Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomik tarihi: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
+
+
1. satır:
{{birleştir|Osmanlı İmparatorluğu'nun iktisadiekonomik yapısıtarihi}}
[[Dosya:Nisanci.jpg|400px|thumb|right|'''Başçuhadar''' Sadrazamın Giyeceklerini Muhafaza Edip Taşıyan <br />'''Defterdar''' Maliye Bakanı<br /> '''Defter Emini '''Devlet Arazi Kayıt Defterlerinin Muhafızı <br />'''Nişancı''' Devlet Bakanı <br />'''Darbhane Emini '''Darbhanenin Amiri]]
[[Dosya:Nbkjl.gif|400px|küçükresim|sağ|İstanbul'da 1469-1914 yılları arasında fiyatlar düzeyinin 200'den fazla kez katlandığı görülmektedir.<ref>Şevket Pamuk, A Monetary History Of the Ottoman Empire, Cambridge Yay, s.235.</ref>]]
'''[[Osmanlı İmparatorluğu]]'nun ekonomik tarihi''', iki alt döneme ayrılır. Birincisi, oluşturulan kapalı tarım ekonomisinin imparatorluk içinde bölgesel fark gösterdiği [[klasik çağ]] (genişleme); ikincisi ise devlet ve kamu işlevleri üzerine, idarî ve [[politik]] düzenlemeler ile başlayan [[devlet]] örgütlü [[reform]]ları kapsayan [[reform]] dönemidir. Askerî reformlar ile başlayan değişim; [[kamu]] ve [[zanaatkar]] [[lonca]]larına uzanmıştır.
 
[[Osmanlı Devleti]], beylik döneminden itibaren sistemli bir malî teşkilâta sahip olmuştu. Osmanlılardaki ilk [[maliye]] teşkilâtının Murat Hüdavendigâr ([[I. Murat]]) zamanında [[Çandarlı Kara Halil Paşa]] ile [[Karamanlı Kara Rüstem Paşa]] tarafından yapıldığı belirtilmektedir. Bu bilgiler ışığında meseleye bakıldığı zaman Osmanlı maliyesinin daha ilk kuruluş dönemlerinde ortaya çıktığı ve devletin buna büyük bir itina gösterdiği anlaşılmaktadır.
== Osmanlı ekonomisi ==
 
Fâtih zamanında hazırlanan kanunnâmede "Bu kanunnâme atam ve dedem kanunudur ve benim dahi kanunumdur" ifadesi ile tarihî bilgilere göre ilk Osmanlı hükümdarlarının, bir araya getirilip tedvin edilmemiş kanunnâme hükümleri ile âmil oldukları anlaşılmaktadır. Fâtih kanunnâmesinde yer alan ''Ve yılda bir kerre rikâb-i Hümâyunuma defterdarlarım irad ve masrafım okuyalar hil'at-i fahire giysinler.'' ve ''Ve hazineme dahil ve hariç olan akça, defterdarlarım emri ile dahil-hariç olsun'' ifadeleri, Osmanlıların maliye teşkilâtına ne denli önem verdiklerini, bu anlayışa daha ilk zamanlardan beri nasıl sahip çıktıkları görülmektedir. Aslında bu gerekli idi. Çünkü gelir ve gider hesapları olmayan, neyin nereden ve ne zaman geleceği bilinmeyen ve bu konuda [[istatistik]]sel bir bilgiye sahip olmayan bir devlet düşünülemez.
[[Osmanlı İmparatorluğu|Osmanlı]], askeri gelişimi ve fiskalizmi zenginliğin temel kaynağı olarak gördü. Tarım ise, üretim ve ticaretten daha önemli görüldü. Batı, Osmanlı'nın aksine zenginlik-güç-zenginlik denklemi ile üretim ve sanayiye daha fazla önem verdi. Kapitalist ekonomilerde doğru hareket gelişen endüstri ve pazarı kapsar fakat Osmanlı, bölgesel genişleme, geleneksel tekel, tutucu arazi sahipliği ve tarımın yörüngesinde devam etti.
 
=== NüfusMali istatistiğiTeşkilat ===
 
Osmanlı maliye teşkilâtının başında "[[Defterdar]]" adi verilen bir görevli bulunmaktadır. Bu görevli, günümüzdeki Maliye Bakanlarının yerine getirmekle yükümlü oldukları görevleri yapıyordu. Önceleri teşkilatın başında bir defterdarla, onun maiyeti vardı. Bütün malî işlerden bu Baş defterdar sorumlu idi. Ancak zamanla Osmanlı ülkesinin genişlemesi üzerine defterdar sayısı ikiye çıkarıldı. Kanunnâmede de belirtildiği gibi defterdar padişah malının vekili idi.
{| class="wikitable" align=right style="margin-left:10px;"
 
|-
Kuruluş döneminde gelirler, daha fazla bir yekûn tutuyordu. Buna karşılık masraflar pek o kadar fazla değildi. Zira bu dönemde Osmanlı askerinin büyük bir kısmı [[tımarlı sipahi]] idi. Ayrıca devlet erkânından çoğunun has ve [[tımar]]larının geliri kendilerine yetiyordu. Devletin masrafı ise sadece Kapıkulu askerlerine verilen para (maaş) idi. Gelirlerin fazlası ise cami, medrese, köprü, han, hamam vs. gibi imar işlerinde kullanılıyordu.
! Yıl
 
! Nüfus
== Hazine ==
 
Osmanlı maliyesi, "Miri hazine" (veya dış hazine) ile [[Enderûn]] (veya iç hazine) hazinesi olmak üzere iki kısımdı. Dış hazinenin görev ve yetkisi, devletin genel gelirlerini toplamak ve gerekli masrafları yerli yerinde kullanmak şeklinde belirlenmişti. İç hazine ise padişaha aitti. Padişahlar, bu hazineyi istedikleri şekilde kullanıyorlardı. Şayet dış hazinenin parası yetişmez ise iç hazineden borçlanmak suretiyle ödünç para alınırdı. Dış hazine, vezirde bulunan hükümdar mührü ile açılıp kapanırdı. Bu hazine, defterdarın sorumluluğu ve vezirin denetimi altında idi.
 
