Abdülhâlik Gucdüvânî: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Chri6666 (mesaj | katkılar)
Hayatı Hakkında Geniş Bir Biyografi Eklendi Kaynak:http://www.dervisan.com/silsile/10gucduvani/index.html
Perencal (mesaj | katkılar)
Gerekçe: + telif hakkı ihlali
24. satır:
{{Sünni}}
Abdülhalık, [[Buhara]] yakınında Gucdevan isminde bir küçük kasabada doğmuştur. Babası [[Malatya]]'dan [[Orta Asya]]'ya taşınmış bir tanınmış bir [[fakih]]'dir. Buhara'da [[tefsir]] eğitimi alırken [[Nakşibendi]] tarikatının silsilesinde<ref>Silsilah (Arapça: سلسلة), Türkçe: zincir</ref> yer alan [[Yusuf Hemedani]] ile tanıştı. Hemedani'den [[Nakşibendi]] tarikatını öğrendi ve daha sonra [[Nakşibendi]] tarikatını sistemleştirerek, genişletti.
 
Buhara'ya yaklaşık 30 km. uzaklıktaki Gucdüvân köyünde doğdu.Aslen [[Malatya]]'lıdır.Risâle-i Sâhibiyye adlı eserinde anlattığına göre babası,[[Mâlik bin Enes]]'neslinden, zâhirî ve bâtınî ilimlere vâkıf bir âlim olan Malatyalı Abdülcemil İmam'dır.Düşmanları tarafından şehirden çıkarılan Malatya sultanının tahtına dönmesini sağlayan Abdülcemil, 113 yaşında olmasına rağmen mükâfat olarak sultanın kızıyla evlendirilir. Bu arada Hızır, Abdülcemil'e bu evlilikten bir erkek çocuğunun doğacağı müjdesini verir ve adını Abdülhàlık koymasını ister. Gucdüvânî, sebebini açıklamadığı bir husustan dolayı bir müddet sonra babasının Malatya'dan ayrılmak mecburiyetinde kaldığını ve [[Buhara]]'ya giderek Gucdüvân köyüne yerleştiğini, kendisinin burada dünyaya geldiğini kaydeder.
 
Yetişme çağında tahsil için Buhara'ya giden Abdülhàlık, şehrin önde gelen alimlerinden İmam Sadreddin'in yanında tefsir okurken. "Rabbine yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilin ki O haddi aşanları sevmez." (A'raf 7/55) mealindeki âyetin yorumu sırasında buradaki "gizlilik"le ilgili bir tereddüdünü ifade eder. Şöyle ki: Eğer zâkir yüksek sesle zikreder veya zikir esnasında organlarını hareket ettirirse dua veya zikirden başkaları haberdar olur. Öte yandan sırf kalbiyle zikrederse bundan şeytan haberdar olur. Çünkü hadiste bildirildiğine göre şeytan insanoğlunun içinde damarlarındaki kan gibi akıp durmaktadır (Buhari, ''Ahkâm'', 21), Gucdüvânî. bu durum karşısında âyetteki duayı gizlice yapma emrinin nasıl yerine getirileceğini, diğer bir ifadeyle zlkr-i hafînin nasıl uygulanacağını sorunca hocası Sadreddin, ilm-i ledünne ait olan bu meseleyi ileride ehlullahtan bir zâtın kendisine öğreteceğini söyler. Nitekim kısa bir müddet sonra. Gucdüvânî'nin Hâce Hızır diye andığı, doğumundan önce de kendisiyle ilgilenen Hızır gelerek ondan havuza dalmasını, suyun altında iken kelime-i şehâdeti tekrarlamasını ister ve ona zikf-i hafinin usulünü telkin eder. Aynı zamanda zikrin sayılarak yapılacağını belirten Hâce Hızır, böylece bütün Hâcegân'ın ve onlardan sonra Nakşibendîler'in benimsedikleri ''vukûf-ı adedî'' prensibini de ortaya koymuş olur (''Reşehat Tercümesi,'' s, 30). Harîrîzâde, Gucdüvânî'nin suyun altında iken yaptığı zikir sırasında kendisinde ''el-cezbetü'1-kayyûmiyye'' denilen çok kuvvetli bir cezbe hâsıl olduğunu kaydeder (Tibyân, l, vr 378<sup>b</sup>),
 
Gucdüvânî, yine kendi ifadesine göre, yirmi iki yaşına kadar onu manevî evlât edinen Hâce Hızır'ın terbiyesi altında kaldıktan sonra Buhara'ya gelen meşhur fakih ve mutasavvıf Yûsuf el-Hemedânî'nin (ö. 535/1140) müridleri arasına katıldı. Bazı kaynaklara göre Hemedânî Buhara'ya değil Semerkant'a gelmiş ve Gucdüvânî ona burada intisap etmiştir. Hemedânî'nin zikirde takip ettiği yol ''alâniyye'' (cehri) iken Gucdüvânî'nin Hâce Hızır'dan öğrendiği zikr-i hafîye devam etmesine izin vermiş, Hâce Hızır da Gucdüvânî'nin manevî terbiyesinin tamamlanmasını Hemedânî'ye havale ederek aradan çekilmiştir. Bundan dolayı Hâce Hızır'ı Gucdüvânî'nin ''pîr-i sebak''<nowiki/>'ı (zikir telkin eden pîri) ve ''pîr-i irâdet''<nowiki/>'i (sülüke başlatan pîri), Hemedânî'yi de sadece onun sohbet pîri saymak gerekir (''Lâmiî'', s 411).
 
