Dil Devrimi: Revizyonlar arasındaki fark
[kontrol edilmemiş revizyon] | [kontrol edilmiş revizyon] |
İçerik silindi İçerik eklendi
85.106.237.111 adlı kullanıcının son 2 değişikliği reddedilerek Bakkalgazi sürümüne (11056027) geri dönüldü |
|||
6. satır:
== Tarihçe ==
Türkler, Arapça ve Farsça konuşan milletler ile münasebete girdiklerinde kendi dillerinde bulunmayan sözcükleri almışlardı. Ancak bulunmayan sözcüklerin yanında Türkçe sözcükler de zaman içinde işlerliğini yitirmiş ve yerlerini Arapça ve Farsça sözcüklere bırakmıştı. Türkçede ateş manasında ''od'' sözcüğü yerini Farsça ''ateş'' sözcüğüne bırakmıştı. Sadece sözcükler değil her iki dilden de tamlamalar ve bazı yapılar ve bunun yanında dil bilgisi kuralları da alınmıştı. Fakat esasen dilin kalbinde yine Türkçe çekimler ve dil bilgisi kuralları kullanılıyordu. Osmanlı Devleti, Bâb-ı Âlî'den idare ediliyordu. Arapça ''kapı'' anlamındaki ''bâb'' ile Farsça ''-ı'' tamlaması Farsça yüce anlamındaki ''âlî'' ile birleşmişti ve ''Osmanlıca'' yeni bir sözcük türemişti. Bu çeşit bir Osmanlıca'yı ne Türkçe konuşan tebaa, ne Arapça ve Farsça konuşan tebaa ne de diğerleri anlayabiliyordu. Sadece eğitimli kesim, yazarlar ve şairler ile devlet kademelerindekiler bu dili kullanıyordu. Yazı dili ile konuşma dili arasında bir uçurum vardı. Öyle ki gazeteleri geniş halk kesimlerince anlaşılmadığı için satılmayan gazeteciler gazetelerinde kullandıkları dili arılaştırmanın yollarını arıyorlardı. Mesela ''doğal bilimler'' anlamındaki Arapça ''Ulûm-i Tabiiyye'' tamlaması yerine Tabii İlimler demenin daha anlaşılır olduğunu keşfettiler ve yazılarında bu tür sadeleştirmelere gittiler
Yazı dilinin karmaşık [[Arapça]] ve [[Farsça]] deyimlerden arındırılarak konuşulan Türkçeye yaklaştırılması konusu, [[Tanzimat]]'tan itibaren Türk yazarlarını ilgilendirdi. [[Şinasi]] (1824-1871) ve [[Namık Kemal]] (1840-1888) ile başlayan yalınlaştırma eğilimi, [[Ahmet Mithat Efendi]] (1844-1912) ile büyük bir aşama kaydederek ve [[İkinci Meşrutiyet]] yıllarında [[Ömer Seyfettin]], [[Mehmet Emin Yurdakul]] (1868-1944) gibi yazarlarla doruğa çıktı.
[[Dosya:Ataürk'ün el yazısı ile türkçe.gif|thumb|300px| Atatürk'ün kendi el yazısı: ''Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmasını bilecektir'']]
1910'lu yıllar, [[Türk Ocağı]] ve [[İttihat ve Terakki]] Cemiyeti gibi kuruluşlar bünyesinde, [[Türkçü]] ve [[Turancılık|Turancı]] görüşlerin yükselişine tanık oldu. Bu dönemde yalınlaştırmacı görüşe bazı yeni düşünceler katılmaya başladı. Bunlar arasında en etkili olanı, İstanbul konuşma Türkçesinden başka Türk lehçelerinden, özellikle de Orta Asya'nın eski yazı dillerinden sözcükler alma görüşüydü. Fransız Doğubilimci [[Pavet de Courteille]]'in [[1870]]'te yayımlanan Çağatayca Sözlüğü, 1896'da çözülüp yayımlanan Orhun Yazıtları, 1917'de basılan Divan-ı Lûgat-it Türk bu yaklaşıma varsıl malzeme sağladı.
Varolan Türkçe köklerden yeni kavramları karşılayacak sözcükler türetme eğilimi de 1914 dolaylarında duyumsanmaya başladı.
=== Cumhuriyet Dönemi ===
|