Bundan bir müddet öncesine kadar ilk Osmanlı sikkesinin [[Orhan Gazi|Orhan Bey]]'e ait olduğu biliniyordu. Fakat [[Osman Gazi|Osman Bey]]'e ait sikkenin bulunmasıyla eski bilgi, geçerliliğini kaybetti. Buna göre ilk Osmanlı parasının Osman Gazi döneminde tedavüle çıktığı anlaşılmaktadır. Gümüşten mamul Osmanlı parasına "[[akça]]" deniyordu. Her padişah, hükümdarlık alameti olarak kendi adına para bastırırdı. Osmanlı hükümdarları Fâtih Sultan Mehmet dönemine kadar gümüş ve bakır para bastırdılar. [[Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi|Kuruluş döneminde]] ve daha sonraki dönemlerde paranın ayarına ve saf gümüş olmasına özen gösteriliyordu.
 
== Gelir Dağılımı ==
Osmanlı'da zengin sınıf gerek [[vakıf]] anlayışı, gerekse devletin [[iktidar]] kaygısı ile fazla büyümemiştir. Ancak devlet görevlilerinin imkanları çoktu ve genellikle zengindiler. [[Bürokrat]]lar Osmanlı toplumunun en zengin ve kudretli sınıfıdır. Prof. [[İnalcık]]'a göre; "1500'lerde bir sancak beyinin yıllık geliri 4 bin 12 bin [[düka]] al­tını arasında değişiyordu. Oysa aynı dönemde [[Bursa]]'nın zengin bir tüccarı dört bin altın servete nadiren sahipti" .<ref>H. İnalcık, Ottoman Empire s.115</ref> Çok küçük bir bürokratlar sınıfı padişah ailesinden sonra, en zengin kesimi oluşturuyordu. Ardından yabancı tüccarlar ve müslümanlar geliyordu. Örneğin: [[Lütfi Barkan]]'ın 1528'de [[Rumeli]]'deki dört [[sancak]]ta tespit ettiğine göre: toplam gelirin % 35'i padişahın [[has]]larına, % 54'ü [[tımar]] ve [[zeamet]]e, % 7'si [[sancak]] beyleri hassına ve ancak % l'i [[mülk]] ve vakıf araziye aittir. Merkezi devlet toplam gelirin ancak % 37'sine el koyabilmekte, artan kısmı eyaletlerde kalmaktadır. Bu da devletin [[militarist]] ve sürekli [[seferberlik]] halinde olmasından ileri gelmekteydi.<ref>İlber Ortaylı,Türkiye Teşkilat ve İdare Tarihi,s. 130</ref>
 
===Enflasyon===
 
{| class="wikitable sortable"
|-
! Yıllara göre enflasyon !! 1 altın [[duka]]nın [[akça]] karşılığı<ref>Halil İnalcık, "Yükseliş Devrinde Osmanlı Ekonomisine Umumi Bakış", Türk Kültürü, VI/68, Haziran 1968, s. 539.</ref>
| 1520
| 11,692,480<ref name="Kabadayı">M. Kabadayı, [http://www.iisg.nl/research/labourcollab/turkey.pdf Inventory for the Ottoman Empire / Turkish Republic 1500-2000]</ref>
|-
| 15661477 || 45
| 15,000,000<ref name="Kinross206">L. Kinross, ''The Ottoman Centuries: The Rise and Fall of the Turkish Empire'', 206</ref>
|-
| 1683 1488 || 49
| 30,000,000<ref name="Kinross281">L. Kinross, ''The Ottoman Centuries: The Rise and Fall of the Turkish Empire'', 281</ref>
|-
| 1831 1510|| 54
| 7,230,660<ref name="Kabadayı"/>
|-
| 1856 1523 || 55
| 35,350,000<ref name="Kabadayı"/>
|-
| 18811548 || 57
| 17,388,604<ref name="Kabadayı"/>
|-
| 19061550 || 60
| 20,884,000<ref name="Kabadayı"/>
|-
| 19141566 || 60
| 18,520,000
|-
| 1919 1575 || 60
| 14,629,000
|-
| 1586 || 120
|}
 
== Vergiler ==
Osmanlı'da nüfus sayımı 19. yüzyılda başladı. Önceki dönemler için büyüklük ve nüfus dağılımı, gözlenen demografik örneklere dayanılarak tahmin edilir.
{{Osmanlı İmparatorluğu'nda vergiler}}
[[Dosya:Osmanlı-Avrupa-Ticareti.png|300px|çerçeveli|sağ|1793'te Ülkelere göre Osmanlı Devleti'nde [[berat]](iş belgesi) alan yabancı tüccar sayıları.<ref>The Capitulations and the Ottoman Legal System, Qadis Consuls and Beraths in the 18th Century (2005), ISSN 1384–1130, ISBN 90 04 14035, s.90</ref>]]
 
Osmanlı maliyesinin farklı gelir kaynakların başında halktan toplanan vergiler geliyordu. Kamu hizmetlerinin düzenli bir şekilde devamlılığını temin için baş vurulan bir çare olan [[vergi]]nin, devletlerin ekonomik ve sosyal hayatlarında önemli bir yeri bulunmaktadır.
Nüfusun [[18. yüzyıl]]da, [[16. yüzyıl]]dakinden daha düşük olmasının nedeni belirsizdir. Fakat, [[1800]]'lerle birlikte nüfus yükselmeye başlamış; [[Avrupa]] illerinde (öncelikle [[Balkanlar]]da) 10 milyon civarı, [[Asya]] illerinde 11 milyon ve [[Afrika]] illerinde 3 milyon civarı nüfusla 25-32 milyona ulaşmıştır. [[1900]]'lerde de 18.5 milyon ile [[1800]]'lerdekine yakındır. Bu süre zarfında imparatorluğun sınırları 3 milyon kilometrekareden, 1 milyon kilometrekareye gerilemiştir. Bu da nüfusun iki katına çıktığı ve dolayısıyla [[nüfus yoğunluğu]]nun arttığı anlamına gelmektedir.
 
