Nutuk: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Değişiklik özeti yok
Değişiklik özeti yok
6. satır:
Büyük eseri Nutuk’u meydana getiren ünlü konuşma metnini, yakın çevresinin bildirdiğine göre, Atatürk bizzat kendisi kaleme almıştır. Nutuk metninin hazırlanmasına 1927 yılının ilk yarısında başlandığı bilinmektedir.
Nutuk, Atatürk tarafından konuşmanın yapıldığı yıl (1927) eski harflerle 543 büyük boy kitap sayfasından meyda-na gelen gerçekten hacimli bir eser olarak bastırılmıştır. Ay-rıca, 266 sayfa tutan vesikalar cildi de vardır. Eserine “Nutuk” adını bizzat Atatürk vermiştir.[3]
 
“Söylev” adı, Atatürk’ün ölümünden sonra Atatürk ün bu ünlü tarihî eserine başkalarının verdiği isimdir. Ata-türk’le bir ilgisi yoktur.
Satır 18 ⟶ 19:
Son yıllarda, Nutuk’un güzel ve güvenilir bir dille sa-deleştirmesini yapan dilcimiz Prof Dr. Zeynep Korkmaz, dil ve üslûbu adeta bozularak yayınlanan Nutuk baskıları için şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Ya eserin aslına kelimesi kelimesine bağlı kalan bir aktarma yapıldığı ve kelime kadrosu bakımından da eski şe-killer ağırlıkta olduğu için, eserde bugünkü dil örgüsüne ve üslûp zevkine ters düşen, dolayısıyla metnin anlaşılmasını güçleştiren bazı tıkanmalar ortaya çıkmıştır. Yahut da eserin aslındaki cümleleri, anlamlarını bozacak şekilde kısaltıp parçalama ve herkesçe bilinen kelimelere bile yakışıksız yeni yeni karşılıklar arama gayreti yüzünden, Atatürk’ün birleş-tirici ve bütünleştirici kültür dili anlayışına ters düşen ve özünden koparak Osmanlıcası kadar anlaşılmaz duruma gel-miş bulunan, aşırı dil yapısında Söylev metinleri ortaya çık-mıştır.”[4]
 
Dilimizin içine sürüklendiği bu hızlı değişme sonu-cunda, Atatürk’ün eserinin yeni nesiller tarafından orijinal haliyle anlaşılması imkânı da kalmamıştır. Bu durumda, onun, dil, anlam ve üslûp bakımından ruhuna sadık kalarak, yeni nesiller için sadeleştirilmesi kaçınılmaz olmuştur. Nu-tuk, işte bu anlayış ve gerekçe ile Prof Dr. Zeynep Korkmaz tarafından günümüzün ortak Türkçesi dilebileceğimiz bir dil-le sadeleştirilerek Atatürk Araştırma Merkezi tarafından tek cilt olarak yayımlanmıştır.[5]
 
Bugünün gençlerinin okuyabilecekleri, en güvenilir yayın bizce budur.
Satır 32 ⟶ 35:
“Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak!
İşte daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uy-gulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”[6]
 
Atatürk’e göre, 1919’daki şartlarda, Türk milleti için uygulamaya konulacak en uygun proje veya tek çıkar yol, “Millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak”tır. Türk milleti için başka bir yol, bir seçenek daha uygun bir proje bulunup uygulamaya konula-maz mıydı? Proje sahibi, bu sorunun cevabını eserinde, şöyle bir muhakeme mantık yürüterek vermektedir:
“Esas, (temel ilke), Türk milletinin haysiyetli ve şe-refli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu temel ilke ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, istiklâlden yoksun bir millet, medenî insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye lâyık görülemez.
Satır 37 ⟶ 41:
Halbuki Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet, esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir.
O halde, ya istiklâl ya ölüm!”[7]
 
