İbrâhim Gülşenî: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Maliacar (mesaj | katkılar)
k Maliacar tarafından yapılan değişiklikler geri alınarak, Eldarion tarafından değiştirilmiş önceki sürüm geri getirildi.
13. satır:
{{edebiyat}}
[[Kategori:Divan edebiyatı şairleri]]
 
'''
==İBRAHİM GÜLŞENÎ'''==
 
Evliyanın büyüklerinden. İsmi, İbrahim bin Muhammed bin Şehabeddin bin Aydoğmuş bin Gündoğmuş bin Oğuz Ata’dır. Lakabı Gülşenî olup, 1426 (H.830) da Azerbaycan’da doğdu. 1534 (H940) senesinde Mısır’da vefat etti.
 
Babası Emîr Muhammed, asîl bir Türk ailesindendir. Emîr Muhammed vefat ettiğinde İbrahim’in yaşı küçüktü. Amcası Seyyid Ali onun terbiyesi ve eğitimi ile meşgul oldu. Değerli hocalara göndererek ilim tahsiline gayret etti. Çok zekî ve kâbiliyetli olan İbrahim, kısa zamanda akranları arasında en ileri dereceye kavuştu. Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilminde âlim oldu.
 
Bilgisini daha da artırmak için, o zamanın ilim ve irfân merkezi olan Semerkand’a gitmek üzere yola çıktı. Yorucu yolculuklardan sonra Tebriz’e ulaştı. Sultan Uzun Hasan’ın Kâdı’l-kudâtı Mevlânâ Hasan, İbrahim’in âlim ve faziletli biri olduğunu anlayınca, ona çok hürmet göstererek; “Tebriz’de kalırsanız, size maddî ve manevî her türlü kolaylığı sağlar, hizmetinizi görmekle şerefleniriz” dedi. İbrahim de kabul edince, durumu Sultan Uzun Hasan’a bildirdi. Sultan ona, divân-ı hümâyunda nişancılık vazifesi verdi. Böylece devlet hizmeti görmeye başladı. Fakat İbrahim’in niyeti ve yaratılışı bu işe uygun değildi. Bu işe bir türlü ısınamadı. Haramlardan kaçmak, şüpheli korkusuyla mübahları dahi terk etmek bu işte mümkün olmuyordu. –arzusuna uygun yaşayabilmek için, Seyyid Yahyâ Şirvanî’nin halifesi Dede Ömer Rûşenî’nin hizmetine girerek, talebesi oldu. Her emrini yerine getirmek için canla başla çalıştı. Nefsini terbiye etmek için çok uğraştı. İstediklerini yapmayıp, istemediklerini yaparak nefsine muhalefet etti. Bu gayreti sebebiyle Cenâb-ı Hak pek çok ihsanlarda bulundu. Kalp gözü açıldı. Kısa zamanda Ömer Rûşenî hazretlerinden icazet, diploma almakla şereflendi. Hocası, Dede Ömer Rûşenî’nin kendisine “Gülşenî” diye hitâb etmesi üzerine, lakabı Gülşenî kaldı ve bu lakapla tanındı. İbrahim Gülşenî hazretleri bundan sonra Tebriz’deki medresede ders vermeye başladı.
 
İbrahim Gülşenî’nin Allahü teala’nın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçınmaktaki gayreti pek ziyadeydi. Dünyaya zerre kadar meyletmez, şüpheli korkusuyla mübahların fazlasını terk ederdi. Allahü teala’ya olan korkusundan günlerce yemek yemek aklına gelmezdi. Eline geçen malları fakirlere dağıtır, kendisi kimseden bir şey kabul etmezdi.
 