Siyasî bir çevre içinde ortaya çıkan İslâm, kendisinden önceki din ve toplumlarda mevcut olup tatbik edilen vergilerle karsılaştı. Vergi, amme menfaat ve islerinin tanzimi söz konusu olduğu zamanlarda, fertlere yüklenen bir mükellefiyet olduğuna göre İslâm, kendisinden müstağni kalamazdı. Bununla beraber [[İslâm vergi sistemi]], birdenbire ve topyekûn vaz' edilip uygulama sahasına konmamıştır. O, İslâm'ın yayılışına ve ihtiyaçların ortaya çıkısına göre yirmi senelik tesriî bir tekâmül sonunda müesseseleşmiştir.
Salgın hastalıklar ve kıtlıklar önemli bozulmalara ve demografik değişimlere neden olmuştu. [[1785]]'te [[Mısır]] nüfusunun yaklaşık on altıda biri vebadan öldü ve [[18. yüzyıl]]da [[Halep]] nüfusu %20 oranında bir düşüş yaşadı. [[1687]]-[[1731]] yılları arasında sadece [[Mısır]]'ı 6 kıtlık vurdu. Ve son kıtlık kırk yıl sonra [[Anadolu]]'yu vurdu. [[19. yüzyıl]]da gıda maddelerinin hijyen, sağlık ve ulaşımlarında yapılan iyileştirmeler ile durum kontrol altına alındı.
 
Osmanlı devlet rejiminin, kendinden öncekilerden devr alıp tatbik ve inkişaf ettirdiği vergi sistemi, amme idaresi ve devletin iktisadî tarihi bakımından önemli bir yer tutar. Bunun için, iktisadî tarihin önemli bir bölümünü meydana getiren vergi sistemini iyi değerlendirmek gerekir.
Buharlı gemiler ve [[demiryolları]]nın gelişimi ile yükselen liman kentlerinde bu yükseliş nüfusun kümeleşmesine yol açtı. Kentleşme, kasaba ve şehirlerdeki büyüme ile birlikte [[1700]]-[[1922]] arasında hızla arttı. Sağlık ve koruma tedbirlerindeki gelişmeler bu şehirleri yaşama ve çalışma yönünden daha cazip kıldı. Örneğin bir liman kenti olan [[Selanik]] nüfusu [[1800]]'lerde 55.000 iken, [[1912]]'de 160.000 oldu. Yine [[1800]]'lerde 150.000 nüfusa sahip olan [[İzmir]]'in nüfusu, [[1914]]'te 300.000'e ulaştı. Bazı bölgelerin nüfuslarında ise, bunların tam aksine, bir düşüş vardı. [[Belgrad]] nüfusu özellikle siyasî çekişmeler nedeniyle 25.000'den 8.000'e düştü. Bu nedenle nüfus istatistikleri farklı bölgelerde yaşanan değişimleri maskeleyebilir.
 
Kurulusundan itibaren Müslüman bir toplumu ifade eden Osmanlı Devleti, inkişâf ettirip kemâl mertebesine ulaştırdığı müesseseleri ile, tebeasindan tahsil ettiği verginin temeli, [[İslâm hukuku]]nun kaynaklarına dayanıyordu.
Ekonomik ve siyasî göçler imparatorlukta çapraz bir etki yaratmıştı. Örneğin [[Rusya]] ve [[Avusturya]]'nın [[Kırım]] ve [[Balkanlar]]ı ilhak etmesi geniş [[Müslüman]] akınına yol açtı. 200.000 [[Kırım Tatarı]] mülteci [[Dobruca]]'ya kaçtı. Bazı göçler imparatorluğun parçaları arasındaki siyasî gerginlikler gibi (örn. [[Türkiye]]-[[Bulgaristan]]) kalıcı izler bıraktı. [[1783]]-[[1913]] yılları arasında takrîben 5-7 milyon mülteci Osmanlı'ya akın etti ve bunlardan en az 3,8 milyonu [[Rusya]]'dandı.
 
Siyasî bir birlik olarak tarih sahnesinde görünmesinden itibaren birçok vergi kalemi tarh etmek zorunda kalan Osmanlı Devleti'nin bu uygulaması, yüzlerce vergi ismi gösteren cetvellerle tasvir edildiği kadar karmaşık ve anlaşılmaz değildir. Gerçekten mıntıka ve zamanlara göre farklı isimlerle toplanan bunca vergi kalemi, sağlam kaidelere dayanan bir sistemin esas hatlarını çizmek suretiyle, bize lüzumlu bilgiyi verecek şekilde basitleştirilebilir.
===Yerel üretim===
Osmanlı coğrafyasında çoğu şehir bir üretim alanına odaklanır, belli ürünlerle anılırdı. Konya: [[dokuma]], Tokat: [[bakır]]cılık, Amasya ve Erzincan: [[gümüş]]çülük, Ankara ve Kastamonu: yumuşak [[kumaş]], Bursa: [[ipek]]çilik, Selanik: [[çuha]]cılık, Edirne: [[ayakkabı]]cılık, Bulgaristan: [[aba]], kıl dokuma işçiliği ile bilinirdi. Osmanlı İmparatorluğu başta Avrupa olmak üzere yurtdışına: pamuklu, yünlü, deri, yağ, halı ve boya gibi ürünler [[ihraç]] ederken; yine başta Avrupa olmak üzere yurtdışından süs eşyası, kalay, kurşun, kâğıt, kadife, cam eşya ve saat gibi ürünleri [[ithal]] etmiştir.
 
