II. Hişâm: Revizyonlar arasındaki fark

[kontrol edilmemiş revizyon][kontrol edilmemiş revizyon]
İçerik silindi İçerik eklendi
Yeni sayfa: II. Hişâm Döneminde (366-369/976-1009) İbn Ebî Âmir II. Hişâm'ın Tahta Geçmesi Halife II.Hakem'in 366 (976) yılında ölümü üzerine veliaht oğlu Hişâm, el...
 
Değişiklik özeti yok
2. satır:
İbn Ebî Âmir II. Hişâm'ın Tahta Geçmesi
Halife II.Hakem'in 366 (976) yılında ölümü üzerine veliaht oğlu Hişâm, el-Müeyyed Billâh unvanıyla, Endülüs Emevî Devleti tahtının onuncu vârisi ve üçüncü halifesi olarak, Kurtuba'da 366 yılı Safer ayında (Ekim 976) ve henüz 10 veya 12 yaşındayken tahta çıktı.23 Ancak bu çıkış, vezir Mushafî ve destekçisi İbn Ebî Âmir sayesinde olmuştu. Çünkü çocuk yaşta birinin halife olmasını istemeyenler de vardı.
Bunlar sarayın Slav kökenli muhafızları (Sakâlibe) idi. Liderleri durumundaki Faik ve Cevzer, II. Hakem'in değer verdiği komutanlar idi ve kendisi son nefesini bu ikisinin kollarında vermişti. Faik ve Cevzer, Hakem'in ölümünü duyurmadan önce kendi mevkilerini garantiye almak için plan yaptılar. Kendileri önemli, varlıklı ve nüfuzlu kimselerdi. Emirlerinde pekçok köle ve silahlı muhafız vardı. Dolayısıyla güçlü durumda idiler ve bunu halka karşı yaptıkları taşkınlıklara sabır gösteren halife sayesinde elde etmişlerdi. Böyle olunca yeni halife seçiminin sadece kendi ellerinde olduğunu sanmışlardı. Onlara göre henüz çocuk olan Hişâm tahta geçerse, halifenin vesayeti kendilerinden hoşlanmadıkları vezir Mushafî'ye geçecek, idare tamamen vezir ile Hişâm'ın annesi Subh'un elinde olacak ve dolayısıyla kendi nüfuzları azalacaktı. Ayrıca, onlara göre halk Hişâm'a isteksiz olarak biat etmişti ve kamuoyu veraset usulü saltanata karşı çıkıyordu. Aynı şekilde, bir çocuğun sembolik hükümdarlığına halkın katlanması da zordu. Buna karşın, genel istek doğrultusunda Hişâm'ın 27 yaşındaki amcası Mugîre b. Abdurrahman'ı halife yaptıkları takdirde halk nezdinde itibar bulacaklarını ve kendilerine minnet borcu olacak yeni halife sayesinde ülkedeki hâkimiyet ve ayrıcalıklarını sürdürebileceklerini umuyorlardı.24 Planlarını gerçekleştirme yolunda daha ilk anda büyük bir hata ederek düşüncelerini, kendilerine zarar gelmeyeceğine inanarak vezir Mushafî'ye açtılar. Onların fikrini beğenmeyen Mushafî, güçlerini iyi bildiği için ihtiyatlı davranarak başlangıçta onlara güven verdi ve ardından İbn Ebî Âmir, Ziyad b. Eflâh ve Kâzım b. Mu-hammed gibi önemli yönetici arkadaşlarıyla toplantı yapıp durumu değerlendirdikten sonra hep birlikte, kardeşinin ölüm haberini almadan önce Muğîre'yi öldürmeye ve böylelikle sakâlibenin planını bozmaya karar verdiler. Çünkü vezir ve ekibine göre, Hişâm tahta geçerse istedikleri gibi ülkeyi yönetebilecekler, bilakis kendilerinden hoşlanmayan Mugîre geçerse mevkilerinden ve hatta hayatlarından olabileceklerdi. Karar gereğince Muğîre'yi öldürme işini, saraya yakınlığı ve önemli kişilerin güvenini kazanmış olması sebebiyle İbn Ebî Âmir üstlendi ve Muğîre'yi boğdurdu.25 Böylece sakâlibenin planı bozularak İbn Ebî Âmir'in de istediği şekilde Hişâm'a halife olarak biat edilmiş oldu. Bu olayda Hişâm, Mugîre'ye karşı önemli iki avantajını kullanmıştı. Birincisi, hayatta iken babası tarafından veliaht ilân ve tayin edilmesi; daha önemli ikincisi ise, Hakem'in üst düzey yöneticilerinin özellikle İbn Ebî Âmir'in kendisini desteklemesiydi.26