İnsanlara öyle hoş, tatlı, yumuşak davranırdı ki, dost-düşman herkes onu takdir ederdi. Müslümanlar onun huzuruna geldikler gibi, kâfirler bile İbrahim Gülşenî’nin alçak gönüllülüğünü görüp seve seve Müslüman olurlardı. Sultan Uzun Hasan’da İbrahim Gülşenî’yi sever, hürmet ederdi. Sultan bir gece acayip bir rüya gördü. Rüyasında iri yarı siyah bir kimse, kendisini öldürmek kastıyla, elinde kılıç saldırdı. Öldürülme korkusundayken İbrahim Gülşenî hazretleri talebeleriyle geldi. Talebelerinin her birinin eline altın kılıç verdi. İbrahim Gülşenî’nin talebeleri, o siyah kimseye kılıç vurup, parça parça ettiler. Sultan ertesi gün İbrahim Gülşenî’yi sarayına davet etti. Hürmet ve saygı gösterdi. İzzet ve ikramda bulundu. Ancak daha rüyasını anlatmaya fırsat bulamadan, İbrahim Gülşenî hazretleri rüyanın tabirini söyledi. “Sadaka belayı giderir, ömrü uzatır” buyurdu. Bu hali gören Sultanın, İbrahim Gülşenî’ye itimad ve bağlılığı arttı.
 
Bir gün Şehzadelerden biri, düşman olduğu birisinin zarar görmesini istedi. Bu niyet ile İbrahim Gülşenî’ye gelip, o zatın zarar görmesi için yazı yazmasını istedi. İbrahim Gülşenî’de “İşi hak tealaya havale etmek iyidir. Kin tutarak, öfkelenerek bir Müslüman’a zarar vermeye kalkmak, hatta uğradığı bir zarara sevinmek caiz değildir” buyurdu.
İbrahim Gülşenî’den bu yazıyı alamayacağını anlayan şehzade atına bindi, başka birinden böyle bir yazı almak kastıyla yola çıktı. Yolda at şahlanarak, iki ayağı üzerine doğruldu. Şehzade atın arkasına düştü ve kendinden geçip bayıldı. Görenler yetişip, bu haliyle evine getirdiler. Şehzade ayılıp kendine gelince; “İbrahim Gülşenî’ye gidin, ben tövbe ettim, pişman oldum. Beni affetsin” diye haber gönderdi. İyi olup ayağa kalkınca, hemen İbrahim Gülşenî’nin yanına gitti. Huzurlarında tekrar tövbe etti ve Sadık talebelerinden oldu.
 
Sultan Hasan, oğlu Halil’i iyi bir idareci olabilmesi için Fars vilayetine vali tayin etti. Halil gittiği vilayette halka zulüm etmeye başladı. Zulmünden bıkan halk, durumu Sultana anlattı. Sultan, buna çok üzülüp, İbrahim Gülşenî ile Kadı Hasan’ı huzuruna istedi. Sonra; “ Oğlum Halil zulme başlamış. Yazdıracağım emri ona götürüp, insanların içinde korkmadan okuyun” dedi. Sultan Hasan’ın hanımı, duru acele oğluna bildirdi. Halil haberi alınca yollara adamlarını koyup; “gelenleri yakalayıp derhal huzuruma getirin” diye emir verdi. Bu sırada İbrahim Gülşenî ile Kadı Hasan yola çıkmışlardı. O yere yaklaştıklarında, Halil’in adamları onları yakalayıp huzuruna çıkardılar. Halil, İbrahim Gülşenî’ye hürmet eder görünmeye çalıştı. Herkesin bulunduğu bir sırada İbrahim Gülşenî’ye: “Efendim! Tebriz’den çıkalı kaç gün oldu?” diye sordu. O da; “On yedi gün” deyince, Halil alay ederek; “Efendim! Tebriz’den buraya bir ayda ancak gelinir. Hele bu kış mevsiminde yollar buzlu ve karlıdır. Daha uzun zamanda gelmek gerekmez mi?” deyip, inanmadı. İbrahim Gülşenî hazretleri; “Biz ömrümüzde hiç yalan söylemedik. Yalan söyleyeni de sevmeyiz. Fakat şunu iyi biliniz ki; Allahü tealanın sevdiği kulların himmeti dağları eritir. Bizim bir aylık yolu on yedi günde gelmemiz şaşılacak şey değildir ki… İnanmıyorsanız işte mektup. Bugünkü tarihe, bir de mektuptaki tarihe bakınız” buyurdu. Bu hal karşısında, duraklayan Halil, mektubu aldı ve yanındaki divan beyine verdi. Tarihi okudular, tam on yedi gün olduğunu gördüler. Mahcup olan Halil; “ Efendim! Bu, sizin kerametinizden başka bir şey değildir” dedi. İbrahim Gülşenî de “Mademki evliyanın tasarruf etme gücüne inanıyorsunuz, öyle ise babanıza karşı gelmemelisiniz. Eğer bozuk niyetinizi düzeltmezseniz, sizi bu gece cezalandırırız” dedi. O sırada vali Halil; “Yarın İbrahim Gülşenî’yi öldürtmeyi düşünüyordu. O gece rüyasında, İbrahim Gülşenî’nin kendi boğazını sıkarak; “Bre, zalim! Yaptığın zulümler yetmez mi ki, Cenab-ı Hakk’ın halis kullarına da kötülük düşünürsün?” dedi. Halil boğulacak gibi oldu. Yattığı yerde ellerini kaldırarak tövbe etti. Uyandığında ter içinde kalmış, çok korkmuştu. Yatağından kalkıp düşünmeye başladı. İbrahim Gülşenî, o gece Kadı asker Alayî’nin evinde misafirdi. Gece yarısı olunca, ev sahibini uyandırdı ve; “Vali Halil’in konağına gidelim” buyurdu. Gece yarısı Halil’in konağına girdiler. Yattığı yerin kapısına gelince, yüksek sesle “Ey Halil! Tövbe ettin mi, yoksa beni hala öldürme fikrinde misin?” dedi. Vali Halil, ağlayarak kapıdan çıktı ve İbrahim Gülşenî’ye; “Efendim! Yaptıklarıma pişman oldum. Tövbe ettim. Yalvarıyorum bana dua buyurunuz. Bundan sonra hiç kimseye zulüm etmeyeceğim” dedi.
 