Osmanlı devlet sisteminin önemli müesseselerinden biri olan mâliyenin, temel dayanağını teşkil eden vergi, genel mânâda iki ana bölüme ayrılır. Bunlardan biri tamamıyla şeriata dayanan ve esas itibarı ile Kitab (Kur'an) ile Sünnet'ten kaynaklanan "Ser'î Vergiler"dir ki buna "Tekâlif-i Ser'iyye" denmektedir. İkincisi de bas gösteren malî sıkıntılar yüzünden devlet tarafından bir zorunluluk sonucunda konan "Örfî Vergiler"dir ki buna da "Tekâlif-i Örfiye" denir.
==Ticaret ve taşımacılık==
 
Müslüman bir cemiyete istinat eden bünyesi ile ser'î hukuku hem nazarî hem de amelî bir şekilde ve her sahada uygulamaya koyan Osmanlı Devleti, diğer Müslüman devletlerin bu konudaki tatbikatlarını gözden ırak tutmuyordu. Bu bakımdan, Osmanlı tarih ve teşkilâtlarını baslı basına ve kendinden öncekilerden tamamen ayrı düşünemeyiz. Çünkü Osmanlılar, kendilerinden önce Anadolu'ya gelip yerleşmiş bulunan Müslüman Türklerin yasayış tarzlarını, ahlâk, iktisat, âdet, örf ve diğer özelliklerini almaktan çekinmiyorlardı. Bunun içindir ki, bir şehir veya kasaba Karamanlılardan, Selçuklulardan, Germiyandan veya başka bir beylikten Osmanlılara geçmekle fazla bir değişikliğe uğramıyordu. Çünkü Osmanlı Devleti teşkilât ve müesseseleri ile Anadolu beylikleri teşkilât ve müesseseleri arasında pek büyük farklar bulunmuyordu.
===Kara ticareti===
[[Osmanlı İmparatorluğu|Osmanlı]]'ya, kendisinden önceki [[Selçuklu Devleti]]'nden bir [[kervansaray]] ağı miras kaldı. [[Ulak]]lar ile konvoyların güvenliğini sağlamak ve tüccar kervanlarını geliştirmek [[Osmanlı İmparatorluğu|Osmanlı]]'nın çıkarları doğrultusundaydı. [[Kervansaray]] ağı [[Balkanlar]]'a kadar genişletildi, tüccarlar ve hayvanların güvenle konaklayabileceği pansiyonlar yapıldı.
 
Osmanlı vergi sisteminin özelliklerinden biri de tebeadan alınan verginin kendisini (tebea) ne malî, ne de hukukî yönden rencide etmemiş olmasıdır. Hatta bu, sadece devletin bizzat kendisinin aldığı vergilerde değil, onun adına timar sahibinin aldığı vergilerde de geçerli idi. Öyle ki, dirlik sahibi, reâyadan cins ve miktarları kanunlarla tayin edilmiş olan bir kısım vergiden fazlasını tahsile selahiyetli değildi. Yetkisini asıp onu kötüye kullanandan dirliği, bir daha geri verilmemek üzere alınırdı. Osmanlı İmparatorluğu çeşitli dönemlerde yabancılara [[kapitülasyon]]lar sağlamıştır. Yabancı tüccarlara verilen imtiyazlar iktisadi yapıya uzun vadede yıkım getirmiştir. Örneğin: 1838'de İngiltere'nin dayattığı bir antlaşma ile devlet tekeli kaldırılmış, ihracattan alınan vergi miktarı %12, ithalat vergisi ise %3 yapılmıştır. Bu şekilde devlet toprakları açık pazar haline gelmiştir.<ref name="Osmanlıda Çöküş">{{Web kaynağı | url = http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/16_1.pdf | başlık = Osmanlıda Çöküş Dönemine Bakış | erişimtarihi = 12 Ocak 2014 | sayfa = 20 | arşivurl = http://web.archive.org/web/20160313141233/http://sablon.sdu.edu.tr/dergi/sosbilder/dosyalar/16_1.pdf | arşivtarihi = 13 Mart 2016}}</ref> Kapitülasyonlar 1928'de ancak tam olarak kaldırılabilmiştir.
[[16. yüzyıl|16.]] ve [[17. yüzyıl]]daki [[Celali ayaklanmaları]] [[Anadolu]] kara ticaretine büyük zarar verdi. İmparatorluk, tüccarların güvenliğini sağlayamadığından dolayı geçtikleri bölgenin lideriyle daha güvenli bir şekilde geçmek için anlaştı ve yolculuklar kesintisiz devam etti. [[18. yüzyıl]]da [[kervansaray]] ağını ve güvenliği geliştirmek için planlanan girişimler ve geçiş koruma birliğinin yeniden örgütlendirilmesi ile [[Anadolu]]'da kara ticareti gelişti.
 
Osmanlı vergisi iki ana bölümden oluşmaktadır. Bunlardan biri Şer'î Vergiler, diğeri de Örfî vergilerdir.
 
=== [[Şer'i]] vergiler ===
 
Osmanlı Devleti'nde '''Tekâlif-i Şer'iyye'''nin temelini teşkil eden vergilerin tarh, cibâyet vs. gibi hükümleri, fıkıh kitaplarında tafsilâtlı bir şekilde anlatıldıkları gibiydi. Bununla beraber farklı din, dil ve milliyetlere mensup kimseleri sınırları içinde barındırdığı için, tekâlif-i ser'iyye bölümüne dahil vergilerin isim ve çeşitleri de farklı olagelmişlerdir. Bu bakımdan Zekât, Öşür, Cizye ve Haraç gibi temel vergilerden başka bunların kısımları olarak seksen kadar vergi kalemi bulunmaktaydı.
 
==== [[Zekat]] ====
 
[[Zekât]], İslâm'ın beş esas şartından birini teşkil etmektedir. İslâm hukukuna göre zekât, bir ihsan veya basit bir sadaka değildir. O, devlet ve toplumun fert üzerindeki hakkıdır.
 
