Ebu'l-Vefa el-Bağdadi: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Viki int (mesaj | katkılar)
Değişiklik özeti yok
Etiket: Mobil değişiklik
Kibele (mesaj | katkılar)
kaynaklı içerik yok edilmiş+telif şüphesi
1. satır:
{{Alevilik}}
İsmi, Muhammed’dir. Künyesi, Ebü’l-Vefâ ve lakabı Tâcü’l-Ârifîn’dir. Kürtler arasında “Kâkis” yani "baba, ata" olarak anılmıştır. Şa’rânî, Tabakātü’l-Kübrâ adlı eserinde “Tâcü’l-Ârifîn” lakabını ilk olarak Ebü’l- Vefâ’nın aldığını söylemiştir.
'''Ebu'l Vefâ el-Bağdâdî''', '''el-Kâkes''' veya '''el-Kürdî''' lakaplarıyla da bilinen ''Ebu'l Vefâ Tâcü'l-Ârifîn Seyyid Muhammed bin Muhammed Azîz el-Bağdâdî'' (d. [[1026]] - ö. [[9 Aralık]] [[1107]]), Vefâîyye tarikâtının kurcusudur.
 
==Soyu ve AilesiYaşamı==
1026 yılında [[Irak]]’ın Kusan köyünde doğdu, ama aynı zamanda Kalmina<ref>Nilüfer Bayatlı: XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti (1999), s. 100.</ref> adlı bir köyde kaldığı da bilinmektedir. Babası, Zebâle<ref>1530 Osmanlı kaynaklarında [[Harran]]'ın 10 Km. kuzeyinde yer alan ''"Zibâle Köyü"'', Muhâsebe-i Vilâyet-i Diyâr-i Bekr ve 'Arab ve Zü'l-Kâdiriyye Defteri (937/1530) I (1998), s. 131.</ref> ve Hayâsem<ref>Bâb-î Hâysam ''(Ördekköy)'', Nilüfer Bayatlı: XVI. Yüzyılda Musul Eyaleti (1999), s. 115</ref> köyleri arasında sürekli olarak zülme maruz kalması nedeniyle dönüşümlü olarak yaşamak zorunda kalan ve [[İmam Hüseyin]]’in torunlarından [[Kürt]] aşireti Benî Nergis’e mensup olduğu öne sürülen ''Seyyid Muhammed Azizî'', annesi ise yine bir [[Kürt]] olan ''Fatıma Ümmü Gülsüm''’dür.<ref>Dursun Gümüşoğlu: Tâcü’l Arifîn es-Seyyid Ebu’l Vefâ Menâkıbnâmesi - Yaşamı ve Tasavvufi Görüşleri, Can Yayınları, 2006, s. 38.</ref> ''Menâkıbnâme-î Tacü’l Ârifîn es-Seyyid Ebu’l Vefâ'' adında bir eseri bulunan Ebu’l Vefâ 9 Aralık 1107’de ölmüştür.
Seyyid Muhammed Ebü’l-Vefâ Tâcü’l-Ârifîn, Seyyid Muhammed Kebîr’in (Arîzî demekle meşhûrdur) oğludur. Seyyid Muhammed, Seyyid Zeyd oğludur. Seyyid Zeyd, Seyyid Hasan oğludur. Seyyid Hasan, Seyyid Murtazâ (Arîz-i Ekber) oğludur. Arîz-i Ekber, Seyyid Zeyd oğludur. Seyyid Zeyd, Seyyid Ali (Zeyne’l-âbidîn) oğludur. Zeyne’l-âbidîn, Hz. Hüseyin oğludur. Hz. Hüseyin, Hz. Ali'nin oğludur.
