Oğuzlar: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Kürşad Avan (mesaj | katkılar)
Kibele tarafından yapılan 16652524 sayılı değişiklik geri alınıyor. (12.900 bayt yazıyı telif diye silmek biraz art niyet olabilir. Silmek yerine düzenleyiniz.
Kibele (mesaj | katkılar)
Gerekçe: tamamı kes yapıştır metinleri düzenlemiyor, kaldırıyoruz
15. satır:
 
Selçuklu egemenliği [[İran]], [[Horasan]], Merv, Irak, Suriye, Güney Kafkasya ve Anadolu'da bir asırdan fazla sürdü. Son büyük sultanları Sencer'in 1141'de Semerkant ile Buhara arasında bulunan Katavan mevkiinde Moğol kökenli Karahıtaylılar'a yenilmesi ile devlet çözülmeye başladı. 1153'te kuzeydoğudan gelen [[Karahıtaylar]] ve [[Karluklar]] tarafından imparatorluk yıkılınca Oğuzlar dağıldı. Dağılan bu boyların kimi [[Harzemşahlar]]a bağlandı, kimi [[Horasan]]'a, [[Kirman]]'a göçtü{{fact}}, kimileri de daha batıya gidip Irak'a, [[Suriye]]'ye yerleşti,{{fact}} kimileri de [[Anadolu Selçuklu Devleti]] 'ne katıldı. Bunlardan sonra kurulan [[Akkoyunlu]], [[Karakoyunlu]], [[Safevi Devleti|Safevi Devletleri]], Alemdarlar, [[Anadolu beylikleri]], [[Osmanlı İmparatorluğu]], [[Suriye]], [[Irak]] ve [[Azerbaycan]]'da çeşitli beyliklerde de [[Oğuz Kağan Destanı]] mevcuttu.
 
Menderes Vadisinin,VIII.Mihail Paleologos zamanında Oğuzlar tarafından elegeçirilmesi dönemin kaynaklarında anlatılırken Bu denizci Türkmenlere "Turqmeno de mar" yani "Deniz Türkmenleri" denilmiştir.<ref>Paul Wittek,Menteşe Beyliği,TTK,2001,s.46.</ref>
 
Oğuzlar,Kirman'da Nesa ve Nermaşir vilayetlerine hücum ettiler.Burada birçok insana işkence ettiler ve öldürdüler.
 
Zengin insanlara sakladıkları paraları söyletmek için ağızlarına toprak doldurdular.
 
Kirman'da bu işkence usulüne "Oğuz Kavudu(yemeği)" adını vermişlerdi.<ref>Erdoğan Merçil,Kirman Selçukluları,TTK,2001,s.120.</ref>
 
İran Edebiyatının en büyük yazarlarından olarak kabul edilen Nasır-ı Hüsrev Oğuz ve Kıpçaklardan şöyle bahsetmektedir:
 
"Nebat-i pür bela Guzz est u Qifçaf,Kerustastand bar atraf-i Çayhun."
 
Yani "Oğuzlar ve Kıpçaklar Amuderya kıyılarında biten belalı otlar." anlamına gelir.<ref>Zeki Velidi Togan,Umumi Türk Tarihi,Enderun Kitabevi,İstanbul,1981.s.197.</ref>
 
'''ANADOLU'DAKİ UÇ OĞUZLARI(TÜRKMENLERİ)'''
 
Ebu'l Fida Uç Türkmenlerinden bahsederken ; "Uç Türkmenleri,Deniz kıyısında yaşayanları yağma ederek onların çocuklarını alıp götürmeyi ve müslümanlar arasında satmayı adet edinmişlerdi.Onlarda başka yerlere gönderilen kilimler yapılır,Buranın sahilinde (Cun Kasabasında) meşhurdur.
 
Buradan İskenderiye'ye ve başka yerlere kereste de yollanır.
 