Devlet, zekât verip vermeme hususunda mükellefi serbest bırakmaz. Onu, âmilleri vâsıtasıyla toplamak ve yerine sarf etmek zorundadır. Belli şartları taşıyan her Müslümanın vermekle mükellef olduğu zekât, Osmanlı Devleti'nde diğer Müslüman devletlerde olduğu gibi uygulanıyordu.
{{ana madde|Zekat}}
 
==== [[Haraç]] ====
 
[[Haraç]], Osmanlılarda daha ziyade gayr-i Müslim tebeayi ilgilendiren vergilerden biridir. İslâm vergi hukukunda olduğu gibi Osmanlılarda da Haraç iki kısma ayrılmaktadır. Bunlar '''Haraç-i Muvazzaf''' ve '''Haraç-i Mukasem''' adını taşımaktadırlar. Haraç'ın bu iki kısmı da ser'î vergilerden olduğu için gerek ilk tarhı, gerekse ilk tahsili ile ilgili bir başlangıç tespit etmek mümkün değildir. Bununla beraber [[17 Mayıs]] [[1456]] tarihli bir [[ferman]]da belirtildiğine göre [[Fatih Sultan Mehmet]], babası II. Murat'ın Kostandin'de derbent bekleyen yirmi kadar kefereyi haraçtan muaf saydığı, kendisinin de buna aynen uyduğu görülmektedir. Bu belge, haraç uygulamasının kuruluş döneminde mevcut olduğunu göstermektedir.
 
Haraç-i Muvazzaf, arazi üzerine maktu bir şekilde konmuş bulunan akça olup zaman ve mıntıkalara göre farklı isimler alıyordu. Bunların bir kısmı adeta toprağın ücreti olarak alınmaktaydı. Bu gruba girenlerden bir kısmım söyle isimlendirmek mümkün olacaktır: Resm-i Çift, Resm-i Zemin, Resm-i Asiyâb, Resm-i Tapu, Bir kismi da bir çesit sahsî vergilere girmekteydi ki bunlar da: Resm-i Arûs, Resm-i Mücerred, Ispenç ve Dühan gibi isimler aliyordu. Biraz asagida görülecegi gibi Harac-i Mukasem, Osmanlılar döneminde "öşür" kelimesi ile ifade ediliyordu.
 
==== [[Öşür]] ====
 
[[Öşür]], İslâm vergi hukukuna göre, ziraî mahsullerden belli şartlar dahilinde Müslüman halktan alınan vergiye denir.
 
Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında diğer Müslüman devletlerde olduğu gibi, mülk olan "arazi-i öşriyye"den sadece öşür alınmaktaydı. Bu dönemde Osmanlılarda arazi biri "Öşriyye" diğeri de "Haraciyye" olmak üzere ikiye ayrılıyordu. Fakat XIV. asrin son çeyreğinden itibaren bazı sebeplerden dolayı birtakım değişiklikler yapılarak, arazinin bir kısmı "Emiriyye" olarak kabul edildi. Bu durum, daha sonraları Hicaz mıntıkası hariç kalmak üzere "Osmanlılarda arazi sultaniyyedir" seklinde ifadesini bulacak olan bir vaziyete getirilmiş oldu. Binaenaleyh, Osmanlı Devleti'nde öşür denince biri kuruluş dönemindeki mülk arazi mahsulatından alınan vergi ve sonraları sadece Hicaz bölgesinde alınan öşür ile, diğeri de arazi-i emiriyyeye mahsus olmak üzere alınan ve "amme-i nâs tarafından galat-i fâhis" olarak kendisine öşür denen "haraç-i mukasem" anlaşılmaktadır. Zira Osmanlılarda haracın mukasem kısmına öşür adi verilmekteydi.
 
Osmanlı Devleti'nde, öşür kelimesi yerine başka tabirler de kullanılıyordu ki bunlar, son dönemlerde ortaya çıkmıştı. Dimus, Ikta ve Sâlariye bu neviden kelimelerdi. Dimus, Suriye'ye ait defterlerde, Ikta, Irak mıntıkasına ait defterlerde Sâlariye ise Anadolu ve Rumeli defterlerinde zikr edilmekteydi. Osmanlı Devleti'nde öşür, su aşağıdaki maddalerden de alınmaktaydı: Bağ, sıra, bahçe, bostan, fevakih, kovan, harir, pamuk, giyah, odun ve ag (balık).
 
==== [[Cizye]] ====
 
İslâm hukukuna göre [[cizye]], devletin, Müslüman olmayan vatandaşını (tebeasini) yakından ilgilendiren, devletin Müslüman tebeadan aldığı zekât karşılığıdır denebilir. Zira Müslüman olmayan tebeayi cizyeye bağlamakla, devlette bir denge sağlanmış bulunuyordu. İslâm nazarında Müslümanlarla zimmîler (devletin Müslüman olmayan tebeasi = ehl-i zimmet) devletin vatandaşlarıdır. Ayni haklardan faydalanmakta ve ayni ölçülerde devletin imkânlarından yararlanmaktadırlar. Bu sebeple, Müslümanların ödediği zekâta karşılık, ehl-i zimmette cizye vermekteydi.
 
Osmanlı vergi hukukunun '''Tekâlif-i Ser'iyye''' bölümüne dahil olan cizye, maliyenin en önemli gelir kaynaklarından birini teşkil ediyordu. Müslüman bir devlet olması hasebiyle bu devlete, cizye uygulamasının ilk kuruluş yıllarından itibaren başladığı söylenebilir.
 