Atatürk, Türk milleti için uygulamaya karar verdiği projesini, hareketinin başlangıcında bütün hatları ile ortaya koyup açıklamadığı gibi, bunu doğru da bulmamıştır. Nutuk ta, devrin şartlarından çıkardığı uygulama metodunu şöyle açıklıyor:
“Bu önemli kararın bütün gerek ve zaruretlerini daha ilk günden açığa vurup ifade etmek, elbette isabetli olmazdı. Uygulamayı birtakım safhalara ayırmak, olaylardan ve olayların akışından yararlanarak milletin duygu ve düşün-celerini hazırlamak ve basamak basamak ilerleyerek hedefe ulaşmaya çalışmak gerekiyordu. Nitekim öyle olmuştur. Eğer dokuz yıllık faaliyetimiz ve yaptıklarımız bir mantık sil-silesi ile gözden geçirilirse, ilk günden bu güne kadar takip ettiğimiz genel doğrultunun, ilk kararın çizdiği yoldan ve yöneldiği hedeften asla sapmamış olduğu kendiliğinden anlaşılır.”[8]
 
Atatürk, eserinin ilk sayfalarında, “dokuz yıllık” za-man dilimi içinde uygulamaya koyduğu ve uygulamayı ba-şardığı projesini, anlatıyor. Projesini ortaya çıkaran tarihî şartları, Projesinin hedefini, dayandığı mantık ve gerek-çesini, uygulama metodunu açıklıyor.
“1919 senesi Mayısı’nın 19 uncu günü Samsuna çık-tım.” Cümlesi ile başlayan Nutuk’ta Atatürk, “millî hakimi-yete dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak” için takip ettiği politikayı, uyguladığı metodu açık-ladıktan sonra, uygulama sırasında karşılaştığı olayları, zor-lukları, çatışmaları, olayların içinde bulunan şahıslarla bera-ber anlatır. Nutukta anlatılan tarihî- askerî-siyasî olaylar, ge-nel olarak şu konuları kapsar: İç ve dış politika konuları, dü-zenlenen miting ve kongreler, İstiklâl Savaşı’nın çeşitli saf-haları, Ankara-İstanbul ilişkileri, Türkiye Büyük Millet Mec-lisi’nin açılışı, Lozan görüşmeleri ve Anlaşmanın esasları, Cumhuriyet’in ilânı ve Devletimizin kuruluş şartları, Halife-liğin kaldırılması, Cumhuriyet’e karşı olanların tutumları, kurulması başarılan millî hakimiyete dayalı Türk Devleti nin Türk gençliğine emanet edilmesi.
“Nutuk bir tarih veya hatıra kitabı değildir.” demiş-tik. Bu doğrudur. Ancak, Atatürk, uygulamaya koyduğu “dokuz yıllık faaliyetini ve yaptıklarını”, vesikalar ve diğer bilgi ve belgeler ışığında veya onlara dayanarak anlatır. An-lattığı olayların değerlendirmesini ise elbette, kendi konu-muna göre yapar. Atatürk’ün, Nutuk adlı eserini meydana ge-tiren konuşması ile gayesi, bir İstiklâl Savaşı veya Cumhu-riyet tarihi yazmak değildir. Ancak, anlattıklarının, “inkılâ-bımızın incelenmesinde tarihe yardımcı” olacağını da belir-tir.[9]
 
Atatürk, konuşmasının (eserinin) başlarında Türk milleti için seçtiği hedefi ve hedefinin mantıkî gerekçesini ve metodunu, konuşmasını tamamlarken (eserini bitirirken) bir daha özetleyerek tekrarlar:
“Görülüyor ki biz her vasıtadan yalnız ve ancak bir temel görüşe dayanarak (yalnız bir nokta-i nazardan) fay-dalanırız. O görüş (nokta-i nazar) şudur: Türk milletini me-denî dünyada, layık olduğu mevkie yükseltmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temelleri üzerinde her gün daha çok güçlendirmek...”[10]
 
Atatürk, Nutuk’ta, kurduğu Türkiye Cumhuriyetini, ulaştığı sonucu, Türk gençliğine emanet etmeden önce, altı gün başka bir ifadeyle, 36 saat 33 dakika süren tarihî konuş-masında neyi anlatmak istediğini; “uzun ve teferruatlı konuş-ması”nın asıl gayesini şu cümlelerle ifade ediyor:
“Efendiler, bu nutkumla, millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını; ilim ve tekniğin en son esaslarına dayanan millî ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatmaya çalıştım.”[11]
 