Babasının adı Muhammed Arîzî’dir ve meşâyih-i kibârdandır. Annesinin adı Fatma künyesi de Ümmü Gülsüm’dür. Babası Muhammed Arîzî, Irak’ın Zübâle ve Heyâsim köylerinde yaşamıştır. Bu bölgelerde Hz. Hüseyin’in soyundan gelen kimselere eziyet edilmesinden dolayı Arîzî, buraları terk etmek zorunda kalmış ve Benî Nergîs Kürtlerinin yaşadığı bölgeye yerleşmiştir. Muhammed Arîzî, bu kürt kavminin Ömer b. Şîrkûh isimli reisinin kızı ile evlenmiştir. Hanımı Ebü’l-Vefâ’ya yedi aylık hâmile iken Muhammed Arîzî vefât etmiştir. Ebü’l-Vefâ’nın babası Irak Araplarından, annesi ise Benî Nergîs Kürtleri’ndendir. Ebü’l-Vefâ bu kürt kavmi içinde büyümüştür. Ebü’l-Vefâ büyüdükten sonra birçok yere geziler yapmıştır. Kisriyye adlı bir köyü ziyâreti esnâsında, oradaki meşâyihin büyüklerinden “Şeyh Acemî” ismiyle meşhûr olmuş bir zâtın evine misafir olmuştur. Bu zât, Ebü’l-Vefâ’nın burada yaşamasını teklif etmiştir. Daha sonra el-Bağdâdî, Şeyh Acemî’nin “Hüsniye” isimli kızı ile evlenip Kalmînâ’ya yerleşmiştir. Hanımı da örnek yaşantısıyla “Sittü’l-fukarâ” lakabıyla meşhûr olmuştur.
 
== Vefâîyye Tarikâtı ==
==Doğumu==
''"Seyyid Muhammed bin Muhammed Azîz el-Bağdâdî"'' Vefâîyyenin tarikatının kurucusudur. ''Tâcü'l-Ârifîn'' lakabıyla ünlenmiştir. Tahsilinin önemli bir kısmını [[Bağdat]]’ta yaptıktan sonra [[Buhara]]’ya gitmiştir. Din ilimlerini öğrenerek tekrar [[Bağdat]]’a dönmüş ve burada Muhammed eş-Şembeki’ye intisap etmiştir. Uzun süre hizmetinde bulunduğu [[şeyh]]i kendisine gösterdiği vefa ve sadakatinden dolayı ona ‘Ebu’l Vefâ’ künyesini vermiştir.
Tâcü’l-Ârifîn Ebü’l-Vefâ el-Bağdâdî, Irak’ın Kūsân denilen bölgesinde hicrî 417 yılı Receb ayının on ikisinde, milâdî 1026 yılında dünyaya gelmiştir.
==İlmi Kişiliği==
Ebü’l-Vefâ’nın nasıl bir eğitim sürecinden geçtiği hakkında kaynaklarda ayrıntılı bir bilgi yoktur. Menakıbnâmede, Buhara’ya zâhirî ilim tahsîl etmek maksadıyla yolculuk yaptığından bahsedilmektedir. Buhara’da nerede ve hangi âlimlerden eğitim aldığı hakkında ise bir bilgi verilmemiştir.
ş olmalıdır.
Menâkıbnâme-i Tâcü’l Arifin Ebü'l-Vefâ'da, Ebü’l-Vefâ hakkında Şâfî veya Hanbelî olduğuna dair söylentilerin olduğu fakat onun ehl-i sünnetin dört amelî mezhebinde de hüküm verecek seviyede olduğu belirtilmiştir. Yani fıkhî bir meselede bu dört mezhebin hangisinin delili güçlü ise onunla amel etmiştir. Bu durum, Ebü’l-Vefâ’nın fıkıh alanında söz sahibi olduğunu göstermektedir.
==Tasavvufi Kişiliği==
Silsilesi:
Ebü’l-Vefâ’nın şeyhi, Şeyh Şenbekî’dir. Şeyh Şenbekî’nin şeyhi, Ebû Bekir b. Hevârâ’dır. Şeyh Ebû Bekir, Ebû Abdillâh Sehl Tüsterî’den el almıştır. Sehl Tüsterî, Şeyh Ebû Abdillâh Muhammed Süvâr’dan el almıştır. Muhammed Süvâr, Zünnûn Mısri’den el almıştır. Zünnûn Mısrî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Hayye Câbir Ensârî’den, Câbir Hz. Ali’den, Hz. Ali Hz. Peygamber’den el almıştır.
Ebü’l-Vefâ alçak gönüllü bir kimse idi. Büyük küçük, herkese güzel sözle hitâb ederdi. Kendisi ne yerse, arkadaşlarına da ondan verirdi. Bir ziyafete gittiğinde veya zâviyesinde yemek yerken, mürîdlerinin kendisine hürmetlerinden dolayı tabağına fazla yemek koymalarına izin vermezdi.
Ebü’l-Vefâ, sâlih, fâsık demeden herkesle sohbet ederdi. Onun gayesi, herkesi Hz. Peygamber’in şeriatına davet etmekti. Böylece sohbetine katılan sâlih kimselerin salâhı artıyor, fâsık kimseler de tevbe ediyorlardı. Zâhirde sâlih ve fâsık kimseye eşit davranırdı ama sâlih kimselerin yeri onun kalbinde ayrıydı.