Devletin, idaresinde bulunan gayr-i Müslimlerin haklarım korumak, onlara gelebilecek zararları ortadan kaldırmak ve askerlik hizmeti karşılığında aldığı bu vergi, önemsiz denebilecek kadar az bir şeydir. O kadar ki bunu, Müslüman vatandaş ile Müslüman olmayan vatandaş arasında mühim ve farklı bir muamele olarak görmek mümkün değildir. Gerçekten devlet, tebeasi olan zimmîlerin bütün haklarını koruduğu gibi onlara gelebilecek zararları da ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Hatta, onlara yapılan bir haksizlik veya onlara karsı islenen bir suç, anında en ağır bir şekilde cezalandırılırdı. Nitekim [[26 Kasım]] [[1567]] tarihli ve [[Alacahisar Beyi]]'ne gönderilen bir hükümde, dağda üç nefer zimmîyi katleden dört sipahinin suçlarının sabit görülmesi üzerine idam edilmeleri gerektiği bildirilmektedir. Bu belge, suç isleyenlerin din, irk ve milliyetlerine bakılmaksızın, suçlarının gerektirdiği cezaların verildiğini göstermektedir. Günümüzde çok normal görünen bu olay, o asırların dünyasında bu kadar rahatlıkla uygulanamazdı.
 
Osmanlılarda, padişahların cizye ile ilgili bütün resmî tahrirleri şeriatın cizyeye ait kararlarına dayanıyordu. Nitekim daha [[I. Murat|Sultan I. Murat]] zamanında bu verginin İslâm hukukuna uygun olarak iki şekilde toplandığı görülmektedir. Bu şekillerden biri, Köstendil Tekfuru Konstantin ile anlaşılarak alınan ''Maktu Cizey'', diğeri de [[Bosna-Hersek]] ile sair tebeadan alınan ''Ale'r-Ruûs Cizye''dir.
 
Osmanlı Devleti'nde bu vergiyi vermekle yükümlü tutulan kimseler, sadece ergenlik (bulûğ) çağına gelmiş akil ve vücutça sağlam olan erkeklerdir. Ayrıca sadaka ile geçinen rahipler, çalışamayacak derecede bir rahatsızlığı olup fakir düşsenler, 14-75 yaslarından küçük veya büyük olanlar ile kadınlar cizyeden muaf idiler. Bundan da anlaşılacağı üzere Osmanlılarda cizye, tamamen İslâm hukukunun esaslarına göre uygulanıyordu.
 
Başlangıçta, devletin bütün bölgelerinde ayni miktarda cizye alınmıyordu. Zira bu dönemde, tedavülde bulunan paranın kıymet ve değeri de ayni değildi. Bu sebeple cizye miktarı, verilen fetvalara ve bölgelere göre azalıp çoğalabiliyordu. Bu konuda dikkatimizi çeken en önemli fetva Seyhülislâm [[Ebussuud Efendi]] (1545-1574)'nin fetvasıdır. Bu fetvaya göre biz, o dönemin fakirlik ve zenginlik ölçüleri gibi toplumun sosyal yapısı hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Nitekim o, "amele kadir olan kâfir ki, iki yüz dirhem-i ser'iyeye kadir olmaya, ol makule ednâdir, on iki dirhem-i ser'î alınır. İkiyüz dirhem-i ser'iyyeye kadir olup amele kadir olan evsat makulesidir, yirmi dirhem-i ser'î alınır. On bin dirhem-i ser'iyyeye malik olan 'a'la makulesidir, onlarin cizye-i ser'iyeleri kırk dirhem-i ser'idir" demektedir.
 
Kısmen toplumun sosyoekonomik durumundan kaynaklansa bile büyük ölçüde devlet müsamahasının bir neticesi olarak cizye mükellefinin tabi bulunduğu sınıflamada en az cizye verenler (ednâ sınıfı), her zaman öbür sınıflardan daha fazla olmuşlardır. Örnek olması bakımından 1103 (1691) senesinin Brud (Brod) kazası ve tevabiinde cizye verenlerin sınıflarına göre sayısına baktığımız zaman karsımıza aşağıdaki tablo çıkmaktadır:
 
A'la: 27 Evsat: 147 Ednâ: 166.
 
Müslüman devletlerde cizye mükellefi, bütün insanî hak ve vecibelerden rahatlıkla istifade edebilmekteydi. C.H. Becker'in [[İslâm Ansiklopedisi]]'ndeki "Cizye" maddesinde belirttiği gibi cizye ödeyen mükellefler, İslâm devleti ile yalnız iman ve âyinlerine müsamaha değil, hatta himaye isteme hakkini da kendilerine bahseden bir mukavele akd etmiş olurlar ki, benzer örnekleri Osmanlı Devleti'nde çokça görmek mümkündür. Nitekim Edirne'de meydana gelen bir yangında, dükkânları yanan Yahudilere, devlet tarafından verilen atiyye ile yardımın taksim seklini gösteren bir belgeye sahip bulunuyoruz.
 
Osmanlı Devleti'nde hazine için tahsil edilen cizye, her senenin Muharrem ayında değişik müesseselerce toplanıyordu. Birliği ortadan kaldıran bu uygulama, bazen devlet hazinesini büyük sıkıntılara sokuyordu. Bu durumu düzeltmek için 1101 (1689) senesinde [[Köprülü Fazıl Mustafa Paşa|Sadrazam Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa]], devrin ilgilileri ile yaptığı istisareden sonra, cizyenin toplanmasını belli kaide ve sistemlere bağlayarak toplama isinin tek elden yapılmasını sağladı. Bundan sonra her üç sınıf zimmî için ayrı birer mühür kazdırdı. Bunlara "a'la", "evsat" ve "edna fakir" gibi kayıtlar koydurttu. Her sene için tarihleri değişen bu mühürlerin ve dolayısıyla cizye mükelleflerinin, birbirinden açık ve kesin çizgilerle ayrılabilmesi için bunların gerek şekillerinde ve gerekse yazı karakterlerinde farklı uygulamalara gidildi. Bu uygulama o kadar yaygınlaştı ki, aşağıda fotokopilerini göreceğiniz mühürler 1852 senesine aittir. Demek oluyor ki cizyenin kaldırılışına kadar bu uygulama devam etmiştir.
 
