Kategori:Türkçülük: Revizyonlar arasındaki fark

İçerik silindi İçerik eklendi
Takabeg (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
2. satır:
[[Kategori:Siyasi hareketler]]
[[Kategori:Türk milliyetçiliği]]
NİĞDE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTÜTÜSÜ BÜNYESİNDE YRD. DOÇ. DR. AYHAN DOĞAN'IN DANIŞMANLIĞINDA
CİHAN KARA TARAFINDAN HAZIRLANAN "EROL GÜNGÖR'DE MİLLİYETÇİLİK" ADLI MASTER TEZİNDEN ALINMIŞTIR.
 
Prof.Dr. Erol Güngör'e göre Cumhuriyet devrinin başlarında iktidarda bulunanlarla, onlara muhalefet eden milliyetçi aydınlar arasındaki anlaşmazlık, her iki grubun milliyetçiliği değişik şekillerde yorumlamaları ve uygulamalarından kaynaklanıyordu. Erol Güngör’e göre bu yorum farkı inkılapçıları şöven bir milliyetçilikten otarşi ve despotizme kadar götürmüş, bu kadro dışındaki milliyetçileri ise başlıca iki görüş etrafında toplamıştır:
Anadoluculuk ve Türkçülük. Her iki cereyan da kaynağını Gökalp’tan alıyordu. Ancak her iki taraf farklı fikir ve aksiyonlara sahipti. Türkçüler de Anadolucular da CHP inkılapçılarının Türk tarihini ve Türk milletini hem tarih öncesi çağlara kadar götürüp hem de Cumhuriyetle birlikte ortaya çıkmış gibi göstermelerine karşı çıkıyorlardı. İnkılapçılar Türk milletini İslam medeniyeti dairesinden çıkarmak ve Batı’ya bağlamak maksadıyla tezatlarla dolu bir tarih tezi ortaya atmışlar, Türklerin İslam’a girmelerinden Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar olan devreyi karanlık bir fetret devri olarak göstermişlerdi. Türkçülerle Anadolucular İnkılapçı tarih tezine farklı noktalardan hücum ettiler. Türkçülerin başı olan Dr. Rıza Nur Türklerin İslamiyet devresini Batı medeniyeti adına değil, Arap ve Acemlerin Türkleri milli şuurdan ve birlikten uzaklaştırdıkları iddiasıyla reddediyordu.
Nitekim Rıza Nur, Türk Tarihi kitabında Orta Asya’da Müslümanlığın yayılışını “Arap emperyalizminin yayılışı” olarak gösterir. Türkçüler İslam medeniyetinin Türkleri milli hasletlerinden uzaklaştırdığı noktasında inkılapçılarla aynı fikirde idi. Fakat Türkçüler İnkılapçılar gibi Avrupacı olmadıkları için yeni Türkiye’nin kültür temelleri atılırken Batı’nın değil eski Türk kültürünün esas alınmasını tercih ediyorlardı. Erol Güngör Anadolucuların tezini daha realist ve Gökalp çizgisine daha yakın bulmaktadır. Anadoluculara göre Oğuz Türkleri Anadolu’ya yerleştikten sonra orayı kendi vatanları yapmışlar ve bir Müslüman Türk milleti ve devleti meydana getirmişlerdir. Anadolucular Türkiye dışındaki Türkleri akraba kabul ediyorlardı ama Anadolu’daki Türkler buradaki bin yıllık hayatı içinde kendisine mahsus bir “milli hafıza” tesis etmişti. Şu halde Türk milleti denince esas itibariyle Anadolu’da yaşayan insanlar akla gelmeliydi. Anadolucuların ırk esasına dayanan bir millet anlayışını tamamen reddettiklerini belirten Güngör, onların Turancılığı da bir hedef olarak düşünmediklerini ifade etmektedir. Güngör Anadolucuların realistliğini beğendiğini onların Türk demokrasisine olan katkılarını belirterek göstermektedir :
“Türkçüler tek parti iktidarına karşı radikal bir muhalefet yaptıkları halde Anadoluculardan bir kısmı başka bir siyasi parti bulunmadığı için iktidar partisine gitmişler ve orada milliyetçiliğin en önemli hedeflerinden biri olan demokrasiyi yerleştirmek istikametinde büyük gayretler göstermişlerdir. Denebilir ki tek parti idaresinin demokrasiye geçiş hareketine kolaylık göstermesinde en önemli iç amillerden biri de parti içindeki Anadolucu milliyetçiler olmuştur. ”
Erol Güngör İnkılapçıların memleket meselelerini çözmekte başarısız kalınca millet tarafından tasfiye edildiğini, onların da yavaş yavaş kendileri için mukadder olan sola doğru kaydıklarını belirtir. Güngör İnkılapçıların Türk milletini tanımaktan ziyade milleti ideal edindikleri kalıba sokmaya uğraştıklarını, milliyetçilerin ise tam tersi bir yol tutturarak millet hangi kalıbı almak istiyorsa ona bu istikamette yardımcı olmayı prensip edindiklerini ifade eder.