Hoşgörü sahibi olan Ebü’l-Vefâ, Kalmînâ’da hiç kimsenin yemek vermediği aç olan bir yahudiye en güzel yemekleri hazırlatıp dervişleriyle ona göndermiştir. Gösterdiği bu hoşgörü ve yardımseverliği ile bu yahudi, müslüman olmuştur.
Mürîdlerine karşı da yumuşak davranmış, onlarla azarlayarak konuşmamış ve onların kusurlarını örtmüştür.
Dünya zenginliğine hiçbir zaman önem vermemiştir. Abbâsî Halîfesi Kāim-Biemrillâh kendisine Kūsân ve çevresindeki köyleri bağışlamak istemiş ve bunu bildiren bir mektup göndermiştir. Mektubu okuyan Ebü’l-Vefâ onu yırtmış ve özetle şu sözleri söylemiştir: “Bilmiş olun ki, fakir bir kimsenin Allah’tan başkasından bir şey talep etmesi revâ değildir. Allah kıyamet gününe kadar benim zürriyetimi ve silsilemi kendinden başkasına muhtaç eylemesin. Bütün âlem onlara muhtaç olsun.”
Ebü’l-Vefâ bazen avâm, bazen havâss ve bazen de âriflerin büyüklerine hitâb eden sözler söylemiştir. Menâkıbnâmede Ebü’l-Vefâ’nın tasavvufî görüşleri hakkında bize ipuçları veren şu sözlerine yer verilmiştir:
“Cenâb-ı Allah gaybdır, idrâk olunmaz ve gönül de gaybdır, temlik olunmaz. Gayb gayba ulaşsa, gayb gaybı görür.”
Gayb sözlükte, Hakk’ın yaratıklarından gizlediği her şeydir. Allah’ın gayb olması, her çeşit bâtınlıktan daha gizli olmasıdır. Ona dair tek idrâk, idrâk edilemezliğini idrâktir. Tasavvufta insan gaybet hâline girer. Yani, ilâhî tecellîlerle meşgul olurken halkın hâllerinden habersiz olur. Hatta bazen kendisinden bile habersiz olur. Bu tecellînin yeri ise, gönüldür.
asavvufî hayat kalp merkezli bir hayattır. Kalbin eğitilmesi ve yücelmesi çok önemlidir. Kalp, Allah’ın nazar ettiği bir yerdir, nazargâh-ı ilâhîdir.
“Gönüller ne zaman ulaşsa terakkî eder ve ne zaman terakkî etse ulaşır.”
Menâkıbnâmede, Ebü’l-Vefâ’nın yukarıda zikredilen sözlerinin gerçek mânâsını, ancak hâl ehli olan kişilerin anlayabileceği söylenmiş ve bu yüzden sadece zâhirî manasına yer verilmiştir. Bazı sözlerinden:
“Bir kimsenin Hak’la muâmelesi hâlis olsa ve riyâ karışmasa, o kimse yalan davalardan kurtulur.”
“Bir kimse vaktini boşa harcasa câhildir. Vaktini kusur işleyerek geçirse gāfildir. Her kim zamanını ihmâl ederse, o âcizdir.”
Şa’rânî, Tabakātü’l-Kübrâ adlı eserinde onun şu sözlerini nakletmektedir:
“Cisimler, kalemler gibidir. Ruhlar kâğıt ve nefisler de hokka.”
“Vecd hali öyle bir hasrettir ki, alevlenir. Sorana bir nazar gelir, alır götürür.”
“Kuvvet sırla konuşmadır. Kul, maddî şeylerden yıkılıp gidince, huzûru onunla müşâhede eder. Kalbin müşâhede denizinde istiğrâkı, meşhûdun galebesinden sonra başlar.”
Ebü’l-Vefâ ârifler hakkında şunları söylemiştir:
“Allah’ın ârifleri için bir şarap vardır. Ârifler onu içtikleri zaman gāyet ferah olurlar. Ferah olunca mest, mest olunca vakitleri hoş, vakitleri hoş olunca gāib olurlar. Gāib olursalar hâzır olurlar, hâzır olursalar nazar ederler. Nazar ederlerse talep ederler, talep ederlerse bulurlar, bulursalar ondan başkasını yitirirler. Yitirenler ulaşırlar ve ulaşanlar muttasıl olup müşâhede edip şu ayeti işitirler: “Rableri onlara, tarafından bir rahmet ve hoşnutluk ile kendileri için içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdeler. Orada ebedî kalacaklardır. Şüphesiz ki Allah katında büyük mükâfat vardır.”” (Tevbe 9/21,22).