Bu uygulamada cizye mühürleri ile birlikte cizye kâğıtlarının renkleri de değişiyordu. Kağıtların üzerinde de cizyenin hangi seneye ait olduğu, sınıfı, cizye muhasebesi, bas hazinedar ve cizye umum mülteziminin isimleri vardı.
 
Osmanlılarda cizye uygulaması, 1855 senesinde cizyenin, '''Bedel-i askeriye'''ye tebdili zamanına kadar devam etti.
 
=== Örfi vergiler ===
 
Osmanlılarda ser'î vergilerin yanında, temeli ihtiyaçlardan doğan ve örfe dayanan bir vergi daha bulunmaktadır. Bu, örfî vergiler veya '''tekâlif-i örfiyye''' denilen ayrı bir kategoride mütalaa edilir.
 
Osmanlı Devleti, kendisinden önceki diğer devletlerde olduğu gibi fazla miktarda askerin beslenmesi, donatılması ve harbe hazır bir duruma getirilebilmesi ile donanmanın hazır halde bulundurulması gibi mecburiyetlerden dolayı, örfî vergileri belirleyip koymak zorunda idi. Savaşlar, durmaksızın devam ediyor ve ser'î vergiler de bu durumun yüklediği masrafları karşılamaktan uzak bulunuyordu ve devleti böyle bir vergiyi koyma zorunda bırakıyordu. Bunun için devlet, [[II. Bâyezid]] (1481-1512)'in son senelerine tesadüf eden günlerde "Imdadiye-i seferiye" adi ile bir örfî vergi koymak suretiyle bu sıkıntıyı ortadan kaldırıp gidermeye çalışıyordu.
 
Devlet için ser'î vergilerden ayrı olarak örfî vergi tarh etmek, bir zaruret halini almıştı. Bu mecburiyet, devleti, vaz' ettiği (koyduğu) bu örfî vergileri devam ettirmek ve miktarının azalmaması için gerekli tedbirlere bas vurmak zorunda bırakıyordu. Yine bu zaruretin bir sonucu olarak örfî vergilerin şayi ve kalemleri, belirten ihtiyaçlara göre çoğaltılıyordu. Böyle bir uygulamaya müsaade edildiğine daha önce de temas edilmişti. Zaten Osmanlı sultanlarının bu hususta ser'î hukuka göre hareket ettikleri, emir ve fermanları ile, eski uygulamaları bir araya toplayan kanunnâme mecmualarının basında bulunan "ser'-i serife muvafakati mukarrer olup hâlen muteber kavanîn ve mesâli-i ser'iyyedir" ifadesinden de açıkça anlaşılmaktadır.
 
Normal olarak geçici olması gereken ve fakat birbiri ardi sira gelen muharebe ve ekonomik sıkıntılar neticesinde devamlılık kazanan örfî vergileri de iki kısma ayırmak mümkündür:
# Tekâlifi âdiye
# Tekâlif-i sakka
 
==== Tekâlif-i Âdiye ====
 
Ser'î hukuka göre malî bir terim olarak "ca'l" adi da verilen bu vergi türü, aralıksız devam eden harp ve malî krizlerin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. Böyle bir zaruretin, örfî vergilerin konmasına cevaz ve imkân sağladığı daha önce anlatılmıştı. Binaenaleyh, İslâm hukukunun müsaade ettiği bu nevi vergilerin Osmanlı Devleti'nde bulunmasında bir sakınca yok demektir. Bu yüzden "tekâlif-i örfiyye" diye zikr edilen vergilere ser'an ruhsatın verildiğini söyleyebiliriz.
 
==== Tekâlif-i Sakka ====
Bu, harp, malî kriz ve tabii âfet gibi bir zarurete bağlı olmadan tekâlif kaideleri dışına çıkılarak konmuş bulunan vergilerdir. Belli bir kaide ve sistemi olmadığından bu tip vergilerde hak ve adâlete pek riayet edilmeyeceğinden, böyle vergilere ser'an müsaade edilmemiştir. Nitekim Kanunî Sultan Süleyman (1520-1566) devrinin sadrazamı Lütfi Paşa (H. 942-947) bu konuya temasla söyle der: "Cenk içinde askere hilaf-i kanun vergi vermemek gerektir."
 
Osmanlılarda, Tanzimat'a kadar devam eden örfî vergilerin bu ikinci kısmı olan "sakka"nin olmadığını, tebea üzerine böyle bir verginin tarh edilmediği, ancak bazı vergilerin buna benzemelerinden dolayı "sakka" zannedildikleri belirtilmektedir. Bununla beraber, bilhassa XVII. asırdan itibaren bu tip vergilerin zaman zaman ortaya çıktığı bilinmektedir. Fakat padişahlar, bununla mücadele ediyor ve böyle bir yola bas vurulmaması için "adâletnâmeler" gönderiyorlardı.
 