Sultan Hasan’ın devlet adamlarından ikisi, İbrahim Gülşenî’yi ziyarete geldiler. Gelenler daha söze başlamadan, birisine; “Senin bu gece niyet ettiğin şey makbuldür. Fakat buradaki malından değil, köyden gelece olandan ver. Kendi yerine gönderdiğin vekilin salih bir kimsedir. İnşallah senin için hac eder. Yalnız ücretini bol ver” dedi. Diğerine de “Niçin sabah gusül edip tövbe etmedin? Burada oturma. Git, çabuk gusl abdesti al gel” buyurdu. Meğer o iki kimsenin birisi yerine hacca vekil gönderecekmiş. Düşündüğü bir kimsenin bu işi yapıp yapamayacağı hakkında tereddüt ediyormuş. Vereceği paranın helalden olup olmadığında da şüphesi varmış.
 
Devlet adamı, İbrahim Gülşenî hazretlerinden bu kerametleri görünce, hemen Sultan Hasan’a gitti. Olanları anlattı. Sultan, İbrahim Gülşenî’nin büyüklüğünü daha iyi anladı ve onu memnun etmek için Kadı Hasan’ı çağırdı. “Git, İbrahim Gülşenî’yi ziyaret et. Bizden selam söyle. Bizi duadan eksik etmesin” diyerek pek çok hediyeler gönderdi. Kadı Hasan, İbrahim Gülşenî’nin huzuruna gidip, selamı söyledi ve hediyeleri arz eyledi. Selamı alan İbrahim Gülşenî, hediyeleri kabul etmedi. Kadı hediyeyi mutlaka vermek için zorlayıp duruyordu. Bu ısrar karşısında İbrahim Gülşenî; “Kadı Efendi! Bana hediye vermek için uğraşıp duracağına, acele evine git, kitapların yanıyor!” buyurdu. Kadı süratle evine vardı ve mangaldan sıçrayan ateşin kütüphanesini yakmaya başladığını gördü. Eğer yetişmese, kitaplarının hepsi ve evi yanacaktı. İbrahim Gülşenî’nin bu kerametini de görünce, ona olan yakınlığı ve bağlılığı bir kat daha arttı. Bu arada gusl için gönderdiği kimse abdest alıp geldi. İbrahim Gülşenî ona tövbe ettirdi. Tövbeden sonra o kimse velilik hallerine kavuştu.
 