Buraya büyük derin bir nehir dökülüyor bu nehrin Battal nehri diye maruf olduğu söylenir.Bu nehrin üzerinde bir köprü vardır,barış zamanları kaldırılır harp zamanları indirilir.
 
Bu Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında sınırdır ve Antalya'nın kuzeyinde Tuğurla Dağı vardır,burada ve bunun etrafında iki yüz bin kadar Türkmen çadırı olduğu söylenir ve bunlara Uç Türkmenleri denir."<ref>Dr. Mustafa Çetin Varlık,Germiyanoğulları Tarihi,AÜY,1974,s.26.</ref>
 
== Etimoloji ==
Satır 50 ⟶ 26:
24 Oğuz boyunu önce iki kolda (Bozoklar ve Üçoklar) daha sonra Oğuz Han'ın 6 oğluna ve son olarak da onların 4 oğluna ayırmaktadır. Listelerin kaynakları, [[Kaşgarlı Mahmud]] ve 14. yüzyılda yaşayan Reşideddin'e dayanmaktadır. [[Reşidüddin Hamedani|Reşidüddin]] 24, Kaşgarlı Mahmut ise 22 boy saymaktadır.
 
{{soyağacı/başla}}
== Oğuzların Savaş Sanatları ==
Oğuzlar binlerce yıl vatanlarını onurla savunmuşlardı. Onlar, çok üstün silahları ve savaş sanatı sayesinde geçmiş yüzyılların büyük savaşlarından zaferle çıkmışlardı.
 
Savaş sanatına, muhtemelen öncelikle aşağıdakiler aittir: taktik tatbikat, hücum, stratejik geri çekilme, savunma, keşif vs. Oğuzlar barış döneminde her zaman savaş hazırlıkları yapmaktadırlar.
 
Burada savaş eğitimi, spor yarışmaları ve av aracılığıyla geliştiriliyordu. Av zamanı gençler ok ve mızrak atmada kendi becerilerini sergileyerek, güçlü hayvanlarla güreşte cesurluklarını sergileyerek öne çıkma imkanına sahiptiler.
 
Toplu şekilde yapılan avlar yaklaşık 15 gün sürmekte ve taktik tatbikat niteliği taşımaktaydı.
 
Burada kuşatma, saldırı ve geri çekilme yöntemleri öğretiliyordu. Sefere hazırlanırken avlanmış kuşları tuzlayarak kurutuyorlardı.
 
Sefer öncesi bir ziyafet düzenleniyor, burada ok atma, mızrak atma, güreş ve yiğitlik yarışmaları yapılıyordu. Ordu bayrak açarak harekete başlıyor, ileriye keşif birlikleri gönderiliyordu. Bu birlikler Türkmenlerin askeri hareketlerinde önemli bir yere sahiptirler.
 
Örneğin, "Oğuz-name"de destan kahramanı Oğuz Han'ın keşif için gönderdiği süvari birliklerinden bahsedilmektedir. O, nizamlı ordu birliklerinden çekinerek, Irak'a saldırmadan önce 200 süvari toplayarak, onlara özellikle kaleler ve istihkamlara dikkat edip, bilgi toplamalarını emretmiş ve eklemişti:
 
"Mümkün olursa, bunların içinde küçük olanlarını ele geçirin, fakat büyük ve iyi savunulan kalelere saldırmayın."
 
Oğuzların keşif birlikleri, yerli halkta korku uyandırmak için kendi ordularında sayısız asker bulunduğuna ve yenilmezliklerine ilişkin haberler yayıyorlardı.
 
Ordu komutanları kendi casuslarından bilgi alarak esirleri titizlikle sorguya çekiyorlardı.
 
Örneğin, Oğuz Han kendi vassalı olan hükümdarlardan birine: "...Rumların ve Frenklerin ülkelerinin konumu, onların orduları ve bu orduların bulundukları yerleri (öğrendiğinde) bu topraklara ordu gönderip oraları ele geçirebileceğini" söylüyordu.
 