=== Örfî vergilerin tahsili ===
Örfî vergilerin tahsili, ser'î vergilerin tahsilinden farklı idi. Ser'î tekâlif, umumiyetle ziraî mahsul sahibi reâyâya, daha doğru bir ifade ile köylüye hasr edilmiş görünmektedir. Gerçi zekât ve cizye gibi ser'î vergiler, bu kaidenin dışında bulunmaktadır. Fakat ziraî mahsûl ile daha çok hasir nesir olan köylü, öşür ve haraç gibi ziraî vergilerin mükellefi bulunmaktadır. Buna karşılık örfî vergiler, daha çok şehirliyi bilhassa ticaret erbabını ve pazarlarla alakalı kimseleri kapsamaktaydı. şehirlerde tatbik olunan örfî tekâlif sekli, bilhassa ticaret ve sanayi faaliyetine dayanmakta olduğundan birçok vergi bu kısma dahil bulunuyordu. Keza büyük bir kısmının devlet adına sipahîler tarafından alındığını bildiğimiz ser'î vergilerin aksine bu, her sene vali, mütesellim ve voyvodalar tarafından, mıntıka ileri gelenleri ve kadı marifetiyle memleketin nüfusu veya evi (hâne) üzerine tarh olunuyordu. "Rûz-i Hizir" ve "Rûz-i Kasım" hesabına göre senede iki taksitle alınmak üzere tevzi defterleri tanzim ediliyordu. Tanzim edilen bu defterler, ser'iye mahkemelerinin siciline kaydedilirdi. Bu defterlere bir memleket halkından, toplanması kararlaştırılmış ne kadar örfî vergi varsa tamamı yazılırdı. Yazılan bu miktar, eşit şekilde fertlere taksim edilerek alınırdı. Bu defterlerin tasdikli bir sureti, tahsil için kethüda, emin veya özel memurlara verilirdi. Vergi mükellefleri de bu defterlerin kapsadığı sekil ve miktarda vergilerini vererek, kendilerine düsen vatandaşlık görevlerini yerine getirmiş olurlardı.
 
==== İmdadiye-i seferiye ====
 
Zaman ve mıntıkalara göre isimleri ile birlikte çeşitleri de değişen örfî vergiler, hazinenin vazgeçemiyeceği bir malî yardim halini almıştı. Bu vergilerin basında "îmdadiye" diye isimlendirilen vergi gelmektedir. "îmdadiye-i seferiye" ve "îmdadiye-i hazariye" olmak üzere iki kısma ayrılan bu vergi, isminden de anlaşılacağı üzere sefer ve harplere bağlı olarak tarh ve cibâyet edilen bir vergi kalemidir. Muharebe masraflarını karşılamak üzere vatandaşlardan alınan bir vergidir. Bu vergi, Osmanlı Devleti'nin, durmak bilmeyen harplerle karsılaşması yüzünden hazinenin, malî külfeti kaldıramaması sebebiyle konulmuştu.
 
Muharebeler esnasında, boşalan devlet hazinesinin (beytü'l-mal) ihtiyacı olan parayı tedarik etmek ve askerin donatılmasını sağlamak için konulan imdadiye vergisi, bazen hazineye gönderilir, bazen da doğrudan doğruya orduya memur olan serdarlara verilirdi. miktarı, durum ve ihtiyaca bağlı olarak fermanlarla artıp eksilen bu vergi kalemi, tevzi defterlerine yazılıp toplanırdı. Bu vergi, sadece esnaf, tüccar vs. gibi halk tabakalarından alınmıyordu. Duruma göre devlet adamları da bu vergiye istirak ediyorlardı..
 
==== Avârız ====
 
Osmanlı Devleti'nde, örfî vergiler kısmına giren vergi kalemlerinden biri de "Avârız" adini taşıyan vergidir. Bu vergi, yüklenen bedenî, malî ve [[Aynî vergi|aynî bir vergidir]]. Avâriz-i divâniye adi ile de anılan bu vergi, devlet masraflarının memleket nüfusuna tevzi ve taksimi sonucu ortaya çıkmıştır. Çok eski bir vergi olmakla beraber, ne zaman ihdas olunduğu kesin olarak bilinememektedir. Bununla beraber bu verginin Osmanlılardan önce Anadolu beyliklerindeki mevcudiyetinden bazı vesikalar sayesinde haberdar olmaktayız. Vergi muafiyetini ilgilendiren bu belgeleri yayınlayan Uzunçarsili, benzerinin Osmanlılarda da aynen uygulandığını bildirerek söyle der: "Anadolu beyliklerindeki vergi ve rüsûmdan yani "avâriz-i divaniye" ve "rüsûm-i örfiyye"den muafiyet muameleleri, birbirlerinin aynidir. Bu hususa dair aşağıda vesikalar kısmında Karamanoğullarına ait kayıtlarla Osmanlı tahrir kayıtlan karsılaştırılacak olursa görüşümüz kesinlik kazanır."
 
Bu verginin 4-5 yılda bir defa alındığını belirten [[Lütfi Paşa]], bunun [[Yavuz Sultan Selim]] (1512-1520) döneminde sadece bir defa alındığını kaydeder.
 
==== [[Salgun]] ====
{{ana madde|Salgun}}
Devlet, bazı zamanlar masrafları belirli vergi kaynaklarından karşılayamayacağını anladığı zaman, özel bazı tedbirler ile memleketin bütün imkânlarını seferber etmeye karar verir ve bu karar gereğince vaziyetin icabina göre, kendisine lazım olan para, hizmet, eşya ve mahsûl miktarı tespit edilerek muhtelif bölge ve mahallere tevzi ettiği vergidir..
 
==== Harçlar ====
Osmanlı örfî vergilerinden bir kalem de "Harçlar" adi altında zikredilmektedir. Bu vergi, daha ziyade resmî dairelere isi düşenlerden alınmaktaydı. değişik isimlerle alınan bu harçlar, mahkemelerde hakim, kadı ve naillerin verdikleri hüccetlerden, sicillere geçirilen hükümlerden, meşihat makamından yazılı olarak çıkan fetvalardan, ölen bir kimsenin mirasçıları arasında yapılan miras taksiminden, nikah vs. gibi muamelelerin karşılığı olarak alınmaktaydı.
 
== Ayrıca bakınız==
*[[Osmanlı İmparatorluğu'nun iktisadiekonomik yapısıtarihi]]
*[[Osmanlı toplumu]]
* [[Bakıkulu]]
 
== Kaynakça ==
<references/>
 
{{Osmanlı konuları}}
[[Kategori:Osmanlı İmparatorluğu ekonomisi|Tarih]]
 
[[Kategori:Osmanlı İmparatorluğu'nda toplum|Ekonomik tarihi]]
[[Kategori:EkonomiOsmanlı tarihiİmparatorluğu ekonomisi|İktisadi yapısı]]