Babası Uzun Hasan ve kardeşi Halil’in ölümünden sonra tahta çıkan Sultan Yakub da İbrahim Gülşenî’ye izzet ve itibar gösterdi. Onun için Tebriz’de bir zaviye inşa ettirdi. Fakat İbrahim Gülşenî bu zaviyede irşad, insanlara hak ve hakikati anlatma vazifesine uzun süre devam edemedi.
 
Safevî Eshab-ı kiram düşmanları, Tebriz’deki Ehl-i sünnet Müslümanları ortadan kaldırmak ve İbrahim Gülşenî’ye zulüm etmek için harekete geçtiler. Ateşe tapan Mecusiler ile birleşerek, Tebriz’i işgal ettiler. Her tarafı yakıp yıktılar. Önlerine geçen genç, yaşlı, kadın, erkek demeden herkesi öldürmeye başladılar. İbrahim Gülşenî hazretleri bu fitneden kurtulmak için hicrete karar verdi. Maceralı bir yolculuktan sonra oğlu Ahmed Hayâlî ile Diyarbakır’a ulaştı. İbrahim Gülşenî’ye, şehrin hakimi, Âmir Bey ile kardeşi Kayıtmaz Bey son derece hürmet gösterdiler. İzzet ve ikramlarda bulundular. Fakat orada fazla kalmayıp, yollarına devam ederk Mısır’a ulaştılar.
 
İbrahim Gülşenî’nin hocası Ömer Rûşenî hazretlerinin talebelerinden Timurtaş ve Şahin efendiler de daha önce Mısır’a gelip yerleşmişlerdi. Mısır halkı onlara değer veriyor, saygı ve hürmette kusur etmiyorlardı. İbrahim Gülşenî’nin Mısır’a gelmesini halk büyük bir sevinçle karşıladı. Kâdı’l- kudât Abdülberr bin Şahna, Timortaş ve Şahin efendilerin ricası üzerine İbrahim Gülşenî Kubbetü’l-Mustafa denilen yerde yerleşti. İnsanlara nasihate, ibadetleri yapmanın, haramlardan kaçmanın faziletini anlatmaya başladı. Kısa zamanda Sultan Gavri başta olmak üzere herkes onu çok sevdi. Onun kalblere şifa olan sözlerini hep dinlemek, hiç kaçırmamak için huzurunda bulunmaya gayret ettiler. Gelenlerin çok olması üzerine, hükümdar ona, Müeyyediye’de bir medrese yaptırdı. İbrahim Gülşenî oraya giderek Ehl-i sünnet itikadını ve Gülşeniyye yolunu anlatmaya başladı.
 
<div style="direction: ltr;">
Bu arada Memlûklerin Safevîleri desteklemesi yüzünden Osmanlılarla arası açılmıştı. Sultan Gavri, İbrahim Gülşenî hazretlerinin karşı çıkmasına rağmen, devlet adamlarının ısrarı üzerine, Yavuz Sultan Selim üzerine yürüdü. Ancak yapılan savaşta hayatını kaybetti. Onun yerine tahta çıkan Tomanbay, İbrahim Gülşenî’ye gelip dua istirham eyledi. Şeyh dedi ki: “Siz duaya kabiliyet ve istidat hâsıl eyleyin ki dua size ulaşsın. Sultanların duaya istidadı adalettir. Ol dahi Allahü tealanın kitabı ile hüküm vermektir. Her kim Allahü tealanın emri üzere hüküm etmez ise zalim olur. Sultanım! Eğer makam-ı selamette olmak istersen, Selim’e tabi olasın.” Bu nasihatlere rağmen Tomanbay Ridaniye’de Yavuz’un karşısına çıktı. Bozguna uğradı, sonra yakalanarak idam edildi.
</div>
 
Sultan Selim Han böylece Mısır’ı zapt ettiğinde, İbrahim Gülşenî hazretleri onu:
 
Azîzim hayr-ı makdem ömrümün vârı safâ geldin.
Keremler eyledin gönlümün sultanı safâ geldin.
 