Oğuzlar, olağanüstü manevra kabiliyeti sayesinde büyük mesafeleri kısa sürede hızlı bir şekilde kat edebiliyordu. Büyük nehirler bile bu orduyu durduramıyordu. Oğuzlar büyük nehirleri hava doldurulmuş tulumların üzerinde geçiyorlardı.
 
Oğuzların atlarına tutunarak nehri geçtikleri de söylenmektedir. Düşman topraklarına gönderilen öncü birlikleri burada kargaşa yaratıyorlardı. Hızlı ve ansızın yapılan saldırılar sayesinde küçük birlikler bile büyük şehirleri ele geçirebiliyordu.
 
Savaş öncesi keşif yapan öncü birlikleri gönüllü olarak teslim olan yerleri yağmalamazdı. Bu kurala ciddi bir şekilde uyuluyordu ve bu da fetihlerdeki başarının bir nedeniydi.
 
Kalenin veya şehrin gönüllü teslim olmasından sonra ordu, kale duvarları dışına çıkarılıyor ve yalnız isyan çıktığı durumlarda tekrar içeri sokuluyordu.
 
Düşman ordusuna, buradaki etkili kişileri ele geçirmek veya terör eylemleri düzenlemek amacıyla gizli ajanlar gönderiliyordu. Önemli savaşlardan önce ordudakilerin maaşları ödeniyor ve iki defa fazla yiyecek veriliyordu.
 
Hükümdar bizzat kendisi askerleri önünde ateşleyici bir nutuk söylüyor ve gençlerin yeminini kabul ediyordu. Genelde, keşif bilgilerini alan ordu hemen savaşa başlıyordu.
 
Her bir birliğin kendi soy nişanı vardı. Daha büyük askeri birlikler ise büyük bayrak taşıyorlardı.
 
Tanımlayıcı nişanlar olarak bazen sargılar ve dikmeler kullanılıyordu. Bunun dışında her birliğin savaşta kullanılan takma bir adı (uran) vardı.
 
Bunun için atalardan veya akrabalardan en saygın birisinin ismi seçiliyordu.
 
Uranlar ayrıca kuş ve hayvan adlarından da seçiliyordu. Tüm kabileler için genel bir uran da mevcuttu.<ref>Hendrik Boeschoten,Dede Korkut Oğuznameleri,YKY,İstanbul,2012,s.57</ref>
 
== Macaristan Oğuzları ==
1068 Yıllarında Oğuzlar ve Kumanlar Macaristan'a hücum etmekteydiler.Macaristana Oğuz yerleşimi fazla olmasa da etkili bir şekilde olmuştu.
 
Kumanlar ve Oğuzlar Macaristan'a hücum ettiğinde onlara karşı Tötön Şövalyeleri durmuşlardır. Hücumlar durdurulduğun da Oğuzlar ülkenin çeşitli yerlerine yerleşmişlerdir.
 
Bunların yerleştiği bazı yerler Uz ve Ozd ismini almış bulunmaktadırlar.
 
1800'Lü Yılların sonunda buralarda da bazı kurganlar bulunmuştur. Macaristana yerleşen Oğuzlar zamanla aralarında erimişlerdir.<ref>[[:hu:Úzok|https://hu.wikipedia.org/wiki/%C3%9Azok]]</ref>
 
== Oğuzlar'da Din ==
Oğuzlar, Göktürkler zamanında olduğu gibi, X. asırda da eski Şâmani (Kamlar) dinine bağlı bulunuyorlardı. İslâmiyet'in tek Tanrı anlayışına yakın olarak "bir Tanrı"ya, onun kadir-i mutlak olduğuna, ahiret hayatına ve cennete inanıyorlar.
 
Öteki dünyada gerekli olduğuna inandıkları için de kahramanlarını at ve silahları ile gömüyorlar ve ayrıntılarıyla bildiğimiz defin ve matem (yuğ) merasimlerine göre de cenazelerini defnediyorlardı.
 