Erol Güngör milli kültürü esas alan ve bu esas içerisinde İslam faktörüne ağırlık veren bir milliyetçilik ortaya koymaya çalışmıştır. Bununla birlikte Türkleri başka Müslüman cemiyetlerden ayıran pek çok hususiyetleri vardı ki bunlar Türklerin ayrı bir millet halinde teşekkül edişinden yani Türk olmasından ileri geliyordu. Şu halde Güngör’e göre Türklük ve Müslümanlık birbirinden ayrı şeyler olarak düşünülemezdi. Yapılacak iş, bu unsurlardan birine bilhassa önem vererek diğerini ihmal eden milliyetçi liderleri bu noktada birleşmeye davet etmekti.1950’lerde gençlerin teşebbüsü ile yapılan müzakere ve münakaşalar hiçbir fayda getirmese de liderlerin dışında realist, birleştirici bir milliyetçilik hareketi yeni kurulan Türk Gençlik Teşkilatı, Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Derneği ve Milliyetçiler Derneği gibi kuruluşlarla devam ediyordu.
Erol Güngör’e göre aslında milliyetçilik düşüncesinin fikir planında yekpare bir bütün olması gerekmiyordu. Çünkü milliyetçilik bir doktrin veya dogmatik bir sistem değildir. Milliyetçilerin fikir planında bir bütün teşkil etmesi onu yeni yeni problemler karşısında sahip bulunması gereken esneklikten mahrum edebilir. Güngör’e göre işin daha fena tarafı dogmatik bir sistem içinde ortaya çıkan ayrılıklar esnek ve hürriyetçi bir sistemde görülen ihtilaflardan çok daha şiddetli çatışmalara ve böylece birleşme uğrunda kesin bölünmelere yol açacaktır. Gerçekten de yeni durumlara uyum sağlayabilecek bir genişliğe ve esnekliğe sahip bulunan sistemlerde görüş ve menfaat ayrılıklarının temel çözüm yolu uzlaşma, monolitik doktriner sistemlerde ise ihtilaflardan kurtulmanın tipik şekli bir tarafın öbürünü hem şahıs hem de fikir olarak mahkum etmesi veya kökten ortadan kaldırmasıdır.
Güngör bu hakikati şöyle ifade eder :
“Bir sistemin unsurlarını ne kadar sıkı sıkıya, birbirinden ayrılmaz bir bütün halinde birleştirirseniz, parçalardan birinin aksaması sistemin bütününü o kadar büyük bir ölçüde sarsacaktır. Bu yüzden tek partili ve tek sistemli rejimler hiçbir zaman ‘surda bir gedik’ açılmasına göz yummaz ve bir taraftaki değişmenin, sistemi bütün olarak değiştirmesinden korktukları için hiçbir muhalefete, hiçbir fikir ayrılığına imkan vermezler. Şu halde milliyetçiliği bütün teferruatiyle nizamlara bağlanmış yekpare bir sistem haline getirmek onun temel prensiplerine aykırı olacaktır. Milliyetçilik halka dayanan bir hareket olduğu için milli iradeye azami serbestlik tanımak, yani demokratik olmak zorundadır. Fikir hürriyetine imkan vermeyen bir milliyetçilik düşünülemez. Milliyetçi görüşün nüanslarını temsil eden grupların veya şahısların bulunması hareketin zaafını değil, gücünü gösterir.”