diyerek karşıladı. Yavuz Sultan Selim Han da bu büyük alime gönülden hürmet gösterdi. Pek çok yeniçeri ve sipahi sohbeti ile şereflendi, duasını alarak feyz ve bereketlerinden istifade etmeye çalıştılar. Mısır’da İbrahim Gülşenî hazretlerinin talebeleri<ve sevenleri çoğaldı. Namı, zamanın sultanı Kânûnî Sultan Süleyman Han’a erişti. Sultan Süleyman Han, onu İstanbul’a davet eyledi. İstanbul’a gelen İbrahim Gülşenî hazretlerin eçok hürmet gösterdi, ikramlarda bulundu. O sıralarda İbrahim Gülşenî yüz dört yaşlarındaydı. Gözlerinde bir rahatsızlık hissediyordu. Görmesi çok zayıflamıştı. Durumu Pahişah’a arz eyledi. Sultan da Kehhalbaşı (Sürmecibaşı)’na emrederek, gerekli ihtimamı göstermesini emretti. Kehhalbaşı, bütün gayretini sarf ederek, Allahü tealanın izniyle kısa zamanda yeniden gözlerinin açılmasına sebep oldu. İbrahim Gülşenî sıhhate kavuşunca, Çıkrıkçılar başındaki Atik İbrahim Paşa Camii’nde halka vaaz ve nasihat etmeye başladı. Kısa zamanda İstanbulluların gönlünde taht kuran İbrahim Gülşenî’ye, devlet erkanından ve halktan pek çok kimse talebe olmakla şereflendi. Padişah, şeyhülislam, alimler ve evliya onun ilimdeki üstünlüğünü çok takdir ettiler. Bir müddet İstanbul’da kalan İbrahim Gülşenî hazretleri, Padişah’tan izin alarak tekrar Mısır’a döndü.
 
İbrahim Gülşenî, Mevlânâ Celâleddin-i Rumî hazretlerinin Mesnevî’si tipinde, ona eş olarak, kırk gün içinde kırk bin beytlik Farsça bir mesnevî yazdı. Ma’nevî ismini verdiği bu kitabı çok kıymetlidir.
 
Talebelerine daha çok Mevlânâ hazretlerinin Mesnevî’si ile kendisinin Ma’nevî isimli eserinden okuturdu. Nitekim şöyle denilmiştir:
 
Gülşenî dervişi güldür, goncalardır Mevlevî,
Bülbül-i şeyda okur geh Mesnevî, geh Ma’nevî.
 
İbrahim Gülşenî hazretleri 1534 (H940) senesi Şevval ayının dokuzuncu gününde, kelime-i şehadet getirerek vefat etti. Yerine oğlu Ahmed Hayâlî geçerek, Gülşenî yolunu devam ettirmeye çalıştı.
 
İbrahim Gülşenî vefat ettiği gün, Münteci Muhammed Efendinin evinin önündeki bir servi ağacı yere devrildi. Muhammed Efendi; “Bu hayra alamet değil” deyip, dua almak niyetiyle İbrahim Gülşenî’nin evine doğru gitti. Eve vardığı zaman, vefat ettiğini öğrendi. Evinin önünde bir servi ağacının devrildiğini, Gülşenî’nin oğlu Ahmed’e anlattı. Orada bulunanlar hayret ettiler. Çünkü yakınları tabut yapmak için her tarafa servi ağacı aramaya çıkmışlardı.
 
Orada bulunanlar; “Biz servi ağacı bulmaya etrafa adam göndermiştik. Meğer sizin servinizin düşmesi İbrahim Gülşenî hazretlerinin tabutu içinmiş” dediler.
 
Bana teselli geldi. O serviden tahta biçtirerek, tabut yaptırıp getirdim. Onunla defnettiler. Yıkarken etrafa çok güzel, misk gibi bir koku yayıldı… Bu kokuyu orada bulunan herkes hissetti.
 
İbrahim Gülşenî’nin oğlu Ahmed Hayâlî, babasından otuz yedi sene sonra vefat etti. İbrahim Gülşenî’nin türbesine defnedildi. Kabri kazılırken etrafa öyle bir güzel koku yayıldı ki, orada bulunanlar bu kokunun Cennet kokusu olduğunu ve İbrahim Gülşenî’nin kabrinden geldiğini anladılar. Sandukayı kaldırıp, toprağı kazmaya başladılar. Aşağı indikçe koku arttı. Kokunun İbrahim Gülşenî’nin mübarek kabrinden geldiği aşikar oldu.
 