Hişâm’a biat merasiminden sonra halkı etkilemeyi bilen İbn Ebî Âmir'in tavsiyesiyle vezir Mushafî, halkın gönlünü almak için bazı vergileri kaldırdıktan başka, halkın halifeye olan sadakat duygularını canlandırmak amacıyla 7 Ekim günü bir askeri tören eşliğinde yeni halifeyi halka takdim etti. Aynı gün, halife tarafından Mushafî hâcib olarak ve Sâhibü'ş-Şurta İbn Ebî Âmir ise, halifenin annesi Subh'un arzusu üzerine vezir olarak atandı.27 Bu durumda devletin yönetimi gerçekte halifenin değil, hâcib Mushafî ile Subh destekli vezir İbn Ebî Âmir'in eline geçmiş oluyordu.28 Bu arada daha Hakem hastalandığında küçük bir çocuğun tahta vâris olmasını fırsat bilen Hıristiyanların, komşuları Müslümanlara saldırma teşebbüsleri İbn Ebî Âmir'in daha yükselmesine zemin hazırlamıştı. Hükümetin Hıristiyanlara karşı harekete geçmemesi, onların akınlarını Kurtuba kapılarına doğru taşımalarına sebep olmuş ve bu durum Kurtuba'da huzursuzluklara sebep olmuştu. Hâcib Mushafî ise, Hı-ristiyanları püskürtebilmek için iktisadi ve askeri gücü harekete geçirebilecek duruma sahip değildi. Ayrıca savaştan pek anlamadığı gibi, savunma için etkili hiçbir tedbir de alamıyordu. Öte yandan Hıristiyanların ilerlemesi ve Endülüs'ün huzursuzluğu sebebiyle harekete geçmek gerektiğini düşünen Subh, beceriksizliği yüzünden Mushafî'ye kızıyordu. Bu konudaki endişesini söylediği İbn Ebî Âmir, kendisine ordu komutanlığı ve yeterli teçhizat verildiği takdirde düşmanları yeneceğine dair garanti verdi. Daha sonra İbn Ebî Âmir, Mushafî ile durumu görüşerek, harekete geçmesinin hem görevi hem de menfaati gereği olduğunu anlattı. Onun tavsiyesini doğru bulan Mushafî, vezirlerini toplayarak Hıristiyanlara karşı sefer kararı çıkardı. Ancak, orduya komuta etme sorumluluğunu üstlenmek isteyen başka vezir çıkmayınca İbn Ebî Âmir, kendisine asker seçme yetkisi ve yüzbin altın verilmesi halinde orduya komuta edebileceğini söyledi. Para miktarı fazla bulunmasına rağmen, başka gönüllü çıkmayınca İbn Ebî Âmir'e istedikleri verildi.29
İbn Ebî Âmir, 366 (Şubat 977) yılında, seçkin askerlerinden oluşturduğu ordusuyla Kurtuba'dan hareket etti. Kaştâle (Castilla) topraklarındaki Talemenka (Ta-lamanca) bölgesinde bulunan Hısnü'l-Hâme (Los Banos) kalesini kuşattı ve büyük bir ganimetle muzaffer olarak Nisan ayında Kurtuba'ya döndü. Müslümanların bu taarruzu öyle etkili olmuştu ki, düşmanlar uzun süre onları rahatsız etmeye cesaret edemediler. Bu zaferle halkı fazlasıyla memnun eden İbn Ebî Âmir, seferden artan parayı orduya harcayarak samimiyeti, nezaketi ve cömertliği sayesinde ilk defa doğrudan temas kurmuş olduğu askerlerin de böylece sevgisini kazanmış ve onları arkasına almış oluyordu.30 Yine bu zafer sayesinde o, devletin hemen tüm sivil kademelerinden başarıyla yükseldikten sonra bir ordu komutanı olarak da etkili olabildiğini halifeye ve halka ispat etmişti.
"https://tr.wikipedia.org/wiki/II._Hişâm" sayfasından alınmıştır