Erol Güngör’e göre Türk milliyetçilik hareketi, Türkiye’ye dış kuvvetlerin direkt tesir sahası dışında yeni bir hüviyet kazandırmak üzere doğmuş olup, içinde bulunulan hal ve şartların zaruri bir neticesi halinde gelişmiştir.
Bu görüş, milliyetçiliğin Batı medeniyetinin bir ürünü olduğunu, ilk defa orada ortaya çıktığını, diğer ülkelere girişinin de Batı taklitçiliğinin bir uzantısı olduğunu söyleyenlerin tam tersi bir görüştür. Aslında tarihte milliyetçiliği devlet siyasetinde temel yapan ilk devlet: Asya Hun Devleti, ilk devlet adamı da Çin’in egemenliğini kabul edenlere Hun Kurultayındaki ünlü nutkuyla şiddetle karşı çıkan Çi-çi Şad’dır. O halde Türklerde milliyet şuurunun başlangıcını tesbit etmek zordur. Bununla birlikte Erol Güngör XIX. yüzyıl başından itibaren milliyet fikri ve milli devlet idealinin eski dini ve emperyal birlikleri sarstığını da belirtir. Ona göre milli hüviyetlerin varlığı ve devamı sosyolojik gerçeklere uygun düştüğü gibi, İslam ile herhangi bir uzlaşmazlık halinde de değildir. Bu durum Türk milliyetçiliği için çok daha fazla geçerlidir. Çünkü Türklerin hepsi de Müslüman oldukları için Türk milliyetçiliği aynı zamanda bir İslami hareket halinde gelişmiş, İslamcılar -imparatorluğun dağılma yılları hariç- bu harekete hiçbir zaman doğrudan cephe almamışlardır. Çünkü hakikaten yüzyıllarca Türk milli özellikleri İslam potası içinde eridiğinden Türk ve Müslüman aynı manaya gelmekteydi. İslamlığı kabul eden milletler arasında hiçbiri, kendi milli kimliğini eriterek İslam ümmeti içinde Türklerden daha ileri gitmemiştir. Bunu 1914’lerde Türkçülüğün ileri gelenlerinden Ahmet Ağaoğlu şöyle dile getiriyor:
“İslamiyet Türk’ün dinidir, din-i millisidir, kavmisidir. Türk İslamiyeti cebren, mahkum, mağlup olarak değil, hakim, galip olarak kabul etmiştir. Bin seneden beridir ki İslamiyet’in en ağır yüklerini, omzuna alarak taşımaktadır. İslamiyet yolunda Türk her şeyini kaybetmiştir. Lisanını, edebiyatını, iktisadiyatını ve hatta bazen mevcudiyet-i kavmiyesini bile…”
Buna karşılık Arap milliyetçiliği ortak Arap dili etrafında doğan kültürü esas aldığı için, bu birlik içinde Müslüman Araplar kadar, Müslüman olmayanlar da vardır. Aslında Arap milliyetçiliği Hrıstiyan Arap aydınlar tarafından başlatılmış, mecburen laik Arap kültürünü esas almıştır. Bu nedenle Arap milliyetçileri ile İslam birliği militanları daima birbirlerine düşman olmuşlar, ve bu düşmanlık Mısır’ın Arap milliyetçisi lideri Cemal Abdül Nasır’ın Müslüman Kardeşler örgütünün liderlerinden çoğunu idam ettirmesine kadar varmıştır.
Arap dünyasındaki İslamcı-Milliyetçi çatışması Türk fikir hayatını da maalesef etkisi altına almış aynen Batıcıların Avrupa fikirlerini ithalinde yaptığı gibi güya onlara karşı çıkar görünen İslamcılar da Arap dünyasının kendi şartları içinde oluşmuş ithal fikirleriyle Türkiye’yi değerlendirme yanlışına düşmüşlerdir. Arap milliyetçiliği bir anlamda İslam’ı arka plana atan bir süreçte geliştiği için Arap İslamcı aydınlar tarafından çok sert karşılanmış ve bu fikir etrafında bir yazın kültürü oluşturulmuştur. Bunların Türkçe çevirilerini okuyan Türk İslamcıları Türk milliyetçiliğini de Arap milliyetçiliği ile aynı kefeye koyarak ona dışlayıcı bir tavırla yaklaşmayı İslam’ın gereği sanma hatasını yapmışlardır.