Kabre inen şöyle anlattı: “Merak ederek İbrahim Gülşenî’nin kabrini açtım. Aradan otuz yedi sene geçmesine rağmen, kefeninde leke bile yoktu. Mübarek başına doğru bakarak hürmetle selam verdim. Kabirden şöyle cevap geldi: ‘Aleyke selamullah ya İbni!’ tahammül edemeyip, elimde olmayarak diz çöktüm. Yanımda Şeyh Ali’nin lalası vardı. O, korkudan yukarı çıktı. Ben Ahmed Hayâlî’nin cesedini kabre koydum. Üzerimdeki bütün yorgunluk ve korku gitti.”
 
İbrahim Gülşenî hazretlerinin Ma’nevî isimli mesnevisinden başka, Arabî, Farisî ve Türkçe Divanları vardır. Ma’nevî’nin bir kısmını, talebelerinden Muhammed Fenaî Efendi Türkçe’ye tercüme etmiştir.
 
'''
BESMELENİN FAZİLETİ'''
 
İbrahim Gülşenî, bir gün talebeleriyle sohbet ediyordu. Bir ara talebeleri; “Efendim! Allahü tealanın ihsanı ile kabirdeki ölülerin azabda veya nimet içinde oldukları biline bilir mi? Dua ederek azabda olanın azabı kaldırılır mı?” diye sordular. İbrahim Gülşenî buyurdu ki:
 
“Allahü tealanın sevdiklerinden biri bir kabre uğradığında, kabirdekinin azab içinde olduğunu gördü. Aradan bir müddet geçtikten sonra, tekrar o kabrin yanına uğradı. Kabre teveccüh ettiğinde, azabın kaldırılmış olduğunu gördü. Hayret ederek düşünceye daldı. O sırada kendisine bir hitap geldi. Deniyordu ki; ‘Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o çocuğu ilim öğrenmeye gönderdi. Çocuk Besmeleyi öğrenince, Besmelenin hürmetine babasının azabı kaldırıldı.’
 
Yine bunu gibi şahid olduğum bir hadise de şöyledir:
 
Kadı İsa’nın hocası Fahreddin vefat etmişti. Kadı İsa, teveccüh edince, hocasının azabda olduğunu anladı ve gelip bana durumu söyledi. Kadı İsa’ya dedim ki: ‘Hocanın sende hakkı var. Hocan için sadaka ver, Kur’ân-ı kerîm okut ve ruhuna hediye eyle.’ Kadı İsa denilenleri yaptı. Fukaraya yemek yedirdi. Sevabını hocasının ruhuna hediye etti. O gece Kadı İsa rüyasında hocasını gördü. Azab melekleri tekrar azab için gelmişlerdi. Tam o anda bir nur kapladı. Bunu gören melekler, hemen oradan ayrıldılar. Ertesi günü rüyasını bize tabir ettirmek için geldi. Biz de; ‘Okuduğun Kur’ân-ı kerîm ve yaptığın hayır hasenat ona nur oldu ve azabdan kurtuldu. Çünkü Kur’ân-ı kerîm nurdur’ dedik.
 
=='''ESERLERİ'''==
 
Türkçe, Arapça ve Farsça 75.000 beyitlik şiir yazmış olan İbrahim Gülşenî’nin başlıca eserleri şunlardır:
 
'''1.MA’NEVÎ:''' Mevlânâ’nın Mesnevî’sine nazire olarak yazılan bu Farsça eser 40.000 beyit olup Diyarbekir’de on ayda tamamlanmıştır. İbrahim Gülşenî, İstanbul’da iken eseri Şeyhülislam kemalpaşazade’ye inceletmiş, Kemalpaşazade zahir ehlinin bunun manasına vakıf olmayacağını, eserin birçok ilahi sırrı ihtiva ettiğini söylemiştir. Hulvî, İbrahim Gülşenî’nin eserin bir nüshasını Kemalpaşazade’ye verdiğini, bu nüshanın Kemalpaşazade’nin türbesinde muhafaza edildiğini söyler. Mesnevî’den alınma çeşitli hikayeleri ihtiva eden kitabın hemen hemen hepsi müelifi hayatta iken yazılan, ayrıca ciltleri de değerli olan pek çok nüshası vardır.(Süleymaniye Ktp. Ayasofya, nr. 2080) eserin ilk 500 beyti La’li Mehmed Fenaî tarafından şerh edilmiştir.(İstanbul 1289)
 