Ebü’l-Vefâ burada âriflerin gaybet ve huzûr hâllerinden bahsetmiştir. Gaybet, çoğu zaman mükâşefeden doğar; yani Hak tarafından vâkı’ olur. Huzûr Hak ile hâzır olmaktır. Kişinin huzûru, gaybeti sebebiyle olabilir. Bu durumda kul tamamen kendinden geçer.
Ebü’l-Vefâ, dünya lezzetini zehire, nimetini cehenneme, rahatını tasaya ve şarabı seraba benzetir. Dünyayı terk eden kimse, kurtuluş ve selâmete erer.
Ebül’l-Vefâ, mürîdin sıkıntılarını gidermesi için illâ şeyhinin uyanık ve hayatta olmasının gerekli olmadığını düşünmektedir. Bu konudaki görüşünü destekleyen şu sözünü aktarıyoruz: “Kimin başına bir olay gelip ümitsizliğe düşerse, beni talep eylesin. Ve her kim benim zamanıma erişemediyse, kabrimden dermân istesin. Eğer kabrimden uzakta ise, kabrimin tarafına dönüp üç kere ismimi çağırsın. Kabrim ile o kişi arasında doğu ile batı arası kadar mesâfe dahi olsa, Hak Teâlâ o kişinin isteğini yerine getirir ve korktuğu şeylerden onu korur.”
Yine menâkıbnamede bu konu hakkında şöyle söylemektedir:
“Her kim beni zikretse veya onun yanında zikrolunsam “Bismillâhirrahmânirrahîm” dedikten sonra Hz. Peygamber’e salavât edip yüzüne sürse, Hak Teala’nın fazlından umarım, cehennem odunu ona haram ede." Ebü’l-Vefâ’ya nisbet edilen Vefâîlik’in teknik anlamda bir tarikat olmayıp, Cüneydiyye ve Tayfûriyye gibi belli bir mürşidin etrafında toplanan sûfîlerin oluşturdukları bir hareket olduğunu söylemektedir. Bu yüzden de bir usûlü ve evrâdı bulunmamaktadır. Ona göre Vefâiyye Sehliyye, tarikatının bir kolu olan Hevvâriyye’nin bir şûbesidir. Ebü’l-Vefâ ve mürîdlerini şer’î hükümlere bağlı sünnî sûfîler olarak değerlendirse de , ona mensup olduklarını iddia eden bazı aşırı zümrelerin de bulunmasının muhtemel olduğunu belirtmiştir.
 
==Halîfeleri Sufiliği==
"Menâkıbnâme"’de İmam [[Zeynel Abidin]]’in soyundan bir [[seyyid]] olduğu kaydedimiştir. Muhammed eş-Şembeki’nin vefatından sonra onun yerine geçerek her tabakadan pek çok sayıda talib ve mürid edinmiştir. Mânevî ve maddi temizliğe çok önem veren [[sufi]] bir lider olduğu, sıklıkla zikir<ref>Dursun Gümüşoğlu: Tâcü'l Arifîn es-Seyyid Ebu'l Vefâ Menakıbnamesi - Yaşamı ve Tasavvufi Görüşleri, Can Yayınları, 2006, s. 61.</ref> ve [[Semah]]<ref>Dursun Gümüşoğlu: Tâcü'l Arifîn es-Seyyid Ebu'l Vefâ Menakıbnamesi - Yaşamı ve Tasavvufi Görüşleri, Can Yayınları, 2006, s. 73.</ref> uygulamalarında bulunduğu onun ''Menâkıbnâme'' adlı eserinden anlaşılmaktadır.
Şeyh Ali b. Hey’etî, Şeyh Bekā b. Batû, Şeyh Abdurrahmân Tafsûncî, Şeyh Matar İbnü Ehi’s-Seyyid, Şeyh Mâcid-i Kürdî, Şeyh Ahmed el-Baklî, Şeyh Muhammed Türkmânî, Şeyh Heyûnâ, Şeyh Ebü’l-İzz Kalânisî, Şeyh Abdü’s-Semî’ Kureşî, Şeyh Şerefüddîn Ebü’l- Abbâs, Şeyh Ramazân Mecnûn, Şeyh Hüseyin Râî, Şeyh Askerî Şevlî, Şeyh Ali b. Üstâd, Şeyh Ali b. el-Asgar, Şeyh Yûsuf el-Betâihî...