İbn Fadlan, Oğuz yurdunda ne bir mabed gördüğünden, ne de bir din adamı ile görüştüğünden açıkca bahseder. Fakat Oğuzların hakimleri olduğunu biliyoruz. Oğuzlar bu manevi şahsiyetlerine büyük bir saygı gösteriyorlardı.
 
Hatta bu hakimlerin Oğuzların kanları ve davarları (malları) üzerinde hüküm sahibi bulundukları söyleniyor ki, bu ifadeden manevi şahsiyetlerin Oğuz eli üzerinde ne kadar önemli bir tesir ve nüfuzları olduğu ortaya çıkmaktadır.
 
İşte bizim Korkut-Ata (Dede Korkut) bu hakimlerden biri idi. Tabiplik yapan, geleceğe ait haberler veren, yapılacak bir teşebbüsün uğurlu olup olmayacağına hükmeden, dini törenlere başkanlık eden bu manevi şahsiyetlere Oğuzların "kam" mı dedikleri, yoksa başka bir ad mı (mesela dede) verdikleri tam olarak bilinmemektedir. XVII. ve daha sonraki yüzyıllarda dini şahsiyetler 'Ata' unvanı ile anılıyorlardı.
 
Eski Türklerde 'kam' 'baba' demekti. Sonra onun yerini 'Ata' aldı. Atanın yerini de yine din adamlarının unvanı olan 'baba' aldı.
 
Ölü gömme adetlerine gelince, onlar ölülerini Göktürkler gibi, elbiseleri, silahları ve yanlarında diğer şahsi eşyaları ile birlikte gömüyorlardı. Ölü, oda şeklinde açılan bir mezara oturtulup, eline kımız dolu bir kadeh veriliyor ve önüne de yine kımız dolu bir kap konuluyordu. Mezar, oda gibi açılıyor, tavanı yapıldıktan sonra onun üzerine de çamurdan kubbeye benzer külah kısmı ilave ediliyordu.
 
Oğuzların, bu mezarları ile Türkiye'de bilhassa Selçuklu Devri'nde yaygın bir şekilde görülen ve bilim adamları tarafından Türk çadırına benzetilen kümbetleri arasında yakın bir benzerliğin varlığına işaret edilebilir.
 
Hazar-Ötesi Türkmenlerinin de mezarlarının üzerine tümsek gibi şekiller yaptıklarını ve buna "yozka" dediklerini biliyoruz.
 
Gömülme işi bittikten sonra, ölünün atları kesilerek yenirdi ki, bu da bütün Türk kavimlerinde görülen "yuğu aşı" veya ölü aşı geleneği idi.
 
Türkiye'de bu gelenek yüzyıllarca sürüp gelmiş ve şimdi de mahiyeti ayrı kalmak suretiyle köy, kasaba ve hatta şehirlerde yaşamaktadır.Ölen kişi, sağlığında bazı kimseleri öldürmüş ise bunların ağaçtan resimleri yapılıp mezarın üzerine konulurdu.
 
İnanışa göre, bir adamın öldürdüğü insanlar cennette öldürenin hizmetçileri olacaklardır. Bu da, Göktürklerdeki balbal geleneğinden başka bir şey değildir. Oğuzlar aynı zamanda başlıca Türk ellerinde olduğu gibi, yuğ aşında yenilen atların başlarını, ayaklarını ve derilerini mezarın üzerinde bulunan sırıklara asarlardı.
 
Oğuzların inanışına göre, ölen kişi, cennete etleri yenilen ve derileri sırıklara asılan bu atlar ile gidecekti. Bu yapılmadığı takdirde ölen, yorucu cennet yolculuğunu yaya yapmak zorunda kalacaktı. Oğuzlar, yine dini inanışlarının tesiri ile suya girmiyorlar, yabancılarında yıkanmalarına engel oluyorlardı. Çünkü, suya girmekle, onların kendilerini büyüleyeceğinden korkarlar ve böyle yapanları para cezasına çarptırırlardı.
 