Atatürk’ün Nutuk adlı eserini meydana getiren, ünlü konuşmasını niçin yaptığını ve gayesini özetleyerek tekrarla-yan yukarıdaki cümleler, Türkiye Cumhuriyeti’nin iki temel özelliğini de belirtmesi bakımından son derece önemlidir.
Atatürk, “dokuz yıllık faaliyet ve çalşma” ile kurdu-ğu, -kendi ifadesiyle- “hakimiyet-i milliyeye müstenit, bilâ-kayd ü şart müstakil yeni Türk Devleti”nin iki temel özelli-ğini şöyle tespit ediyor:
Satır 75 ⟶ 84:
Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarattığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vata-nın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum.”[12]
 
Bu cümlelerden sonra, “Ey Türk gençliği!” diye baş-layan Hitabe başlar.
Satır 86 ⟶ 96:
Ziya Gökalp, Türk gençliğini göreve çağırıyordu. Atatürk ise Türk gençliğini, kurmayı başardığı millî ve çağ-daş Türk Devletini, “ilelebed muhafaza ve müdafaa”ya, ya-ni elde edilen sonucu “korumaya” çağırmaktadır[13].
 
Atatürk’ün Türk gençliğine korunması için emanet ettiği “netice” (sonuç), “Türk istiklâli” ve “Türk Cumhu-riyeti”dir. Gençliğe Hitabe, “Türk istiklâli” ve “Türk Cum-huriyeti” kavramları üzerine kurulmuş bir metindir. Atatürk, ısrarla bu iki kavram üzerinde durarak bu iki kavramın “mu-hafaza” ve “müdafaa” edilmesini istemektedir. Çünkü, bu iki kavram, “asırlardan beri çekilen millî felâketlerin yarat-tığı uyanıklığın eseri ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.” Yani kolayca elde edilmemiştir. İstiklâl Savaşı da bu kavramlar veya değerler için yapılmıştır. Zaten Nutuk, baştan sona, bunlara nasıl ulaşıldığını, İstiklâl ve Cumhuriyet’in nasıl elde edildiğini anlatmaktadır.
“Türk istiklâli” ve “Türk Cumhuriyeti”, Türk mille-tinin dolayısıyla Türk gençliğinin var olma ve var kalma se-bebidir. Bu kavram veya değerler olmadan Türk milletinin yaşaması, dünya üzerinde böyle bir milletin bulunması müm-kün değildir. Atatürk’ün, Türk gençliğinden “ilelebed” (dün-ya durdukça-ebediyen-sonsuza kadar) korumasını ve gerektiğinde de savunmasını istemesinin sebep ve gerekçesi budur.
Satır 99 ⟶ 110:
Üzerinde durduğumuz Gençliğe Hitabe’de de görül-düğü gibi, hedef kitle “Türk gençliği”dir. Bu Atatürk’ün fi-kir sistemindeki “cemiyet birimi” tercihidir. Öyle olmasaydı, “ey dünya geçliği” veya “ey işçi gençliği” veya “ey İslâm gençliği” vs. gibi bir hitap kullanırdı. İşte bundan dolayı, Atatürk, Türk milliyetçisidir. Büyük Türk Milliyetçisi fikir adamımız Ziya Gökalp'’n ifadesiyle de, "Türk milliyetçili-ğinin en büyük adamıdır.” Çünkü, yine Z.Gökalp’a göre, Türkiye Cumhuriyetini kurmakla, “Türk milliyetçiliğine res-miyet kazandırıp onu fiilen tatbik” etmiştir.
Atatürk milliyetçiliği şöyle anlar ve tarif eder: “Türk milliyetçiliği, bütün muasır milletlerle bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimaî heyetinin hususi seciyesini ve başlı-başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmayı esas sayar;” bu itibarla millî olmayan cereyanların memlekete girmesini ve yayılmasını istemez.”[14]
 
Bu tarifte de dikkat edilirse, Türk sosyal yapısını ko-ruma, esas alınmıştır.
Atatürk, Türk İstiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni emanet ettiği ve sonsuza kadar korumayı birinci görev olarak verdiği Türk gençlerinin nasıl yetiştirilmesi gerektiği konu-sunu da çok açık belirtmiştir:
“Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekle-ri tahsilin sınırı ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden evvel, Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine ve millî gele-neklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lü-zumu öğretilmelidir. Dünyanın milletler arası durumuna gö-re, böyle bir mücadelenin gerektirdiği ruhî unsurlarla dona-tılmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden meydana gelen toplumlara hayat ve istiklâl hakkı yoktur.”[15]
 