==Vefatı==
Hicretin 501’nde (Miladi 1107) vefât etmiş, seksen üç yıl yedi ay ve sekiz gün ömür sürmüştür. Kabrinin Bağdat’ın semtlerinden Kalmînâ’da olduğunu söylemektedir.
Ebü’l-Vefâ vefat etmeden önce vasiyette bulunmuştur:
 
==Soyu==
Her şey yoktan var olmuştur ve her şeyin bir var edicisi vardır. Yoktan var olan nesne, tekrar var olacaktır. Her kim cennete girmek isterse, ona giden yola girsin ve her kim cehenneme girmek isterse, ona giden yola girsin. Ben size ceddim Hz. Muhammed (s.a.s.)’in şeriatını gösterdim, herkes bu yola girsin. Bu yolun dışındakiler bid’attır. Helâk olmamak için bid’attan uzak durunuz. Her şeyin nuru olan takvâdan ayrılmayınız. Cenâb-ı Hak istemedikçe benim sözüm ne sizi doğru yola ulaştırabilir ve ne de sizi saptırabilir. Ben sizin yanınızda olmasam da Allah her zaman hâzırdır. Ben hâlinizi bilmesem de Allah bilir. Gönlünüzü Allah’ın muhabbetinden ayırmayın. Allah’ı unutup kendi nefsine zulmedenler delâlette kalırlar. Bu yüzden Allah’ı unutan tâifeden olmayın. Dâimâ Hak’la olup saâdeti bulun.
* 1. İmam Ali
* 2. İmam Hüseyin
* 3. İmam Zeynülabidin
* 4. Seyyid Hüseyin
* 5. Seyyid Yahya
* 6. Seyyid Hasan Faki
* 7. Seyyid Zeyd
* 8. Seyyid Hüseyin
* 9. Seyyid Muhammed
*10. Seyyid Ali
*11. Seyyid Zeyd
*12. Seyyid Muhammed Kebir Azizî
*13. Seyyid Ebû'l Vefâ Tâcû'l-Ârifîn
 
== Vefâîyye Tarikâtı'nın Şiîlik mezhepleri arasındaki konumu ==
Vasiyetini açıkladıktan sonra asâsını Ali b. Hey’etî’ye, çanağını Şeyh Heyûnâ’ya, bardağını Mâcid-i Kürdî’ye, kılıcını Ramazan Mecnûn’a, demir asâsını Şeyh Yâvlî’ye, elbisesini Şeyh Adiyy b. Müsâfir’e bıraktı. Adiyy b. Müsâfir’in kendisini yıkayıp kefenlemesini vasiyet etti. Seccâdesini Şeyh Mansûr’a ve ayakkabısını Ahmed b. Ebi’l- Hasan Rifâî’ye daha sonra vermeleri için Şeyh Adiyy, Ali b. Hey’etî, Şeyh Matar ve Şeyh Heyûnâ’ya emanet etti. Şeyh Matar’a herhangi bir eşyasını bırakmazken, ona kendi hâlinin vârisi olacağını müjdeledi.
{{ana|Şiilik}}
{{Şiilik mezhepleri}}
{{Şiilik}}
 
== Kaynakça ==
{{kaynakça}}
Gümüşoğlu, Dursun, Tâcü’l-Ârifîn es-Seyyid Ebü’l-Vefâ Menâkıbnâmesi, Yaşamı ve Tasavvufî Görüşleri, İstanbul: Can Yayınları, 2006.
 
Gürer, Dilaver, Abdülkadir Geylani, Hayat
{{Biyo-taslak}}
Sâmî, Şemseddin, Kāmûs-ı Türkî, Ahmet Cevdet (nşr.), İstanbul:
 
Kamusu’l-A’lâm, C. 1-3, İstanbul: Mihran Matbaası, 1306.
[[Kategori:Tarikatlar]]
Menâkıb-ı Evliyâ-i Bağdâd, Süleymâniye Ktp. , Reşid Efendi Bölümü, nr. 350
Krupp, Alya, Studien zum Menāqybnāme des Abu l-Wafā Tāğ Al- Ārifīn, München, 1976.