'''2.DİVAN:''' 17.000 beyitten meydana gelen Farsça divanında şairin Mevlânâ ve Yunus Emre’nin etkisinde kaldığı görülmektedir.(Süleymaniye Ktp. Fatih, nr. 3866)
 
'''3.KENZÜ’L- CEVÂHİR:''' Tasavvufî konulara dair rubâî ve tuyuğlardan meydana gelen bu Farsça eser, 7500 beyit ihtiva etmekte olup tek nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndedir.(FY, nr. 1233)
 
'''4.SÎMURGNAME:''' Muhyî eserin 30.000 beyit olduğunu söyler.(Menâkıb, s. 239)
 
'''5.DİVAN:''' 1700 beyitten oluşan Türkçe divanda Yunus Emre ve Nesimî’nin şiirlerinin etkisi belli olmaktadır. En iyi nüshası Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’nde(Mustafa Çan, nr.982), diğer nüshası da İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde(TY, nr. 890) kayıtlıdır. Gülşenî’nin diğer Türkçe eserleri de şunlardır: Pendname, Çobanname. Manzum olan bu iki eserden başka Tahkîkât-ı Gülşenî adlı mensur bir Türkçe eser de İbrahim Gülşenî’ye nisbet edilmektedir. İbrahim Gülşenî’nin İbnü’l-Farız’a ait et’Tâ’iyyetü’l-kübrâ’nın etkisi altında yazdığı şiirlerden oluşan 5000 beyitlik Arapça divanının tek nüshası Ankara’da Dilve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi’ndedir.
 
 
=='''ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER'''==
 
1
 
Ben bu mülke gelmedin nerdenliğüm bilmişem
 
Bilmeyene o mülki bildürmeğe gelmişem
 
 
Od u su toprak hevâ bulmadan neşv ü nemâ
 
Gelübeni bu eve girmeğe yönelmişem
 
 
Evveli yok evvele gün gibi mir’at ile
 
Mazhar olup zât ile ayn-ı safâ olmışam
 
 
Işk ile aklın ilin tayy kıluban cüz’ külün
 
Yokluğ ile varlığın bilmek içün gelmişem
 
 
Ma’rifetin haline münkir olan kaline
 
Cehl ile ıdlâline ağlar iken gülmişem
 
 
Işk ile hamr- ezel içeliden lem-yezel
 
Sarhoş olup sahv ile sanmanuz yanılmışam
 
 
Ruşenî’den ay gibi Gülşenî devran ile
 
Ay ile gün yoğ iken buluşuban dolmuşam
 
2
 
Benüm gönlüm alan dilber
 
Gider dirler gider dirler
 
Beni Mecnûn tek o Leylî
 
İder dirler ider dirler
 
 
Kapup aklumı başumdan
 
Komadı bilgi hûşumdan
 
Soraram yad bilişümden
 
Gider dirler gider dirler
 
 
Ne sevdâdır dey’nüz bana
 
İşitip kalmanuz bana
 
Gönül benden kaçup ana
 
Gider dirler gider dirler
 
 
İşitdüm şk ile sevdâ
 
Kılanda âşıkı şeydâ
 
Düşüp deli gibi dağa
 
Gider dirler gider dirler
 
 
N’idem ey uslular dey’nüz
 
Delirmeden gamum yey’nüz
 
Çü başdan aklumı yaz güz
 
Gider dirler gider dirler
 
 
Görüp ışk ile medhûşı
 
Bilün âşk o bîhûşı
 
Çü anun akl ile hûşı
 
Gider dirler gider dirler
 
 
İşitdüm Gülşenî seni
 
Doğaldan Rûşenî güni
 
Ziyâdan aydın ilini
 
Gider dirler gider dirler
 
=='''KAYNAKÇA'''==
 
Kuzey Afrika Evliyaları (Mısır), Türkiye Gazetesi Yayınları
 
Dinî Tasavvufî Türk Edebiyatı, Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Ankara 2006, Akçağ Yayınları
 
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi İstanbul 2000, C.21