik ve baskıyı bir arada kulla­nan dev bir mekanizmanın baskısıyla sağlanabiliyordu. Kalhoz sistemi birbiriyle bağdaşmaz ilkeler içeren melez bir yapıydı: Kalhoz, MTS ve özel tarla sıkıntılı bir şekilde bir ara­da var olmaya zorlanıyor, ama ne kooperatif, ne fabrika ne de özel tarım işletmesi olabiliyordu. "Kolektif' terimi tamamen isabetsizdi.
 
"Kolektivizasyon"un -ki hiçbir kolektifliği yoktu- devlet sistemi üzerinde de derin bir etkisi oldu. Daha önce de belirt­tiğimiz gibi, diktatörlükler çeşitli biçimlere ve renklere bürü­nür. SSCB örneğinde, rejim artık kendini, nüfusun büyük bölümünü o zamana kadar kendi rızasıyla yaptığı bir işi yap­maya zorlamak için gerekli olan muazzam bir cebir aygıtıyla donatmak zorundaydı.
 
Gene de, Sovyet tarımının bir üretim tarzı olarak yazgısı ne olursa olsun, bu yeni tarım yöntemleri Rusya'nın toplumsal manzarasında tarihsel bir dönüşüme yol açan süreçleri hızlan­dırdı. Binyıllık bir kırsal geçmişten yeni bir çağa geçiş yolunda büyük adımlar atılıyordu. Sınai-kentsel bileşen bütün hızıyla ilerliyor, kırsal bileşen ise durgunluğa ve çalkantılara rağmen ağırlığını koruyordu. Bir başka deyişle, geçiş sürecine, büyük ölçekli modern teknik-idari yapılar ile kendine özgü ritimleri ve ufkuyla toplumsal ve kültürel olarak hâlâ geleneksel bir yaşam süren kırsal bir toplumun patlamaya hazır terkibi dam­gasını vuruyordu.
 
Çarlık Rusyası benzer bir çelişki yaşamıştı. Mutlakıyetçi bir devletin egemen olduğu son derece kırsal bir ülkenin üzerin­den geçen güçlü kapitalist gelişme dalgaları, her türden den­gesizliği ve krizi de beraberinde getirmişti. Ne var ki SSCB örneğinde sanayileşme dalgaları daha da güçlüydü ve Çarlık Rusyası'nda olanların tersine, bu sürecin ipleri doğrudan, gücünün bilincinde dar bir lider grubu tarafından yönetilen, diriltilmiş, kararlı ve baskıya eğilimli bir devletin elindeydi. Gelişmekte olan bir sanayi toplumu ile köylülüğün tepkisi -ya da tepkisizliği- arasındaki çatışmayı ve bu karmaşık terkibin siyasi rejim üzerindeki etkisini kavramadan, 20. yüzyıl Rus ve Sovyet tarihinin izlediği seyri -1917, Leninizm, Stalinizm ve nihai çöküş- anlamak imkânsızdır.
 
0 halde, şunu bir kez daha tekrarlamamız gerekiyor: Rejim tarafından yüzlerce yıllık geleneklerinden vazgeçmeye zorla­nan ülkenin kırsal bileşeni, rejimi muazzam yönetim-baskı mekanizmasını daha da güçlendirmeye mecbur ederek, tabiri caizse, intikamını aldı. Bu mekanizma olmadan, rejim tarım-
 
dan pek bir şey alamazdı. Bunun, başta kentlerin "köyleşmesi" olmak üzere, aynı ölçüde belirleyici bir dizi başka sonucu oldu. İş arayan ya da kırsal kesimden kaçan köylülerin akını, kentlerin büyümesini rejim için büyük bir problem haline getirdi. Kentlere kaçış fiilen kitlesel bir kırsal göçtü. Kendileri­ni tehdit altında hissedenler için tedbir niteliğinde bir önlem, ya da zorla uzak bölgelere gönderilenlerin uğradığı zulmün bir sonucuydu. Kentlere göç, yeni kurulan kalhoz sisteminin henüz mevsimlik görevlerini yerine getiremeyecek kadar zayıf olduğu bir dönemde gerçekleşti.
 