Bütün Türklerdeki köklü inanışa göre, su kutludur ve arıdır. Yıkanmak, arı olan suyu kirletmek, büyük bir günah işlemek demektir. Bu ise uğursuzluğa ve felakete sebep olurdu. Oğuzlar yine dini inanışları ile ilgili olarak, giysilerini eskiyinceye dek üzerlerinden çıkarmıyorlardı. Ayrıca, Oğuzlar, Müslümanların aksine olarak, koyunu başına vurarak öldürüyorlardı.
 
Oğuzlar hastalanan kimselerin (yakın akrabaları da olsa) yanlarına yaklaşmazlardı. Hasta olana kul ve karavaşlar (cariye) hizmet ederlerdi. Yoksullar ise tamamen kaderleri ile baş başa bırakılırdı.
 
Bu husus, şüphesiz bulaşıcı ve salgın hastalıklara yakalanmaktan korkmalarından ileri geliyordu. Bu davranış şekli bir çeşit karantina uygulaması olarak düşünülebilir.
 
Oğuzların İslâmiyeti kabul etmelerinden sonra da dini inançları gibi, siyasî, sosyal ve hukuki gelenek ve göreneklerini de kısmen devam ettiriyorlardı. Harezm ve İtil'e komşu olmaları ve İslâm dünyası ile Hazar ve Bulgarlara giden büyük kervan yolu üzerinde bulunmaları yüzünden Müslümanlar ile ekonomik ve kültürel ilişkilerde bulunmuşlar, İslam Kültür ve medeniyetini ve Müslümanları yakından tanıma imkanı bulmuşlardır.
 
Bununla beraber, Hazarlar kısmen ve İtil Bulgarları toptan Müslüman olduğu halde, Oğuzlar henüz Şamani dinine bağlı kalıyorlardı.
 
Bütün bunlara rağmen ticaret ve siyasi ilişkiler sayesinde İslâm dini yavaşça Oğuzları etkilemekte, henüz inanmamakla beraber bazı İslâmi tabirler yayılmakta, kelime-i şehadet bilinmekte ve hele Kur'an'ın okunuşu onları etkilemekte idi. 922'de bu hususlara dair kayıtlar oldukça ilgi çekicidir.
 
Nitekim, bu etkiler ile Oğuzların küçük Yınal'ı Müslüman olmuş; fakat milli ve dini gelenek henüz kuvvetli olduğu için "Müslüman olursan bize reislik edemessin" muhalefetiyle karşılaşarak tekrar Şamaniliğe dönmeye mecbur kalmıştı.
 
Bu gibi itiraz ve dayatmalara rağmen, İslâmiyet Oğuzlar arasında nüfuza başlamış ve tedricen yayılma yoluna girmiştir. Nitekim, X. yüzyılın ortalarında Talas, Sayram, Salçı, Atlıh ve Sır-Derya'nın aşağı istikametinde Süt-kent, Sabran (Savran) şehirleri artık Müslüman olmuş, hatta Oğuz yabgusunun idaresinde olduğunu kesinlikle bildiğimiz Cend ve Yengi-kent şehirlerinde bile halkın bir kısmı bu dine girmişti.
 
Bununla beraber Oğuzların yabguları ile birlikte İslamiyet'i kabul etmeleri uzunca bir süre alacaktır.<ref>IBN-l FADLAN, Seyahatname, s. 40,Faruk SÜMER, F., Oğuzlar, s. 56.</ref>{{soyağacı/başla}}
{{soyağacı| | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | | }}
{{soyağacı| | | | | | | | | | | | | | | | | OGZ | | | | | | | | | | | | | | OGZ=Oğuzlar}}
"https://tr.wikipedia.org/wiki/Oğuzlar" sayfasından alınmıştır