Milliyetçilik her zaman bir azınlık hareketi olarak başladığı için Osmanlı İmparatorluğu’nda dahi ilk milliyetçiler Türk asıllı olmayan Müslümanlar olmuştu. Erol Güngör’ün hususiyetle vurguladığı gibi bunların ardından devletin kurucu ve hakim unsuru olan Türkler arasında da milliyetçilik kuvvetlenmeye başlayınca İslam birliğinin Avrupa karşısında çözülüp dağılmasından korkanlar, milliyetçiliğin İslam’a aykırı olduğunu iddia ettiler. Fakat öbür Müslüman unsurlarda “kavmiyet davası ” görürlerken onların bu davalarını İslam’a aykırı sayan bir gayretleri yoktu. Güngör üstelik bunların İslam birliği için en büyük gayretleri sarf eden ve Pan-İslamist ideolojinin şampiyonu olarak tarihe geçmiş bulunan II. Abdülhamit’i İslam’ın hiç tasvip etmeyeceği bir despot saydıklarını söylemektedir. Neticede Erol Güngör’e göre İslam birliğini korumak ve geliştirmek isteyenler kendi devletleri dahil olmak üzere bütün milli devletlere yabancı gözüyle baktılar. Reddettikleri milli devlet davası karşısında başka bir milli devleti tutamayacaklarına göre o zamana kadar hiç mevcut olmamış hayali İslam devleti modelleri aramaya koyuldular.
Güngör’e göre milliyet farklarını hesaba almayan bir İslam düşüncesi kaynağını İslam dininden ziyade bazı siyasi durumlardan almaktadır. Ona göre İslamcılık şimdiye kadar hep hakim milliyete karşı hoşnutsuzluğunu doğrudan doğruya belirtemeyen etnik azınlıkların ideolojisi olmuştur. Bunların maksadı İslam ülkeleri arasında birlik sağlamaktan ziyade kendi yaşadıkları ülkedeki milliyetçi politikayı nötralize etmektir. Bu azınlıklar ayrılıkçı bir politika takip edecek kadar kalabalık ve güçlü olduklarını hissettikleri an kendi istikametlerinde bir milliyetçilik hareketi açmaktan hiç geri kalmayacaklardır. Böyle bir güce erişmedikleri müddetçe İslam davasının şampiyonu olarak görünmeye devam edeceklerdir.
Güngör çok isabetli bir tespitle Yunan, Sırp, Karadağ ve Arap milliyetçiliklerinin “Osmanlı İmparatorluğu’ndan bir kurtuluş hareketi ” olarak nitelenebileceğini velakin İnkılapçıların yaptığı gibi Türk milliyetçiliğinin de böyle bir değerlendirmeye tabi tutulmasının akıl almaz bir iş ve yanlış olduğuna işaret ediyor. Bunun doğru olması halinde Milli Mücadeleyi, İmparatorluğu ayakta tutmak isteyenler ile, onu yıkıp Anadolu yarımadasına çekilmek isteyenler arasındaki bir savaştan ibaret sayma gibi “mantık dışı düşünce ” ve çıkarsamalara varmamız gerektiğini düşünür. Erol Güngör Türkçülerin ve İnkılapçıların, Osmanlı-Türk kültürünü Arap ve Fars kültürlerine tabi olmakla suçlamalarını kabul etmez. Güngör “En büyük temsilcisinin biz olduğumuz bir medeniyetin milli karakterimizi bozduğunu” iddia etmenin pek gülünç düştüğünü belirtir. Güngör, tarihinin büyük bir kısmını Türk hanedanların egemenliğinde geçiren İran’ın ve yüzlerce yıl Türk egemenliğinde kalan Arapların bu tür iddialarının mazur görülebileceğini fakat Türk aydınlarının kendi kültürlerine böylesine sırt çevirişlerinin kabul edilemeyeceğini belirterek, bu durumu hayretle karşılayan Yugoslav bir tarihçinin bu görüş sahiplerine söylediği şu sözleriyle kendi fikirlerini de özetliyor:
“Öyle görünüyor ki Türklerden en son kurtulan siz oldunuz.”