Kentlere kaçanlar arasında binlerce traktör ve biçerdöver sürücüsü ile başka tarım uzmanları da vardı. Bunlar, hızlan­dırılmış eğitimlerini tamamladıktan sonra, hatta mesleki eği­timleri sırasında kentsel bir ortama kaçmayı tercih ettiler. Bu, insanların tutumlarını değiştirmek için maddi teşvikler kul­lanmanın iç çelişkisini yansıtıyordu: Devlet onları gidip tarla­larda çalışsınlar diye eğitiyor, ama onlar kente göçmeyi tercih ediyordu.
 
Toplumsal akışlarla ilgili veriler, kentlere ve kentlerin dışı­na doğru kaotik nüfus hareketleri, "kırsallaşan" kentleşme, kentsel yaşam tarzına ve zihniyetine damgasını vuran baraka kültürü, şantiyelerde ve kalhozlarda işgücüne uygulanan hoy­rat muamele: Bütün bunlar, özellikle de sonuncusu, bir başka olgu daha göz önünde tutularak değerlendirilmelidir. Şantiye­lerin ve işyerlerinin büyük miktarlarda işgücüne ihtiyaç duy­duğu bir sırada, yetkilileri ve fabrika yöneticilerini çaresizlik içinde bırakan yüksek bir işgücü devir hızı gözleniyordu. İşçi­ler fabrikalarını terk ediyorlardı; bu, barış döneminde bile firar sayılan bir eylemdi. Çoğunlukla genç olan bu insanlar yerel yönetimin desteği ve göz yummasıyla gidip doğduklan köylere saklanıyorlardı. Üst düzey yetkilileri bu olguya ve firarlara karşı baskıları yoğunlaştırmaya iten aynı nedenler, özellikle kırsal kesimde yerel yetkilileri, kalhozlara ya da savhozlara katılmak için fabrikalarından ya da başka zahmetli işlerden kaçan gençleri barındırmaya yöneltti. Daha şaşırtıcı ve daha az incelenmiş bir olgu da, mahkemelerin ve savcılara
 
olarak yaşanan bu çok önemli olay ve süreçler birbiriyle bağ­lantılıydı ve büyük bir karışıklık, hatta kaos ortamında birbiri­ni etkileyip eşine ender rastlanan bir hızda tarihsel değişimle­re yol açtı. Siyasi sistemin kendi girişimlerinin yansımaların­dan bağımsız olarak anlaşılamaması makuldür. Bir başka deyişle, bu çalkantıyı başlatan siyasi sistem bunun yarattığı sonuçlarca şekillendirildi ve ortaya çok özel türde bir dikta­törlük çıktı.
 
Dolayısıyla "siyasi sistem", daha özel olarak da devlet-parti kompleksi incelenirken toplumsal tarih göz ardı edilemez.
 
Tekuçka sözcüğü ("işgücünün kendiliğinden hareketliliği" şeklinde çevrilebilir) özellikle ilk yıllarda yaşanan bu çok yön­lü nüfus hareketlerinin boyutlarını özetlemeye yeter. Milyon­larca insan ülkeyi bir uçtan ötekine dolaşıyordu: Kentlere ya da büyük şantiyelere akm ediyor, ama bazen buralardan ayrılıyor; kırsal kesimden ve "gulak" olarak mülklerinden edilip sürülme tehdidinden kaçıyor; eğitim görmeye ya da yeni bir işe başla­maya gidiyor, sonra buraları aynı hızla terk ediyordu. Bu deği­şik tekuçka biçimleri, ülkenin dört bir yanında yollarda ya da trenlerde sürekli hareket halinde olan bir nüfusla, kontrol edil­mesi güç, muazzam bir toplumsal hareketlilik yaratıyordu.
 
İşte, durumun kritik olduğunun düşünülmesine yol açan arka plan buydu. Ülke içi pasaport ve prapiska (ikâmet izni almak için kentlerde karakollara kayıt yaptırma zorunluluğu) rejimin ülkede düzeni sağlamak için benimsediği yöntemler­den sadece ikisiydi. Rejim bir yandan her türlü idari ve baskıcı yönteme başvuruyor, öte yandan toplumsal ve ekonomik stra­tejiler deniyordu.
 