Ancak Gucdüvânî'ye bir hırka verdiği için silsilede onun asıl mürşidi olarak Hemedânî yer almaktadır. Hemedânî Buhara'dan (veya Semerkant) ayrılıncaya kadar onun yanında kalan Gucdüvânî daha sonra memleketine döndü. Burada "sohbetine lâyık" bir kimse bulamayınca (Fazlullah b. Rûzbihân, vr 86<sup>a</sup>) inzivaya çekilip riyazet ve mücahede dünyasına daldı. İnziva müddeti boyunca gösterdiği bazı kerametler sayesinde (vakit namazlarını kılmak için Mekke'ye gidip gelmek gibi] uzak yerlerde de meşhur oldu. Öyle ki Şam'da onun adına bir hankah kuruldu. Burada oturan müridleri kendisini ziyaret etmek için Gucdüvân'a gelmeye başladılar (Câmî, s, 384).
 
Hemedânî'nin bıraktığı halifelerin üçüncüsü olan Ahmed Yesevî, Türkistan'da İslâmiyet'i yaymak için Buhara'dan ayrıldığı zaman Gucdüvânî inzivasından çıkarak Buhara ve civarındaki dervişlerin başına geçti. Gucdüvânî'nin, halifesi Hâce Evliyâ-yı Kebîr'e hankahta oturmamasını tavsiye ettiği halde hayatının bu son dönemini Gucdüvân'daki hankahta geçirdiği anlaşılmaktadır. Muînülfukarâ. aralarında meşhur Al-i Burhân'dan âlim Muhammed b. Ömer es-Sadr'ın da bulunduğu Buhara'da ikamet eden müridlerinin her cuma gecesi onu ziyarete geldiklerini kaydeder (Tarih-i Mollazâde, s. 46).
 
Kaynaklarda Gucdüvânî'nin vefat için muhtelif tarihler verilmektedir. Gulâm Server Lâhûrî, herhangi bir eski kaynağa dayanmadan onun 575'te (1179) vefat ettiğini söyler (''Hazînetü'l-Asfiyâ'', I, 530). Müellifi meçhul ''Makàmât-ı Abdülhàlık Gucdüvânî'' ve ''Arif Rivgerî'' adlı esere göre (s. 16) Gucdüvânî, Necmeddîn-i Kübrâ'nın 618 (1221) yılında vuku bulan ölümünden az önce ve henüz Moğol istilâsı başlamadan vefat etmiştir (s. 16) ''Risâle-i Sâhibjyye''<nowiki/>'yi neşreden Saîd-i Nefîsî bu kayda dayanarak Gucdüvânî'nin ölüm tarihini 617 (1220) olarak verir.
 
Rivayete göre Yûsuf el-Hemedânî gibi Gucdüvânî de dört halife tayin etmiştir: Hâce Ahmed Sıddîk, Hâce Evliyâ-i Kebîr (Kelân), Hâce Habbâz Buhârî ve Hâce Arif-i Rivgerî. Hâcegân silsilesi bunlardan sonuncusu vasıtasıyla sürdürülmüştür.
 
Gucdüvânî'nin ''kelimât-ı kudsiyye'' olarak tanınan sekiz tarikat prensibini ortaya koyması son derecede önemlidir. ''Huş der-dem'' (alınan her nefeste gafletten uzak olmak), ''sefer der-vatan'' (beşerî sıfatlardan sıyrılıp ilâhî sıfatlarla muttasıf olmak), ''nazar ber-kadem'' [yürürken bakışlarını ayağından ayırmamak), ''halvet der-encümen'' (zahirde halkla, esasta Hak ile bulunmak), ''yâdkerd'' (lisanı zikirle beraber kalbi zikri icra etmek), ''bâzgeşt'' (zikir yaparken (''ilâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî'') "Allah'ım! Maksûdum sensin ve talep ettiğim senin rızândır." cümlesini söylemek), ''nigâhdâşt'' (meşguliyet verecek düşünceleri defetmek) ve ''yâddâşt'' (zikrin sebep olduğu uyanıklığı sürdürmek) prensiplerinden ibaret olan ''kelimât-ı kudsiyye'', sonradan ilâve edilen üç prensiple beraber (''vukûf-ı zamânî, vukûf-ı adedî, vukûf-ı kalbî'') Nakşibendiliğin başlıca umdelerini oluşturmaktadır (''Reşehât Tercümesi'', s. 32-43.) Gucdüvânî'nin asıl önemi Hâcegân silsilesini Kurmanın da ötesinde ruhaniyet âleminde Hâce Bahâeddin Nakşıbend'e zikr-i hafîyi telkin etmiş olmasıdır.
 
'''Eserleri'''
 
Farsça'da "Kelimat-ı kudsiye" denilen On Bir ana tarikat kuralını [[Nakşibendi]] tarikat kuralı haline getirmiştir. 1179 yılında Gucdevan'da vefat etti. [[Buhara]] şehir merkezine 50&nbsp;km. mesafedeki Gijduvan kasabasında türbesi bulunur.