Birinci vazife olarak, “Türk istiklâlini ve Türk Cumhuriyeti’ni ilelebed muhafaza ve müdafaa” sorumlulu-ğu yüklenen gençliğin bunu yerine getirebilmesi için, Türk olmaktan gurur duyan, Türk kültürüne sahip çıkan kısaca, Türk millî şuuruna sahip bir gençlik olması gerekir. Ata-türk’ün istediği gençlik, millî kimlik ve millî duygulardan soyunmuş, kendisini dünyalı (!) hisseden kozmopolit bir gençlik değildir. Sözün tam anlamı ile “Türk’ün gençli-ği”dir.
Atatürk, “Türk istiklâli” ile birlikte (aynı değerde ol-mak üzere) “Türk Cumhuriyeti”nin de, Türk milletinin ve gençliğinin varlık sebebi olarak korunmasını ve savunmasını istiyor. Çünkü, “Cumhuriyet, ‘millî irade’ye dayanan rejim-dir. Atatürk, İstiklâl Savaşını millî iradeye dayanmak sure-tiyle kazanmış ve ona tam şekil vermek için ‘Cumhuriyet’ re-jimini kabul etmiştir. Padişahlık ile Cumhuriyet arasındaki fark, birincisinin ‘ferdî irade’ye, ikincisinin (Cumhuriyet’in) ise, ‘millî irade’ye dayanmasıdır. Buna göre Atatürk, ‘mille-tin mevcudiyeti’ için istiklâl ile beraber Cumhuriyetin de za-rurî olduğuna inanıyor.”[16]
 
Türk milletinin ve gençliğin “mevcudiyetinin ve istik-balinin yegâne temeli” olan “Türk İstiklâl ve Cumhuriyeti”, her zaman iç ve dış tehlikelere açıktır. “Hazine”nin her za-man hırsızın veya düşmanın ilgisini çektiği gibi, Türk milleti ve onun üzerinde yaşadığı vatan coğrafyası, düşmanların da-ha doğrusu sömürgeci-emperyalistlerin ilgisini çekecektir. Tarihte olduğu gibi bundan sonra, gelecekte de Türk milleti-nin kötülüğünü isteyenler, memleketi işgal ve istilâ etmek is-teyenler olacaktır; olması mümkündür.
Eğer, “günün birinde, Türk istiklâl ve Cumhuriyeti herhangi bir sebeple tehlikeye düşerse, onu savunmak için, uygun imkân ve şart bekleme; derhal vazifeye atıl” diyen Atatürk, bundan sonra, karşılaşılabilecek tehlikeleri canlı bir şekilde sıralıyor:
Satır 122 ⟶ 136:
Çünkü Atatürk kendisi de, Millî Mücadele’ye böyle bir kuvvet kaynağından güç alarak başladığını şöyle anlatı-yor:
“Ben 1919 Mayısında Samsun’a çıktığım gün, elimde maddî hiçbir kuvvet yoktu. Yalnız büyük Türk milletinin asa-letinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve ma-nevî bir kuvvet vardı. İşte bu millî kuvvete, bu Türk milletine güvenerek işe başladım.”[17]
 
“Ey Türk İstikbalinin evlâdı!
Satır 142 ⟶ 157:
Nutuk ve Gençliğe Hitabe’den anlaşılacağı gibi, “Atatürk büyük bir hatiptir. Namık Kemal’in, Abdülhak Hâ-mid’in, Tevfik Fikret’in ve Ziya Gökalp’ın eserleri ile bes-lenmiştir. Tesirli kelimeleri seçmesini çok iyi bilir ve onları yerli yerinde kullanır. Fransız yazarı Buffon: Üslûp insanın tâ kendisidir demiştir. Kullanılan kelimeler seslerine varın-caya kadar, onu kullanan şahsiyetin, zevk, kültür ve mizacını gösterir. Bundan dolayı, Nutuk’u aslından okumak ve anla-maya çalışmak, bizi Atatürk’e daha çok yaklaştırır. Zira her kelime ve cümle onun ağzından ve kaleminden çıkmıştır.”[18]
 
"https://tr.wikipedia.org/wiki/Nutuk" sayfasından alınmıştır