İlkel kentsel çevre planlaması, başlangıç aşamasında bu toplumsal istikrarsızlığın parçası ve önemli bir kaynağıydı. İstikrarın bir ölçüde sağlandığı sonraki yıllarda bile önemli bir sosyolojik özellik varlığını korudu: Kısmen kırsallaşmış kent­lere ilaveten, Stalin Rusyası'nda nüfusun % 67'si hâlâ kırsal kesimde yaşıyordu ve MTS'lerin traktörlerine rağmen kırsal kesimdeki çalışan nüfusun önemli bir kısmı hâlâ sanayi öncesi koşullarda faaliyet gösteriyordu. Yaşam ortamları, esas olarak,
 
bazen başka köylere komşu olan, ama çoğunlukla dağınık ve yalıtık, küçük veya orta büyüklükte köylerden oluşmaya devam ediyordu. Şüphesiz, çoğunluğu bazı step bölgelerinde ya da Kuzey Kafkasya'da olmak üzere daha büyük köyler var­dı, ama bunların sayısı çok daha azdı. Dahası, diğer köylerle paylaştıkları özellikler, bunları büyük kentlerden kesin olarak ayırıyordu. Cemaat içi toplumsal ilişkiler sistemini yöneten komşuluk ağları, ekonomik faaliyetin mevsimsel ritmi ve batıl inançların çok güçlü olduğu son derece dindar bir kültür, kır­sal nüfusun günlük yaşamı ve tutumu üzerinde güçlü bir etki­ye sahipti.
 
Bir kent kültürü yaratmak ve buna uyum sağlamak, uzun zamana yayılan bir süreçtir. İncelediğimiz bu kısa dönemde, bir yaşam tarzından diğerine geçiş, daha elverişli koşullar altında bile çok sarsıcı bir deneyim olurdu. Kentler, özellikle de büyük kentler ne kadar ilkel olurlarsa olsunlar, köyden yeni gelmiş insanlar için muazzam karmaşık bir dünya oluştu­ruyordu. Bu iki dünya arasındaki karşıtlığı anlatmak için tek bir örnek vermek yeterlidir: Büyük kentlerde icra edilen mes­lek sayısı 45.000'e yakınken, kırsal kesimde bu sayı 120'ydi.
 
Kent yaşamının en aşikâr ve zor yanı olan yiyecek ve konut sıkıntısı, köylü göçmenlerin kentsel-sınai dünyada karşılaş­tıkları güçlükleri daha da ağırlaştıracak bir kriz durumuna işaret ediyordu. Köyde herkes evinin, hayvanlarının ve hemen hepsini şahsen tanıdığı komşularının tanıdık dünya­sında yaşar ve bu tanıdıklık gerçek bir psikolojik ihtiyaç hali­ni alır. Buna karşılık, kentlerin anonim kalabalığı tanım gere­ği kolayca düşman olarak algılanır. Daha önce bahsettiğimiz diğer özellikler uyumu daha da güçleştiriyordu. Ayrıca, o yıl­larda Sovyet kentlerinde ağırlıkla gençler yaşıyordu ve bura­lara güvensizlik hâkimdi (kentlerde yaygın bir sorun oluştu­ran olguya "holiganizm" deniyordu). Ama bu, doğrudan köy­lerinden gelmiş gençlerin özümsenmesini kolaylaştırıyor ve bunlar büyüklerinin değerlerinden hızla uzaklaşıyordu.
 
Pek çok köylü için zor bir çevrenin tehditleriyle baş etmeni­nin tek yolu olabildiğince çok köy geleneğini korumaktı. Bu savunmacı tutum, Çarlık Rusyası'ndan miras kalan pek çok kentin kırsal karakterini tekrar canlandırarak, buralarda, Sov­yet kentleşmesinin sürekli bir özelliği olarak kalan melez bir ortam ve yaşam tarzını yeniden yarattı. O halde, artık açıklık kazanmış olması gereken bir noktayı bir kez daha vurgulama­mız gerekiyor: Stalin Rusyası 1941'de savaşa katıldığında, bu yola girmiş olsa bile, henüz önemli bir kentli sanayi ülkesi değildi. Modernleştirici devletinin biçimi de dâhil, sosyolojik ve kültürel pek çok açıdan kırsal geçmişinin bir uzantısıydı.
 
== Kaynakça ==
{{kaynakça}}
{{sovyet-taslak}}
[[Kategori:SSCB'de ziraat]]