Osmanlı geçmişine sahip çıkan Erol Güngör yaşadığı dönemin karmaşası ve kutuplaşmaları içerisinde Türk milletinin yaşama iradesinin hem ürünü hem de sigortası olan Türkiye Cumhuriyeti’ni ihmal etmemektedir. Bilindiği gibi 1970’li yıllar ideolojik hegemonya mücadelesinin Türkiye’nin varlığını ve bütünlüğünü tehdit edecek noktaya kadar ulaştığı yıllardı.
Sovyetler Birliği’nin ağır baskısı altındaki Türkiye’nin solcu bir yönlenmeye maruz kalmasının “ölüm denemesi” manası geldiğine işaret eden Güngör, sağcılığın bu tehlikeyi bertaraf etmesine karşın Cumhuriyet rejiminin veya modernleşmenin akibeti konusunda endişelere yol açtığını da belirtiyor. Sağcılık ve solculuk terimlerinin bizde henüz bir endüstri ülkesindeki gibi kesin manalar içermediğine işaretle Atatürkçülük adı verilen yeni bir ideoloji denemesine dikkat çeken Güngör, herkesin bu ad altında kendilerine göre iyi ve doğru bildiği şeyleri ileri sürdüklerini, bu suretle hakikatin objektif kriterleri yerine bir insanın şahsını ikame etme yanlışlığına düştüklerini belirtiyor. Bununla beraber Güngör, Atatürkçülüğün “50 yıllık genç cumhuriyetin yaşama çabasını temsil ettiğine” inanmaktadır.
Erol Güngör, solun bir ölüm denemesi; sağın da bazı endişeler serdetmesinin devleti tek çıkar yol olarak Atatürkçülüğe sevk ettiği tespitini yapmaktadır. Sonuç olarak Güngör Atatürkçülüğü 1970’li yılların ideolojik aşırılıklarına engel olmak ve plüralist demokrasinin yaşaması için icat edilmiş “bir siyasi tedbir” olarak yorumlamaktadır. Aslında Erol Güngör düşüncesinin ortaya koyduğu milliyetçilik her iki kaygıyı da sona erdirecek mahiyettedir. Çünkü Erol Güngör’e göre her şeyden önce milliyetçilerin temel prensibi: Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüdür. Bu prensip her türlü mezhep ve bölge ayrılıklarını da reddettiği için bu türlü ayrılıkları ve farklılıkları siyasi menfaat için basamak yapmak isteyenlerin karşısında birleştirici olacaktır. Milliyetçiliğin İslam dini dışında düşünülemeyeceği fikrinin de milliyetçileri birleştiren bir prensip olduğunu kaydeden Güngör, İslamiyet’in Türk milli kültürü içinde mütalaa edildiği için zaten laiklik prensibine aykırılığının bahis konusu olamayacağını belirtmektedir.
Milliyetçilerin Türk devleti, Türk milleti ve vatanı gibi Türk tarihini de bir bütün kabul ettiklerinden hareketle Türklerin büyük bir imparatorluğun ve büyük bir medeniyetin çocukları olduğunu vurgulayan Güngör, Türk milliyetçiliğinin sömürgecilerin işgalinden kurtulmak ve devlet kurmak için yapılan siyasi istiklal mücadelelerine, yahut sıfırdan başlayan milli kültür yaratma hareketlerine benzemediğine dikkat çekerek Türk siyasi hayatının farklı tecrübesine ve dolayısıyla Türk milliyetçiliğinin ve onun dayandığı Türk milli kültürünün orijinalitesine ve kendine özgülüğüne değinmektedir. Erol Güngör’de Türkiye’nin milli kültür davası sadece bir akademik spekülasyon konusu değil, aynı zamanda bir milli politika meselesidir. Dolayısıyla milliyetçilik “birlik” prensibine dayanan milliyetçilerin bir memleketi ayakta tutma ve birlik içinde yaşatma çabasıdır. Bunun için milli birliğin fikir temellerini işlemek ve birlik şuurunu kuvvetlendirmek her milliyetçinin en büyük vazifesidir.